Klasik fiziğin, kuantum fiziğinin en muhtemel
sonuçlarından oluşan bir boyut olması, bu boyutta
gördüğümüz her şeyin kesin şeyler olmadıklarını bunun
yerine en olası durumlar olduklarını, dolayısıyla bu da,
imkânsız diye bir şeyin olamayacağı anlamına gelir.
Yani, bir olayın olasılığının düşük olması demek, olayın
gerçekleşmesinin kısa süreçlerde beklenilmediği
anlamındadır. Yoksa ne kadar az bir ihtimal de olsa her
an o olayın, durum, yer ve şartlara göre belli oranlarda
ortaya çıkması söz konusudur. Mesela, yere düşüp kırılan
bir oyuncak, eğer yeteri kadar zaman varsa (çok çok uzun
süreçlerde) ya da aynı durumdaki oyuncaklardan
sayılamayacak kadar fazla varsa daha kısa sürelerde,
tersine hareketle masanın üstüne birleşerek eski
konumuna dönebilir. Çünkü kuantum boyutlarında
neden-sonuç ilişkisi olmadığından bu durum kendisini,
yansıması olan klasik boyutlarda bu şekillerde
göstermektedir.
Ayrıca kuantum boyutlarında bir parçacığa o anda yapılan
bir gözlemin, taneciğin olması gereken gelecekteki tüm
durumunu değiştirdiği gibi, bu anın kuantum
etkileşmeleri, otomatikman uzay-zamandan bağımsız olarak
geçmişe uzanıp o taneciğin olması gereken geçmiş durumu
da değiştirir. Yani şu anki algılamalarımız her an
geçmişimizi de (geçmiş durumları da) etkileyerek onu
değiştirmekte böylece, sabit bir gelecek olmadığı
gibi, sabit bir geçmiş de bulunmamakta, algılamalarımız,
sonucu her an farklı bir geçmiş karşımıza çıkmaktadır.
Bunu, R. Feyman’ın kuantum fiziğine getirdiği bakış
açısıyla daha da detaylandırırsak,
Kuantum fiziğinde, klasik fiziğin aksine, zamanın ileri
doğru ya da geriye doğru akmasının bir önemi yoktur.
Shördinger dalga denklemi, gelecek için birçok olası
ihtimalleri önceden haber verdiği gibi, aynı şekilde
sağduyumuza uymayacak bir biçimde geçmiş zamana dönük
olarak da birçok olası geçmişi haber vermektedir.
Dolayısıyla, tek bir noktadan bu şekilde geleceğe
bakabileceğimiz gibi, geçmiş olarak yaşadığımız şey de,
aslında sanal zaman içinde sonsuz sayıdaki
sayısız olası geçmişlerin, birbirlerine nüfuz ederek bir
girişimin ortaya çıkarttığı en muhtemel geçmişin bir
görüntüsü olmaktadır. Yani, kuantum fiziğinin
belirsizlik ilkesince evrenin tek bir geçmişi değil,
dalgasal biçimde tüm olası geçmişlere sahip paralel
evrenler şeklinde mevcuttur ve her biri eşit derecede
şimdiki evrenimiz kadar gerçektir. Her birinde yaşam
ve varlıklar birbirlerinden az ya da çok farklı davranış
ve düşünce şekliyle gelişir (paralel evrenleri birazdan
göreceğiz). Ancak bu olası evrenlerin bir kısmı, çok
daha güçlü olasılıklara bir kısmı da daha az
olasılıklara sahiptir. Ancak geçmişler toplamı yani, her
bir olası evrene ait dalgaların tek tek toplamı denilen
tıpkı bir denizin üstündeki dalgaların birbirlerine
karışarak oluşturdukları girişim sonucu Hawking’ in
deyimiyle,
“çoğu durumda belli bir geçmişe sahip olma olasılığı,
biraz farklı bir geçmişe sahip olma olasılığını siler.
Fakat belli bir durumda komşu geçmişlerin olasılıkları,
birbirlerini güçlendirir. Nesnenin geçmişi olarak
gözlemlediğimiz şey, bu güçlendirilmişlerden biridir...
Yani olasılıklı olanlar içinde en olası olanı”
(1).
Dolayısıyla, tüm bu paralel evrenler, muhtemel açığa
çıkacak olan geçmişe katkıda bulunurlar (David
Bohm da, “sanal geçişlerin” bile “gerçek geçişleri”
etkilediğini, onların, fiziksel gerçekliğin açığa
çıkışını belirlediğini söylemektedir). Bu yasayı meşhur
Shördinger’in kedisine ve Hiper uzaydaki evrenin
kendisine de uygulayabiliriz. Ancak, nasıl ki,
deneylerdeki ölçümlemeler her defasında klasik fiziğin
yaklaşık değerlerini veriyorsa, aynı şekilde geçmişin
sabit olmamasına rağmen her andaki algılamalarımız, en
güçlü olasılıklı olan önceki geçmişlere yakın olanları
ortaya çıkartmakta, gördüklerimiz her defasında
birbirlerine hep benzer olmaktadır. Dolayısıyla klasik
fizik boyutlarında farklılıklar ihmal edilecek
düzeylerde olup bizler tarafından fark edilemezler.
Ancak şu anki gözlemlerimiz algıda büyük etkiler
oluşturuyorsa (mesela, yepyeni keşfi gözlemler gibi),
bu, geçmiş durumlara (geçmişler toplamına)
yansıyacağından geçmişte de büyük değişiklikler, en
muhtemel oluşumlar meydana getirilmiş olmaktadır. Pek
tabi bu şekildeki büyük değişiklikler de yine
bizler tarafından fark edilemez.
Boyutsal derinlikler önemsenmediği için ilk bakışta,
taneciklerin kendilerinin bile bilmediği bir var oluş ve
eylemi sergiliyor gibi görünmesi, farklı deyişle klasik
fiziğin tamamen tersine, kuantum boyutlarında olayların
amaçsızmış, nedensizmiş, rast gelir bir biçimde
oluşuyormuş izlenimi ile gözlemcilerin gözlemlediği şeyi
belirlemesi durumu, ilk günden beri tartışılan birkaç
soruyu da beraberinde getirmiştir. Çünkü kuantum
fiziğinin verileri deneylerle tespit edilmiş olsa da
bu boyutun zirve olarak kabul edilmesi nedeniyle,
algılananların algılayıcılara bağlı olması (ki burası
doğrudur) ve algılamaların bitimiyle taneciğin
olasılıklı dalga durumuna geri dönmesinin algılama
dışında o olayın hiçbir biçimde mevcut olamayacağının
yorumu ve haliyle kuantumun ihtimalli doğası,
varlığın asıl temel gerçek yanıymış olduğu gibi bir
yanılgıyı oluşturmuş ve bu da bu felsefeye karşı
saldırıları doğurmuştur. Kuantumun bu durumuna karşı
getirilen yorumların ilki, J. Wheleer - H. Everett’e,
ikincisi de Einstein’ın da öğrencisi olan David Bohm’a
aittir. Şimdi de bunları görelim.
Kuantum fiziğinin, bir özelliği olmak yerine,
tamamıyla ona dayalı olarak temellendirildiği olasılıklı
durumuna karşı ortaya konan ilk ele alacağımız
görüş, Wheleer – Everet’in “Paralel Evrenler” görüşüdür.
“ Hiçbir olay gözlemlenmedikçe
(onu algılayan varlıklar olmadıkça) olay değildir
(olasılık bütünselliğinde
bulunur, ancak bunu da bir bilince bağlamaktadır ki,
Kuantum Bilinç durumunu başka yazıda irdeleyeceğiz)”
diyen J. Wheleer ve
öğrencisinin başını çektiği bu görüşe göre, bu sonsuz
olasılık denizinden sadece algılananlar gerçekliğe
dönüşmemekte, potansiyel olarak var olan tüm ihtimalli
durumların, hiçbir ihtimal durum kalmamacasına tümü
birden eşzamanlı olarak farklı boyutlar adı altında
çöküntüye uğramakta, böylece seçime bağlı olasılık
durumu ortadan kalkmaktadır. Başka bir deyişle, her
bir olayın olası tüm formları eşzamanlı olarak onu
algılayanlarca çökertilmekte ve her bir paralel evrende
yaşanılanlar, tıpkı şu anda dünyada yaşanılanlar gibi
gerçekçi bir biçimde olmaktadır. Bunu ilk bölümde
anlattığımız atoma uygularsak, “sanal geçişlerin”
olmadığını, hepsinin ayrı ayrı evrenlerin her birinde
aynı anda gerçekleşen “gerçek geçişler” olarak ortaya
çıktıklarını söyler. Paralel evrenlerin ortaya çıkış
şekli ise, yapılan her bir düşünce ve fiilin olası
durumlarının, o anda eşzamanlı olarak her an başka
evrenlere (paralel evrenlere) bölünmesi şeklinde
olmaktadır. “Peki! Bu paralel evrenler nerededir?” diye
bir soru soracak olursak, buna vereceğimiz cevap,
bildiğimiz üzere herhangi bir anda sonsuz sayıda
olasılık vardır ve bizler sonsuz zaman çizgileri
içerisinde bir tanesinde yer alırız, şeklinde olacaktır.
Dolayısıyla, aynı anda fakat farklı boyutlarda yer
almaktadırlar. Bu evrenler arasında da kuantum
boyutlarından olan etkileşimler olup birinden
diğerine kuantum sıçraması yapılabilmektedir (ilk
versiyonunda etkileşimler bulunmamaktaydı), mesela
dualar yoluyla ya da geleceğe ait görülen bir rüya ile
verilen bir karar sonucu, diğer paralel evrenlere geçiş
yapmak ve bunlardan kurtulmak gibi. Ancak insanlar
(algılayıcılar) ne bu durumun ne de kopyaların
varlığının farkında olabilirler. Bu tür evrenler
birbirlerinden o kadar çok küçük farklılıklarla
ayrılmışlardır ki, bu nedenle bu ayrımlar da kesinlikle
anlaşılamaz.
“Belirsizlik İlkesi” bize, bir şeyin olası formlarına
ait ihtimalli evrenlerin varlığını gösterdiği gibi,
İslam Mistisizminin de işaret ettiği, bundan farklı
ama yine bildiğimiz madde ve enerjiden (kuark, elektron,
proton, atom, …vs.) yapılanmış evrenlerin varlığını yanı
sıra da, tüm boyutlarıyla maddenin de özüne doğru
anlamında, paralel evrenler olarak var olan ve tamamen
farklı şekillerde yapılanmış evrenler ile tüm bunları
tek bir evren kapsamında var olan şeyler olarak
düşünürsek, bizler gibi sonsuz sayıda ve birbirinden çok
çok farklı evrenlerin varlığını da göstermektedir
(Boyutlar Ve Maddeleşmeler – 1/ Din-Bilim – 9., 10.)
“Kuantum Altı Boyutu” açıklamaya yönelik ikinci görüş
de, başka deneylere de dayanan ve daha önceki deney
sonuçlarının da nasıl yorumlanması gerektiğini söyleyen
David Bohm tarafından, “Holografik Evren” anlayışı adı
altında ortaya konmuştur (*). Buna göre,
birbirinden sadece boyutsal anlamda farklı görünen,
“görünür ve görünür olmayan” iki tür düzenin bulunduğunu
(haliyle evrende en ufak bir düzensizlik, kaotik bir
durum yoktur) ve gerçek olanın, “görünür düzeni” meydana
getiren “gizli düzen (kuantum potansiyeli)” olduğunu ve
“görünür düzeni” meydana getirmesine karşın yine ondaki
bir kural gereği olarak kendi içinde “görünür düzenle”,
“gizli düzen” arasında bir etkileşimin de (karşılıklı
gidip- gelmenin de) var olduğunu söyler. Yani, gizli
düzeni etkileyerek tekrar görünür düzende oluşumlar,
yönlendirmeler yapılabilmektedir (dua ve metafiziksel
olaylar gibi). En önemlisi ise, “görünür düzenin”
parçalardan oluşmuş görünmesine karşın, gerek
madde planına ait (görünür düzenin) enerji boyutunun,
gerekse de tüm bunların da kaynağı olan “örtük
düzenin”, parçalanmanın sözünün bile söz konusu
olamayacağı sınırsız bir “Bilinç ve Enerji” Tekilliği
olduğunu ve bu Bütünün de her bir noktasının tüm
sonsuzluğu içinde barındırdığını, haliyle bu düzenin
hiçbir sonunun olmadığını, olamayacağını belirtir.
Bu yüzdendir ki, parçacıkların birbirlerinin durumunu
her an ve her şartta bilmesi, o parçacıkların gerçekte
Aynı Tek Şey olmalarından kaynaklanmaktadır
(meşhur EPR deneyini de bu şekilde açıklamaktadır bkz.
“Din- Bilim- 8”). Yani, Takyon boyutunda ışıktan kat
be kat hızlı boyutlar ve iletişimler olmasına karşın,
“Örtük Düzende” bir noktadaki bilginin evrenin her
yerinde olması sebebiyle gelme gitme diye bir kavram söz
konusu değildir. Dolayısıyla bir (e’) gizli düzenden
açığa çıkıp boyutları (mekânı) olan bir tanecik gibi
göründüğünde aslında o, gizli düzende sınırsız bir
topluluğun (bütünselliğin) birkaç yönünün görünmesinden
başka bir şey olmamaktadır.
Bir elektronun hareketi ise, devamlı ortaya çıkış ve
örtük düzene geri dönüş şeklinde olmakta bu da anlık
görüntülerin hareketli olarak algılanmasını
sağlamaktadır (holoeylem), onu algılayanın onunla
birlikte senkronize açığa çıkıp yok oluşuyla birlikte.
Her iki Planck zamanı aralığındaki “an” da gerçekleşen
bu açığa çıkış ve gizli düzene geri dönüş durumu, her
şeyin her “an” yeniden yaratıldığını bize
göstermektedir. Bu da Kur’an ifadesiyle
“Allah’ın her “an” yepyeni bir
yaratışta oluşunun” bir başka yönüdür.
Sufistlerin de “ tüm âlemi
oluşturan zerrelerin (taneciklerin) bir “an”daki tecelli
ile yok oldukları ve aynı “an”daki ikinci bir tecelli
ile yeniden var olduklarıyla” ilgili birçok
açıklaması bulunmaktadır. Yine bunun sonucu olarak,
gözlemciyle gözlemlenen arasındaki ilişkide de, iki ayrı
şey var da temelde bu iki şey tek bir şeyi oluşturuyor
şeklinde değil, birinin diğerinde bizatihi mevcut
olarak Tek Bir yapıda oldukları biçiminde düşünmek
gerekir ki, bu anlamda da parça ve buna dayalı bütün
kavramını ortaya koyan “panteist” anlayış iflas edip
ortadan kalkmaktadır. Başka bir deyişle, her ne
kadar olayı anlama sadedinde bahsedilse de gerçekte
şuurun maddeyi etkilemesi diye bir şey yoktur. Çünkü
görüldüğü üzere Bilinç ve Madde diye iki ayrı şey
yoktur. İkisi de (haliyle tüm şeyler) Aynı Tek Şeydir.
Gözlemci aynı zamanda deneyi yapan alet, deney
sonuçları, laboratuar, laboratuar dışındaki her şeydir,
aynı şekilde tüm bunlar da öyledir. Sonuçta temelde
var olan ise, sadece “Mutlak Bir Bilinçtir”.
İslam Sufizminin işaret ettiği gerçeklerle de tamamıyla
paralel olan bu görüş, yine bizlere, kuantum fiziğinin
aksine klasik fizikteki gibi, algılananların,
algılanmadığı zaman da gizli düzende mevcut olduğunu
ancak klasik fizikten farklı olarak bu mevcudiyetin
somut bir biçimde değil, soyut olan o boyutta soyut
olarak kodlanmış bir biçimde bulunduğunu, fakat yine
kuantum fiziğinin dediği gibi gözlemcinin varlığıyla
bunların somut bir hale (maddi âlemlere) dönüştüğünü,
dolayısıyla evrenin temel düzeyinde önceden
belirlenmiş sonsuz-sınırsız Tekil bir halde muhteşem
ötesi bir Düzenin, Düzenlerin var olduğunu, gerek
tanecikler gerekse de bunların meydana getirdiği
evrenimiz ve evrenlerin (bu farklı şekillerde
temellendirilmiş evren ve evrenler için de geçerlidir)
belli bir plan dahilinde belli bir amaca dönük olarak
var olup tüm bu yapıların o temel boyuttaki formun ve
işlevlerin yani mevcut bulunan bir programın dışa vurumu
olarak göründüğünü bu nedenle de klasik boyut gibi
kuantum boyutunun da, bu Kuantum Altı Boyuttaki bir
programın gereği olarak bir projeksiyon sonucu bir “an”
da açığa çıktığını belirtmektedir.
İslam Mistisizminin de işaret ettiği Kuantum Altı Boyut
itibariyle paralel evrenlere baktığımızda da bir şeyin
olası tüm formuna karşılık gelen paralel evrenlerin
açığa çıkmış şeklinde olamayacağını bunun yerine, tüm
bunların “gizli düzende” potansiyel olarak var olduğunu
ya da mistik dille, “Allah’ın
ilminde mevcut olduğunu”, bunlardan ise sadece
birinin “görünür düzende” açığa çıktığını söylemektedir.
Aksi takdirde Mutlak Bilinç, yarattıklarından oluşmuş
bütünsel bir yapı olmakla birlikte, yarattıklarıyla da
kayıtlı bir yapı olurdu. Açığa çıkan paralel
evrenler ise, yukarıda bahsettiğimiz “kopya türü paralel
evrenler” dışında olan paralel evrenlerdir. Bu nedenle,
bazı din adamları ve araştırmacıların belirttikleri gibi
ölüm ötesi boyut ve varlıkları yani, ölümün tadılmasıyla
girilecek olan kabir boyutu ve akabinde ki mahşer
boyutu, cehennem ve cennet boyutları veya Meleki
boyutlar, …vs. “kopya paralel evrenler” ya da bizimkisi
gibi madde ve enerjiden oluşmuş diğer evrenler değil,
madde ve ona dayalı olan enerji boyutunun da alt
boyutunda yer alan “Nar” ve “Nur” boyutları itibariyle
var olan evrenlerdir ki, bu boyutlarda da maddi bir
bedenle olunamayacağını ayet ve hadisler ışığında önceki
yazılarımızda detaylarıyla değinmiştik. Keza, Arş, Kürsü
gibi kavramları da “kopya paralel evrenler” açısından
düşünmemek gerekir. Yine bu konuyla ilgili olarak
bazı bilim adamlarının çok önemli açıklamalarında,
kuantum fiziğinin işaret ettiği Kuantum Altı Boyutu
itibariyle varlığın, ne madde, ne de enerji olduğunu
bunun yerine, tüm bunları da meydana getiren ve o
enerjilerde (titreşimlerde) yüklü olan “bilgi (data)”
olduğunu, bilginin de evrenden asla yok olmaması
sebebiyle bir birime (bilince) ait bilginin de bir
yerlerde kayıtlı bulunduğunu (ki, daha sonra ayrıca
irdeleyeceğimiz Vakumda ya da Sıfır Nokta Enerji
Alanında saklıdır), bu nedenle insanın asla ölmediğini,
ölüm diye bir şeyin olamayacağını yani, bilimin çeşitli
türden paralel evrenler olarak gördükleri ölüm ötesi
boyutlarda yaşamın bir biçimde devam edeceğini bunun da
enerjinin bir formundan diğer bir formuna geçilmek
suretiyle olduğunu söylemektedirler, tıpkı İslam
Mistisizminin söylediği üzere. Ancak bir farkla,
o da, birime (ve nesnelere) ait “datalar” her ne kadar
Vakumun (Uzay Boşluğunun) bir boyutunda kaydolsa da
ve bu da o boyut itibariyle “Akaşaları” oluşturuyorsa da
bunun dışında bilgi (data) birincil olarak,
beynin anne karnındaki 120. gününde oluşturduğu ve yine
Vakumun bir boyutundaki “Nar’i” boyutta yer alan Işınsal
Bedenin (ruhun) Bellek Dalgalarına (beyin tarafından)
kodlanmakta, sonuçta insan bir enerji beden yapısıyla
ölüm ötesinde sayısız enerji dönüşümleri ile (Baslarla)
paralel evrenlerde yer alacak, en sonunda
dönüşebilenler ise, “Kuantsal Boyuta (Nur Boyutuna)”
Boyutsal Kuantum Sıçraması
gerçekleştireceklerdir.
Bununla birlikte yine “kuantum potansiyeli” açısından,
rüyalar ya da çeşitli hisler, önseziler yoluyla belli
kazalardan, kötü olaylardan diğer paralel evrenlere
sıçramak suretiyle kurtulma durumu da, birimin “örtük
düzenindeki” ya da “Levhi Mahfuzundaki” (Evrensel Levhi
Mahfuzunun birimdeki yansımasıdır) paralel
evrenlerindeki kodlarının özden okunması ve bunun beynin
ilgili bölümlerine yansımasından kaynaklanmaktadır.
Özetle rüyalar, Kuantsal Boyuttan kaynaklanıp
Kuantsal boyutta yer alan, birimin Levhi Mahfuzundaki
“data’larının” yine birimin veri tabanınca
değerlendirilmesinden ibarettir. Bu yüzden rüyalar,
ilgili “dataların” ya direk olarak ya da büyük
çoğunlukla veri tabanındaki bilgilerle eşleşilmesi
nedeniyle sembolik olarak ortaya çıkar ki, bu türlü
olanların ehli tarafından yorumlanması gerekmektedir
(rüyalar bir başka bir makalenin konusu olduğundan
değinmiyorum). Keza reankarnasyonun varlığına delil
olarak gösterilen Dejavu’ların kökeninde de bu felsefe
değil, uzay-zamanın boyutsal ötesinde bulunan kuantum
potansiyelindeki dataların, rüya yollu ya da uyanıkken
beyin tarafından algılanılması, ancak o anda fark
edilmesi yatmaktadır.
Bu arada, biz Mistik açıdan “Kuantum Boyutu” derken,
aslında olayları “Kuantum Altı Boyut” itibariyle ifade
etmekteyiz. “Kuantum Altı Boyutu”, başka bir deyişle
“Kuantum Potansiyeli”, yenilen formatında, “holografik
özellikli Stringlerin Altı Yönlü (Boyutlu) Hareketine”
karşılık gelen boyuttur ki, evrende iki temel boyutun
varlığı söz konusudur. Birincisi “Hiçlik”, ikincisi
ise, “Kuantum Potansiyeli” boyutudur.
(Yararlanılan Kaynaklar: Tek’in Seyri / Yenilen – Ahmed
Hulusi/ Evrenin Zerafeti – Braian Grene / Karadelikler
Ve Bebek Evrenler – S. Hawking / Kozmik Postacı – John
Gribbin /Danah Zohar – Kuantum Benlik / Mistik Düşünce
Ve Yeni Fizik – Michael Talbot )
(*)
Hologram prensibi için bkz. Tek’in Seyri Syf. 155 –
186 - Ahmed Hulusi / Bilim Dini Etkiliyor – Ahmed Fevzi
Yüksel
(1).
“Düzensizliğin Düzeni Ve Kuantum
Bilinç – II, III” başlıklı yazımızdaki,
birbirlerinden belli mesafelerde bulunan, bir kaynak,
çift yarıklı bir engel ve plakadan oluşan “Çift Yarıklı
Deneyi” göz önüne alarak Feyman’ın geçmişler toplamına
bakarsak, kaynağından çıkan bir tanecik, başlangıç
noktasından varış noktasına kadar her ihtimalli yolu
eşzamanlı olarak (olasılık dalgası halinde) kat
etmekte, bu hareketi dolayısıyla da aynı anda her iki
delikten geçerek plakaya çarpmaktaydı. Muhtemel yollar
derken de sanal zamandaki bu yollar sonsuz olup
yine taneciğin aldığı bu yollar içinde, sırasıyla
ihtimali azalacak şekilde gezegenimizi dönerek gelen
veya güneş sistemindeki diğer gezegenlerden hatta
Andromeda galaksisine, …vs. uzanıp tekrardan oradan
gelerek deliklerin birinden geçen yollar olduğu gibi
(delikleri geçtikten sonra da bunu yapabilmektedir),
deliğin diyelim ki, sağ deliğinden geçip kavis çizerek
sol deliğe yönelen ve aniden tekrardan gerisin geri
dönerek sağ delikten çıkıp, bu sefer sol delikten geçen
ve sonra plakaya çarpan yollarda bulunmaktadır. İşte bir
taneciğin, plakanın belli bir noktasına çarpma ihtimali,
o noktaya varan muhtemel tüm yolların bileşkesinden
oluşmaktadır ki, bu da, olası tüm yolların birbirlerini
yok edip klasik fiziğin öngördüğü sınırlar içersinde
kalan muhtemel tek bir yolu verecek şekilde olmaktadır.
|