Agnostisizim:
Eski Yunan’a dayanan bu
felsefe, insanların bilgilenmeyi duyuları ile elde
ettiğini, dolayısıyla duyu dışındaki bilgi hakkında
yorum yapamayacağını bu nedenle de bir yaratıcının var
olup olamayacağının hiçbir zaman ve biçimde
bilinemeyeceğini söylemektedir. Çünkü onlara göre,
yaratıcının varlığını ve yokluğunu ispat edecek veriler
bulunamadığından “Yaratıcının var olduğu” veya “Yok
olduğu” ifade edilemeyecektir. Yani bu iki temel
düşüncenin ortasında yer alan felsefik bir görüş. Bu
arada şunu da belirtmek gerekir ki, yaratıcı derken de
kesinlikle Dinlerin bildirdiği yaratıcı kast
edilmemektedir. Haliyle Dinlere de inanmazlar. Eğer
yaratıcı varsa bunlardan tamamen farklı bir varlık
olması gerektiğine inanırlar. Oysa sadece, insan
duyularının sınırlı olmadığına ilişkin kesin bilimsel
veriler ile Kuantum Fiziğindeki, “birimde, tüme ait
olanın aynen mevcut olduğu” gerçeğini göz önüne alsak
bile bu felsefenin geçersiz olduğunu bizlere göstermesi
için yeterlidir. Kaldı ki, bir yaratıcının bulunması
halinde gerekli çalışmalar yapılmadığı için birimin
kendisini azap ortamında bulması gerçeği de, daha
başından bu düşüncenin iflası anlamına gelmektedir.
Nihilizm (Hiççilik):
ilk çağda ortaya konmuş
olan bu felsefeye göreyse özetle, gerçekte varlık
yoktur, varlık gerçek değildir. Her şey tamamıyla bir
hayalden ibarettir. Asıl olan yokluktur, Hiçliktir. Var
olsa bile o varlığın bilinemeyeceğini, bilinse bile,
bildirilemeyeceğini de ifade etmektedir (bu
son iki görüş, ilk görüşle bayağı çelişmektedir).
O yüzden her değeri, her gerçeği ve her şeyi
reddederler. Gerçekte her şey bir Yokluktan, Hiçlikten
ibaret olduğundan Mutlak Varlık diye bir şeyden de
bahsedilemez
(bir defa ortada olan
sistem ve düzenin inkarı var. Bu Sistem neyin nesi,
neden, niçin yokluk değil de varlık söz konusu olmuş?
Hiçlik kavramını tam olarak tanımlayamadıkları gibi,
“Mutlak Hiçlik” Kavramından da haberleri yok).
Varlık, bir varlığın varlığına bağlı olarak mevcuttur.
Bu yüzden bu felsefede, varlıktan bağımsız bir varlık
söz konusu olamaz
(Kuantuma ait sadece bir
iki özellik mevcut, fakat diğer özelliklerin hiçbiri
yok, Kuantum Potansiyelinin adı bile yok, üstelik
içermediği o özelliklerle de çelişmektedir).
Nasıl ki rüyalarda görünen varlıklar gerçek olmayıp
rüyanın sona ermesiyle o varlıklar ortadan kalkıyorsa,
insanlar da öldükten sonra her şey sona ermekte, yokluğa
geri dönmektedir. Bu nedenle metafizik (yani alt)
boyutlar ve varlıklar, dolayısıyla Ruhun varlığı ve
ölümsüzlüğü, haliyle Dinler de geçersizdir. Geçmişin de
bir anlamı olmayıp sadece ve sadece o anın bir önemi
bulunmaktadır. Çünkü her şey boş, amaçsız, gelip geçici
olduğundan yaşamı çok ciddiye almanın da bir anlamı
yoktur (geçmişin,
geleceğin ve yaşamın bir anlamı yoksa şu anın da bir
değerinin olmaması gerekmez mi?).
Bununla birlikte, Mutlak
bir bilgiden, hatta doğru bilgiden bahsedilemeyeceğini,
dolayısıyla Bilimin dahi asla her şeyi (evrenin ve
insanın var oluşunu) çözemeyeceğine inanmaktadırlar
(sanki bilimsel veriler
onların söylemlerini onaylıyormuşçasına konuşuyorlar.
Oysa durum bunun tam tersi. Kaldı ki, kabul ettikleri
bilim de gerçekte yok değil miydi?).
Ahlaki değerlere, toplumsal kurallara da pek değer
vermezler, onların da geçici ve gerçek olmamalarından
ötürü. Böylece mevcut düzen ve değerlerle birlikte her
bir şeye karşı çıkarlar
(varlıklarının ve bu
düşüncelerinin devamı, içinde yer aldıkları düzene bağlı
değil mi? Ayrıca kendileri ve aileleri için de bu durumu
düşünebiliyor, bunu yaşantılarıyla da ortaya
koyabiliyorlar mı? Elbette hayır).
Bu son iki felsefenin daha
fazla kritiğini, hatta “Kuantum”, “Kuantum Potansiyeli”,
“Hiçlik” ve “Mutlak Hiçlik” açısından
değerlendirilmesini size bırakıyorum. Çünkü Mutlak
Sistem ile Hakikati göz önüne alarak düşündüğümüzde
bunlardaki daha fazla eksiklikleri, dolayısıyla
yanlışlıkları, çelişkili ifadeleri, yaşamın gerçekliği
ile olan kopukluklarını ve açıklık getirilemeyen çoğu
şeyi artık rahatlıkla görebiliriz (yazı dizisi
boyunca bunlara da cevap teşkil edecek oldukça noktaya
değinmiştim). Ancak yine de iki noktaya değinmeden
geçemeyeceğim. Bunlardan ilki, Nihilizmin, temel
dayanağı olan “Hiçlik ve varlığa” bakışı ile Sufizmin
belirttiği “Hiçlik ve varlık” ilişkisi kesinlikle aynı
şeyler değillerdir. Aralarında dağlar kadar
farklılıklar bulunmaktadır. İkincisi ise, Boyutlar,
Boyutlar arası farklılıklar ve aralarındaki ilişkiler
hiç belirtememektedir, çünkü yok sayılmaktadır. Ayrı
bir deyişle, hangi boyutta hangi anlayışın geçerli
olduğu üzerinde hiç durulmamış. Bu yüzden de maddesel
boyuttaki işleyiş görülmeyip daha üst boyuta ait olan
bir gerçek, sanki o maddesel boyutta işlevsel haldeymiş
gibi kabul etdilmektedir. Kısacası varlığın hangi
boyut itibariyle gerçek, hangi boyut itibariyle ve neye
göre hayal olduğunu ayırt etmemiz gerekir. Madem her
şey hiç ise, elini ateşe soktuğunda da elinin yanmaması
gerekir. Demek ki, elin yandığı bir boyut da varmış.
Bugüne kadar dünyada
yaygın olan temel felsefik görüşlere baktığımızda ise,
hepsinin, önemli bazı bilimsel veriler de dahil,
birçok şeyi reddetmeleri veya kabul etmemeleri ya da
görememeleri sebebiyle, “Mutlak Gerçeğin” sadece belli
bölümlerini doğru tespit edebildiklerini geri kalanına
ise bu bilgilere göre tanımlama getirdiklerini
görmekteyiz. Tıpkı meşhur bir hikayedeki, körlerin
bir filin çeşitli organlarını tutup tespit ettikleri o
organa göre o filin ne olduğu konusunda tanımlamalar
yapmaları gibi. Haliyle, onlar fili ne kadar doğru
tanımlayabiliyorlarsa, bu felsefeler de Hakikati ve Onun
Sistem ve Düzenini o kadar doğru tanıyabiliyor demektir.
Oysa tüm bunlara karşın, (İslam Dininin verilerini en
derin boyuttan ve en geniş bir biçimde açıklayan) İslam
Sufizmi, “Kuantum” ve “Kuantum Potansiyeli” boyutunu tek
tek tanımladığı gibi, gerek “Hiçlik Boyutunun” gerek
“Mutlak Hiçlik Boyutunun” ne olduğunu, yanı sıra da
“Mutlak Hiçliğin”, diğer üç boyutla olan bağlantısını ve
bu üç boyutun da yukarıdan aşağıya doğru birbirleriyle
olan ilişkilerini bir bir açıkladıklarını göstermiştik.
Yeri geldikçe daha da detaylı olarak göstermeye devam
edeceğiz. Bu nedenle İslam Sufizminin diğer
felsefelerden en önemli farklılıklarından biri,
istisnasız, hangi seviyeden olursa olsun tüm sorulara
cevap verebilmesidir.
Bu arada “bu felsefik
görüşleri, akımları bilmek bizlere ne kazandırır?” diye
bir soru sorulabilir. Gerçekten de bu çok önemli bir
sorudur, çünkü şeytanlar, ölüm anının hemen öncesinde
insanların imanını almak üzere onlara musallat
olacak, çeşitli fikir ve algı oyunlarıyla biz tüm
insanları epeyce zor durumda bırakacaklardır. Bu nedenle
şeytanlar,“…
bu dünyada ne hal ile ölürseniz o hal üzere baas
olursunuz”
hadisi hükmünce,
insanların sonsuz geleceğini ve idrak düzeyini
belirleyecek olan son kayıtların negatif yönlü olarak
yüklenmesini sağlamaya çalışmaktadırlar. Son anda
“Kelime-i Şehadet” getirmenin ne kadar büyük bir nimet
olduğunu burada görmüş oluyoruz. Bununla birlikte zamanı
tam olarak bilinmese de çok güçlü olan işaretlerden pek
uzak olmayan gelecekte açığa çıkacağı görülen “Deccal”
lakaplı şahsiyet de anlattığımız tüm bu felsefelere
uygun paralel söylemlerle ortaya çıkacağından ve
söylemlerinin doğruluğuna ilişkin olağan üstü
İstidraçlar sergileyeceğinden, insanların büyük
çoğunluğu tarafından çok rahat kabul görecektir.
Buna karşın Resulullah’ın
soyundan olan ve “Zati İlimle” ortaya çıkacak olan
“Mehdi Lakaplı” O Zat ise, tüm bu felsefelerin dışında
farklı ve çok çok üzerindeki bir anlayışla, yani
Resulullah’ın sembol ve mecaz ağırlıklı olarak ortaya
koyduğu “Allah Kavramı” ve “Onun İlminde yarattığı
Sistem ve Düzeni” günün en zirve Batı İlmiyle
açıklayacağı için, anlattığımız felsefik akımlarla
kayıtlı, şartlanmalı insanlar tarafından önceleri
anlaşılamayacak ve reddedilecektir.
İslam ve Sufizmi:
Sufizmin ayet ve hadislere dayandığını, günümüz
bilimsel verileriyle aynı şeyleri dillendirdiğini,
dolayısıyla dinsel verilerin bilimsel karşılıklarına
çeşitli yazılarımızda fazlasıyla değinmiştik. Bunlara
tekrardan değinmenin bir anlamı yok. Ancak bazı
noktaları hatırlayarak olaya farklı açılardan bilhassa
“Yenilen Modu” açısından yaklaşmaya çalışalım. Şimdi
öncelikle bunlarla ilgili bazı ayet ve hadislere
bakalım. Ayetler,
“Allah, Ahad
(sonsuz-sınırsız Tek),
Samed (hiçbir merkezi dolayısıyla bir sınırı
bulunmayan, kendisine bir şeyin girmesi ve çıkması
olmayan Som bir Tekillik), doğmamış (bir şeyden
meydana gelmemiş) ve doğurmamıştır (kendinden
ayrı bir şey de meydana getirmemiştir), O’nun Dengi
de yoktur” (İhlas Suresi),
“Şahittir Allah kendisinden gayri bir Tanrı olmadığına
(3 – 18)”,
Allah’ın Veçhi dışında her şey helak olucudur
(sonra olacak değil,
boyutsal olarak düşündüğümüzde şu anda bile öyledir) (28
– 88)”,
“Yerleri, Gökleri ve İkisi arasındakileri Hak
(Hak, bütün İlahi
İsimlerin bir bütün halde bulunduğu mertebenin adıdır.
Dolayısıyla Hakk’ın dışında başka bir şey olmadığını
belirtiyor)
olarak yarattık
(15- 85)”,
“Allah’ı hakkıyla idraka çalışmadılar
(6 – 31)”,
“ Hiç Şüphesiz şirk
(Allah yanı sıra Tanrı oluşturma)
en büyük zulümdür
(31 – 13)”,
“Allah, şirk hariç, her şeyi bağışlar
(4- 48)”,
“Evvel
(öncesiz), Ahir (sonrasız),
Zahir (görünen) ve Batın (görünmeyen), O
dur (yani, algılanan, yada algılanmayan her şey O
dur)
(57 – 3)”,
“İbadından bir kısmı O’na cüz oluşturdular. Muhakkak ki
insan gerçeği örtücüdür
(43 – 15)”,
“ Nefislerinizde mevcut olan O, hâlâ görmüyor musunuz?
(51 – 21)”,
“ Siz nefsinize hesap vereceksiniz, hesap görmeye
nefsiniz yeter
(17- 14)”,
“ Nefsini arındıran kurtuldu
(91- 9)”,
“Her ne yana dönerseniz Allah’ın Veçhini
(suretini, mana suretini)
görürsünüz
(2 – 115)”,
“Hayalini ve hevasını
(zannını) İlah (Tanrı)
edineni gördünüz mü?
(45– 23)”,
“Allah, de, ötesini bırak
(6- 91)”,
“Allah yanı sıra İlah
(Tanrı)
oluşturma, sonra aşağılanmış ve kendi başına bırakılmış
olursun
(17 – 22)”,
“Attığında Sen atmadın, atan Allah’tı
(8 – 17)”,
“ Allah’ın eli, onların eli üzerindedir
(48 – 10)”,
“Allah boyasıyla boyanın
(2 – 138)
(Allah’ın Ahlakıyla Ahlaklanın - Hadis)” , “ Sizdeki
istek Allah’ın istemesidir
(yani, siz isteyemezsiniz,
isteyen Allah’tır) (76 – 30)”,
“ Sizi ve yaptığınız fiilleri Allah yarattı
(37- 96)”.
Bazı Hadisler ise,
“Allah var idi. Ve onunla birlikte
hiçbir şey yok idi (Hadis). Bu “an” o “an”dır Hz. Ali (ra)”,
“İnsanlar uykudadır, ölünce
(Şuursal anlamdaki ölümden
yani, Hakikatinı fark edişten bahsediyor) uyanırlar”,
“Ölmeden önce ölünüz”, “Beni gören Hakk’ı görmüştür”,
“Nefsine Arif olan, Rabbine Arif olur”, “Ben Rabbimi
(Allah’ı değil) genç bir delikanlı suretinde gördüm”,
“Allah ya da Rahman Adem’i kendi sureti üzerine
(elbette fiziksel bir suretten bahsetmiyor)
yarattı”, “Zerre, Külün (Bütünün) Aynasıdır
(Zerrenin toplamı bütündür değil)”,
“Zahiri Arş, Rahmanın gölgesi, İnsani Arş da Allah’ın
gölgesidir”, “ Allah nerededir sorusuna Resulullah –
Mümin Kullarının Kalbindedir – cevabını vermiştir”.
İslam iki temel nokta
üzerinde durur. “La ilahe illallah” sözünün anlamı
ile “B Sırrının” anlamına. İlkini detaylı olarak “
Ahmet Hulusi’nin, Allah” kitabından okuyabilirsiniz.
Buna kısaca değinirsek,
“La ilahe illallah”
cümlesi Tanrı ve Tanrılık kavramının var olmadığını, tüm
sonsuz varlığın (boyutsal anlamda) öncelikle
sonsuz-sınırsız Tek bir yapı (Kuantum Potansiyeli)
halinde mevcut olduğunu, (yine boyutsal anlamda) sonra
da bu yapının Zat’a göre hayal olduğunu (Zatta yapı diye
bir şey olamaz), çokluk kavramının ise, “Uluhiyet
kavramı” (Allah isminin karşılığı olan Uluhiyet Kavramı,
tüm boyutları içine alan bir kavramdır) içinde
değerlendirilmesi gerektiğini bize söyler. Dolayısıyla
“Çokluk Boyutu” Tekliği bölen bir durum değildir.
Kısacası iki temel boyut vardır, “Zat” yani, “Ahadiyet
Boyutu (Mutlak Hiçlik)” ile “Kuantum Potansiyeli
Boyutu”. Kuantum Potansiyeli boyutu da,
“Dalgalanmamışlık” ve “Dalgalanmışlık” Boyutu olarak iki
boyuta sahiptir. Nari ve Maddesel boyutlar ise, Suretler
boyutu adı altında Kuantum Potansiyelinin Dalgalanmışlık
boyutunun projeksiyonu olan ve yine “ bir tür
Dalgalanmalardan” oluşmuş boyutlardır. Dolayısıyla bu
“projeksiyon olmuş boyutun da” Durgun (Dalgalı olmayan)
yanı bulunmaktadır. Suretler boyutunun, Kuantum
Potansiyeli boyutunun projeksiyonu olması sebebiyle,
İlmi boyutları bu Potansiyeli Boyutun Dalgalanmamışlık
Boyutunda düşünmemiz gerekir. Ancak Kuantum
Potansiyelindeki dalgalarda kodlu olan sonsuz varlık da
Kuantum Potansiyeli içinde olmalarından dolayı, yine
İlim Boyutu içindedir, İlmin bir boyutundaki İlmi Boyut
olarak. Bu sebeple her şey (sonsuz varlık oluşumları)
gerçekte Kuantum Potansiyelinde yaşanmaktadır. “Ahadiyet
İlmi” ise, “Mutlak Zat” Boyutudur. Bu yüzden Dinsel veri
adı altındaki tüm kavramları bu ana boyutlarda, boyutlar
içinde tek, tek bulmamız gerekir. Ancak şunu da
belirtmek gerekir ki, “Kuantum Potansiyeli” tamamıyla
Soyut boyuttur. “Zat” ise, Soyutluluğu bile kabul etmez.
“Zat’i Boyut” derken de, Varlığa nispetle olan bir
tanımlamadır. Gerçekte, “Mutlak Hiçlikte”, kendi ismi
gibi, boyut kavramı da geçersizdir.
“B Sırrına” gelince,
“Kur’an’ın
sırrı Fatiha da, Fatiha’nın sırrı Besmelede, Besmelenin
sırrı da başındaki “B” dedir. Ben, O “B” nin altındaki
Noktayım”
diyen Hz Ali(r.a), bu
“Nokta” sırrına işaret etmektedir. “B Noktası”, Sonsuz-
Sınırsız Kuantum Potansiyeli boyutunun da dayandığı
“Zati Noktadır (Ahad’dır) (Hiçlik değil, Mutlak
Hiçliktir)”. “Zat’ın” kendi içindeki tecellilerini de
içerecek şekilde tüm boyutları kapsar (anlatım
sadedinde, “Ahad, direkt değil, “Hu’ nun” vasıtasıyla
Sıfat ve Esmaların toplu olarak bulunduğu “Data”
boyutuna tecelli etmekteydi).
“ B sırrı” anlayışıyla
Tanrı ve Tanrılık sistemi ortadan kalkar. “B sırrıyla”
Kur’an’ı Okuyan, Tanrının gönderdiği Tanrı kitabını
değil, kendi derinliğindeki (boyutsal uzantısındaki)
Kâinat Kitabını Okur. Bu arada birim kendisini Kuantum
Potansiyeli boyutunda tanıdığı zaman, bulunduğu boyuta
göre tümü değerlendirir. Yani tüm boyutlar, “Zati
Noktadan (Noktasından)” kapasitesi oranında açığa çıkar
ki, bu da zamansızlık ve mekânsızlıktaki boyutsallığı
oluşturur. “B Sırrıyla” Besmelenin anlamı yani, bir işe
başlanıldığında ya da Kur’an okunmadan önce Besmele
çekilmesinin birinci anlamı ise, Elmalı Hamdı Yazır’ın
ifadesiyle,
“Ben bunu O’nun namına,
O’na hilafeten, O’nu temsilen, O’nun bir aleti olarak
yapıyorum, bu iş hakikatte benim veya başkasının değil,
ancak O’nundur”
demektir. İkinci anlamı
da, eğer bir iş yapılıyorsa, o işten daha fazla fayda
temin etmek, daha kolay ve rahat başarabilmek için
öncesinde güç kazanma, eğer ayet veya dua okunuyorsa,
öncesinde enerji takviyesiyle birlikte o şeyi dikeysel
ve yataysal anlamda daha fazla anlamayı, kavramayı
sağlamak amacını taşımaktadır. Kur’an ayetlerine “B”
anlayışıyla baktığımızda misal vermek açısından
birkaç ayet ise, şöyle Okunmaktadır.
“Ey İman edenler, “B
Sırrıyla” Allah’a İman Ediniz”,
(4 – 136)
/
“
Gerçeği örtenlerin
Hakikati olarak, Allah onları kapsamaktadır”
(2 -19)
“Allah şeylerin kendisinde olarak her şeyi bilir”
(64 – 11)
/ “Allah onların yaptıklarının meydana getiricisi olarak
yaptıklarını görmektedir”
(2 – 96)
/ “Şüphesiz ki Allah, insanların Hakikati olarak Rauf ve
Rahimdir”/ “ Ne iyilik yaparsanız kesinlikle Allah, Onun
Hakikati olarak yaptığınızı bilir”
(2 – 215)
/ “Allah yaptıklarınızın ve oluşturucusu olarak
yaptıklarınızdan haberdardır”
(3 – 180)
/ “Şüphesiz ki Allah, Kalplerin Zatı olarak içinizdekini
bilir”
(3 – 119/154)
/“Sen olarak onların üzerine şahidiz”
(4 – 41)
/“ Onlarla Mukatele yapın ki, Allah elleriniz olarak
onlara azap versin”
(9 – 14)
/ “O, yaratılmışların tümünde var olduğundan
yarattıklarını bilir”
(36 – 79)
Sufizmin dikkât çektiği
önemli bir nokta da, görünen ya da görünmeyen çokluk
boyutunun, Allah’ın Esma bileşenlerinden meydana gelmesi
ve bununda “Salt Esma” ya dayanması sebebiyle Allah,
“Alemlerin Rabbi (Rabbül Alemin)” iken (Allah o boyut
itibariyle Rab ismini alır. Dolayısıyla Rab, Allah’tır.
Ancak Allah, Rab değildir, olamaz da. Bu boyut
farklılıklarına çok dikkât etmemiz gerekir), Allah,
“Nokta (Esma Mertebesi)” İtibariyle Âlemlerden beridir.
Temel Öz Boyutu itibariyle ise, “Zatı Yönüyle”
Âlemlerden yani, “Esma Bileşimleri” ve Onun kaynağı olan
“Salt Manalardan” beridir, onunla kayıtlı değildir (bu
durum her bir boyut ve onun bir üst boyutu için de
geçerlidir) (1). Kur’an da bu durum,
“Allah Âlemlerin
Rabbidir”, “Allah Âlemlerden Ganidir”
şekliyle ifade edilmiştir.
Görüldüğü gibi bu da Tanrı ve Tanrılık sisteminin mevcut
olamayacağını bize göstermektedir.
(Yararlanılan Kaynaklar:
Allah, Kendini Tanı, Akıl Ve İman, İnsan Ve Sırları – 1,
Tek’in Seyri, Dua Ve Zikir, Yenilen – Ahmed Hulusi /
Vikipedia)
(1). İlahi İsimlerin (Salt
Data’nın) hükümlerini açığa çıkartma özelliğine “Rububiyet”,
bu mertebenin sahibine ise “Rab” denir. Başka bir
deyişle, Ef’al (Çokluk) boyutunu meydana getirmesi ve bu
boyutta her an tasarruf etmesi sebebiyle Allah, “Rab”
ismini alır. İlahi İsimlerin (Salt Esmaların) bütün
halde bulunduğu mertebenin adı ise “Hak”tır. Esma
mertebesidir (Salt Data ya da Nokta Boyutudur). Allah bu
boyutta da “Hak” ismini alır. |