Sufizm,
Din ile Bilimin, aynı şeyin farklı iki anlatımı olduğunu
belirtmektedir. Bu durum, günümüz biliminin geldiği son
noktada kendisini daha net olarak göstermektedir. Şimdi
bununla ilgili daha başka örneklere geçmeden hemen önce,
“Kararlı Dalga” kavramını görmeye çalışalım.
“Durağan (Kararlı) Dalga” kavramını “Olasılık Dalgaları”
açısından “Dalgalar Ve Özellikleri – (7)” adlı
makalemizde açıklamıştım. Burada ise, bu durumu
temeldeki “Kuantum Alanı” ve bu “Alanın” dalgalanması
açısından ele alacağım (bu “Alanla” ilgili detaylı
bilgiyi de “ Evrenin Geometrisi, Karanlık Madde ve
Boşluk Enerjisi "yazımızda bulabilirsiniz). Kısaca “ Durağan (Kararlı)
Dalgaya” biz, tıpkı bir gitar teline bir defa
vurulduğunda olduğu gibi (çeşitli dalga boyu uzunluğunda
olabilen) bir dalganın, olduğu yerde aynı frekansta
titreşmesidir diyebiliriz (1).
Hatırlayacağımız üzere “Kuantum Alanlar Kuramına”
(dolayısıyla Albert Einstein’ın E= mx c (üssü 2)
formülüne) göre elektron, kuark, proton, nötron, … gibi
bir tanecik de, gerçekte bu “Enerji Alanının” belli bir
hacim içinde yoğunlaşmış, çeşitli frekanslardaki enerji
titreşiminden başka bir şey değildi. Ve bu taneciklerin
titreşim hızları da alt boyutta olmaları itibariyle çok
yüksektir (blok halindeki hareketleri de aynı şekilde
çok hızlıdır).
Ancak maddeyi oluşturmak üzere tanecikler boyut boyut
birleştikçe her seferinde dalganın genliği büyürken,
dalga boyları da kısalmaya (frekansları artmaya), blok
halindeki hareket hızları da düşmeye başlar. Tam
maddesel boyutta nesnelere ait olan dalga titreşimleri
ve mekânsal hareketler ise, çok daha fazla
yavaşlamaktadır. Dolayısıyla biz, madde boyutunun çok
yoğun ve yavaş titreşmekte olan “durağan (kararlı)
dalgalardan” oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu esnada,
titreşim hızının azalması demek, zamanın akış hızının
da azalması demektir. Bu sebeple, tanecik
boyutlarında zaman hızlı akarken, maddesel boyutumuzda
zamanın akış hızı algıladığımız biçimde oldukça
yavaştır. Ayrı bir deyişle, “Kuantum Ve Mistisizm – 5 ”
adlı makalemizde değindiğimiz gibi “Alanın”, big-bang
adı altında dalgalanmaya başladığında zaman çok hızlı
akarken, enerji yoğunlaştıkça akış hızı da orantılı
olarak yavaşlamış ve günümüzdeki hızına ulaşmıştır.
İşte, algılayan değil, algılanan açısından (dıştan
bakış açısına göre) bizlerin kendi bedenlerimizin de
bulunduğu boyut itibariyle bu türden belli bir hacim
içinde yoğunlaşmış ve yavaş titreşmekte olan “durağan
dalga” yapıda olmasından ötürü, beyinlerimiz otomatikman
maddeye dönük frekanslarla rezonans halinde (uyumlu bir
biçimde) bulunmaktadır. Bu nedenle, kıskançlık,
cimrilik, bencil davranışlar, mal, mülk düşkünlüğü,
bedensel zevkler peşinde koşma, …vb. düşünce ve eylemler
ya da şartlanma, değer yargıları ve duygular, bizleri
hep maddeye dönük frekanslara mahkûm etmektedir.
Algılanan açısından ele aldığımız bu olayı,
algılananı oluşturan algılayıcı birim açısından
düşünürsek, bu tür düşünce ve fiillerin, “Kuantum
Potansiyeli” içindeki maddeye bağlı (dönük)”data’ların”
(frekansların) deşifresini kökleştirdiğini, bunun da
birimin her an dış (algılanan) dünyada var olduğu
zannının sarsılmadan devamlılığını sağladığını, bunun
sonucunda da kendi Hakikatini fark edip tanıyacağı
yüksek frekanslı boyutlara dönüşümünü engellediğini
görmekteyiz.
Anlaşıldığı üzere, Din adı altında bize tavsiye edilen
emir ve yasakların bile, bir Tanrının kendi arzusuna
göre ortaya koyduğu hükümler olmayıp tamamıyla
beyinle, bedenle ve bunların boyutsal derinliğiyle de
bağlı olan sistem ve düzenle yani, bilimsellikle
ilgili olduğu görülmektedir.
Bu nedenle Dinde, hem bu dünyada hem de ölüm ötesi
boyutta birime maddi ve manevi zararlı, negatif etkiler
oluşturacak düşünce ve eylemler günah, fayda getirecek,
yararlı, pozitif oluşumlar oluşturacak düşünce ve
fiiller ise, sevap olarak nitelendirilmiştir ki, Kur’an
ve Hadislerde, bu etkiler hakkında en ufak detayına
kadar oldukça çok bilgiler verilmiştir.
İslam Dininde Nübüvet yönlü anlatımlar, yani Nebinin
işlevi yani, sisteme dönük, sistemin acımasız çarklarına
karşın hem bu boyuta hem de ölüm ötesi boyuta dönük
olarak hangi önlemlerin alınması gerekiyorsa ona dayalı
çalışmalar, hep “Newtonsal Fizik” kapsamı içerisinde
anlatılırken, Resulün işlevi olan Risalet yönlü
anlatımlar da yani, birimin “özsel yaşam boyutu” yani,
“Nefsinin Hakikatini” ya da “Mutlak Nefsini” bilme,
tanıma ve yaşama ve Sisteme bu açıdan bakma ise,
“Kuantum Fiziği” kapsamı altında anlatılmıştır.
Böylece ayet ve hadislerin bir kısmı, Newtonsal
(Klasik) Fizik kapsamında açıklanabilirken, diğer bir
kısmı da Kuantum Fiziği ile açıklanabilmektedir.
Kur’an ve Hadislerdeki (bir Allah bir melek veya bir
melek bir insan, …vs şeklindeki) ikili anlatımların
sebebi de (boyutumuzdaki “durağan dalgaların”
oluşturduğu) Klasik Fizik yasalarına göre veya daha
temel boyutta yer alan “Kuantum Potansiyelindeki”
Klasik Fizik yasalarına ait “data’lara” göre
tanımlanmasından kaynaklanmaktadır. Yoksa gerçekte öyle
olduğu için değil. Bu nedenle Kuantum fiziğiyle
açıklanabilen konular, Newtonsal Fizik kapsamındaki
bakış açıları ve verileriyle açıklanamaz. Mesela,
Hz. Musa’ nın (a.s) asasını taşa vurması ve on iki
pınarın çıkması, Resulullah’ın Rabbini genç bir
delikanlı suretinde görmesi, Hz. İsa (a.s)’ın tekrardan
yeryüzüne bulutlar içinde büyük görkem ve güçle gelmesi,
Arz, Sema, Arş, Kürsü, Ruhül Kuds, Ruhu Azam, …vs
gibi kavramlar ve hatta Resulullah’ın ayı ikiye bölmesi
gibi hadiseler, Klasik Fizikle açıklanabilecek ve
anlaşılacak şeyler değillerdir. Ancak bunlar,
gerçeğine yaklaşım yapabilmek amacıyla Klasik fizik
içinde sembolik olarak tanımlanabilirler.
Yeri gelmişken, bir Nebi’nin görevi gereği ortaya
koydukları şeyler, Nübüvet ağırlıklı olup Risalet yönü
çok çok azken, bir Resul de Risalet ağırlıklı olarak
ortaya çıkar. Veliler ise, Resulün Risalet Kemalatından
beslenen Şuur yapılarıdır. Nebi ve Resullerde “Vahiy”,
Velilerde ise “İlham” vardır. Kur’an’da peygamber
kelimesi ise hiç geçmez. Bu nedenle Teistik anlayışlı
Kur’an meallerinde, birçok kavramda olduğu gibi, bu
kavramların işaret ettiği boyutsal derinlikleri de olan
anlamların da üstü kapanmakta, sonuçta Kur’an, hayali
bir Tanrının gönderdiği bir Kitap haline dönüşmektedir.
Kur’an, ya Resul’den ya da Nebi’den bahseder. Bunlardan
ise, kimi Nebidir, kimi Resul, kimi de hem Resul hem de
Nebidir. Hem Nebi hem de Resul olanların zirve boyutunda
olanlar ise, “Ulul Azim” (2) ismiyle anılırlar (bu
“Ulul Azim” olarak ifade edilenlerin içinde en zirve
isim ise, Hz. Muhammed (s.a.v)’ dir. O, hem Nübüvetin
hem de Risaletin zirvesidir. Yeryüzünde yaratılmış
hiçbir varlık onun üzerinde olmamış, kıyamete kadar
olamayacaktır). Her bir Nebi de, batınında aynıyla
Resuldür. Bununla birlikte Resul ve Nebiler,
batınlarında aynıyla Velidirler, Velilerin Üst
Sınıfına mensup olarak. Yani istisnasız her Resul
ve Nebi, tabanda “Mardiye Nefs Bilincine” sahiptirler.
Bu nedenle hepsi, ölüm ötesinde Velayetiyle yaşarlar.
Nebiler, insanları ölüm ötesi hayatı konusunda
uyarırken, Resuller de insanları Hakikatleri konusunda
uyandırmaya çalışırlar. Yani Nebiler uyarır, Resuller
ise, uyandırır.
Dolayısıyla ibadet adı altındaki çalışmalar, Cehennemden
kurtulup Cennet boyutunun asgari düzeyinde yer almak
için belli düşünce ve fiillere dayalı eylemler ile
Hakikatinin İlim ve Kudretini keşfedip bunlarla tahakkuk
ve tasarruf etmeye dönük çalışmalar olmak üzere iki
kısma ayrılır. Risalet boyutu, Nübüvvetin işaret
ettiğinin Batın boyutudur. Bu nedenle Nübüvvet,
Risaletin kapsamı altındadır. Risaletin temeli Nübüvvete
dayalıdır. Daha doğrusu, Risalet boyutunda Nübüvvet, bir
Hüküm olarak mevcuttur. Dolayısıyla bir Veli (Velayet
kemalatına adım atmış bir birim) sisteme ters hiçbir
harekette bulunmaz, kendisiyle çelişmez. Ayrıca,
Nübüvvet işlevi ve çalışmaları, “Newtonsal Fizik”
kapsamında maddesel dünya ile sınırlı iken (ölüm
ötesinde namaz, oruç, zekât, hac, …vs yoktur) ve bu Hz.
Muhammed (s.a.v) ile son bulmuşken (ondan sonra kıyamete
kadar hiçbir zaman Nebi gelmeyecektir), Risalet
işlevi de Kuantum boyutu kapsamında Şuursal Boyuta dönük
olduğundan ve bu durumun da bir sonunun olmadığından bu
işlev, yeryüzünde kıyamete kadar, ölüm ötesi boyutta
ise, sonsuza dek geçerliliğini sürdürecektir, Velayet
kapsamında olan Risalet Kemalatıyla. Bu nedenle
Resuller her dönemde yeryüzünde mevcuttur.
Özetlersek, bir Veli, eğer şeriat getiriyorsa “Nebi”,
Şerait getirmeyip insanların Hakikatleri doğrultusunda
yaşamaya davet ediyorsa “Resul”, böyle bir görev almamış
ise “Veli” olarak adlandırılır. Bununla birlikte
Resul ve Nebiler her şart ve zamanda Velilerin
önündedir. Velayetin en zirve ismi ise, İmamı Mehdi
lakaplı kişidir. Zahir yönüyle bizler gibi bir kişi,
ancak Şuursal yönüyle tüm Evrenselliğin tamamını
kapsayan bir Bilinçtir. Hz. Muhammed (s.a.v)’in
Aynasıdır. Dolayısıyla bu İki “İnsan” “Ruh Adlı Meleğin”
yeryüzündeki temsilcileridir. “Yeryüzü İnsanı Kamilleri”
esasta bu iki kişidir. Dolayısıyla “Hiçlik Boyutu”
değil, “Mutlak Hiçlik (Ahadiyet) Boyutunda” yer alırlar
(bunların hemen ardından gelen beş “İnsanı Kamil” ise,
“İnsanı Kamil” boyutunu algılayan “İnsanı Kamiller”
olarak bilinmektedir). Gerçekte “Abdullah” (Allah’ın
Kulu) da bunlardır. Bu ise, sıradan bir kulluk veya bir
boyuta tekabül eden bir kulluk değil, “Ahadiyet”
boyutuna tekabül eden bir Kulluktur (sadece bu durumu
değil, diğer Risalet, Nübüvvet ve Velayet Kemalatlarını
da, sonsuz- sınırsız “Kuantum Potansiyeli” ve bu
“Potansiyeldeki” “Hiçlik” ile bunun dayandığı “Mutlak
Hiçlik” açısından da düşünmek gerekir). Bu sebeple Mehdi
Lakaplı O “Zat da” Risalet Kemalatıyla açığa çıkacaktır.
Yani O da, Resul olarak, Risalet işleviyle ortaya
çıkacak, kendisinde açığa çıkan “İlham” ile de görevini
ifa edecektir (bkz. “Din – Bilim Soru Ve Cevapları – 16”
) (3).
Bu arada yeterince ya da hiç anlaşılamayan bir konu da,
Allah’ın “ol” demesiyle her şeyin bir “an’ da” (“an”
içinde) var olması durumudur. Teistler bunu, sistem ve
düzen içinde değerlendirerek Tanrının dilediğinde yani,
gücü ve kudreti her şeye yettiğinden her an mantıksız,
sistemsiz bir oluşumu gerçekleştirebileceğini
düşünmekte, bunu da Tanrı’nın sistemle kayıtlı
olmadığının gereği olduğunu söylemektedirler. Oysa bu
durum sistem açısından, sistem içinde olan bir hal
değildir. O zaman sistem diye bir şey oluşamazdı.
Ayrıca bir ayette de,
“Allah’ın Sistem ve Düzeninde (Sünnetullahında) asla
değişiklik yoktur (yani kesinlikle olamaz)”
denerek bu duruma işaret etmektedir. Keza
“Allah’ın her an yeni bir şan’da (tecellide) oluşu da”
varlığa nispetle Allah’ın her boyutta ve her
an yeni, yeni sistemler oluşturduğunu, sistemsizlik diye
bir şeyin olamayacağını belirtir. Dolayısıyla Allah
bir Tanrı olamayacağına göre
“ol dedi, oldu”
ayetinin anlamı,
“Dilediğini Yapar”
veya
“Yaptıklarından Sual Sorulmaz”,
ya da
“Biz Her şeyi Kaderiyle Halk ettik” …vb.
ayetleri hükmünce Allah’ın İlminde (İlim Boyutunda)
İrade ettiğini, dilediğini istediği şekilde meydana
getirmesidir. Başka bir deyişle İlminde, “an” içinde tüm
bunları oluşturup bitirmesi ya da seyretmesidir. Allah,
tüm sonsuz âlemleri (evren içere evrenleri, Kainatı)
İlminde “Ruh Adlı Melek”, diğer bir ismiyle “İnsanı
Kamil” adı altında seyrettiği içindir ki, âlemlere,
varlıklarına, kısaca tüm Sistem ve Düzene muhtaç
değildir, olamaz. İlmindeki tüm bu şeyler, uzay-zaman
daha geniş anlamda uzay- zamanlar şeklinde açığa
çıktığında ise, sistem ve düzene bağlanır (bkz.
“Din- Bilim Soru Ve Cevapları – 4” ).
Böylece sonsuz Sistem ve Düzende, hokkabaz değneğine
asla yer yoktur. Zaten sisteme baktığımızda Teistlerin
dediği bir olay, bir durum da görülmemektedir. Tüm
boyutlarıyla sistem, birbirlerine bağlı bir biçimde
tıkır tıkır işlemektedir. Sistemin göremediğimiz,
algılayamadığımız yanının olması, sistemsizliğin olduğu
anlamına da gelmemektedir. Çünkü yukarıdaki ayette de
belirttiğimiz üzere o boyuttan olaya baktığımızda ayrı
bir sistem ve düzenin veya düzenlerin var olduğunu
görürüz. Hal böyle oluca mucizeler de Teistlerin ifade
ettiği gibi bilinmeyen, çözümlenemeyen, bilinmesi
mümkün olmayan sistemsiz bir biçimde bir anda oluşan bir
şey değil, tamamıyla sistem içinde var olan bir
mekanizmanın açığa çıkışıdır. Resul ve Nebiler,
ortaya koydukları mucizelerle de bizlere Sistemin belli
bölümlerinin işleyişi hakkında bilgi vermektedirler.
Bu nedenle ahir zamanda artık Mucize ve Keramet
beklentisinin bir anlamı kalmayacaktır (elbette
anlayana). Çünkü bilim, tüm bunların sistemini
açıklamakla kalmayıp ilgili olanları teknolojiyle de
gösterecektir, tıpkı bugün bir kısmının
gerçekleştirildiği, diğer kısmının da gerçekleşeceği
üzere. Çok daha önemlisi, bugün bizler, Zahir İlmiyle
elde edemediğimiz, edemeyeceğimiz Batına ait olan
gerçekleri de Batı Bilimi ile anlamaya çalışıyoruz (ya
da batı bilimi ile Batına ait gerçekler, açığa çıkmaya,
anlaşılmaya başlanmıştır).
Kenan Keskin
(Yararlanılan Kaynaklar: Tek’in Seyri, Kendini Tanı,
Allah, İnsan Ve Sırları – II, Yenilen, Sistemin
Seslenişi – II, Akıl Ve İman – Ahmed Hulusi / O, İnsanı
Kamil, Hiç, Esma Terkibi, Her Katmanın Ayrı Bir Anlamı
Var, Çok Boyutlu Sistem – Ahmed Fevzi Yüksel )
(1)
Bir dalganın enerjisi, genliği, frekansı ile doğru orantılı iken, dalga boyuyla ters orantılıdır.
( http://hyperphysics.phy-astr.gsu.edu/hbase/waves/imgwav/strhar.gif)
(2)
“Ulul Azim” adıyla bilinen Resul Ve Nebiler, Hz Âdem
(a.s), Hz Nuh (a.s), Hz İbrahim (a.s), Musa (a.s), İsa
(a.s) ve Hz Muhammed (s.a.v)’ dir.
(3)
Resullük, Nebilik ve Velayet Kemalatları konusunda daha
detaylı bilgi için, “Tek’in Seyri” ile “Akıl Ve İman”
kitabında ilgili bölümlere bakabilirsiniz. |