Kuantum ve
Mistisizm – 3

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“Kar

Kuantum Potansiyelinin en önemli özelliği, onda zaman ve mekânın olmamasıdır. Rölativite Teorisinden bildiğimiz üzere zaman ve mekân bir bütündür. Mekânsız bir zaman, zamansız bir mekân düşünülemez. Bu nedenle mekân kayıtlarından kurtulmak demek, aynı zamanda zaman kayıtlarından da kurtulmak demektir. Zaman ve mekânın geçerli olmadığı boyutta ise tüm zaman ve mekânlar, onun her bir noktasında bulunur ya da o boyut, tüm zaman ve mekânın her bir noktasında bizatihi mevcut olur. İşte Kuantsal Boyutta kendini bulan yani, aslını Hakikatini bilen bir Bilinç, tüm evren ve katmanlarına ait olan holografik özellikli “data” ları deşifresiyle, “Tayyı Mekân” ve “Tayyı Zaman” dediğimiz “Bilinç Seyahatlerini” gerçekleştirebilir. Bedenin “Tayı Mekânında” yine bir kemalatın gereği olarak belli bir sınırlama olmasına karşılık, Bilinç için ne “Tayyı Mekânda” ne de “ Tayyı Zamanda” bir sınırlama bulunur. Bilinç, gücü nispetinde bunu rahatlıkla gerçekleştirebilmektedir. Bu sırada Bilinç, beynin ürettiği holografik nitelikli ışınsal bir bedene sahiptir (o bedenin sahip olduğu boyuttaki dalgalar da yine holografik özelliklidir). Düşünsel olan o boyutta Bilinç, düşündüğü her hangi bir zaman ve mekânda, bir “an” da açığa çıkar. Bu sebepledir ki, başta M. Arabi olmak üzere bazı evliyanın, binlerce, on binlerce, …vs. ışık yılı ötesindeki yıldız sistemlerinin ışınsal boyutlarına rahatlıkla yolculuklar yapabilmiş, o boyutun canlı türleriyle görüşmeler gerçekleştirebilmişlerdir.

Bu arada, ışınsal bedenli varlıklar Nari Boyuta dönük, onunla sınırlı bir bilince sahip olduklarından “Tayyı Mekan” olayı onlar için sınırlı iken (zaten onların normal yaşamsal hareketleri böyledir), geçmişe ve geleceğe dönük olarak “Tayyı Zamanı” da gerçekleştiremezler (1). Geçmişe dönük bilgileri farklı bir sistemle aldıklarını, onlara vakıf olduklarını daha önceden anlatmıştık. Kısacası, tamamıyla Şuura dayalı olan ışınsal bedenin sahip olduğu özelliklerle, ışınsal boyuta dönük olan bir bilincin özellikleri, yetenekleri arasında korkunç farklılıklar bulunmaktadır.Bu yüzden Resulullah’ın, Miracı sırasında Cehennem ortamında bulunmasına karşın o ortamdan etkilenmemesinin nedeni budur. Bununla birlikte, geçen bölümde değindiğimiz, Kuantum Potansiyelindeki, bir şeyin tüm olası ihtimalli durumunun oluşturduğu paralel evrenler gerçeği, gerçekte o boyutta yaşayan velilerden bazılarının birkaç yerde görünmesinin, insanlarla diyaloga girmesinin sistemini de bize açıklamaktadır. Böylece tamamıyla bir Şuur yapı olarak Kuantum Potansiyelinde yaşayan bir birim, o boyutta yer alan kopyalarını istediği an boyutumuza projekte ederek mesela, bir bayram günü caminin kapısından tüm insanlarla aynı anda bayramlaşabilmekte veya aynı anda birden fazla yerde oruç açabilmektedir, …vs (böylesi sayılamayacak kadar çok örneği sıralamak mümkün). Hatta reenkarnasyona örnek olarak gösterilen “Dejavular” bile, zamansız ve mekânsızlık boyutundan alınan bilgilerin beyin boyutunda okunması, fakat birimin “Dejavu’yu” yaşadığı o anda bunu fark etmesi sonucu oluşmaktadır.  

Bu arada, uzay zamanı aşan bağlantılardan bahsetmişken, Kuantum Boyutundaki parçacıklar, en temel düzeyde Kuantum Potansiyeli açısından birbirleriyle bağlantılı oldukları gibi, yine Kuantum Potansiyelinin kaynaklık ettiği ve onun yansıması olan çeşitli boyutlarda, ışıktan hızlı (zamansız ve mekânsız) anlık bağlantıların varlığı da mevcuttur (mesela, geçmişte anlattığımız Takyonlar veya ileride göreceğimiz uzay-zaman boşluğundaki vakum parçacıkları vasıtasıyla oluşan bağlantılar gibi). Bulunduğumuz boyutta beyinler arasında çeşitli frekanslarda dalga yayınlarına dayalı bağlantıların varlığı da söz konusudur ki, ilgili yazılarımızda bunlara da değinmiştik. Özetle, parçacıklar arasında gerek temel düzeydeki bağlantılar ile çeşitli seviyelerdeki anlık iletişimler gerekse  parçacıklara ait diğer özellikler, haliyle o parçacıklardan oluşmuş insanda da mevcuttur. Zaten bilimsel anlamda olmaması da düşünülemez. Bu da tüm bu özelliklerin insan beyinleri veya insan beyni ile diğer canlılar ve maddi nesneler arasında da bulunmasını ve bunların neden olduğu olayların meydana gelmesini, yoruma bile gerek kalmaksızın bize ispatlamaktadır.

Böylece bir insanın zaman ve mekân kavramı olmaksızın bir anda uzak-yakın fark etmez, zaman ve mekânları algılayabilmesi ve dolayısıyla geçmiş ve geleceğe ait birtakım bilgileri önsezi, his, rüya, …vs. yoluyla alabilmesi, parçacıkların yaptığı gibi bir anda birden fazla yerde görünebilmesi, olabilmesi (bu, yukarıda açıklanan “tayyı mekânın” daha zahir boyuttaki yönüdür), katı olarak görünen nesnelerden etkilenmeksizin geçebilmesi (tünelleme olayı), iki canlı arası kurulan bağlantı ile telepatinin oluşabilmesi, maddeyi çeşitli şekillerde hareket ettirebilmesi, maddelerin ışınlanabilmesi, …vs. gibi, Newtonsal Fizikçe imkânsız görünen olaylar, Kuantum ve Kuantum Altı Fiziği açısından mümkün ve sıradan olaylar haline gelmektedir. Dolayısıyla bazı bilim adamları, önceki bölümde değindiğimiz Newtonsal Fiziğin, Kuantum Fiziğinin bir devamı olması sebebiyle Klasik Boyutlarda normal ötesi şeylerin, olasılığı az da olsa görülebilme durumlarını da göz önüne alarak bu tür şeylerin hiç yaşanılamaz, oluşamaz şeyler olmadıklarını açıkça belirtmektedirler. Ancak bunu söylerlerken, Kuantum Altı Boyutu açısından bu tür şeylerin bazı insanlarca kontrollü olarak, diledikleri yer ve şartlarda birden fazla sayıda gerçekleşmesi durumunu hep göz ardı etmektedirler.

Bizler farkında olmasak da Kuantum Altı Boyut itibariyle olağanüstü bağlantılar sistemin gereği olarak her an cereyan etmekte, çok cüzi kısmı bizlerce algılanabilmektedir. Eğer farkındalığa erişilebilirse, o zaman da farkındalığın kapasitesi nispetinde bunların tümü, şuurlu bir biçimde ortaya konabilmektedir (sayılamayacak kadar çok olan böylesi olayların da bir kısmına ilgili yazı dizilerimizde değinmiştik). Böylece İlim ve Kudrete dayalı olarak gerek Resul ve Nebilerin ortaya koydukları mucizeler gerekse evliya denilen kişilerden açığa çıkan kerametlerin hepsi, Özlerinde keşfettikleri Hakikatin İlim ve Kudretin açığa çıkışıyla ilgilidir. Hatta İslam dışı kişilerde ya da Müslüman olduklarını söylemelerine karşın İslam dışı, bilhassa Uzakdoğu Dinlerden beslenen, onların öğretilerini temel alarak İslam söylemlerini bunun üzerine inşa eden birimlerin, ortaya koydukları İstidraçlar dahi, yine kendi Özlerinde ancak maddeye dönük bir biçimde keşfettikleri özelliklerin belli oranlarda açığa çıkmasından başka bir şey değildir. Özetle, cansız olarak kabul ettiğimiz (ki, böyle değillerdi) parçacıklar bunu yapacak, ama yine o parçacıklardan kurulu canlı, şuurlu beyinler bunu gerçekleştiremeyecekler, üstelik onca deneysel ve deneyimsel verilere rağmen. Dolayısıyla, potansiyel olarak insanda bu tür özellikler olamayacağını söyleyen Din adamlarının ve bilim adamlarının sisteme, dolayısıyla Dine bakış açıları tamamen çökmektedir, onlar bunu hâlâ fark edemeseler de...

Bir gözlemci, gözlemleneni, dolayısıyla ondaki yasaları meydana getirdiği gibi, farklı bir gözlemleme biçimi de farklı bir boyutu ve ondaki yasaları algılamayı oluşturmaktadır. Bu, aynı zamanda görünen yasaların farklı yasalara veya görünen nesnelerin farklı nesnelere dönüştürülebileceğini, haliyle, mucize ve kerametlerin açığa çıkış sistemini bize göstermektedir. Kısaca, nesneler gerçek değilse, onda işleyen yasalar da, aynı şekilde sanal bir çıktıdır. Bununla birlikte bizler, maddenin yapı taşlarının önce atomlar olduğunu söylerken sonra da sırasıyla protonlar, nötronlar ve kuarklarla, kuvvet alanları (fotonlar) olduğunu dillendirmiştik. Oysa kuantum fiziğinin keşfiyle algılananların, algılayıcılar yani, bilinçli varlıklar tarafından oluşturulduğu ortaya çıkınca, evrenin tüm yapısının yine onlar gibi olan küçük katı maddi nesneler yerine, bir “anlam”, “düşünce”, “data (bilgi)” olduğu görülmüştür. Dolayısıyla nesneler birer hayal ise, nesneleri meydana getiren yapıtaşları da birer hayaldir, “Kuantum Potansiyelindeki Şuur” tarafından oluşturulmuş varsayımsal gerçekliktir.

Dolayısıyla Kuantum Fiziğinin, daha doğrusu “Kuantum Altı Boyutunun” bize söylediği en önemli şeylerden biri de, mesafeler ne olursa olsun yakınlık- uzaklık gibi kavramların, birimin kendinde, örtük düzeninde var olan bir “anlamın” sonucu olarak algılanan bir şey olmasıdır, tıpkı nesnelerin, varlığın çok sayıda “anlamlar” sonucu algılanışında olduğu gibi. Diğer vurguladığı çok önemli bir başka şey de, gökyüzünde gördüğümüz tüm gezegenlerin, yıldızların, galaksilerin ve kısacası tüm evrenin, gözlemlenmediğinde görüntü dünyasından tamamen ortadan kalkıp gizli düzende var oluşlarındaki gibi, göründüklerinde bile Somut (Katı) Nesneler Olmadıkları gerçeğidir. Yani elle tutulur, üzerlerine inilebilir (gaz ise, gaz ortamı içinde bulunulabilir) dolaşılabilir maddi yapılarda olmayıp maddemsi görüntülerden ibaret olduklarıdır. Ne zaman oralara gidilip üzerlerine iniş yaparsak o zaman onları maddeleştirmiş olmaktayız. Başka bir deyişle, çevremizde ve uzayda (dış dünyamızda) nesneler ve olaylar, bizlerin hangi duyumuza direkt karşılık geliyorsa, o duyulara göre somutumsudan somut hale dönüşmektedirler. Dolayısıyla, nesneler bu şekilde oldukları gibi, bu nesneler, bu nesneleri meydana getiren tanecikler arasındaki etkileşimi sağlayan kuvvetler de böyledir. Haliyle, gökcisimleri arasında gördüğümüz, hissettiğimiz mesela, kütlelerin neden olduğu kütle çekim kuvveti de tamamıyla bir yanılsamadan, kuvvet varmış sanısından, o şekildeki bir görünümden ibarettir.

Kenan Keskin

(Yararlanılan Kaynaklar: Tek’in Seyri, Kendini Tanı, Yenilen, Evrensel Sırlar, HZ: Muhammed Ne’yi Okudu? – Ahmed Hulusi )

(1) Bkz. “Boyutlar Ve Maddeleşmeler– 1” / “Din- Bilim Soru Ve Cevapları– 2”

 

 
 

Kenan Keskin
İstanbul - 10.02.2010
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com