Kuantum ve
Mistisizm – 1

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“Kar

Kuantum fiziğinin temel ilkesi Heisenberg’in “Belirsizlik İlkesi” idi. Bu ilkeye göre, bir parçacığın sahip olduğu özellikleri, klasik fizikteki gibi aynı anda tespit edemiyorduk. Mesela, bir parçacığın momentumu ile konumu ya da sahip olduğu enerjiyle, o enerji seviyesinde kalma süresi gibi. Çünkü nesnelerde olduğu gibi, taneciklerin gelecekteki konumunu, momentumunu, enerjisini, …vs. tespit etmek için de ona ışık yani, belli frekansta elektromanyetik dalga tutmamız gerekir. Böylece ondan yansıyan bilgiyi değerlendirerek o anda tespit ettiğim özelliklerine göre taneciğin, geçmiş ve gelecekte hangi zamanda nerede (konum), ne hızda, hangi enerji düzeyinde, …vs. olduğunu görüp bilmiş olalım. Ancak gönderdiğimiz ışının dalga boyunun yani, iki dalga tepesi arasındaki mesafenin o taneciğin çapına eşit ve ondan küçük, başka deyişle aynı mertebeden olması gerekir. Aksi takdirde o dalgalar, taneciğin üzerinden akıp geçeceğinden onun hakkında bilgi edinemeyiz. Haliyle, bu bir elektron ise (tanecikler aynı zamanda dalgasal özelliğe sahiptir), ondan daha büyük parçacıklarla bir elektronu (e’) gözlemlemem asla mümkün olamayacaktır. Mesela bizler, bazı mekânlardaki mikropları öldürmek için mor ötesi ışınlarını kullanmaktayız. Çünkü bu ışınların dalga boyu, o mikroplarla aynı boyutlardadır. Eğer mikroplar bu dalga boyundan küçük olsalardı hiçbir etkileşim oluşmayacağından onlar bu dalgaları hissetmemiş olur, sonuçta da onlara bir şey olmazdı.

Bu nedenle, bakteriler, hücreler ya da nesneler hakkında daha detaylı (derinlikli) bilgi edinmek için çok daha küçük boyutlara nüfuz edecek olan yüksek frekanslı (dalga boyu çok daha kısa) dalgalar kullanmamız gerekir. Görünür ışığın dalga boyunun yetersiz, diğer bilinen dalgaların da maddeye nüfuz kabiliyetini göz önüne aldığımızda, optik yerine elektron mikroskobunu kullanmak gerekmektedir. Çünkü De’ Brogle yasasına göre bir parçacığın dalga boyu, hızı ile birlikte, taneciğin kütlesiyle de ters orantılı olduğundan ve ışık hızına çok çok yakın hareket eden bir elektron, bir kütleye sahip bulunduğundan, bu parçacıkların dalga boyları görünen ışık dalgalarına göre çok daha kısa olmakta yanı sıra da (yine dalgasal özelliği nedeniyle) kuantum tünelleme etkisiyle de maddenin derinliklerine kadar nüfuz edip oradan tekrar yansımakta ve sonuçta, nesneleri milyonlarca kat büyütüp onlar hakkında oldukça detaylı bilgi edinmemizi sağlamaktadırlar. Fakat bu durum en fazla moleküler düzeyde gerçekleşmekte olup atom ve atom altı boyutlarına inememektedir. Çünkü az sonra göreceğimiz üzere “Belirsizlik ilkesi gereği” bu boyutlarda, yörüngedeki (e’) lar ile çekirdekteki parçacıklar, sabit şekillerde durmayıp olasılık dalgaları halinde bulunmaktadırlar. Bu nedenle hiçbir zaman ne Nari boyutları ve varlıklarını, ne de Nur (Kuantsal) boyutları ve varlıklarını görebileceğiz. Dolayısıyla bir gün cihazlar yardımıyla kendilerini gösterecek olan Cinlerin orijinal yapılarını değil, onların bizlere göstermek istedikleri suretleri görmüş olacağız. Tıpkı beyinlerimizde oluşturacakları etkiler gibi.

Tekrardan başa dönersek, makroskopik uzay ve moleküler boyutta hata payları yani, belirsizlik durumu hiç önemsenmeyecek düzeylerde bulunmasına karşın kuantum boyutlarında, taneciğin sahip olduğu özellikleri tespit edebilmem için gönderdiğim ışının, parçacıkla büyük oranlarda etkileşime girip onları etkilemesi sebebiyle ölçümlemedeki hata payları ihmal edilemeyecek düzeylerde olmaktadır.

Böylece bir ışın, parçacığa çarpıp ondan yansıdığında onun o anki durumunu değil, değiştirilmiş özelliklerinin bilgisini bize taşımış olacaktır. Mesela bir taneciğin sahip olduğu anlık enerjiyi kesin ve net öğrenmem için, işin başında aynı mertebeden bir ışın göndermem gerekir. Bunun içinde daha kısa dalga boylu dalga, yani yüksek frekanslı dalgalar kullanmam zorunludur. Eğer bu ışına elektromanyetik dalganın parçacık yönü olan foton olarak bakarsak (ki, bu diğer parçacıklarla da olabilmektedir) o zamanda bu, foton parçacıklarının daha yüksek enerjili olması anlamına gelir (1). Ancak bunu yaparken gönderdiğim ışın, o parçacıkla etkileşime girip yani, o parçacığa biraz enerji yükleyeceğinden, bu sefer o tanecikten yansıdığı sırada, zamanda belli bir hata payı (zaman süreci) oluşturacaktır. Bu zamandaki hata payını daha az hatalı ya da tamamen yok etmek içinse, haliyle daha da yüksek enerjili foton kullanmamız gerekecektir. Ancak bu eylemim her defasında taneciğe daha yüksek düzeyde enerji yüklenmesine sebep olacağından enerjideki hata payı devamlı o oranda artmış olacaktır. Taneciğin tam anlık enerjisini ölçmem içinse sonsuz frekanslı dalga (ya da sonsuz enerjili foton) kullanmak zorunluluğu doğacaktır ki, bu durumda da taneciğin enerjisindeki belirsizlik sonsuza ulaşacaktır. Taneciğin enerjisini net görmek istediğimde ise ışının frekansını (parçacık özelliğiyle bakacak olursak fotonun enerjisini) düşürmem gerekecektir. Ancak bu sefer de bu işlem daha uzun zamana yayılacağından, zamandaki hatayı yani belirsizliği artırmış olurum ( bir parçacığın anlık konumunu tespit etmem için aynı işlemleri yaptığımda parçacığın momentumundaki hatayı oluşturmakta olacağıma ilgili yazılarda değindiğim için bir daha anlatmaya gerek duymuyorum).  

Bu çok önemli olayı anlamak için şimdi de bir taneciğin içinde bulunduğu tamamen kapalı bir kutuyu ele alalım. Bu hareketli parçacık, haliyle kutunun çeperlerine belli bir süre aralığında ve belli bir hızla çarpıp yansıyacaktır. Eğer taneciğin konumunu tespit etmek için bu kutuyu kademe kademe küçültürsem, tanecik her seferinde çeperlere daha çok sayıda ve hızda çarpmaya başlar. Kutuyu, anormal boyutlarda çok küçük hacim olacak şekilde küçülttüğümde ise, artık tanecik o kadar çok hızlanacaktır ki, onun anlık konumunu bulayım derken, hızını (momentumunu) bulmam imkânsız hale gelecektir. Yani, konumunu daha hassas belirleyeyim derken, hızını o anda (ters orantılı olarak) hatalı ölçmeye yani, hızının değerini kaybetmeye ve dolayısıyla bu değeri daha da bilinmezliğe itmiş olacağım. Ya da tam tersi, hızını daha duyarlı bulmaya çalıştığımda ise o zaman kutuyu o kadar çok büyütmem gerekir ki, bu durum makroskopik boyutlara ulaşacağından, haliyle taneciğin konumundaki hata payı epeyce fazla olacaktır.

Eğer bu esnada taneciğin enerjisini hesaplamaya kalkışırsam, tanecik hızlanma esnasında bu hızla doğru orantılı olarak kısa süreler içinde öyle çok enerjiye sahip olacaktır ki taneciğin ulaştığı kararsızlık dolayısıyla, çok kısa zaman diliminde o enerji düzeyinde kalması imkânsız hale gelecektir. Yani bir taneciğin anlık enerji seviyesini tespit etmem mümkün değildir. Ya da tamamen tersine, enerjisini ölçmek için kutuyu evrensel boyutlarda büyütmem gerekir. Bu sefer de zaman süreci çok uzun olacağından, zamandaki hata payını artırmış olurum. Dolayısıyla, aynı anda bu iki özelliği ölçümleyemeyeceğim. Yani, birinin ölçümündeki hata payını artırmadan, diğerini daha az hatalı ya da hatasız belirleyemeyeceğim. Bu arada, gördüğüm veya ölçümlediğim değerler de olması gereken, tam değerler olmayıp belli oranlarda hatalar içeren olasılıklar şeklinde yaklaşık değerler olacaktır. Başka bir deyişle bizim tanecikler hakkında öğrendiğimiz, gördüğümüz o anki özellikleri değil, bizim gözlemleme, tespit etme işlevi ile değiştirmiş olduğumuz değerlerdir. Ve hiçbir zaman da o taneciklerin geçmiş, şimdi ve gelecekteki gerçek durumları hakkında kesin bir bilgiyi elde edemeyiz. Ölçüm yapmadığımda ise, parçacıklar, sahip oldukları özelliklerin olası tüm değerlerini içinde barındıran olasılık dalgası halinde bir bütün halde oldukları anlamına gelir ki, buna da “Süper pozisyon” durumu adı verilir. Dolayısıyla ölçümleme anında mesela, bir taneciğin temsil edildiği olasılık dalgası içindeki herhangi bir (X) noktasında bulunma ihtimali, (Y) noktasına göre dört kat fazlaysa onu tespit etmek için arka arkaya yapacağım deneyde o taneciği (X) noktasında bulmam, elbette (Y) noktasına göre dört kat fazla olacaktır.

Kısacası, gözlemlediğimde hata payları içinde parçacık özelliğiyle karşımızda duran bir elektron, gözlemlemediğim zaman bu dalgasal özelliğiyle evrenin her yer ve zamanında mevcut olmakta, bunu, parçacıklar olarak ele aldığımızda da gözlemlenmediğinde tüm parçacıklar evrenin tüm geçmiş ve geleceğini de içine alacak şekilde o evrenin her bir noktasında aynı anda bulunmaktadırlar. Kısacası, bu dalgasal yapıyla uzay-zamanın her bir noktasında var olması, taneciğin uzay zamandan bağımsız olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla taneciklerin, parçacık özelliği ile açığa çıktıklarında belli bir mekânı, boyutları varken (uzayda yer kaplarken), dalgasal özelliğine büründüklerinde bildiğimiz nesneler (madde) olmaktan çıkmakta, parçacığı belirleyen özellikler anlamını yitirmektedir. Demek ki, kuantum boyutlarında parçacıklar klasik fizikteki gibi, sadece parçacık özelliğinde olmayıp aynı anda her iki özelliğe de sahip olarak, “tanecikli bir dalga” ya da “dalgasal davranış sergileyen tanecikler” yani, aynı anda hem tanecik, hem de dalgadırlar. Ancak buna karşın demin de belirttiğimiz gibi parçacıklar aynı anda bu iki özelliğinin ölçümlenmesine izin vermezler.

Bir taneciğin olasılıklı dalga yapısında olması demek bir anlamda da o taneciğin sahip olabileceği tüm özelliklerini aynı anda deneyimlemekte olduğunu, ölçümleme anında ise, deneyimlediği bu özelliklerinden sadece ölçüme bağlı olacak şekilde ilgili özelliğini sergilemesi anlamına gelir ki, buna “Çökme” daha doğrusu “Dalga Fonksiyonunun Çökmesi” işlemi adı verilir. Bu nedenle kuantum fiziğinde, önemli olan gözlemleme (ölçümleme) anıdır, gözlemleme bitince tanecik olasılık denizine geri dönmektedir. Mesela, atom çekirdeği etrafındaki bir enerji seviyesinde dönen bir elektron, gözlemlenmediği müddetçe o enerji seviyesinde muhtemel tüm yolları aynı anda deneyimler (süper pozisyon durumu). Ama ne zaman onu gözlemlemeye çalışırsak o zaman elektron bu yollardan birine çökerek o enerji seviyesinde ilgili belirli (sabit) bir yörüngede hareket etmeye başlar. Bununla birlikte bir (e’), atom yörüngelerinin birinde olasılık dalgası halinde bulunurken, sonlu sayıda muhtemel birçok sayıdaki alt ya da üst yörüngelerden (enerji seviyelerden) birine ani sıçrama yapacağı sırada da, tanecik özelliğine bürünür ve ilgili o yörüngeye geçer ve gözlemlenmediği müddetçe yine o enerji düzeyinde olasılık dalgası halinde hareket etmeye başlar. Ancak, elektron bu yörüngeler arasında da eşzamanlı olarak (aynı anda) sanal geçişleri gerçekleştirir (deneyimler), bunların birinde karar kıldığında da o ilgili yörüngeye geçişi yapar. Dolayısıyla, yörüngeler arası yani, enerji seviyeleri arasındaki bu ani geçişlerinin (Kuantum sıçramalarının) ne zaman gerçekleşeceği, kontrol edilemez olup yine Heisenberg’in “belirsizlik ilkesince” önceden kesinlikle bilinemez. Bunu da yine olasılıklı (istatistik) olarak bulabiliriz. Başka bir deyişle, elektronlar bu hareketleri, buna sebebiyet veren dışsal bir etki ya da kendi bünyelerinde bir sıçramayı zamanlayan bir saat olmaksızın yaparlar. Böylece elektronlar, bu geçişleri önceden belirlenmiş bir nedene ve zamana bağlı olarak gerçekleştirmez şeklinde görüntü verirler.

Ancak parçacıkların süper pozisyon durumunda her mekân ve zamanda yer almaları, evrensel boyutlarda varlığın birbirinden ayrılmaz Tekil bir yapı olduğu anlamına gelir. Zaten bunu bir kenara bıraksak bile, ölçümleme işleminin parçacığın hangi özelliklerini sergileyeceğini belirlemesi ya da sonucu algılanmayla sonuçlanacak olan parçacıkların birbirleriyle etkileşime girmesinin, olasılık dalgalarını çöküntüye uğratması, daha geniş anlatımla, bir parçacığın ancak ve ancak diğer tanecik veya taneciklerle etkileşime girdiğinde var olması, etkileşimin bitiminde de tekrar olasılık denizine geri dönmesi, her an her şart ve durumda her şeyin birbirleriyle karşılıklı bağlantılı halde bulunduğunu ve açığa çıkanların “Bütünün” birer yansımaları olduklarını da bize göstermektedir. Bu nedenle evrende bütünü etkilemeden bir taneciği içinden çekip almak, ona müdahalelerde bulunmak tamamen imkânsızdır. Yüzyıllar öncesinden Sufistler ise bu durumu, “bir zerre dahi yerinden kayıp oynasa, bütün âlem yok olur giderdi” şeklinde açıklamışlardır. Bundan ayrı olarak düşünemeyeceğimiz bir durum da, gözlemci bilincinin (niyetinin) gözlemleneni oluşturması ve bunun sonucu olarak temel noktada arasında hiçbir ayrımın olmamasıdır ki, bu da aslında her şeyin kökeninde “Mutlak Bir Bilincin” olduğunu, Kuantum etkileşimlerinin varlığının ise, bu “Mutlak Zihnin” içindeki bilinç etkileşimlerinin sonucu oluştuğu anlamına gelir. Bir bilincin olduğu yerde ise doğal olarak tesadüflük, olasılık ortadan kalkar (bunu da ileriki bölümlerde detaylarıyla irdeleyeceğiz).

Yani, olasılığı temel alan genel kabule ait kuantum boyutunun, olasılıklı, belirsiz yapısı nedeniyle bu varlığın, neden, niçin ve hangi amaca dönük var olduğu ile ilgili soruları cevaplandıracak nitelikte görünmemesine karşın, görünen evren ve boyutlarındaki bir düzenin var olması, yaşamın bir anlamının bulunması ve yine bizatihi kuantum boyutlarında her bir parçacığın sonsuz diğer tüm taneciklerle mekân- zamana bağlı kalmaksızın birbirleriyle bağlantılı olması başka deyişle, her bir taneciğin tüm sonsuz parçacıkların geçmiş ve gelecekteki durumlarını da bilmesi, bilir biçimde hareket etmesi yanı sıra yine bu boyutun kendisinin, varlığın “Sınırsız Tek” olduğunu göstermesi, haliyle kuantum boyutunun daha derin bir boyutun varlına imada bulunarak, kuantum boyutun nihai bir boyut olmayıp Kuantum Altı Boyutun varlığına otomatikman işaret ettiği görülmektedir. Üstelik, gerek fizik kapsamı altındaki deneyler, gerekse de tıp, psikoloji, dinsel ve sosyal yaşamdaki birçok deneyim ve bilimsel deneyler böylesi bir boyutun varlığını açıkça gösterdiği halde (bu deneylere de ileride değineceğiz). Tüm bunlara rağmen kuantum fizikçileri, parça-bütün ilişkisi içinde parçacıklara ayırdıkları evrende, üstelik bir de parçaya dönük olmayı benimsediklerinden, temeldeki bu “Bütünselliği” her zaman büyük çoğunlukla hep göz ardı etmiş ve etmekte, bu nedenle de var oluşa dönük hiçbir açıklama getirememektedirler (gerçi günümüzde artık bu durum yavaş yavaş değişime uğramaya başlamıştır). Getirmeye çalıştıkları şeyler ise, gerçekte bilimsel bir açıklama olmayan daha doğrusu olamayan, bu sebeple de matematiksel olarak da gösterilemeyen “tesadüf” kelimesi temellendirilerek yapılmaktadır. Oysa onların Kuantum Fiziğinin kökenindeki gerçeği yok sayarak “ amaçsız, tesadüfî var oluş” söylemlerinin yine Kuantum Fiziğinin verileriyle çürütüldüğünü ve kâinatın, ayet ve hadislerin de işaret ettiği üzere Mutlak Bir Bilinç tarafından (kavramsal anlamda Tanrı tarafından da değil) oluşturulduğunu ileriki bölümlerde irdeleyeceğiz. Dolayısıyla Kuantum Boyutlarında “Belirsizliğin” olması ayrı bir şeydir, evrenin tesadüf olması ise, apayrı bir şeydir. Çünkü “Belirsizlik”, bir amaca dönük olarak doğanın kendisinden kaynaklanan bir durumdur.  

Bu arada, gözlemcinin, gözlemlenen şeyi olasılıklı yapıdan meydana getirdiğini söyledik. Parçacıklardan, madde boyutuna kadar her şeyi (farkında olalım ya da olmayalım) algılama ile meydana getirme durumunu yakından incelersek, bu işlem, algılamaya bağlı olarak, sürekli bir biçimde, her iki Planck zamanı arasındaki “an” da olasılık dalgasından açığa çıkıp yine o “an” da tekrardan olasılık denizine geri dönme şeklinde olmaktadır. Başka bir deyişle, algıladığımız boyuttaki tüm sonsuz madde boyutu, maddeye ait boyutlarıyla birlikte her 10 üssü (-43) sn’de bir (2),(3) olasılık denizine dağılıp tekrardan yine gözlemciye bağlı olarak görüntü ve duyumsama olarak ortaya çıkmaktadır. Her gözlemleme (açığa çıkış) bir öncekinin yaklaşık değerlerini verdiğinden, farklılıklar çok çok küçük olup ihmal edilecek düzeylerdedir. Dolayısıyla, Klasik fizik, kuantum fiziğinin uzantısı olup onun yaklaşık değerlerinden ibarettir.

 

Kenan Keskin

 

Yararlanılan Kaynaklar:

Arthur Beiser - Çağdaş Fiziğin Kavramları / Evren Ve Yaratılış – Prf. Dr. Cengiz Yalçın .

Tanrı Ve Fizik – Yrd. Doç. Dr. Ferit Uslu.

(1). Fotonlar, dalgasal olarak yayılırlar. Madde ile etkileşime de parçacık yönüne bürünerek girerler. 

(2). Planck zamanı o kadar kısa bir zaman dilimidir ki bunun anlamı, bir saniyenin, milyar kere, milyar kere, milyar kere, milyar kere, on milyonda biri kadar bir zaman aralığıdır.

(3). Ayrıca Bkz. Din- Bilim Soru Ve Cevapları – 8

Not: Bu yazı dizimizin daha iyi anlaşılması için, bkz. Kuantum Potansiyeli I, II / Sıfır Nokta Enerjisi / Her şey Bir Plasebo mu? II/ Kuantum Teorisi II / Din- Bilim Soru Ve Cevapları 7. ve 8. / Dalgalar Ve Özellikleri- 7 /Düzensizliğin Düzeni Ve Kuantum Bilinç II, III / Zihin Ve Madde / Gördüğün Yarattığın mıdır?/ Hangi Evreni Algılamaktayız I.

 

 
 

Kenan Keskin
İstanbul - 30.12.2009
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com