Kuantum Potansiyelinin en önemli özelliği, onda zaman ve
mekânın olmamasıdır. Rölativite Teorisinden bildiğimiz
üzere zaman ve mekân bir bütündür. Mekânsız bir zaman,
zamansız bir mekân düşünülemez. Bu nedenle mekân
kayıtlarından kurtulmak demek, aynı zamanda zaman
kayıtlarından da kurtulmak demektir. Zaman ve mekânın
geçerli olmadığı boyutta ise tüm zaman ve mekânlar,
onun her bir noktasında bulunur ya da o boyut, tüm zaman
ve mekânın her bir noktasında bizatihi mevcut olur.
İşte Kuantsal Boyutta kendini bulan yani, aslını
Hakikatini bilen bir Bilinç, tüm evren ve katmanlarına
ait olan holografik özellikli “data” ları deşifresiyle,
“Tayyı Mekân” ve “Tayyı Zaman” dediğimiz “Bilinç
Seyahatlerini” gerçekleştirebilir. Bedenin “Tayı
Mekânında” yine bir kemalatın gereği olarak belli bir
sınırlama olmasına karşılık, Bilinç için ne “Tayyı
Mekânda” ne de “ Tayyı Zamanda” bir sınırlama bulunur.
Bilinç, gücü nispetinde bunu rahatlıkla
gerçekleştirebilmektedir. Bu sırada Bilinç, beynin
ürettiği holografik nitelikli ışınsal bir bedene
sahiptir (o bedenin sahip olduğu boyuttaki dalgalar da
yine holografik özelliklidir). Düşünsel olan o boyutta
Bilinç, düşündüğü her hangi bir zaman ve mekânda, bir
“an” da açığa çıkar. Bu sebepledir ki, başta M. Arabi
olmak üzere bazı evliyanın, binlerce, on binlerce, …vs.
ışık yılı ötesindeki yıldız sistemlerinin ışınsal
boyutlarına rahatlıkla yolculuklar yapabilmiş, o
boyutun canlı türleriyle görüşmeler
gerçekleştirebilmişlerdir.
Bu arada, ışınsal bedenli varlıklar Nari Boyuta
dönük, onunla sınırlı bir bilince sahip olduklarından
“Tayyı Mekan” olayı onlar için sınırlı iken (zaten
onların normal yaşamsal hareketleri böyledir), geçmişe
ve geleceğe dönük olarak “Tayyı Zamanı” da
gerçekleştiremezler (1). Geçmişe dönük bilgileri
farklı bir sistemle aldıklarını, onlara vakıf
olduklarını daha önceden anlatmıştık. Kısacası,
tamamıyla Şuura dayalı olan ışınsal bedenin sahip olduğu
özelliklerle, ışınsal boyuta dönük olan bir bilincin
özellikleri, yetenekleri arasında korkunç farklılıklar
bulunmaktadır.Bu yüzden Resulullah’ın, Miracı
sırasında Cehennem ortamında bulunmasına karşın o
ortamdan etkilenmemesinin nedeni budur. Bununla
birlikte, geçen bölümde değindiğimiz, Kuantum
Potansiyelindeki, bir şeyin tüm olası ihtimalli
durumunun oluşturduğu paralel evrenler gerçeği, gerçekte
o boyutta yaşayan velilerden bazılarının birkaç yerde
görünmesinin, insanlarla diyaloga girmesinin sistemini
de bize açıklamaktadır. Böylece tamamıyla bir Şuur yapı
olarak Kuantum Potansiyelinde yaşayan bir birim, o
boyutta yer alan kopyalarını istediği an boyutumuza
projekte ederek mesela, bir bayram günü caminin
kapısından tüm insanlarla aynı anda bayramlaşabilmekte
veya aynı anda birden fazla yerde oruç açabilmektedir,
…vs (böylesi sayılamayacak kadar çok örneği sıralamak
mümkün). Hatta reenkarnasyona örnek olarak gösterilen
“Dejavular” bile, zamansız ve mekânsızlık boyutundan
alınan bilgilerin beyin boyutunda okunması, fakat
birimin “Dejavu’yu” yaşadığı o anda bunu fark etmesi
sonucu oluşmaktadır.
Bu arada, uzay zamanı aşan bağlantılardan bahsetmişken,
Kuantum Boyutundaki parçacıklar, en temel düzeyde
Kuantum Potansiyeli açısından birbirleriyle bağlantılı
oldukları gibi, yine Kuantum Potansiyelinin kaynaklık
ettiği ve onun yansıması olan çeşitli boyutlarda,
ışıktan hızlı (zamansız ve mekânsız) anlık bağlantıların
varlığı da mevcuttur (mesela, geçmişte anlattığımız
Takyonlar veya ileride göreceğimiz uzay-zaman
boşluğundaki vakum parçacıkları vasıtasıyla oluşan
bağlantılar gibi). Bulunduğumuz boyutta beyinler
arasında çeşitli frekanslarda dalga yayınlarına dayalı
bağlantıların varlığı da söz konusudur ki, ilgili
yazılarımızda bunlara da değinmiştik. Özetle,
parçacıklar arasında gerek temel düzeydeki bağlantılar
ile çeşitli seviyelerdeki anlık iletişimler gerekse
parçacıklara ait diğer özellikler, haliyle o
parçacıklardan oluşmuş insanda da mevcuttur. Zaten
bilimsel anlamda olmaması da düşünülemez. Bu da tüm bu
özelliklerin insan beyinleri veya insan beyni ile diğer
canlılar ve maddi nesneler arasında da bulunmasını ve
bunların neden olduğu olayların meydana gelmesini,
yoruma bile gerek kalmaksızın bize ispatlamaktadır.
Böylece bir insanın zaman
ve mekân kavramı olmaksızın bir anda uzak-yakın fark
etmez, zaman ve mekânları algılayabilmesi ve dolayısıyla
geçmiş ve geleceğe ait birtakım bilgileri önsezi, his,
rüya, …vs. yoluyla alabilmesi, parçacıkların yaptığı
gibi bir anda birden fazla yerde görünebilmesi,
olabilmesi (bu, yukarıda açıklanan “tayyı mekânın” daha
zahir boyuttaki yönüdür), katı olarak görünen
nesnelerden etkilenmeksizin geçebilmesi (tünelleme
olayı), iki canlı arası kurulan bağlantı ile telepatinin
oluşabilmesi, maddeyi çeşitli şekillerde hareket
ettirebilmesi, maddelerin ışınlanabilmesi, …vs. gibi,
Newtonsal Fizikçe imkânsız görünen olaylar, Kuantum ve
Kuantum Altı Fiziği açısından mümkün ve sıradan olaylar
haline gelmektedir. Dolayısıyla bazı bilim adamları,
önceki bölümde değindiğimiz Newtonsal Fiziğin, Kuantum
Fiziğinin bir devamı olması sebebiyle Klasik Boyutlarda
normal ötesi şeylerin, olasılığı az da olsa görülebilme
durumlarını da göz önüne alarak bu tür şeylerin hiç
yaşanılamaz, oluşamaz şeyler olmadıklarını açıkça
belirtmektedirler. Ancak bunu söylerlerken,
Kuantum Altı Boyutu
açısından bu tür şeylerin bazı insanlarca kontrollü
olarak, diledikleri yer ve şartlarda birden fazla sayıda
gerçekleşmesi durumunu hep göz ardı etmektedirler.
Bizler farkında olmasak da Kuantum Altı Boyut itibariyle
olağanüstü bağlantılar sistemin gereği olarak her an
cereyan etmekte, çok cüzi kısmı bizlerce
algılanabilmektedir. Eğer farkındalığa
erişilebilirse, o zaman da farkındalığın kapasitesi
nispetinde bunların tümü, şuurlu bir biçimde ortaya
konabilmektedir (sayılamayacak kadar çok olan böylesi
olayların da bir kısmına ilgili yazı dizilerimizde
değinmiştik). Böylece İlim ve Kudrete dayalı olarak
gerek Resul ve Nebilerin ortaya koydukları mucizeler
gerekse evliya denilen kişilerden açığa çıkan
kerametlerin hepsi, Özlerinde keşfettikleri Hakikatin
İlim ve Kudretin açığa çıkışıyla ilgilidir. Hatta İslam
dışı kişilerde ya da Müslüman olduklarını söylemelerine
karşın İslam dışı, bilhassa Uzakdoğu Dinlerden beslenen,
onların öğretilerini temel alarak İslam söylemlerini
bunun üzerine inşa eden birimlerin, ortaya
koydukları İstidraçlar dahi, yine kendi Özlerinde
ancak maddeye dönük bir biçimde keşfettikleri
özelliklerin belli oranlarda açığa çıkmasından başka
bir şey değildir. Özetle, cansız olarak kabul ettiğimiz
(ki, böyle değillerdi) parçacıklar bunu yapacak, ama
yine o parçacıklardan kurulu canlı, şuurlu beyinler bunu
gerçekleştiremeyecekler, üstelik onca deneysel ve
deneyimsel verilere rağmen. Dolayısıyla, potansiyel
olarak insanda bu tür özellikler olamayacağını söyleyen
Din adamlarının ve bilim adamlarının sisteme,
dolayısıyla Dine bakış açıları tamamen çökmektedir,
onlar bunu hâlâ fark edemeseler de...
Bir gözlemci,
gözlemleneni, dolayısıyla ondaki yasaları meydana
getirdiği gibi, farklı bir gözlemleme biçimi de
farklı bir boyutu ve ondaki yasaları algılamayı
oluşturmaktadır. Bu, aynı zamanda görünen yasaların
farklı yasalara veya görünen nesnelerin farklı nesnelere
dönüştürülebileceğini, haliyle, mucize ve kerametlerin
açığa çıkış sistemini bize göstermektedir. Kısaca,
nesneler gerçek değilse, onda işleyen yasalar da, aynı
şekilde sanal bir çıktıdır. Bununla birlikte bizler,
maddenin yapı taşlarının önce atomlar olduğunu söylerken
sonra da sırasıyla protonlar, nötronlar ve kuarklarla,
kuvvet alanları (fotonlar) olduğunu dillendirmiştik.
Oysa kuantum fiziğinin keşfiyle algılananların,
algılayıcılar yani, bilinçli varlıklar tarafından
oluşturulduğu ortaya çıkınca, evrenin tüm yapısının yine
onlar gibi olan küçük katı maddi nesneler yerine, bir
“anlam”, “düşünce”, “data (bilgi)” olduğu
görülmüştür. Dolayısıyla
nesneler birer hayal ise,
nesneleri meydana getiren yapıtaşları da birer hayaldir,
“Kuantum Potansiyelindeki Şuur” tarafından oluşturulmuş
varsayımsal gerçekliktir.
Dolayısıyla Kuantum
Fiziğinin, daha doğrusu “Kuantum Altı Boyutunun” bize
söylediği en önemli şeylerden biri de, mesafeler ne
olursa olsun yakınlık- uzaklık gibi kavramların, birimin
kendinde, örtük düzeninde var olan bir “anlamın” sonucu
olarak algılanan bir şey olmasıdır, tıpkı nesnelerin,
varlığın çok sayıda “anlamlar” sonucu algılanışında
olduğu gibi. Diğer vurguladığı çok önemli bir başka şey
de, gökyüzünde gördüğümüz tüm gezegenlerin, yıldızların,
galaksilerin ve kısacası tüm evrenin, gözlemlenmediğinde
görüntü dünyasından tamamen ortadan kalkıp gizli düzende
var oluşlarındaki gibi, göründüklerinde bile Somut
(Katı) Nesneler Olmadıkları gerçeğidir. Yani elle
tutulur, üzerlerine inilebilir (gaz ise, gaz ortamı
içinde bulunulabilir) dolaşılabilir maddi yapılarda
olmayıp maddemsi görüntülerden ibaret
olduklarıdır. Ne zaman oralara gidilip üzerlerine iniş
yaparsak o zaman onları maddeleştirmiş olmaktayız. Başka
bir deyişle, çevremizde ve uzayda (dış dünyamızda)
nesneler ve olaylar, bizlerin hangi duyumuza direkt
karşılık geliyorsa, o duyulara göre somutumsudan somut
hale dönüşmektedirler. Dolayısıyla, nesneler bu
şekilde oldukları gibi, bu nesneler, bu nesneleri
meydana getiren tanecikler arasındaki etkileşimi
sağlayan kuvvetler de böyledir. Haliyle, gökcisimleri
arasında gördüğümüz, hissettiğimiz mesela, kütlelerin
neden olduğu
kütle çekim kuvveti de tamamıyla bir yanılsamadan,
kuvvet varmış sanısından, o şekildeki bir görünümden
ibarettir.
Kenan Keskin
(Yararlanılan Kaynaklar: Tek’in Seyri, Kendini Tanı,
Yenilen, Evrensel Sırlar, HZ: Muhammed Ne’yi Okudu? –
Ahmed Hulusi )
(1)
Bkz. “Boyutlar Ve
Maddeleşmeler– 1” / “Din-
Bilim Soru Ve Cevapları– 2” |