Önceki
yazılarımızda da değindiğimiz üzere eski anlatımla
Kuantum Potansiyeli, tüm madde ve enerjinin, sonsuz
enerji – madde boyutlarının, kısacası bütün Sistem ve
Düzenlerin kaynağıdır. Başka bir deyişle, bilinenlerin
dışında daha farklı bir biçimde yani, “enerji-data
(kudret-ilim)” halinde var olan ve Esma Mertebesinin
ya da Allah’ın güzel İsimleri ve bu İsimlerden
kaynaklanan İlmi İlahinin (İlmindeki oluşumunun)
somutlaşarak oluşturduğu, “Sonsuz Mana (Esma)
Bileşimleri yüklü holografik özelliğine sahip Enerji
Dalga Okyanusudur”, “Mutlak Bilinçtir”, Ruh Adlı
Meleğin Bilincidir. Esma Mertebesi aynıyla yüklendiği
içindir ki “Ruhu Azam’ ın”, çokluğa dönük yönü olduğu
gibi, Öze dönük yönü de bulunmaktadır. Bu yüzden,
Kuantum Potansiyelinin dalgalanmış yapısı yanında
dalgalanmamışlık durumu da bulunmakta, ikinci özelliği
nedeniyle de, dalgalanmışlık haliyle kayıtlı
olmamaktadır. Kuantum
Potansiyeli Tek bir yapı halinde olup haliyle Tek bir
sistem şeklinde ortaya çıkmış olsa da kendi içinde
sonsuz boyutsallığa, dolayısıyla sistem ve düzenlere
sahiptir. Kuantum Potansiyelinde, mekân- zaman,
mesafe, yön, ağırlık, hacim, …vs. yoktur. Bilinen veya
bilinmeyen fizik yasaları mevcut değildir, olamaz da.
Sonsuz boyutluluğa sahip olduğundan, sonsuz varlık
türlerinin oluşturduğu tüm boyutların kaynağıdır.
Dolayısıyla, bizim bildiğimiz uzaklık, ön, arka, yukarı,
aşağı doğrultular, zaman, boyut, tüm yasalar… vs. o
boyuttaki mekânsız ve zamansız enerji dalgalanmalarında
mevcut “bilgi birikimlerinin”, “data bloklarının” yine
aynı biçimdeki bilinçli birimlerce o boyutun dışına
taşmaksızın kendine uygun dataları deşifresiyle
oluşmaktadır. Bu yüzden gerçekte bu boyutun Tecellisi
yoktur, olamaz da (bkz. Arz- Arş – (1)).
Başka bir deyişle, Kuantum Altı Boyutta her bir şey,
sahip olduğu olası her formuyla birlikte, aynı biçimde
bulunan diğer her şeyle bağlantılı olarak terkipsel
“datalar” halinde bulunmaktadır. Algılayıcıların
terkipsel yapısının bir program halinde mevcut
olması nedeniyle de bu birimler, olası olan bu Bütünden,
programlanmış terkiplerindeki “datalar”, “bilgiler”
istikametinde olanlarla rezonans kurduklarından, o
boyuttan ya da birimden açığa çıkanlar (projekte
olanlar) haliyle, programlarındaki mevcut bilgiler
olacaktır. Programlarında, terkiplerinde olmayan
bilgiler ise, doğal olarak ortaya çıkmaz ve Kuantum
Potansiyelinde yine potansiyel bir bilgi birikimi
(paralel evrenler) şeklinde kalırlar.
“Peki! O halde, Kuantum Potansiyeli yanında, Kuantum
Boyutu neden, niçin vardır ve nasıl oluşmaktadır?” Bir
defa, Kuantum boyutunun var olmasının birçok nedeni
bulunmaktadır. Bunlardan en önde gelenlerinden biri,
Allah’ın İlminin bir boyutundaki
“her an yeni bir tecellisinin” yani
“her an yeni, yeni yaratışta
oluşunun” çokluk boyutunun başka deyişle,
Meleki boyutun bir boyutunda (Kuantum Boyutunda)
karşılığının olmasından, açığa çıkmasından
kaynaklanmaktadır. Biraz daha açarsak,
Kuantum potansiyelindeki
paralel evrenler, gerçeği itibariyle, bir şeyin olası
tüm ihtimalli formundan hangisinin projekte edileceğinin
birimler tarafından bilinmezliği, bir anlamda “Kuantum
Boyutunu”, yani “Belirsizlik boyutunu” doğurmaktadır ki,
bu da var olan bir programın gereğidir.
Yani algıladığımız boyut, nasıl ki Kuantum
Potansiyelindeki bilincimizin ürünüyse, anlattığımız
nedenden ötürü Kuantum Boyutu da yine bilincimizin
bir projeksiyonu olarak açığa çıkmaktadır. Aynı
durum, cinler için de geçerli olup onlarda da kendi
boyutlarınca bir tür belirsizlik durumu bulunmaktadır
(bu nedenle her ne kadar yapıları gereği bizlere
nispetle avantajları olsa da cinler ve onlarla irtibatlı
insanlar için de gelecek, büyük çoğunlukla
bilinmezliğini korumaktadır) (1).
Sonuçta bu belirsizlik, bizim bilgi
yetersizliğimizden değil, doğanın kendisine ait bir olgu
olarak ortaya çıkar. Ya da ayrı bir deyişle, olay
birimin bilgisizliğinden kaynaklanır, ama bu bilgisizlik
Kuantum Boyutu itibariyle değil, Kuantum Altı Boyutu
itibariyledir. Bu nedenle bu olay, derinlemesine
düşünmeyenlerce ya da görmezden gelenlerce her zaman
belirttiğimiz gibi inandıkları tesadüflüğe bağlanmakta,
Kuantum Boyutunun, Mutlak Bilincin başka bir
kemalatının gereği olarak var olduğunu
anlayamamaktadırlar. İşte İslam’ın Fıtrat Dini
olması, Fatır olan Allah’ın, kendi İlminde, belli
bir düzenleme, planlama, ölçümleme, zamanlama… vs. ile
her şeyi belli bir terkip (terkipler) şeklinde
programlamış, bu terkiplerden hangi terkiplerin hangi
bağlantılarla açığa çıkacağını (ki, onun İlminde,
İndinde olup bitmiştir) belirlemiş ve bu durum Ruh Adlı
Meleğe yansıyarak O Ruhun Bilinci olan Kozmik Bilinç
tarafından kendinden kendine bir biçimde, kendi
boyutlarında yine aynı şekilde gerçekleşmiş ve bunun
sonucunda da “Mutlak Bilincin” bir boyutunda bilinçler
adı altında bilinmezlik ve bilinirlilik boyutları
projekte edilmiş olması gerçeğine dayanır.
Bu arada, Hadisler inkâr edildiği veya eksik
değerlendirildiği için Kur’ an’daki ifadelere bir türlü
yaklaşım sağlanamayan, haliyle hep yanlış ya da eksik
anlaşılan ve bu yüzden bir türlü de tatminkâr cevabı
verilemeyen Kader olayına ise, İndeterminizm,
Determinizm kavramlarını ayrı ayrı değerlendirip bu
konuyu yine Kuran ve Hadisler ışığında bilimsel dille
bir başka bölümde değineceğim. Ancak hemen şunu
belirtmek gerekir, o da Kader konusunu kesinlikle Teklik
ve Boyutsallık açısından ele alıp Allah’ın, varlıklar
adı altında (ki bu varlıkların kendilerine has bir
varlıkları yoktur) dilediğini yapmakta olduğunu göz
önüne alarak düşünmemiz gerekiyor (elbette bunu teorik
olarak söylüyorum). Yoksa “ötede bir tanrı var ve tanrı
dilediğini yazmakta ve kul da o yazgıyı zorunlu olarak
yerine getirecektir” şeklinde bir anlayış değildir,
Allah ismi ile işaret edilenin programı ve o programın
açığa çıkışı. Özetle, Teklik kavramı anlaşılmadan bunun
tam anlamıyla anlaşılması kolay kolay mümkün
olamamaktadır.
Burada çok önemli bir husus da, Kuantum Altı Boyuttaki
mikrodan-makroya her şeyin olası tüm formlarının olması,
tıpkı Allah’ın İlminde olduğu gibi, Kuantum
Potansiyelinde o özelliklerinin enerji-data halindeki
açığa çıkışında da bir sınırının olmamasından (sonsuz
oluşundan) ileri gelmektedir. Bu sebeple Kuantum
Potansiyeli, bu şekildeki yönüyle sonsuz olduğu gibi,
bunlardan sadece dilenilenleri açığa çıkartarak (projekte
ederek) oluşturduğu evrenler, evren içere evrenler
bütünü itibariyle de sonsuzdur. Kâinatın hangi boyutuna
zumlama yaparsak yapalım, hep sınırsızlık içindeki
sonsuzluklarla karşılaşmaktayız (bkz. “Dönüşebilmek”)
Sonuç olarak, O’nun İlminin ve Kudretinin hiçbir
boyutta bir sınırı ve sonu yoktur, olamaz da.
Genelde yanlış anlaşılan ve bir türlü oturtulamayan bir
konu da, Kuantum Altı Boyutuna göre, kendisinin de
içinde bulunduğu beynin oluşturduğu “görünür düzenin”,
“gizli düzene” nispetle bir hayal hükmünde oluşu
ve bunun sonuçlarıdır. Evet,
Âlemlerin aslı hayaldir, ancak bu, âlemlerin
kendisine göre olan bir hayal değildir. Kuantum
Potansiyeline, dolayısıyla Esma Mertebesine göre olan
bir hayaldir. Esma mertebesi ile yaratılmışa
nispetle Ruh Adlı Melek ise, hayal değil, “Mutlak
Gerçekliktir”, gerçeklik boyutudur. Bununla birlikte
âlemler de, kendisine göre gerçektir. Haliyle
sistemin sanal olması, sistemin geçersiz olduğu anlamına
gelmemekte, onu iptal etmemektedir. Bunu göz önünde
bulundurduğumuzda, tüm sonsuz evren içre evrenler,
kısacası görünen ve görünmeyen tüm varlık, “Kuantum
Potansiyelindeki Mutlak Şuurun” bir projeksiyonu olması
dolayısıyla, onunla kayıtlı olmayacak şekilde ondan ayrı
bir yapı değildir.
Bu nedenle Madde ve Mana (Şuur) bir Bütündür. Birine
ağırlık verilemez. Kuantum Potansiyelindeki Manalar
(Şuur) nasıl ki sınırsız ve sonsuzsa, o manalardan
meydana gelmiş aslı mana terkibi olan madde de yani,
sistem ve düzen, başka deyişle evren içre evrenler
bütünü de (burada maddeden kasıt, sadece bize somut
görünen yapı değil, bilinen bilinmeyen tüm katmanlarına,
enerji boyutlarının tümüne verilen isimdir) sınırsız ve
sonsuzdur ve Bütünsel yapısıyla sonsuz zaman boyunca
da mevcuttur. Böylece bir taraftan yaşadığımız
sistem ve düzen, yapılanların sonuçlarının otomatik
alındığı bir boyut olarak karşımızda dururken, diğer
taraftan da bu sistem ve düzen çeşitli aşamalarla
birer gerçeklik boyutu olarak sonsuza dek devam
eder, kabir, cehennem, cennet boyutları şeklinde.
Bu nedenle, o boyutta hükmi olarak (varsayımsal
olarak) var olan bir bilinç de, kendinden açığa
çıkan bir sistem ve düzenin içinde yer aldığından,
Bütüne potansiyel olarak sahip olup bu potansiyeli
sınırlı (terkibi kadar) açığa çıkarttığından ve o
sistemle kayıtlı olduğundan ortada olan o sistem ve
düzene ters hareket edemez. Başka deyişle, İlahi
Hükümlere kesin uyması gerekmektedir. Uymaması halinde
ise, ne kadar
“varlık hayalden ibarettir”
derse desin, istediği kadar algıladığı sistemle kayıtlı
olmadığını düşünüp bir de bu düşünce boyutunun daha üst
düzeyinde olarak olağanüstü şeyler ortaya koysun
fark etmez, tıpkı bunu bilmediği durumdaki gibi,
yaptıklarının karşılığını otomatik olarak
bu boyutta ve ahirette alacak,
onca bilgiye rağmen bunların acısını maddi ve bilinçsel
anlamda gerçekçi bir biçimde yaşayacaktır. Ve bu da,
kendinden açığa çıkanların sonuçlarının, yine kendinden
açığa çıkan projeksiyonlar içinde yaşanarak
gerçekleşecektir. Böylece bu boyutta, dolayısıyla ölüm
ötesi boyutlarda, o bilginin yaşantısını hiçbir şekilde
elde edemeyecektir.
Varlığın aslının hayal olduğunu bilen, ama bu bilginin
ötesinde kendisinden açığa çıkan kuvvelerle
kendi terkibini (sınırlarını) aşan ve Kuantum Potansiyelinde yaşayan bir
birim içinse (yaşam, kendisinde fark ettiği bu
kuvvelerin ortaya çıkmasıyla oluşur), kendisinden açığa
çıkan o sistem ve düzenin, Esmalarla bir bütünlük teşkil
ettiğini görüp bildiğinden, Mutlak Şuurun yansıması olan
o şeyle ters düşmesi diye bir şey olamaz (2). Bu
ise, bir zorunluluk ya da kayıtlılık değil, görüldüğü
üzere bir Kemalin (Kemalatın), bir Şuurluluğun gereğidir
(bkz. “Din- Bilim 9.”). Bunun yanında, Esma
terkiplerinden sıyrılmış olan bu birimler indinde, tıpkı
cehennem boyutunda olduğu gibi, cennet boyutu da bir
hayaldir. Ancak onlar Cennetin Batınını yaşarlar. Başka
bir deyişle, “Esma Cennetini”. Bu yüzden Hakikatin dili
olan ve tüm bunları bize açıklayan zevat, o sistemin
şartlarına ters düşecek düşünce ve eylemlerden hep
kaçınmış, sistem ve düzende yapılması gereken her ne
varsa en ince ayrıntısına kadar bunları dikkate alarak,
bu İlahi Hükümlere uyarak yaşamışlardır. Hiç
birinde kaos yaratacak eylemler görülmemiştir. Yine bu
nedenle, belli bir görev gereği dışında Resul ve Nebiler
mucize, Veliler de keramet ortaya koymamışlardır. Bu
durum, devamlı olarak normalüstü eylemler yani,
İstidraçlar gösterenlerin, sistemi yeter şartlarda
bile bilemediklerini göstermektedir. Buradan da
otomatik olarak, Deccal lakaplı birimin felsefesinin ve
bu felsefesinin ispatı niteliğinde ortaya koyacağı
olağanüstü hallerle, sistemi asıl gerçek yönüyle
bilemediğini açıkça göstermektedir. Özetle, her şey
Haktır, o da Hak’tır, bu da Hak’tır, hepimiz Biriz, …vs.
ama ortada olan ve her an işleyen bir de Sistem ve Düzen
vardır. Yani her şey Hak’tır, ama Sistemsiz ve Düzensiz
bir Hak değil. O Sistem ve Düzende var olan da yine o
Tek’in kendisi değil midir? Maalesef devamlı bunu
dillendirenler, Sistem ve Düzenden tek kelime bile
etmemekte ya da edememektedirler.
Kuantum Potansiyelinin, Hayal Âlemi olmasından
bahsedilmesi ise, tüm evren içre evrenlerin, bütün
sistem ve düzenlerin…vs. Kuantum Potansiyelinde mana
terkipleri şeklindeki bir tasarım halinde olması
sebebiyle, bu terkiplerin kaynağı olan “İsimlerin Salt”
haline yani, daha geniş anlamda “Esma Mertebesine”
nispetle bir sanal çıktı olmasından ileri gelmektedir.
Keza yine “Kuantum Potansiyelinden” ya da “Ruh Adlı
Melekten” çokluk boyutu, sistem ve düzen ve afakî boyut
olarak ayrı ayrı söz edilmesi de yine aynı nedene
dayanmaktadır (Yenilen moduna göre bu boyutun tarifi
ileriki bölümlerde yapılacaktır).
Şimdi de, Boş Uzayın tanımını, Boş uzaydaki tüm
parçacıkların sahip oldukları özellikleri, evrenlerin
vakumdan tesadüfen meydana gelemeyecekleri, dolayısıyla
Uzay Boşluğunun, Mutlak Bilinç ve Din adı altında
anlatılmakta olan şeyle olan bağlantı noktalarına
geçmeden önce, bilincin kaynağı konusuna kısaca göz
atalım. Bildiğimiz gibi, yüzyılımızın başında atomun
parçalanmasına kaynaklık eden Genel Göreceliğin madde-
enerji eşdeğerliliği ilkesine göre madde, enerjinin
yoğunlaşmış biçimiydi. Dolayısıyla maddenin iflasıyla,
ellerinde kesin veriler olmaksızın maddeyi temel alan ve
her şeyin maddenin dönüşümü sonucu rastgele bir biçimde
oluştuğunu savunan materyalizm de iflas etmiş, ancak
bu felsefenin bilimsel bir veri olmayıp o şeye iman
meselesi olması sebebiyle bu inanç, tüm bu bilgilere
rağmen mensuplarınca sürdürülmüş ve halen de
sürdürülmeye devam etmektedir. Einstein’ın Madde
- Enerji eşitliğiyle birlikte, Kuantum fiziğinin
verileriyle de enerjinin, bilinçli gözlemcilerin
varlığına bağlı bir biçimde maddeye nasıl dönüştüğünü
anlamış olduk. Eğer enerjinin, maddeye dönüşümünü
Bilinçli varlıkların mevcudiyeti gerçekleştiriyorsa o
zaman asıl olanın Bilinç olduğu ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla bu da, Klasik boyutlarda olduğu gibi,
Kuantum Boyutlarında da bir Bilinç olmadan hiçbir
varlık ve eylemin oluşamayacağı anlamına
gelmektedir.
Buna başka bir açıdan bakarsak, madde olarak
algıladığımız bu boyut, algılayıcıların belli
frekansları (anlamları) deşifresiyle oluşmaktaydı. Eğer
farklı dalga boyları, deşifre edilseydi o zaman da
bilinç, farklı bir maddesel boyutun varlığına
hükmedecekti. Frekanslar değiştikçe madde kabulümüz
her defasında değişeceğinden buradan bilincin madde
olmadığı, olamayacağı kolaylıkla ortaya çıkmaktadır.
Yani bilinç, maddenin var olmasıyla mevcut değildir.
Maddeden kaynaklanamaz. Enerjinin, maddenin daha
seyrek hali olması sebebiyle de bilinç, enerji de
olamaz. Ancak bilinç dediğimiz şey, Afaki boyuttaki o
enerjiyi meydana getirmekle birlikte onu kodlamakta,
adeta bir beden gibi kullanmak için o enerjiye binerek
onu titreştirmekte, böylece hangi boyutta olunursa
olunsun fark etmez, anlam taşıyan sonsuz dalga
boylarını, dolayısıyla sonsuz sayıda varlığın oluşmasını
sağlamaktadır. Bu yüzden Bilinç, “Evrensel Özden”,
“Kuantum Potansiyelinden” kaynaklanmakta olup Allah’ın
“Salt Anlamlarına” dayanmaktadır. Bu yüzden Bilinç
ölümsüzdür, yok edilemez. Çeşitli boyutlarda varlığını
sonsuza dek sürdürür. Yine bu nedenle Kuran’da,
“her nefs (benlik bilinci) ölümü
tadacaktır” denmekte, ölümle birlikte belli bir
süre kesintiye uğrayacaktır denmemekte, ima bile
edilmemektedir.
* * *
(Yararlanılan Kaynaklar:Hz Muhammed Neyi
Okudu, Kendini Tanı, Tek’in Seyri, Allah, İnsan Ve
Sırları II, Evrensel Sırlar – Ahmed Hulusi / Mana İnsanı
Olabilmek – Ahmed Fevzi Yüksel)
(1)
Işınsal varlıkların daha önceleri gök
semalarını dinlemeleri ve buradan haber çalmalarına
meleki boyut içinde olmaksızın gerçekleştirebildiklerini
“Boyutlar Ve Maddeleşmeler –
(1)” / “Yerler, Gökler Ve
Uzaylı Aldatmacası – (3)” adlı makalemizde
değinmiştik. Dolayısıyla cinlerin, meleki boyutta olup
olmama farkını çok iyi bilmemiz gerekiyor. Kaldı ki,
öğrenebildikleri haberler bile ilgili konularla
sınırlıydı. Evrensel dataları okuyor değillerdi. Zaten
şu anda bile maddeye dönük olan bilinçlerce dahi, çok
sınırlı bir biçimde Meleki boyuttan işin bilincinde
olmaksızın rüya, his, uyanıkken vizyonlar, …vs.
biçiminde geleceğe dönük birtakım bilgiler alınmıyor
mu?
(2)
Resulullah,
“Eğer şeytanlar âdemoğullarının
kalplerinde dolaşmasaydı, onlar gökler âleminin
gizliliklerini görürlerdi”
diyerek şeytan kavramını, dışımızda bir
varlık olarak düşünebileceğimiz gibi, aynı zamanda
insanın terkipselliğine, dolayısıyla bedenselliğine
dönük tüm düşünce ve fiilleri olarak düşündüğümüzde,
insanın bu sınırlarını aşabilmesi durumunda, kendi
Semasında (Bilinç Boyutlarında) Halifeliğinin özelliği
olan tüm sırlara, arınmışlığı oranında vakıf
olabileceğini belirtmektedir. |