Kuantum ve
Mistisizm – 2

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“Kar

Klasik fiziğin, kuantum fiziğinin en muhtemel sonuçlarından oluşan bir boyut olması, bu boyutta gördüğümüz her şeyin kesin şeyler olmadıklarını bunun yerine en olası durumlar olduklarını, dolayısıyla bu da, imkânsız diye bir şeyin olamayacağı anlamına gelir. Yani, bir olayın olasılığının düşük olması demek, olayın gerçekleşmesinin kısa süreçlerde beklenilmediği anlamındadır. Yoksa ne kadar az bir ihtimal de olsa her an o olayın, durum, yer ve şartlara göre belli oranlarda ortaya çıkması söz konusudur. Mesela, yere düşüp kırılan bir oyuncak, eğer yeteri kadar zaman varsa (çok çok uzun süreçlerde) ya da aynı durumdaki oyuncaklardan sayılamayacak kadar fazla varsa daha kısa sürelerde, tersine hareketle masanın üstüne birleşerek eski konumuna dönebilir. Çünkü kuantum boyutlarında neden-sonuç ilişkisi olmadığından bu durum kendisini, yansıması olan klasik boyutlarda bu şekillerde göstermektedir.  

Ayrıca kuantum boyutlarında bir parçacığa o anda yapılan bir gözlemin, taneciğin olması gereken gelecekteki tüm durumunu değiştirdiği gibi, bu anın kuantum etkileşmeleri, otomatikman uzay-zamandan bağımsız olarak geçmişe uzanıp o taneciğin olması gereken geçmiş durumu da değiştirir. Yani şu anki algılamalarımız her an geçmişimizi de (geçmiş durumları da) etkileyerek onu değiştirmekte böylece, sabit bir gelecek olmadığı gibi, sabit bir geçmiş de bulunmamakta, algılamalarımız, sonucu her an farklı bir geçmiş karşımıza çıkmaktadır. Bunu, R. Feyman’ın kuantum fiziğine getirdiği bakış açısıyla daha da detaylandırırsak, Kuantum fiziğinde, klasik fiziğin aksine, zamanın ileri doğru ya da geriye doğru akmasının bir önemi yoktur. Shördinger dalga denklemi, gelecek için birçok olası ihtimalleri önceden haber verdiği gibi, aynı şekilde sağduyumuza uymayacak bir biçimde geçmiş zamana dönük olarak da birçok olası geçmişi haber vermektedir. Dolayısıyla, tek bir noktadan bu şekilde geleceğe bakabileceğimiz gibi, geçmiş olarak yaşadığımız şey de, aslında sanal zaman içinde sonsuz sayıdaki sayısız olası geçmişlerin, birbirlerine nüfuz ederek bir girişimin ortaya çıkarttığı en muhtemel geçmişin bir görüntüsü olmaktadır. Yani, kuantum fiziğinin belirsizlik ilkesince evrenin tek bir geçmişi değil, dalgasal biçimde tüm olası geçmişlere sahip paralel evrenler şeklinde mevcuttur ve her biri eşit derecede şimdiki evrenimiz kadar gerçektir. Her birinde yaşam ve varlıklar birbirlerinden az ya da çok farklı davranış ve düşünce şekliyle gelişir (paralel evrenleri birazdan göreceğiz). Ancak bu olası evrenlerin bir kısmı, çok daha güçlü olasılıklara bir kısmı da daha az olasılıklara sahiptir. Ancak geçmişler toplamı yani, her bir olası evrene ait dalgaların tek tek toplamı denilen tıpkı bir denizin üstündeki dalgaların birbirlerine karışarak oluşturdukları girişim sonucu Hawking’ in deyimiyle, “çoğu durumda belli bir geçmişe sahip olma olasılığı, biraz farklı bir geçmişe sahip olma olasılığını siler. Fakat belli bir durumda komşu geçmişlerin olasılıkları, birbirlerini güçlendirir. Nesnenin geçmişi olarak gözlemlediğimiz şey, bu güçlendirilmişlerden biridir... Yani olasılıklı olanlar içinde en olası olanı” (1). Dolayısıyla, tüm bu paralel evrenler, muhtemel açığa çıkacak olan geçmişe katkıda bulunurlar (David Bohm da, “sanal geçişlerin” bile “gerçek geçişleri” etkilediğini, onların, fiziksel gerçekliğin açığa çıkışını belirlediğini söylemektedir). Bu yasayı meşhur Shördinger’in kedisine ve Hiper uzaydaki evrenin kendisine de uygulayabiliriz. Ancak, nasıl ki, deneylerdeki ölçümlemeler her defasında klasik fiziğin yaklaşık değerlerini veriyorsa, aynı şekilde geçmişin sabit olmamasına rağmen her andaki algılamalarımız, en güçlü olasılıklı olan önceki geçmişlere yakın olanları ortaya çıkartmakta, gördüklerimiz her defasında birbirlerine hep benzer olmaktadır. Dolayısıyla klasik fizik boyutlarında farklılıklar ihmal edilecek düzeylerde olup bizler tarafından fark edilemezler. Ancak şu anki gözlemlerimiz algıda büyük etkiler oluşturuyorsa (mesela, yepyeni keşfi gözlemler gibi), bu, geçmiş durumlara (geçmişler toplamına) yansıyacağından geçmişte de büyük değişiklikler, en muhtemel oluşumlar meydana getirilmiş olmaktadır. Pek tabi bu şekildeki büyük değişiklikler de yine bizler tarafından fark edilemez.

Boyutsal derinlikler önemsenmediği için ilk bakışta, taneciklerin kendilerinin bile bilmediği bir var oluş ve eylemi sergiliyor gibi görünmesi, farklı deyişle klasik fiziğin tamamen tersine, kuantum boyutlarında olayların amaçsızmış, nedensizmiş, rast gelir bir biçimde oluşuyormuş izlenimi ile gözlemcilerin gözlemlediği şeyi belirlemesi durumu, ilk günden beri tartışılan birkaç soruyu da beraberinde getirmiştir. Çünkü kuantum fiziğinin verileri deneylerle tespit edilmiş olsa da bu boyutun zirve olarak kabul edilmesi nedeniyle, algılananların algılayıcılara bağlı olması (ki burası doğrudur) ve algılamaların bitimiyle taneciğin olasılıklı dalga durumuna geri dönmesinin algılama dışında o olayın hiçbir biçimde mevcut olamayacağının yorumu ve haliyle kuantumun ihtimalli doğası, varlığın asıl temel gerçek yanıymış olduğu gibi bir yanılgıyı oluşturmuş ve bu da bu felsefeye karşı saldırıları doğurmuştur. Kuantumun bu durumuna karşı getirilen yorumların ilki, J. Wheleer - H. Everett’e, ikincisi de Einstein’ın da öğrencisi olan David Bohm’a aittir. Şimdi de bunları görelim.

Kuantum fiziğinin, bir özelliği olmak yerine, tamamıyla ona dayalı olarak temellendirildiği olasılıklı durumuna karşı ortaya konan ilk ele alacağımız görüş, Wheleer – Everet’in “Paralel Evrenler” görüşüdür. “ Hiçbir olay gözlemlenmedikçe (onu algılayan varlıklar olmadıkça) olay değildir (olasılık bütünselliğinde bulunur, ancak bunu da bir bilince bağlamaktadır ki, Kuantum Bilinç durumunu başka yazıda irdeleyeceğiz) diyen J. Wheleer ve öğrencisinin başını çektiği bu görüşe göre, bu sonsuz olasılık denizinden sadece algılananlar gerçekliğe dönüşmemekte, potansiyel olarak var olan tüm ihtimalli durumların, hiçbir ihtimal durum kalmamacasına tümü birden eşzamanlı olarak farklı boyutlar adı altında çöküntüye uğramakta, böylece seçime bağlı olasılık durumu ortadan kalkmaktadır. Başka bir deyişle, her bir olayın olası tüm formları eşzamanlı olarak onu algılayanlarca çökertilmekte ve her bir paralel evrende yaşanılanlar, tıpkı şu anda dünyada yaşanılanlar gibi gerçekçi bir biçimde olmaktadır. Bunu ilk bölümde anlattığımız atoma uygularsak, “sanal geçişlerin” olmadığını, hepsinin ayrı ayrı evrenlerin her birinde aynı anda gerçekleşen “gerçek geçişler” olarak ortaya çıktıklarını söyler. Paralel evrenlerin ortaya çıkış şekli ise, yapılan her bir düşünce ve fiilin olası durumlarının, o anda eşzamanlı olarak her an başka evrenlere (paralel evrenlere) bölünmesi şeklinde olmaktadır. “Peki! Bu paralel evrenler nerededir?” diye bir soru soracak olursak, buna vereceğimiz cevap, bildiğimiz üzere herhangi bir anda sonsuz sayıda olasılık vardır ve bizler sonsuz zaman çizgileri içerisinde bir tanesinde yer alırız, şeklinde olacaktır. Dolayısıyla, aynı anda fakat farklı boyutlarda yer almaktadırlar. Bu evrenler arasında da kuantum boyutlarından olan etkileşimler olup birinden diğerine kuantum sıçraması yapılabilmektedir (ilk versiyonunda etkileşimler bulunmamaktaydı), mesela dualar yoluyla ya da geleceğe ait görülen bir rüya ile verilen bir karar sonucu, diğer paralel evrenlere geçiş yapmak ve bunlardan kurtulmak gibi. Ancak insanlar (algılayıcılar) ne bu durumun ne de kopyaların varlığının farkında olabilirler. Bu tür evrenler birbirlerinden o kadar çok küçük farklılıklarla ayrılmışlardır ki, bu nedenle bu ayrımlar da kesinlikle anlaşılamaz.

“Belirsizlik İlkesi” bize, bir şeyin olası formlarına ait ihtimalli evrenlerin varlığını gösterdiği gibi, İslam Mistisizminin de işaret ettiği, bundan farklı ama yine bildiğimiz madde ve enerjiden (kuark, elektron, proton, atom, …vs.) yapılanmış evrenlerin varlığını yanı sıra da, tüm boyutlarıyla maddenin de özüne doğru anlamında, paralel evrenler olarak var olan ve tamamen farklı şekillerde yapılanmış evrenler ile tüm bunları tek bir evren kapsamında var olan şeyler olarak düşünürsek, bizler gibi sonsuz sayıda ve birbirinden çok çok farklı evrenlerin varlığını da göstermektedir (Boyutlar Ve Maddeleşmeler – 1/ Din-Bilim – 9., 10.)

“Kuantum Altı Boyutu” açıklamaya yönelik ikinci görüş de, başka deneylere de dayanan ve daha önceki deney sonuçlarının da nasıl yorumlanması gerektiğini söyleyen David Bohm tarafından, “Holografik Evren” anlayışı adı altında ortaya konmuştur (*). Buna göre, birbirinden sadece boyutsal anlamda farklı görünen,  “görünür ve görünür olmayan” iki tür düzenin bulunduğunu (haliyle evrende en ufak bir düzensizlik, kaotik bir durum yoktur) ve gerçek olanın, “görünür düzeni” meydana getiren “gizli düzen (kuantum potansiyeli)” olduğunu ve “görünür düzeni” meydana getirmesine karşın yine ondaki bir kural gereği olarak kendi içinde “görünür düzenle”, “gizli düzen” arasında bir etkileşimin de (karşılıklı gidip- gelmenin de) var olduğunu söyler. Yani, gizli düzeni etkileyerek tekrar görünür düzende oluşumlar, yönlendirmeler yapılabilmektedir (dua ve metafiziksel olaylar gibi). En önemlisi ise, “görünür düzenin” parçalardan oluşmuş görünmesine karşın, gerek madde planına ait (görünür düzenin) enerji boyutunun, gerekse de tüm bunların da kaynağı olan  “örtük düzenin”, parçalanmanın sözünün bile söz konusu olamayacağı sınırsız bir “Bilinç ve Enerji” Tekilliği olduğunu ve bu Bütünün de her bir noktasının tüm sonsuzluğu içinde barındırdığını, haliyle bu düzenin hiçbir sonunun olmadığını, olamayacağını belirtir. Bu yüzdendir ki, parçacıkların birbirlerinin durumunu her an ve her şartta bilmesi, o parçacıkların gerçekte Aynı Tek Şey olmalarından kaynaklanmaktadır (meşhur EPR deneyini de bu şekilde açıklamaktadır bkz. “Din- Bilim- 8”). Yani, Takyon boyutunda ışıktan kat be kat hızlı boyutlar ve iletişimler olmasına karşın, “Örtük Düzende” bir noktadaki bilginin evrenin her yerinde olması sebebiyle gelme gitme diye bir kavram söz konusu değildir. Dolayısıyla bir (e’) gizli düzenden açığa çıkıp boyutları (mekânı) olan bir tanecik gibi göründüğünde aslında o, gizli düzende sınırsız bir topluluğun (bütünselliğin) birkaç yönünün görünmesinden başka bir şey olmamaktadır.

Bir elektronun hareketi ise, devamlı ortaya çıkış ve örtük düzene geri dönüş şeklinde olmakta bu da anlık görüntülerin hareketli olarak algılanmasını sağlamaktadır (holoeylem), onu algılayanın onunla birlikte senkronize açığa çıkıp yok oluşuyla birlikte. Her iki Planck zamanı aralığındaki “an” da gerçekleşen bu açığa çıkış ve gizli düzene geri dönüş durumu, her şeyin her “an” yeniden yaratıldığını bize göstermektedir. Bu da Kur’an ifadesiyle “Allah’ın her “an” yepyeni bir yaratışta oluşunun” bir başka yönüdür. Sufistlerin de “ tüm âlemi oluşturan zerrelerin (taneciklerin) bir “an”daki tecelli ile yok oldukları ve aynı “an”daki ikinci bir tecelli ile yeniden var olduklarıyla” ilgili birçok açıklaması bulunmaktadır. Yine bunun sonucu olarak, gözlemciyle gözlemlenen arasındaki ilişkide de, iki ayrı şey var da temelde bu iki şey tek bir şeyi oluşturuyor şeklinde değil, birinin diğerinde bizatihi mevcut olarak Tek Bir yapıda oldukları biçiminde düşünmek gerekir ki, bu anlamda da parça ve buna dayalı bütün kavramını ortaya koyan “panteist” anlayış iflas edip ortadan kalkmaktadır. Başka bir deyişle, her ne kadar olayı anlama sadedinde bahsedilse de gerçekte şuurun maddeyi etkilemesi diye bir şey yoktur. Çünkü görüldüğü üzere Bilinç ve Madde diye iki ayrı şey yoktur. İkisi de (haliyle tüm şeyler) Aynı Tek Şeydir. Gözlemci aynı zamanda deneyi yapan alet, deney sonuçları, laboratuar, laboratuar dışındaki her şeydir, aynı şekilde tüm bunlar da öyledir. Sonuçta temelde var olan ise, sadece “Mutlak Bir Bilinçtir”.

İslam Sufizminin işaret ettiği gerçeklerle de tamamıyla paralel olan bu görüş, yine bizlere, kuantum fiziğinin aksine klasik fizikteki gibi, algılananların, algılanmadığı zaman da gizli düzende mevcut olduğunu ancak klasik fizikten farklı olarak bu mevcudiyetin somut bir biçimde değil, soyut olan o boyutta soyut olarak kodlanmış bir biçimde bulunduğunu, fakat yine kuantum fiziğinin dediği gibi gözlemcinin varlığıyla bunların somut bir hale (maddi âlemlere) dönüştüğünü, dolayısıyla evrenin temel düzeyinde önceden belirlenmiş sonsuz-sınırsız Tekil bir halde muhteşem ötesi bir Düzenin, Düzenlerin var olduğunu, gerek tanecikler gerekse de bunların meydana getirdiği evrenimiz ve evrenlerin (bu farklı şekillerde temellendirilmiş evren ve evrenler için de geçerlidir) belli bir plan dahilinde belli bir amaca dönük olarak var olup tüm bu yapıların o temel boyuttaki formun ve işlevlerin yani mevcut bulunan bir programın dışa vurumu olarak göründüğünü bu nedenle de klasik boyut gibi kuantum boyutunun da, bu Kuantum Altı Boyuttaki bir programın gereği olarak bir projeksiyon sonucu bir “an” da açığa çıktığını belirtmektedir.

İslam Mistisizminin de işaret ettiği Kuantum Altı Boyut itibariyle paralel evrenlere baktığımızda da bir şeyin olası tüm formuna karşılık gelen paralel evrenlerin açığa çıkmış şeklinde olamayacağını bunun yerine, tüm bunların “gizli düzende” potansiyel olarak var olduğunu ya da mistik dille, “Allah’ın ilminde mevcut olduğunu”, bunlardan ise sadece birinin “görünür düzende” açığa çıktığını söylemektedir. Aksi takdirde Mutlak Bilinç, yarattıklarından oluşmuş bütünsel bir yapı olmakla birlikte, yarattıklarıyla da kayıtlı bir yapı olurdu. Açığa çıkan paralel evrenler ise, yukarıda bahsettiğimiz “kopya türü paralel evrenler” dışında olan paralel evrenlerdir. Bu nedenle, bazı din adamları ve araştırmacıların belirttikleri gibi ölüm ötesi boyut ve varlıkları yani, ölümün tadılmasıyla girilecek olan kabir boyutu ve akabinde ki mahşer boyutu, cehennem ve cennet boyutları veya Meleki boyutlar, …vs. “kopya paralel evrenler” ya da bizimkisi gibi madde ve enerjiden oluşmuş diğer evrenler değil, madde ve ona dayalı olan enerji boyutunun da alt boyutunda yer alan “Nar” ve “Nur” boyutları itibariyle var olan evrenlerdir ki, bu boyutlarda da maddi bir bedenle olunamayacağını ayet ve hadisler ışığında önceki yazılarımızda detaylarıyla değinmiştik. Keza, Arş, Kürsü gibi kavramları da “kopya paralel evrenler” açısından düşünmemek gerekir. Yine bu konuyla ilgili olarak bazı bilim adamlarının çok önemli açıklamalarında, kuantum fiziğinin işaret ettiği Kuantum Altı Boyutu itibariyle varlığın, ne madde, ne de enerji olduğunu bunun yerine, tüm bunları da meydana getiren ve o enerjilerde (titreşimlerde) yüklü olan “bilgi (data)” olduğunu, bilginin de evrenden asla yok olmaması sebebiyle bir birime (bilince) ait bilginin de bir yerlerde kayıtlı bulunduğunu (ki, daha sonra ayrıca irdeleyeceğimiz Vakumda ya da Sıfır Nokta Enerji Alanında saklıdır), bu nedenle insanın asla ölmediğini, ölüm diye bir şeyin olamayacağını yani, bilimin çeşitli türden paralel evrenler olarak gördükleri ölüm ötesi boyutlarda yaşamın bir biçimde devam edeceğini bunun da enerjinin bir formundan diğer bir formuna geçilmek suretiyle olduğunu söylemektedirler, tıpkı İslam Mistisizminin söylediği üzere. Ancak bir farkla, o da, birime (ve nesnelere) ait “datalar” her ne kadar Vakumun (Uzay Boşluğunun) bir boyutunda kaydolsa da ve bu da o boyut itibariyle “Akaşaları” oluşturuyorsa da bunun dışında bilgi (data) birincil olarak, beynin anne karnındaki 120. gününde oluşturduğu ve yine Vakumun bir boyutundaki “Nar’i” boyutta yer alan Işınsal Bedenin (ruhun) Bellek Dalgalarına (beyin tarafından) kodlanmakta, sonuçta insan bir enerji beden yapısıyla ölüm ötesinde sayısız enerji dönüşümleri ile (Baslarla) paralel evrenlerde yer alacak, en sonunda dönüşebilenler ise, “Kuantsal Boyuta (Nur Boyutuna)” Boyutsal Kuantum Sıçraması gerçekleştireceklerdir.

Bununla birlikte yine “kuantum potansiyeli” açısından, rüyalar ya da çeşitli hisler, önseziler yoluyla belli kazalardan, kötü olaylardan diğer paralel evrenlere sıçramak suretiyle kurtulma durumu da, birimin “örtük düzenindeki” ya da “Levhi Mahfuzundaki” (Evrensel Levhi Mahfuzunun birimdeki yansımasıdır) paralel evrenlerindeki kodlarının özden okunması ve bunun beynin ilgili bölümlerine yansımasından kaynaklanmaktadır. Özetle rüyalar, Kuantsal Boyuttan kaynaklanıp Kuantsal boyutta yer alan, birimin Levhi Mahfuzundaki “data’larının” yine birimin veri tabanınca değerlendirilmesinden ibarettir. Bu yüzden rüyalar, ilgili “dataların” ya direk olarak ya da büyük çoğunlukla veri tabanındaki bilgilerle eşleşilmesi nedeniyle sembolik olarak ortaya çıkar ki, bu türlü olanların ehli tarafından yorumlanması gerekmektedir (rüyalar bir başka bir makalenin konusu olduğundan değinmiyorum). Keza reankarnasyonun varlığına delil olarak gösterilen Dejavu’ların kökeninde de bu felsefe değil, uzay-zamanın boyutsal ötesinde bulunan kuantum potansiyelindeki dataların, rüya yollu ya da uyanıkken beyin tarafından algılanılması, ancak o anda fark edilmesi yatmaktadır.

Bu arada, biz Mistik açıdan “Kuantum Boyutu” derken, aslında olayları “Kuantum Altı Boyut” itibariyle ifade etmekteyiz. “Kuantum Altı Boyutu”, başka bir deyişle “Kuantum Potansiyeli”, yenilen formatında, “holografik özellikli Stringlerin Altı Yönlü (Boyutlu) Hareketine” karşılık gelen boyuttur ki, evrende iki temel boyutun varlığı söz konusudur. Birincisi “Hiçlik”, ikincisi ise, “Kuantum Potansiyeli” boyutudur.

(Yararlanılan Kaynaklar: Tek’in Seyri / Yenilen – Ahmed Hulusi/ Evrenin Zerafeti – Braian Grene / Karadelikler Ve Bebek Evrenler – S. Hawking / Kozmik Postacı – John Gribbin /Danah Zohar – Kuantum Benlik / Mistik Düşünce Ve Yeni Fizik – Michael Talbot )

(*) Hologram prensibi için bkz. Tek’in Seyri Syf. 155 – 186 - Ahmed Hulusi / Bilim Dini Etkiliyor – Ahmed Fevzi Yüksel

(1). “Düzensizliğin Düzeni Ve Kuantum Bilinç – II, III” başlıklı yazımızdaki, birbirlerinden belli mesafelerde bulunan, bir kaynak, çift yarıklı bir engel ve plakadan oluşan “Çift Yarıklı Deneyi” göz önüne alarak Feyman’ın geçmişler toplamına bakarsak, kaynağından çıkan bir tanecik, başlangıç noktasından varış noktasına kadar her ihtimalli yolu eşzamanlı olarak (olasılık dalgası halinde) kat etmekte, bu hareketi dolayısıyla da aynı anda her iki delikten geçerek plakaya çarpmaktaydı. Muhtemel yollar derken de sanal zamandaki bu yollar sonsuz olup yine taneciğin aldığı bu yollar içinde, sırasıyla ihtimali azalacak şekilde gezegenimizi dönerek gelen veya güneş sistemindeki diğer gezegenlerden hatta Andromeda galaksisine, …vs. uzanıp tekrardan oradan gelerek deliklerin birinden geçen yollar olduğu gibi (delikleri geçtikten sonra da bunu yapabilmektedir), deliğin diyelim ki, sağ deliğinden geçip kavis çizerek sol deliğe yönelen ve aniden tekrardan gerisin geri dönerek sağ delikten çıkıp, bu sefer sol delikten geçen ve sonra plakaya çarpan yollarda bulunmaktadır. İşte bir taneciğin, plakanın belli bir noktasına çarpma ihtimali, o noktaya varan muhtemel tüm yolların bileşkesinden oluşmaktadır ki, bu da, olası tüm yolların birbirlerini yok edip klasik fiziğin öngördüğü sınırlar içersinde kalan muhtemel tek bir yolu verecek şekilde olmaktadır.

 

 
 

Kenan Keskin
İstanbul - 19.01.2010
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com