Kuantum fiziğinin temel ilkesi Heisenberg’in
“Belirsizlik İlkesi” idi. Bu ilkeye göre, bir parçacığın
sahip olduğu özellikleri, klasik fizikteki gibi aynı
anda tespit edemiyorduk. Mesela, bir parçacığın
momentumu ile konumu ya da sahip olduğu enerjiyle, o
enerji seviyesinde kalma süresi gibi. Çünkü nesnelerde
olduğu gibi, taneciklerin gelecekteki konumunu,
momentumunu, enerjisini, …vs. tespit etmek için de ona
ışık yani, belli frekansta elektromanyetik dalga
tutmamız gerekir. Böylece ondan yansıyan bilgiyi
değerlendirerek o anda tespit ettiğim özelliklerine göre
taneciğin, geçmiş ve gelecekte hangi zamanda nerede
(konum), ne hızda, hangi enerji düzeyinde, …vs. olduğunu
görüp bilmiş olalım. Ancak gönderdiğimiz ışının dalga
boyunun yani, iki dalga tepesi arasındaki mesafenin o
taneciğin çapına eşit ve ondan küçük, başka deyişle aynı
mertebeden olması gerekir. Aksi takdirde o dalgalar,
taneciğin üzerinden akıp geçeceğinden onun hakkında
bilgi edinemeyiz. Haliyle, bu bir elektron ise
(tanecikler aynı zamanda dalgasal özelliğe sahiptir),
ondan daha büyük parçacıklarla bir elektronu (e’)
gözlemlemem asla mümkün olamayacaktır. Mesela bizler,
bazı mekânlardaki mikropları öldürmek için mor ötesi
ışınlarını kullanmaktayız. Çünkü bu ışınların dalga
boyu, o mikroplarla aynı boyutlardadır. Eğer mikroplar
bu dalga boyundan küçük olsalardı hiçbir etkileşim
oluşmayacağından onlar bu dalgaları hissetmemiş olur,
sonuçta da onlara bir şey olmazdı.
Bu nedenle, bakteriler, hücreler ya da nesneler hakkında
daha detaylı (derinlikli) bilgi edinmek için çok daha
küçük boyutlara nüfuz edecek olan yüksek frekanslı
(dalga boyu çok daha kısa) dalgalar kullanmamız gerekir.
Görünür ışığın dalga boyunun yetersiz, diğer bilinen
dalgaların da maddeye nüfuz kabiliyetini göz önüne
aldığımızda, optik yerine elektron mikroskobunu
kullanmak gerekmektedir. Çünkü De’ Brogle yasasına göre
bir parçacığın dalga boyu, hızı ile birlikte, taneciğin
kütlesiyle de ters orantılı olduğundan ve ışık hızına
çok çok yakın hareket eden bir elektron, bir kütleye
sahip bulunduğundan, bu parçacıkların dalga boyları
görünen ışık dalgalarına göre çok daha kısa olmakta yanı
sıra da (yine dalgasal özelliği nedeniyle) kuantum
tünelleme etkisiyle de maddenin derinliklerine kadar
nüfuz edip oradan tekrar yansımakta ve sonuçta,
nesneleri milyonlarca kat büyütüp onlar hakkında oldukça
detaylı bilgi edinmemizi sağlamaktadırlar. Fakat
bu durum en fazla moleküler düzeyde gerçekleşmekte olup
atom ve atom altı boyutlarına inememektedir.
Çünkü az sonra göreceğimiz üzere “Belirsizlik ilkesi
gereği” bu boyutlarda, yörüngedeki (e’) lar ile
çekirdekteki parçacıklar, sabit şekillerde durmayıp
olasılık dalgaları halinde bulunmaktadırlar. Bu
nedenle hiçbir zaman ne Nari boyutları ve varlıklarını,
ne de Nur (Kuantsal) boyutları ve varlıklarını
görebileceğiz. Dolayısıyla bir gün cihazlar yardımıyla
kendilerini gösterecek olan Cinlerin orijinal yapılarını
değil, onların bizlere göstermek istedikleri suretleri
görmüş olacağız. Tıpkı beyinlerimizde oluşturacakları
etkiler gibi.
Tekrardan başa dönersek, makroskopik uzay ve moleküler
boyutta hata payları yani, belirsizlik durumu hiç
önemsenmeyecek düzeylerde bulunmasına karşın kuantum
boyutlarında, taneciğin sahip olduğu özellikleri tespit
edebilmem için gönderdiğim ışının, parçacıkla büyük
oranlarda etkileşime girip onları etkilemesi sebebiyle
ölçümlemedeki hata payları ihmal edilemeyecek düzeylerde
olmaktadır.
Böylece bir ışın, parçacığa çarpıp ondan yansıdığında
onun o anki durumunu değil, değiştirilmiş özelliklerinin
bilgisini bize taşımış olacaktır. Mesela bir
taneciğin sahip olduğu anlık enerjiyi kesin ve
net öğrenmem için, işin başında aynı mertebeden bir ışın
göndermem gerekir. Bunun içinde daha kısa dalga boylu
dalga, yani yüksek frekanslı dalgalar kullanmam
zorunludur. Eğer bu ışına elektromanyetik dalganın
parçacık yönü olan foton olarak bakarsak (ki, bu diğer
parçacıklarla da olabilmektedir) o zamanda bu, foton
parçacıklarının daha yüksek enerjili olması anlamına
gelir (1). Ancak bunu yaparken gönderdiğim ışın,
o parçacıkla etkileşime girip yani, o parçacığa biraz
enerji yükleyeceğinden, bu sefer o tanecikten yansıdığı
sırada, zamanda belli bir hata payı (zaman süreci)
oluşturacaktır. Bu zamandaki hata payını daha az hatalı
ya da tamamen yok etmek içinse, haliyle daha da yüksek
enerjili foton kullanmamız gerekecektir. Ancak bu
eylemim her defasında taneciğe daha yüksek düzeyde
enerji yüklenmesine sebep olacağından enerjideki hata
payı devamlı o oranda artmış olacaktır. Taneciğin tam
anlık enerjisini ölçmem içinse sonsuz frekanslı
dalga (ya da sonsuz enerjili foton) kullanmak
zorunluluğu doğacaktır ki, bu durumda da taneciğin
enerjisindeki belirsizlik sonsuza ulaşacaktır. Taneciğin
enerjisini net görmek istediğimde ise ışının frekansını
(parçacık özelliğiyle bakacak olursak fotonun
enerjisini) düşürmem gerekecektir. Ancak bu sefer de bu
işlem daha uzun zamana yayılacağından, zamandaki hatayı
yani belirsizliği artırmış olurum ( bir parçacığın
anlık konumunu tespit etmem için aynı işlemleri
yaptığımda parçacığın momentumundaki hatayı
oluşturmakta olacağıma ilgili yazılarda değindiğim için
bir daha anlatmaya gerek duymuyorum).
Bu çok önemli olayı anlamak için şimdi de bir taneciğin
içinde bulunduğu tamamen kapalı bir kutuyu ele alalım.
Bu hareketli parçacık, haliyle kutunun çeperlerine belli
bir süre aralığında ve belli bir hızla çarpıp
yansıyacaktır. Eğer taneciğin konumunu tespit etmek için
bu kutuyu kademe kademe küçültürsem, tanecik her
seferinde çeperlere daha çok sayıda ve hızda çarpmaya
başlar. Kutuyu, anormal boyutlarda çok küçük hacim
olacak şekilde küçülttüğümde ise, artık tanecik o kadar
çok hızlanacaktır ki, onun anlık konumunu bulayım
derken, hızını (momentumunu) bulmam imkânsız hale
gelecektir. Yani, konumunu daha hassas belirleyeyim
derken, hızını o anda (ters orantılı olarak) hatalı
ölçmeye yani, hızının değerini kaybetmeye ve dolayısıyla
bu değeri daha da bilinmezliğe itmiş olacağım. Ya da tam
tersi, hızını daha duyarlı bulmaya çalıştığımda ise o
zaman kutuyu o kadar çok büyütmem gerekir ki, bu durum
makroskopik boyutlara ulaşacağından, haliyle
taneciğin konumundaki hata payı epeyce fazla olacaktır.
Eğer bu esnada taneciğin enerjisini hesaplamaya
kalkışırsam, tanecik hızlanma esnasında bu hızla doğru
orantılı olarak kısa süreler içinde öyle çok enerjiye
sahip olacaktır ki taneciğin ulaştığı kararsızlık
dolayısıyla, çok kısa zaman diliminde o enerji
düzeyinde kalması imkânsız hale gelecektir. Yani bir
taneciğin anlık enerji seviyesini tespit etmem mümkün
değildir. Ya da tamamen tersine, enerjisini ölçmek
için kutuyu evrensel boyutlarda büyütmem gerekir. Bu
sefer de zaman süreci çok uzun olacağından, zamandaki
hata payını artırmış olurum. Dolayısıyla, aynı anda bu
iki özelliği ölçümleyemeyeceğim. Yani, birinin
ölçümündeki hata payını artırmadan, diğerini daha az
hatalı ya da hatasız belirleyemeyeceğim. Bu arada,
gördüğüm veya ölçümlediğim değerler de olması
gereken, tam değerler olmayıp belli oranlarda hatalar
içeren olasılıklar şeklinde yaklaşık değerler olacaktır.
Başka bir deyişle bizim tanecikler hakkında
öğrendiğimiz, gördüğümüz o anki özellikleri değil, bizim
gözlemleme, tespit etme işlevi ile değiştirmiş olduğumuz
değerlerdir. Ve hiçbir zaman da o taneciklerin
geçmiş, şimdi ve gelecekteki gerçek durumları hakkında
kesin bir bilgiyi elde edemeyiz. Ölçüm yapmadığımda
ise, parçacıklar, sahip oldukları özelliklerin olası
tüm değerlerini içinde barındıran olasılık dalgası
halinde bir bütün halde oldukları anlamına gelir ki,
buna da “Süper pozisyon” durumu adı verilir. Dolayısıyla
ölçümleme anında mesela, bir taneciğin temsil edildiği
olasılık dalgası içindeki herhangi bir (X) noktasında
bulunma ihtimali, (Y) noktasına göre dört kat fazlaysa
onu tespit etmek için arka arkaya yapacağım deneyde o
taneciği (X) noktasında bulmam, elbette (Y) noktasına
göre dört kat fazla olacaktır.
Kısacası, gözlemlediğimde hata payları içinde
parçacık özelliğiyle karşımızda duran bir elektron,
gözlemlemediğim zaman bu dalgasal özelliğiyle evrenin
her yer ve zamanında mevcut olmakta, bunu,
parçacıklar olarak ele aldığımızda da gözlemlenmediğinde
tüm parçacıklar evrenin tüm geçmiş ve
geleceğini de içine alacak şekilde o evrenin her bir
noktasında aynı anda bulunmaktadırlar. Kısacası, bu
dalgasal yapıyla uzay-zamanın her bir noktasında var
olması, taneciğin uzay zamandan bağımsız olduğu anlamına
gelmektedir. Dolayısıyla taneciklerin, parçacık özelliği
ile açığa çıktıklarında belli bir mekânı, boyutları
varken (uzayda yer kaplarken), dalgasal özelliğine
büründüklerinde bildiğimiz nesneler (madde) olmaktan
çıkmakta, parçacığı belirleyen özellikler anlamını
yitirmektedir. Demek ki, kuantum boyutlarında
parçacıklar klasik fizikteki gibi, sadece parçacık
özelliğinde olmayıp aynı anda her iki özelliğe de sahip
olarak, “tanecikli bir dalga” ya da “dalgasal
davranış sergileyen tanecikler” yani, aynı anda
hem tanecik, hem de dalgadırlar. Ancak buna karşın
demin de belirttiğimiz gibi parçacıklar aynı anda bu iki
özelliğinin ölçümlenmesine izin vermezler.
Bir taneciğin olasılıklı dalga yapısında olması demek
bir anlamda da o taneciğin sahip olabileceği tüm
özelliklerini aynı anda deneyimlemekte olduğunu,
ölçümleme anında ise, deneyimlediği bu özelliklerinden
sadece ölçüme bağlı olacak şekilde ilgili özelliğini
sergilemesi anlamına gelir ki, buna “Çökme” daha doğrusu
“Dalga Fonksiyonunun Çökmesi” işlemi adı verilir. Bu
nedenle kuantum fiziğinde, önemli olan gözlemleme
(ölçümleme) anıdır, gözlemleme bitince tanecik olasılık
denizine geri dönmektedir. Mesela, atom çekirdeği
etrafındaki bir enerji seviyesinde dönen bir elektron,
gözlemlenmediği müddetçe o enerji seviyesinde
muhtemel tüm yolları aynı anda deneyimler (süper
pozisyon durumu). Ama ne zaman onu gözlemlemeye
çalışırsak o zaman elektron bu yollardan birine çökerek
o enerji seviyesinde ilgili belirli (sabit) bir
yörüngede hareket etmeye başlar. Bununla birlikte bir
(e’), atom yörüngelerinin birinde olasılık dalgası
halinde bulunurken, sonlu sayıda muhtemel birçok
sayıdaki alt ya da üst yörüngelerden (enerji
seviyelerden) birine ani sıçrama yapacağı sırada da,
tanecik özelliğine bürünür ve ilgili o yörüngeye geçer
ve gözlemlenmediği müddetçe yine o enerji düzeyinde
olasılık dalgası halinde hareket etmeye başlar. Ancak,
elektron bu yörüngeler arasında da eşzamanlı olarak
(aynı anda) sanal geçişleri gerçekleştirir (deneyimler),
bunların birinde karar kıldığında da o ilgili yörüngeye
geçişi yapar. Dolayısıyla, yörüngeler arası yani, enerji
seviyeleri arasındaki bu ani geçişlerinin (Kuantum
sıçramalarının) ne zaman gerçekleşeceği, kontrol
edilemez olup yine Heisenberg’in “belirsizlik ilkesince”
önceden kesinlikle bilinemez. Bunu da yine olasılıklı
(istatistik) olarak bulabiliriz. Başka bir deyişle,
elektronlar bu hareketleri, buna sebebiyet veren dışsal
bir etki ya da kendi bünyelerinde bir sıçramayı
zamanlayan bir saat olmaksızın yaparlar. Böylece
elektronlar, bu geçişleri önceden belirlenmiş bir nedene
ve zamana bağlı olarak gerçekleştirmez şeklinde görüntü
verirler.
Ancak parçacıkların süper pozisyon durumunda her
mekân ve zamanda yer almaları, evrensel boyutlarda
varlığın birbirinden ayrılmaz Tekil bir yapı olduğu
anlamına gelir. Zaten bunu bir kenara bıraksak bile,
ölçümleme işleminin parçacığın hangi özelliklerini
sergileyeceğini belirlemesi ya da sonucu algılanmayla
sonuçlanacak olan parçacıkların birbirleriyle
etkileşime girmesinin, olasılık dalgalarını çöküntüye
uğratması, daha geniş anlatımla, bir parçacığın ancak
ve ancak diğer tanecik veya taneciklerle etkileşime
girdiğinde var olması, etkileşimin bitiminde de tekrar
olasılık denizine geri dönmesi, her an her şart ve
durumda her şeyin birbirleriyle karşılıklı bağlantılı
halde bulunduğunu ve açığa çıkanların “Bütünün” birer
yansımaları olduklarını da bize göstermektedir. Bu
nedenle evrende bütünü etkilemeden bir taneciği
içinden çekip almak, ona müdahalelerde bulunmak tamamen
imkânsızdır. Yüzyıllar öncesinden Sufistler ise bu
durumu, “bir zerre dahi yerinden kayıp oynasa, bütün
âlem yok olur giderdi” şeklinde açıklamışlardır.
Bundan ayrı olarak düşünemeyeceğimiz bir durum da,
gözlemci bilincinin (niyetinin) gözlemleneni oluşturması
ve bunun sonucu olarak temel noktada arasında hiçbir
ayrımın olmamasıdır ki, bu da aslında her şeyin
kökeninde “Mutlak Bir Bilincin” olduğunu, Kuantum
etkileşimlerinin varlığının ise, bu “Mutlak Zihnin”
içindeki bilinç etkileşimlerinin sonucu oluştuğu
anlamına gelir. Bir bilincin olduğu yerde ise doğal
olarak tesadüflük, olasılık ortadan kalkar (bunu da
ileriki bölümlerde detaylarıyla irdeleyeceğiz).
Yani, olasılığı temel
alan genel kabule ait kuantum boyutunun, olasılıklı,
belirsiz yapısı nedeniyle bu varlığın, neden, niçin ve
hangi amaca dönük var olduğu ile ilgili soruları
cevaplandıracak nitelikte görünmemesine karşın, görünen
evren ve boyutlarındaki bir düzenin var olması, yaşamın
bir anlamının bulunması ve yine bizatihi kuantum
boyutlarında her bir parçacığın sonsuz diğer tüm
taneciklerle mekân- zamana bağlı kalmaksızın
birbirleriyle bağlantılı olması başka deyişle, her bir
taneciğin tüm sonsuz parçacıkların geçmiş ve gelecekteki
durumlarını da bilmesi, bilir biçimde hareket etmesi
yanı sıra yine bu boyutun kendisinin, varlığın “Sınırsız
Tek” olduğunu göstermesi, haliyle kuantum boyutunun daha
derin bir boyutun varlına imada bulunarak, kuantum
boyutun nihai bir boyut olmayıp Kuantum Altı Boyutun
varlığına otomatikman işaret ettiği görülmektedir.
Üstelik, gerek fizik kapsamı altındaki deneyler, gerekse
de tıp, psikoloji, dinsel ve sosyal yaşamdaki birçok
deneyim ve bilimsel deneyler böylesi bir boyutun
varlığını açıkça gösterdiği halde (bu deneylere de
ileride değineceğiz). Tüm bunlara rağmen kuantum
fizikçileri, parça-bütün ilişkisi içinde parçacıklara
ayırdıkları evrende, üstelik bir de parçaya dönük olmayı
benimsediklerinden, temeldeki bu “Bütünselliği” her
zaman büyük çoğunlukla hep göz ardı etmiş ve etmekte, bu
nedenle de var oluşa dönük hiçbir açıklama
getirememektedirler (gerçi günümüzde artık bu durum
yavaş yavaş değişime uğramaya başlamıştır). Getirmeye
çalıştıkları şeyler ise, gerçekte bilimsel bir
açıklama olmayan daha doğrusu olamayan, bu sebeple de
matematiksel olarak da gösterilemeyen “tesadüf” kelimesi
temellendirilerek yapılmaktadır. Oysa onların
Kuantum Fiziğinin kökenindeki gerçeği yok sayarak “
amaçsız, tesadüfî var oluş” söylemlerinin yine
Kuantum Fiziğinin verileriyle çürütüldüğünü ve
kâinatın, ayet ve hadislerin de işaret ettiği üzere
Mutlak Bir Bilinç tarafından (kavramsal anlamda Tanrı
tarafından da değil) oluşturulduğunu ileriki bölümlerde
irdeleyeceğiz. Dolayısıyla
Kuantum Boyutlarında
“Belirsizliğin” olması ayrı bir şeydir, evrenin tesadüf
olması ise, apayrı bir şeydir. Çünkü “Belirsizlik”, bir
amaca dönük olarak doğanın kendisinden kaynaklanan bir
durumdur.
Bu arada, gözlemcinin, gözlemlenen şeyi olasılıklı
yapıdan meydana getirdiğini söyledik. Parçacıklardan,
madde boyutuna kadar her şeyi (farkında olalım ya da
olmayalım) algılama ile meydana getirme durumunu
yakından incelersek, bu işlem, algılamaya bağlı olarak,
sürekli bir biçimde, her iki Planck zamanı arasındaki
“an” da olasılık dalgasından açığa çıkıp yine o “an”
da tekrardan olasılık denizine geri dönme şeklinde
olmaktadır. Başka bir deyişle, algıladığımız
boyuttaki tüm sonsuz madde boyutu, maddeye ait
boyutlarıyla birlikte her 10 üssü (-43) sn’de bir
(2),(3) olasılık denizine dağılıp tekrardan yine
gözlemciye bağlı olarak görüntü ve duyumsama olarak
ortaya çıkmaktadır. Her gözlemleme (açığa çıkış) bir
öncekinin yaklaşık değerlerini verdiğinden, farklılıklar
çok çok küçük olup ihmal edilecek düzeylerdedir.
Dolayısıyla, Klasik fizik, kuantum fiziğinin uzantısı
olup onun yaklaşık değerlerinden ibarettir.
Kenan Keskin
Yararlanılan Kaynaklar:
Arthur Beiser - Çağdaş Fiziğin Kavramları / Evren Ve
Yaratılış – Prf. Dr. Cengiz Yalçın .
Tanrı Ve Fizik – Yrd. Doç. Dr. Ferit Uslu.
(1). Fotonlar, dalgasal olarak yayılırlar. Madde ile
etkileşime de parçacık yönüne bürünerek girerler.
(2). Planck zamanı o kadar kısa bir zaman dilimidir ki
bunun anlamı, bir saniyenin, milyar kere, milyar kere,
milyar kere, milyar kere, on milyonda biri kadar bir
zaman aralığıdır.
(3). Ayrıca Bkz. Din- Bilim Soru Ve Cevapları – 8
Not: Bu yazı dizimizin daha iyi anlaşılması için,
bkz. Kuantum Potansiyeli I, II / Sıfır Nokta Enerjisi /
Her şey Bir Plasebo mu? II/ Kuantum Teorisi II / Din-
Bilim Soru Ve Cevapları 7. ve 8. / Dalgalar Ve
Özellikleri- 7 /Düzensizliğin Düzeni Ve Kuantum Bilinç
II, III / Zihin Ve Madde / Gördüğün Yarattığın mıdır?/
Hangi Evreni Algılamaktayız I. |