Kuantum ve
Mistisizm – 4

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“Kar

Önceki yazılarımızda da değindiğimiz üzere eski anlatımla Kuantum Potansiyeli, tüm madde ve enerjinin, sonsuz enerji – madde boyutlarının, kısacası bütün Sistem ve Düzenlerin kaynağıdır. Başka bir deyişle, bilinenlerin dışında daha farklı bir biçimde yani, “enerji-data (kudret-ilim)” halinde var olan ve Esma Mertebesinin ya da Allah’ın güzel İsimleri ve bu İsimlerden kaynaklanan İlmi İlahinin (İlmindeki oluşumunun) somutlaşarak oluşturduğu, “Sonsuz Mana (Esma) Bileşimleri yüklü holografik özelliğine sahip Enerji Dalga Okyanusudur”, “Mutlak Bilinçtir”, Ruh Adlı Meleğin Bilincidir. Esma Mertebesi aynıyla yüklendiği içindir ki “Ruhu Azam’ ın”, çokluğa dönük yönü olduğu gibi, Öze dönük yönü de bulunmaktadır. Bu yüzden, Kuantum Potansiyelinin dalgalanmış yapısı yanında dalgalanmamışlık durumu da bulunmakta, ikinci özelliği nedeniyle de, dalgalanmışlık haliyle kayıtlı olmamaktadır. Kuantum Potansiyeli Tek bir yapı halinde olup haliyle Tek bir sistem şeklinde ortaya çıkmış olsa da kendi içinde sonsuz boyutsallığa, dolayısıyla sistem ve düzenlere sahiptir. Kuantum Potansiyelinde, mekân- zaman, mesafe, yön, ağırlık, hacim, …vs. yoktur. Bilinen veya bilinmeyen fizik yasaları mevcut değildir, olamaz da. Sonsuz boyutluluğa sahip olduğundan, sonsuz varlık türlerinin oluşturduğu tüm boyutların kaynağıdır. Dolayısıyla, bizim bildiğimiz uzaklık, ön, arka, yukarı, aşağı doğrultular, zaman, boyut, tüm yasalar… vs. o boyuttaki mekânsız ve zamansız enerji dalgalanmalarında mevcut “bilgi birikimlerinin”, “data bloklarının” yine aynı biçimdeki bilinçli birimlerce o boyutun dışına taşmaksızın kendine uygun dataları deşifresiyle oluşmaktadır. Bu yüzden gerçekte bu boyutun Tecellisi yoktur, olamaz da (bkz. Arz- Arş – (1)).

Başka bir deyişle, Kuantum Altı Boyutta her bir şey, sahip olduğu olası her formuyla birlikte, aynı biçimde bulunan diğer her şeyle bağlantılı olarak terkipsel “datalar” halinde bulunmaktadır. Algılayıcıların terkipsel yapısının bir program halinde mevcut olması nedeniyle de bu birimler, olası olan bu Bütünden, programlanmış terkiplerindeki “datalar”, “bilgiler” istikametinde olanlarla rezonans kurduklarından, o boyuttan ya da birimden açığa çıkanlar (projekte olanlar) haliyle, programlarındaki mevcut bilgiler olacaktır. Programlarında, terkiplerinde olmayan bilgiler ise, doğal olarak ortaya çıkmaz ve Kuantum Potansiyelinde yine potansiyel bir bilgi birikimi (paralel evrenler) şeklinde kalırlar.

“Peki! O halde, Kuantum Potansiyeli yanında, Kuantum Boyutu neden, niçin vardır ve nasıl oluşmaktadır?” Bir defa, Kuantum boyutunun var olmasının birçok nedeni bulunmaktadır. Bunlardan en önde gelenlerinden biri, Allah’ın İlminin bir boyutundaki “her an yeni bir tecellisinin” yani “her an yeni, yeni yaratışta oluşunun” çokluk boyutunun başka deyişle, Meleki boyutun bir boyutunda (Kuantum Boyutunda) karşılığının olmasından, açığa çıkmasından kaynaklanmaktadır. Biraz daha açarsak, Kuantum potansiyelindeki paralel evrenler, gerçeği itibariyle, bir şeyin olası tüm ihtimalli formundan hangisinin projekte edileceğinin birimler tarafından bilinmezliği, bir anlamda “Kuantum Boyutunu”, yani “Belirsizlik boyutunu” doğurmaktadır ki, bu da var olan bir programın gereğidir. Yani algıladığımız boyut, nasıl ki Kuantum Potansiyelindeki bilincimizin ürünüyse, anlattığımız nedenden ötürü Kuantum Boyutu da yine bilincimizin bir projeksiyonu olarak açığa çıkmaktadır. Aynı durum, cinler için de geçerli olup onlarda da kendi boyutlarınca bir tür belirsizlik durumu bulunmaktadır (bu nedenle her ne kadar yapıları gereği bizlere nispetle avantajları olsa da cinler ve onlarla irtibatlı insanlar için de gelecek, büyük çoğunlukla bilinmezliğini korumaktadır) (1). Sonuçta bu belirsizlik, bizim bilgi yetersizliğimizden değil, doğanın kendisine ait bir olgu olarak ortaya çıkar. Ya da ayrı bir deyişle, olay birimin bilgisizliğinden kaynaklanır, ama bu bilgisizlik Kuantum Boyutu itibariyle değil, Kuantum Altı Boyutu itibariyledir. Bu nedenle bu olay, derinlemesine düşünmeyenlerce ya da görmezden gelenlerce her zaman belirttiğimiz gibi inandıkları tesadüflüğe bağlanmakta, Kuantum Boyutunun, Mutlak Bilincin başka bir kemalatının gereği olarak var olduğunu anlayamamaktadırlar. İşte İslam’ın Fıtrat Dini olması, Fatır olan Allah’ın, kendi İlminde, belli bir düzenleme, planlama, ölçümleme, zamanlama… vs. ile her şeyi belli bir terkip (terkipler) şeklinde programlamış, bu terkiplerden hangi terkiplerin hangi bağlantılarla açığa çıkacağını (ki, onun İlminde, İndinde olup bitmiştir) belirlemiş ve bu durum Ruh Adlı Meleğe yansıyarak O Ruhun Bilinci olan  Kozmik Bilinç tarafından kendinden kendine bir biçimde, kendi boyutlarında yine aynı şekilde gerçekleşmiş ve bunun sonucunda da “Mutlak Bilincin” bir boyutunda bilinçler adı altında bilinmezlik ve bilinirlilik boyutları projekte edilmiş olması gerçeğine dayanır.

Bu arada, Hadisler inkâr edildiği veya eksik değerlendirildiği için Kur’ an’daki ifadelere bir türlü yaklaşım sağlanamayan, haliyle hep yanlış ya da eksik anlaşılan ve bu yüzden bir türlü de tatminkâr cevabı verilemeyen Kader olayına ise, İndeterminizm, Determinizm kavramlarını ayrı ayrı değerlendirip bu konuyu yine Kuran ve Hadisler ışığında bilimsel dille bir başka bölümde değineceğim. Ancak hemen şunu belirtmek gerekir, o da Kader konusunu kesinlikle Teklik ve Boyutsallık açısından ele alıp Allah’ın, varlıklar adı altında (ki bu varlıkların kendilerine has bir varlıkları yoktur) dilediğini yapmakta olduğunu göz önüne alarak düşünmemiz gerekiyor (elbette bunu teorik olarak söylüyorum). Yoksa “ötede bir tanrı var ve tanrı dilediğini yazmakta ve kul da o yazgıyı zorunlu olarak yerine getirecektir” şeklinde bir anlayış değildir, Allah ismi ile işaret edilenin programı ve o programın açığa çıkışı. Özetle, Teklik kavramı anlaşılmadan bunun tam anlamıyla anlaşılması kolay kolay mümkün olamamaktadır.

Burada çok önemli bir husus da, Kuantum Altı Boyuttaki mikrodan-makroya her şeyin olası tüm formlarının olması, tıpkı Allah’ın İlminde olduğu gibi, Kuantum Potansiyelinde o özelliklerinin enerji-data halindeki açığa çıkışında da bir sınırının olmamasından (sonsuz oluşundan) ileri gelmektedir. Bu sebeple Kuantum Potansiyeli, bu şekildeki yönüyle sonsuz olduğu gibi, bunlardan sadece dilenilenleri açığa çıkartarak (projekte ederek) oluşturduğu evrenler, evren içere evrenler bütünü itibariyle de sonsuzdur. Kâinatın hangi boyutuna zumlama yaparsak yapalım, hep sınırsızlık içindeki sonsuzluklarla karşılaşmaktayız (bkz. “Dönüşebilmek”) Sonuç olarak, O’nun İlminin ve Kudretinin hiçbir boyutta bir sınırı ve sonu yoktur, olamaz da.

Genelde yanlış anlaşılan ve bir türlü oturtulamayan bir konu da, Kuantum Altı Boyutuna göre, kendisinin de içinde bulunduğu beynin oluşturduğu “görünür düzenin”, “gizli düzene” nispetle bir hayal hükmünde oluşu ve bunun sonuçlarıdır. Evet, Âlemlerin aslı hayaldir, ancak bu, âlemlerin kendisine göre olan bir hayal değildir. Kuantum Potansiyeline, dolayısıyla Esma Mertebesine göre olan bir hayaldir. Esma mertebesi ile yaratılmışa nispetle Ruh Adlı Melek ise, hayal değil, “Mutlak Gerçekliktir”, gerçeklik boyutudur. Bununla birlikte âlemler de, kendisine göre gerçektir. Haliyle sistemin sanal olması, sistemin geçersiz olduğu anlamına gelmemekte, onu iptal etmemektedir. Bunu göz önünde bulundurduğumuzda, tüm sonsuz evren içre evrenler, kısacası görünen ve görünmeyen tüm varlık, “Kuantum Potansiyelindeki Mutlak Şuurun” bir projeksiyonu olması dolayısıyla, onunla kayıtlı olmayacak şekilde ondan ayrı bir yapı değildir. Bu nedenle Madde ve Mana (Şuur) bir Bütündür. Birine ağırlık verilemez. Kuantum Potansiyelindeki Manalar (Şuur) nasıl ki sınırsız ve sonsuzsa, o manalardan meydana gelmiş aslı mana terkibi olan madde de yani, sistem ve düzen, başka deyişle evren içre evrenler bütünü de (burada maddeden kasıt, sadece bize somut görünen yapı değil, bilinen bilinmeyen tüm katmanlarına, enerji boyutlarının tümüne verilen isimdir) sınırsız ve sonsuzdur ve Bütünsel yapısıyla sonsuz zaman boyunca da mevcuttur. Böylece bir taraftan yaşadığımız sistem ve düzen, yapılanların sonuçlarının otomatik alındığı bir boyut olarak karşımızda dururken, diğer taraftan da bu sistem ve düzen çeşitli aşamalarla birer gerçeklik boyutu olarak sonsuza dek devam eder, kabir, cehennem, cennet boyutları şeklinde.

Bu nedenle, o boyutta hükmi olarak (varsayımsal olarak) var olan bir bilinç de, kendinden açığa çıkan bir sistem ve düzenin içinde yer aldığından, Bütüne potansiyel olarak sahip olup bu potansiyeli sınırlı (terkibi kadar) açığa çıkarttığından ve o sistemle kayıtlı olduğundan ortada olan o sistem ve düzene ters hareket edemez. Başka deyişle, İlahi Hükümlere kesin uyması gerekmektedir. Uymaması halinde ise, ne kadar “varlık hayalden ibarettir”  derse desin, istediği kadar algıladığı sistemle kayıtlı olmadığını düşünüp bir de bu düşünce boyutunun daha üst düzeyinde olarak olağanüstü şeyler ortaya koysun fark etmez, tıpkı bunu bilmediği durumdaki gibi, yaptıklarının karşılığını otomatik olarak bu boyutta ve ahirette alacak, onca bilgiye rağmen bunların acısını maddi ve bilinçsel anlamda gerçekçi bir biçimde yaşayacaktır. Ve bu da, kendinden açığa çıkanların sonuçlarının, yine kendinden açığa çıkan projeksiyonlar içinde yaşanarak gerçekleşecektir. Böylece bu boyutta, dolayısıyla ölüm ötesi boyutlarda, o bilginin yaşantısını hiçbir şekilde elde edemeyecektir.

Varlığın aslının hayal olduğunu bilen, ama bu bilginin ötesinde kendisinden açığa çıkan kuvvelerle kendi terkibini (sınırlarını) aşan ve Kuantum Potansiyelinde yaşayan bir birim içinse (yaşam, kendisinde fark ettiği bu kuvvelerin ortaya çıkmasıyla oluşur), kendisinden açığa çıkan o sistem ve düzenin, Esmalarla bir bütünlük teşkil ettiğini görüp bildiğinden, Mutlak Şuurun yansıması olan o şeyle ters düşmesi diye bir şey olamaz (2). Bu ise, bir zorunluluk ya da kayıtlılık değil, görüldüğü üzere bir Kemalin (Kemalatın), bir Şuurluluğun gereğidir (bkz. “Din- Bilim 9.”). Bunun yanında, Esma terkiplerinden sıyrılmış olan bu birimler indinde, tıpkı cehennem boyutunda olduğu gibi, cennet boyutu da bir hayaldir. Ancak onlar Cennetin Batınını yaşarlar. Başka bir deyişle, “Esma Cennetini”. Bu yüzden Hakikatin dili olan ve tüm bunları bize açıklayan zevat, o sistemin şartlarına ters düşecek düşünce ve eylemlerden hep kaçınmış, sistem ve düzende yapılması gereken her ne varsa en ince ayrıntısına kadar bunları dikkate alarak, bu İlahi Hükümlere uyarak yaşamışlardır. Hiç birinde kaos yaratacak eylemler görülmemiştir. Yine bu nedenle, belli bir görev gereği dışında Resul ve Nebiler mucize, Veliler de keramet ortaya koymamışlardır. Bu durum, devamlı olarak normalüstü eylemler yani, İstidraçlar gösterenlerin, sistemi yeter şartlarda bile bilemediklerini göstermektedir. Buradan da otomatik olarak, Deccal lakaplı birimin felsefesinin ve bu felsefesinin ispatı niteliğinde ortaya koyacağı olağanüstü hallerle, sistemi asıl gerçek yönüyle bilemediğini açıkça göstermektedir. Özetle, her şey Haktır, o da Hak’tır, bu da Hak’tır, hepimiz Biriz, …vs. ama ortada olan ve her an işleyen bir de Sistem ve Düzen vardır. Yani her şey Hak’tır, ama Sistemsiz ve Düzensiz bir Hak değil. O Sistem ve Düzende var olan da yine o Tek’in kendisi değil midir? Maalesef devamlı bunu dillendirenler, Sistem ve Düzenden tek kelime bile etmemekte ya da edememektedirler.

Kuantum Potansiyelinin, Hayal Âlemi olmasından bahsedilmesi ise, tüm evren içre evrenlerin, bütün sistem ve düzenlerin…vs. Kuantum Potansiyelinde mana terkipleri şeklindeki bir tasarım halinde olması sebebiyle, bu terkiplerin kaynağı olan “İsimlerin Salt” haline yani, daha geniş anlamda “Esma Mertebesine” nispetle bir sanal çıktı olmasından ileri gelmektedir. Keza yine “Kuantum Potansiyelinden” ya da “Ruh Adlı Melekten” çokluk boyutu, sistem ve düzen ve afakî boyut olarak ayrı ayrı söz edilmesi de yine aynı nedene dayanmaktadır (Yenilen moduna göre bu boyutun tarifi ileriki bölümlerde yapılacaktır).

Şimdi de, Boş Uzayın tanımını, Boş uzaydaki tüm parçacıkların sahip oldukları özellikleri, evrenlerin vakumdan tesadüfen meydana gelemeyecekleri, dolayısıyla Uzay Boşluğunun, Mutlak Bilinç ve Din adı altında anlatılmakta olan şeyle olan bağlantı noktalarına geçmeden önce, bilincin kaynağı konusuna kısaca göz atalım. Bildiğimiz gibi, yüzyılımızın başında atomun parçalanmasına kaynaklık eden Genel Göreceliğin madde- enerji eşdeğerliliği ilkesine göre madde, enerjinin yoğunlaşmış biçimiydi. Dolayısıyla maddenin iflasıyla, ellerinde kesin veriler olmaksızın maddeyi temel alan ve her şeyin maddenin dönüşümü sonucu rastgele bir biçimde oluştuğunu savunan materyalizm de iflas etmiş, ancak bu felsefenin bilimsel bir veri olmayıp o şeye iman meselesi olması sebebiyle bu inanç, tüm bu bilgilere rağmen mensuplarınca sürdürülmüş ve halen de sürdürülmeye devam etmektedir. Einstein’ın Madde - Enerji eşitliğiyle birlikte, Kuantum fiziğinin verileriyle de enerjinin, bilinçli gözlemcilerin varlığına bağlı bir biçimde maddeye nasıl dönüştüğünü anlamış olduk. Eğer enerjinin, maddeye dönüşümünü Bilinçli varlıkların mevcudiyeti gerçekleştiriyorsa o zaman asıl olanın Bilinç olduğu ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu da, Klasik boyutlarda olduğu gibi, Kuantum Boyutlarında da bir Bilinç olmadan hiçbir varlık ve eylemin oluşamayacağı anlamına gelmektedir.

Buna başka bir açıdan bakarsak, madde olarak algıladığımız bu boyut, algılayıcıların belli frekansları (anlamları) deşifresiyle oluşmaktaydı. Eğer farklı dalga boyları, deşifre edilseydi o zaman da bilinç, farklı bir maddesel boyutun varlığına hükmedecekti. Frekanslar değiştikçe madde kabulümüz her defasında değişeceğinden buradan bilincin madde olmadığı, olamayacağı kolaylıkla ortaya çıkmaktadır. Yani bilinç, maddenin var olmasıyla mevcut değildir. Maddeden kaynaklanamaz. Enerjinin, maddenin daha seyrek hali olması sebebiyle de bilinç, enerji de olamaz. Ancak bilinç dediğimiz şey, Afaki boyuttaki o enerjiyi meydana getirmekle birlikte onu kodlamakta, adeta bir beden gibi kullanmak için o enerjiye binerek onu titreştirmekte, böylece hangi boyutta olunursa olunsun fark etmez, anlam taşıyan sonsuz dalga boylarını, dolayısıyla sonsuz sayıda varlığın oluşmasını sağlamaktadır. Bu yüzden Bilinç, “Evrensel Özden”, “Kuantum Potansiyelinden” kaynaklanmakta olup Allah’ın “Salt Anlamlarına” dayanmaktadır. Bu yüzden Bilinç ölümsüzdür, yok edilemez. Çeşitli boyutlarda varlığını sonsuza dek sürdürür. Yine bu nedenle Kuran’da, “her nefs (benlik bilinci) ölümü tadacaktır” denmekte, ölümle birlikte belli bir süre kesintiye uğrayacaktır denmemekte, ima bile edilmemektedir.

 

* * *

(Yararlanılan Kaynaklar:Hz Muhammed Neyi Okudu, Kendini Tanı, Tek’in Seyri, Allah, İnsan Ve Sırları II, Evrensel Sırlar – Ahmed Hulusi / Mana İnsanı Olabilmek – Ahmed Fevzi Yüksel)

(1) Işınsal varlıkların daha önceleri gök semalarını dinlemeleri ve buradan haber çalmalarına meleki boyut içinde olmaksızın gerçekleştirebildiklerini “Boyutlar Ve Maddeleşmeler – (1)” / “Yerler, Gökler Ve Uzaylı Aldatmacası – (3)” adlı makalemizde değinmiştik. Dolayısıyla cinlerin, meleki boyutta olup olmama farkını çok iyi bilmemiz gerekiyor. Kaldı ki, öğrenebildikleri haberler bile ilgili konularla sınırlıydı. Evrensel dataları okuyor değillerdi. Zaten şu anda bile maddeye dönük olan bilinçlerce dahi, çok sınırlı bir biçimde Meleki boyuttan işin bilincinde olmaksızın rüya, his, uyanıkken vizyonlar, …vs. biçiminde geleceğe dönük birtakım bilgiler alınmıyor mu?  

(2) Resulullah, “Eğer şeytanlar âdemoğullarının kalplerinde dolaşmasaydı, onlar gökler âleminin gizliliklerini görürlerdi” diyerek şeytan kavramını, dışımızda bir varlık olarak düşünebileceğimiz gibi, aynı zamanda insanın terkipselliğine, dolayısıyla bedenselliğine dönük tüm düşünce ve fiilleri olarak düşündüğümüzde, insanın bu sınırlarını aşabilmesi durumunda, kendi Semasında (Bilinç Boyutlarında) Halifeliğinin özelliği olan tüm sırlara, arınmışlığı oranında vakıf olabileceğini belirtmektedir. 

 

 
 

Kenan Keskin
İstanbul - 02.03.2010
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com