Rölativite
teorisine göre uzay ve zaman birbirinden ayrı olmayıp
tek bir bütündür. Bu yüzden de uzay-zaman tabiri
kullanılmaktadır. Ancak, dört boyutlu uzay-zamanı
kafamızda canlandıramadığımız için, üç boyutu, iki
boyutlu yüzey olarak, dördüncü boyut zamanı da, mekânla
temsil edilen bu yüzeyin her bir noktasına dik
doğrultudaki üçüncü boyut olarak ele alırız. Yoksa
buradaki “alan” dediğimiz şey, gerçekte üç boyutlu bir
hacimdir. Zaman, soyut olup görünmediğinden iki boyutlu
uzay, içerdiği madde ve enerji nedeniyle zaman
boyutuna doğru eğrilerek uzay-zaman alanını meydana
getirmekte ve bu alan her saniye ışık hızıyla zaman
boyunca ilerlemektedir. Bu uzay-zaman yapısındaki eğri
büğrülük aynı zamanda, evrendeki zaman akış hızını da
bize göstermektedir. Her tür taneciklerden, gezegen ve
yıldızlara, galaksilere kadar her şey, bu yüzeyde
hapsolmuş olarak çeşitli şekillerdeki eğilmelere,
bükülmelere, deformasyonlara karşılık gelen yapılar
halinde karşımıza çıkarlar. Her yeri kaplayan
uzay-zaman yapısı büzülebilir, burulabilir,
katlanabilir, esnetilebilir, daraltılıp
genişletilebilir, …vs. bir yapıda olduğundan bu
durum bazı bilim adamlarınca (teorik açıdan) ışıktan
hızlı gitmenin bir yolu olarak da görülmektedir. Bu
yüzden bizler hareket edeceğimize, yapacağımız bir
araçla uzayı hareketlendirmek suretiyle önümüzdeki
uzay-zaman ağını büzüp, arkamızı genişleterek tıpkı
yürüyen merdivende olduğu gibi istenilen uzaklıklara çok
daha kısa zamanlarda gidebileceğimizi söylemektedirler.
Karadelikler ise, bu “alanın” en çok büküldüğü hatta
“alanda” dipsiz bir kuyu ve bu kuyunun ucunda bir delik
oluşturarak (alanı yırtarak) bir tünel mekanizmasıyla
aradaki mesafeler ne olursa olsun uzayın başka
noktasına, noktalarına üçüncü yani, dördüncü boyuttan
bağlantılar kurmaktadır. Ayrıca, nasıl ki dünya üzerinde
bulunan bir yeri belirlemek için meridyen ve paralellere
bölüp dörtgenler oluşturuyorsak benzer şekilde
uzay-zamanı da bulunduğu boyut (büyüklük) itibariyle
enlem ve boylamlardan oluşmuş dörtgenler şeklinde
düşünebiliriz. Böylece kesişen çizgilerin oluşturduğu
dörtgenlerin büyüklüğü, doğal olarak boyutların durumuna
göre büyük ya da küçük olacaktır
(Bkz. “Birleşik Alanlar Teorisi – 4”, “Rölativite
Teorisi – 2”, “Zamanın Doğası”)
(1).
Bunu göz önünde bulundurduğumuzda Makroskopik uzayda
kütlenin bulunmadığı uzay geometrisi dümdüz yani, Öklit
geometrisi iken, büyük kütleli cisimlerin yakınındaki
uzay, o kütle nedeniyle eğildiğinden, büküldüğünden
uzay, Rieman eğri uzay-zaman geometrisiyle tarif edilir.
Fakat bu durumda bile, büyük ölçekteki eğri uzayın küçük
ölçeği, yine düz olmaktadır. Tıpkı, dünyaya uzaydan
baktığımızda yüzeyinin eğri olmasına karşın, daha
yakından incelediğimizde bunun aslında girintili-
çıkıntılı, çok pürüzlü olduğunu tespit etmemiz gibi.
Niçin buna değindik? Çünkü evrenin yapısını ve onda
işleyen yasaları anlamak için bir geometriye ihtiyaç
vardır. Planck mertebesi üzerindeki uzayda bir geometri
bulunduğundan, bu geometri sayesinde evrenin nasıl bir
davranış sergilediği, içindeki oluşumlar aşama- aşama
kesin tespiti yapılabilmektedir. Buna karşın bu
boyuttaki uzaya zumlama yapıp molekül, atom, çekirdek ve
kuark mesafelerinin de ötesine geçerek Planck
boyutlarına indiğimizde, onun hemen altındaki uzayın
(boyutun) yani, bu mesafeden de daha kısa bölgelere ait
uzay geometrisinin, düz ve pürüzsüz olmaktan çıkıp
tamamen çıldırdığını görmekteyiz. Daha açık ifade
edersek, bu denli küçük mesafelerde evrenin uzay-zaman
yapısı (alanı, topolojisi) düzgünlüğünü kaybederek
“alandaki” girintiler, çıkıntılar, eğilmeler, bükülmeler
çok fazla miktarlarda artmakta, bununla birlikte alanda
yırtılmalar, birbiriyle olan bağlantılar, birbiri içine
girip çıkmalar ve tüneller meydana gelmektedir. Böylece
uzay-zaman yapısı kaybolarak matematik oluşturacak,
fizik yasaları çıkartacak uzay geometrileri yok olmakta
ve tüm yasalarımız tamamıyla çökmektedir. Ve bu düzensiz
“alanlar” her 10 üssü (-43) sn de bir durumlarını
(şekillerini) değiştirerek hareketli ve ne olacağı
önceden bilinemeyen belirsiz bir dalgalanmaya
dönüşmekte, olası her şeyi sergileyecek potansiyel bir
duruma dönüşmektedir (belirsizlik ilkesi ve süper
pozisyon durumu). Evrenin Planck mesafesi (alanı)
içindeki bu düzensizlik durumu nedeniyle bu boyuta
“Kuantum Köpüğü” adı verilmektedir (2).
Sisteme yine bu şekilde yani, tamamen “alanlar” olarak
baktığımızda, klasik anlamdaki big-bang in oluşumu ve
evrenin genişlemesinin biçimi de değişmekte böylece
bu “alan”, belirsizlik ilkesince tamamen sıfır
olamayacağı için 10 üssü(-43) saniyede bir salınım
gösteren kuantum köpüğünün (alanın), bir yerinden start
alıp dalgalanması ve bu dalgalanmanın Planck mesafesi
üzerine genişlemesi şeklinde olmaktadır. Bu “alan” daha
detaylı incelenirse J. Wheleer’in deyimiyle, tamamıyla
kuantum köpüğünü oluşturan kurtdeliklerinden (dolayısıyla
tünellerden) meydana geldiği ve yanı sıra da her bir
noktanın, diğer tüm noktalarla girdaplar oluşturarak
uzayı yırtan bu tünel mekanizması ile bağlantılı
oldukları görülmektedir. Başka bir deyişle, tek bir
Planck içi bu kaotik dalgalanmadaki kuantum
iniş-çıkışları, tek bir kurtdeliğinin var oluş ve yok
oluşuyla temsil edilmektedir. Böylece J. Wheleer,
Kurtdelikleri olarak açığa çıkan kabarcıkların yani,
her an ortaya çıkıp daha öncelerinin yok olduğu bu
kuantum köpüğünün (köpüklerin, var oluş ve yok
oluşları, aynı zamanda, evrenin sahip olabileceği tüm
ihtimalli potansiyel (süperposizyon) durumunu da
göstermektedir) bir göle atılan taşın oluşturduğu
dalgalar misali, Planck mertebesi üzerine doğru
dalgalanmasıyla, boyutları yani, çeşitli
dalgalanmalara (tıpkı Stringlerde olduğu gibi titreşim
modellerine, kalıplarına) karşılık gelen kuvvet alanları
ve tanecikleri oluşturduğunu ve bu dalgaların çeşitli
şekillerde birbirleriyle etkileşmeleri sonucu da
atomların, moleküllerin ve bildiğimiz nesnelerin meydana
geldiğini belirtmektedir. Bir diğer ismi de “Süper Uzay”
olan zamansızlık boyutunda yaratılan ve yok olan
ve uçları Planck boyutlarında bulunan kurtdelik
tünelleri, kıpır kıpır olup devamlı uzanıp kısalmakta,
birbirlerine karışmaksızın birbirleri üzerinde
dolanmaktadırlar
(Bkz. “Kurtdelikleri”, “Birleşik Alanlar Teorisi” – 6).
Nasıl ki noktalardan oluşmuş bir çizgi veya resimler
uzaktan kesintisiz bir çizgi veya dopdolu (boşluksuz)
bir alan olarak görünüyorsa, bu kırışık alanlar ya da
her an var olup yok olan bu nokta gibi düşündüğümüz
kurtdelik yapısı da aynı şekilde Planck üstü düzeylerde
görünmemektedir. Bu kırışıklıkların görünmemesinin bir
nedeni de Sıfır Nokta Enerji düzeyindeki kaotik şiddetli
“alan” dalgalanmalarının toplamda sıfırı vermesinden
kaynaklanmaktadır. Böylece Planck üstü uzaylarda
kırışıklıklar ortadan kalkmaktadır. Dolayısıyla, Planck
altı (içi) “sanal vakum da” tamamıyla düzensiz, kaotik
görünümlü bir yapı olan “alan”, Planck mertebesinden
itibaren giderek daha düzenli hale gelmeye
başlamaktadır. Böylece uzay- zaman yapısı üst boyutlara
çıktıkça her defasında dörtgenler tek bir dörtgen olarak
ortaya çıkmakta, bu durum algıladığımız boyuta kadar
öylece devam etmektedir (a). Sonuçta bir açıdan
bakıldığında tüm tanecik ve kuvvet taşıyan parçacıkları
kısacası tüm varlık, bir anlamda kuantum köpüklerinden
başka bir şey değillerdir. Dolayısıyla, bildiğimiz
anlamdaki madde ve enerjinin bulunmadığı, yani alanın
dalgalanmamışlık halini hiçlik olarak düşündüğümüzde,
evrendeki her şeyin hiçlik (boşluk) dalgalanmalarından
oluşmuş (o düzeye göre) hiçten ibaret, hiç oldukları
gerçeği ortaya çıkmaktadır, tıpkı İslam Mistisizminin de
belirttiği üzere. Peki ya, yine mistisizmin işaret
ettiği Mutlak Hiçlik?
(Bkz. Evrenin Geometrisi, Karanlık Madde Ve Boşluk
Enerjisi).
Başka benzer bir modele göreyse, yine aynı şekilde bu
boyut, Planck zamanı süresince vakumda Planck
mertebeli enerji taneciklerinin var oluş ve yok
oluşlarıyla tamamıyla bir enerji çorbasına dönüştüğü bir
arena olarak karşımıza çıktığını görürüz. Elbette
yine alan dalgalanmalarının en belirgin olduğu
(kabardığı) bölgeleri, parçacık yönüyle, tanecik
çiftlerinin oluştuğu yerler olarak düşünmemiz gerekir.
Artık o boyutta evren dediğimiz şey, içinde
bizim evrenimizin de yer aldığı ve sonsuz evrenleri
meydana getiren Planck mertebeli big-bang taneciklerinin
(kurtdeliklerinin) var olup yok oldukları ve ancak
aralarından bazılarının patlayarak ya da genişleyerek
(şişerek) açıldığı yapı halini almaktadır (3).
Bu nedenle gerek yukarıda açıkladığımız gerekse de şimdi
açıkladığımız model klasik kozmolojiden birazcık
farklıdır. Çünkü klasik big-bang teorisi, Kuantum
Fiziğini içermez. Klasik kozmoloji, sadece tek
bir evrenin mevcudiyetini kabul ederek bu evrenin de
sıfır hacimli, sonsuz enerji, sıcaklık ve yoğunluklu bir
tekillikten, dolayısıyla tüm bunları parça olarak kabul
edip tamamen bunun ötesinde bulunan Tanrı tarafından
(ki, böyle bir şeyin olamayacağını birçok yerde dinsel
ve bilimsel delilleriyle açıklamıştık) yoktan bir anda
var edildiğini ve bunun zaman içinde genişleyerek
görünen evreni oluşturduğunu söylemekteydi. Eğer
kuantum fiziğini (belirsizlik ilkesini) teoriye dahil
edersek, yukarıda ifade ettiğimiz gibi evrenin tek
bir evren olmayıp sayısız Planck mertebeli evrenlerin
varlığı ortaya çıkmakta, bunlardan bazılarının (ki, sayı
sonsuz oluca sonuçta açığa çıkanlarda yine sonsuz sayıda
olmaktadır) kuantum tünelleme yoluyla Planck engelini
aşmak suretiyle evrenimiz ve evrenleri oluşturduğu
görülmektedir (bunun dinsel verileri yok etmediğini
bilakis dinsel verilerin bunu zaten söylediğini ileriki
yazılarda tekrar değineceğim). Elbette “alan”
yönüyle Planck engelinin aşılması, Planck mertebesi
üzerine olan dalgalanmayla olmaktaydı.
Planck mertebesini biraz daha irdelediğimizde, evrenin,
big-bang anının t=0 ile t= 10 üssü (-43) saniye arası
Planck zamanı (boyutu) olarak isimlendirilirken, everen,
10 üssü (-43). saniyede, 10 üssü (-33) cm çaplı,
yaklaşık 10 üssü (-5) gr kütleli, 10 üssü (19) Gev’ lik
enerjili bir enerji yumağı veya dalgalı bir enerji
alanına sahip olmaktadır. Bir başka açıdan, Planck
zamanınca var olup yok olan kurtdelikleri, yani kuantum
köpüğü adı verilen boyut, t=0 kabul edilerek yaratılış,
Planck üstü boyuta geçiş anı olarak kabul edilmektedir.
Bunun yanında evren Planck boyutu üzerinde, dalgasal
anlamda ya da şişme şeklinde olsun fark etmez
genişlemesine devam ettiğinde o evrenin en temel yapı
taşı boyutu, yine Planck mesafesi olmaktadır.
Dolayısıyla 10 üssü (-33) cm.’ lik Planck mesafesi
sadece big-bang anından hemen sonrasındaki belli bir
zamanda var olan boyut olmakla birlikte, ondan sonraki
tüm aşamadaki uzay-zamanın her bir noktasında da
bulunmaktadır. Başka bir deyişle, uzay-zaman yapısı en
temel düzeyde Planck mesafeli bir “alandan” ya da
taneciklerden (üç boyutlu düşünürsek küreciklerden)
yapılanmıştır. Başka bir deyişle evren, Planck ve
onun katlarından oluşmuştur. Bu açıdan baktığımızda,
saniyede 300 bin km yol alan ışığın her Planck zaman
dilimi olan 10 üssü (-43) sn de, 10 üssü (-33) cm yol
aldığını yani, Planck zaman aralığında Planck mesafesini
kat ettiğini görürüz. Bu nedenle sadece evrenin
yaratılışındaki Planck öncesi zamanda değil, şuanda da
evrenin zeminini oluşturan Planck zamanından daha kısa
sürelerde veya Planck mesafesinden daha küçük
bölgelerde, bilinen fizik yasaları uygun geometri
bulamadığından çökmektedir (böyle bir bölgeye elbette
ışıktan hızlı gidilmesi takdirde girilmektedir). S.
Hawking’in belirttiği, eşyaların, bedenimizin veya
uzayın herhangi bir noktasındaki mikro ölçekli ya da
makro ölçeklere kadar ulaşabilen bebek evrenlerin,
bizimle, evrenimizle, evrenimizdeki yapılarla olan
bağlantı noktası (ağzı) da, 10 üssü (-33) cm boyutundaki
Planck mertebesinde bulunmaktadır. Bu boyutun altında,
yani 10 üssü (-43). saniyenin hemen öncesinde evren,
bilinen uzay-zamanın ortada olmadığı tamamen soyut bir
boyut ve yapı haldeyken, yani uzay-zaman sanal bir
durumdayken (bu yüzden bu boyutta zaman, “sanal
zaman” olarak ifade edilmektedir) Planck boyutu ve
hemen sonrasında bildiğimiz anlamda somut duruma, boyuta
dönüşmüştür, yani üç boyut + bir zaman boyutu. Bu soyut
boyut, bir anlamda kaotik görünümlü “kuantum köpüğü”
olarak karşımıza çıkarken, buna bir başka açıdan ve daha
detaylı baktığımızda bu Planck enerji küreciklerinin
kurt delikleri (mini karadelikler), dolayısıyla bu tünel
içinin de, bildiğimiz enerji türünden tamamen farklı ve
ışıktan hızlı hareket eden Takyonlar, “Takyon Boyutu”
oldukları görülmektedir.
Planck mertebesinin hemen altındaki uzaya gerek “alan”
gerekse de tanecik yönüyle bakalım fark etmez
anlattığımız nedenlerden ötürü dört temel kuvvetin tek
bir “alan” ya da parçacık olarak birleştiği bu boyutun
matematiği bir türlü oluşturulamadığından dolayı
(sistem kendi içinde parça parça ele alınıp ayrı ayrı
belirlendiğinden), sistem bir bütün olarak
gösterilememekte, tam anlamıyla
tanımlanamamaktadır. Yani, kütle çekim kuvvetinin uzayın
geometrik yapısının bir sonucu olması, Planck
boyutlarında da bu geometri kaybolduğundan kuantum
fiziğiyle, genel görecelik kuramı birleştirilememekte,
denklemler hep sonsuzluk vermektedir. Ayrı bir
deyişle, kuantum fiziğinin Standart modeline göre,
tanecik ve kuvvet alanlarının noktasal parçacıklar
olarak tanımlanmasına karşın, gravitasyonel kuvvetin
uzayın geometrisiyle ilgili olması ve bunun tanecik
olarak tespit edilememesi (teorik olarak graviton
parçacığı olarak ifade edilmektedir) fiziğin
birleştirilmesine engel teşkil etmektedir. Bu nedenle
Fiziğin birleştirilmesi (sonsuzlukların giderilmesi)
konusunda anlatageldiğimiz bazı teoriler (ki bunların
altyapısı, çok güçlü matematiğe ve birtakım deneylere
dayanmaktadır) oluşturulmuş, bunlar genel anlamda
sistemi doğru bir biçimde açıklamayı başarmış ve
sistemin genelini tanımlaması yönündeki bu çalışmalar
günümüzde de, beklentiler doğrultusunda hâlâ devam
etmektedir.
Böylece Planck mertebesi, fiziğin birleşmesinin
gerçekleştiği düzey olduğundan onun öncesindeki sıfır
anına ya da mesafelerin sıfır noktasına kadar olan
bölümün de anlaşılmasını bize göstermesi beklenmektedir.
İşte, ağzı Planck boyutlarında olan tünel içi
mekanizmasıyla, yani takyonlarla bir anlamda
belirsizliğin ardında yatan “Kuantum Altı boyut”
tanımlanmaya çalışılmıştır (birtakım deneylerle bu boyut
da ispatlanmıştır). Kuantum Altı Boyutu da içine
alacak şekilde sistemi en geniş ve detaylı açıklamaya
çalışan ve fiziğin yenilen modu olan “Stringler”
de, her biri Planck mertebesinde 10 veya 11 boyutlu bir
biçimde yer almakta olup, bu boyutların dört boyutu,
uzay-zamanımızı meydana getirmek üzere açılmışken, geri
kalan 6 ya da 7 boyutu da yine Planck düzeyinde kapalı
kalarak Planck altı boyutu temsil etmekte, yani Planck
altı kaotik dalgalanmanın yerini almaktadır (dolayısıyla
kapalı olması bir işlevinin olmaması anlamında değildir)
(4). Yalnız burada önemli bir husus, bir
noktada, bu teorilerin içerdiği şeylerin birbirlerini de
açıklamakta oluşlarıdır (Bkz. Din- Bilim 10).
Bunlara kısaca değinip Boş uzaya tekrardan geri
döndüğümüzde, vakumun kendi içinde farklı boyutları
barındırması sebebiyle, boşluk kavramını da genel
anlamda iki şekilde değerlendirmekteyiz. Birincisi
Planck boyutundaki (haliyle altındaki) alanların ya da
enerji taneciklerinin var olduğu ve sınırsız bir boyut
olan “Sanal (Yalancı) Vakum” boyutu, ikincisi de, sanal
vakum boyutunda var olan Planck kütleli tek bir
taneciğin ya da kararsız alanın, kararlı duruma geçip
evrenimizi meydana getirmek üzere genişleyerek
oluşturduğu uzay-zamanın içinde var olan vakum
boyutudur ki, buna da “gerçek vakum” adı
verilmektedir. İlgili yazılarımızda da değindiğimiz
üzere, bulunduğumuz boyuttan alt boyutlara doğru
indiğimizde, her şeyden arındırılmış bölgelerin,
sağduyumuza göre boş olmayıp “belirsizlik ilkesince”
çeşitli tanecik türleri ve kuvvet taşıyan parçacıkların
çiftler halinde çok kısa sürelerce var olup yok
oldukları ortaya çıkmıştı. Aynı olaya “alan” gözüyle
bakacak olursak “alanların” genel anlamda belirsizlik
ilkesince sıfır olamayacağı için “gerçek vakum” içinde
dalgalanmaların her an var olacağı görülmekteydi.
Haliyle yukarıda da belirttiğimiz gibi bu uzay-zaman
alan dalgalanmalarının en belirgin olduğu (kabardığı)
bölgeleri de, parçacık yönüyle, tanecik çiftlerinin
oluştuğu yerler olarak düşünebiliriz. Dolayısıyla
“gerçek vakum” itibariyle çeşitli boyutları bünyesinde
barındıran bu boşluktaki uzay-zaman dalgalanmaları da
kararsız bir hal almaktadır.
Klasik fiziğe göre boş olarak kabul edilen ve Mutlak
Sıfır olarak nitelendirilen (0) Kelvin ve ya (-273)
santigrad dereceli bu bölgelerin kuantum fiziğine göre
boş olmayıp saniyenin trilyon kere milyarda bir
anında yokluktan yaratılan ve yine o yokluğa geri dönen
fermon ve boson tanecik çiftleriyle tamamen dolu
olduğunu, bunların da “virtüel parçacıklar” şeklinde
isimlendirilerek gerçek parçacıklarla her an
etkileşime girdiğini “Casmir etkisi” ve “Lamb kayması”
deneyleriyle bilmekteyiz. Boşluk kuantumlu
olduğundan az önce dediğimiz üzere “Virtüel parçacıklar”
da belli enerji düzeylerinde yer almaktadırlar. Bu
nedenle mesela, bir sarkacı göz önüne aldığımızda sarkaç
makroskopik uzayda sonsuza dek salınımını sürdüremez.
Havadaki moleküllerin oluşturduğu direnç belli bir süre
sonra sarkacın durmasını sağlayacaktır. Ancak
sarkacımızın boyutlarını boş uzaya girecek derecede
küçülttüğümüzde sarkacımızın durmak yerine, boşlukta,
indiği boyutla doğru orantılı olarak vakum
parçacıklarının giderek şiddetlenmesi sebebiyle daha da
hızlanacaktır. Oysa (-273) santigrad derece de ısıl
(enerji) hareketliliğinin bulunmaması nedeniyle bir
tanecik halini alan sarkacın da hareketsiz olması
gerekirdi. Sonuç da Sıfır Nokta Enerji Alanında enerji
asla sıfır olamaz (olamaz), anlattığımız sebeplerden
ötürü mutlaka bir hareketlilik bulunmaktadır. Eğer
bizler o boyutta bulunsaydık sarsıntıdan asla duramaz,
Planck mertebesine inmiş olsaydık bu sarsıntının gücünü
hayal bile edemezdik. Dolayısıyla hangi açıdan ele
alırsak alalım, kararlı olan bu tanecikler, kararsız
parçacıklarla, tıpkı bir bulut gibi tamamen çevrilmiş
olarak bu çalkantılı okyanusta her an onların saldırısı
altında varlıklarını devam ettirmekte ve evrenimizi
mucizevi bir biçimde ayakta tutmayı başarmaktadırlar.
Boşluğun hayret verici özelliğine devam ettiğimizde,
evrenin % 99, 999…’ unun, boşluktan meydana geldiğini
görmekteyiz. Sadece atom çekirdekleri ile elektronlar
arasındaki devasa boşlukta bulunan virtüel
parçacıklarının mevcudiyetleri bile potansiyel olarak
korkunç enerjileri saklı tutmaktadır. Bir protonlu
çekirdek ve ona en yakın enerji düzeyinde hareket eden
bir elektrondan oluşan bir hidrojen atomunda var olan
potansiyel durumdaki enerjiyi hesapladığımızda bunun,
evrendeki tüm enerjinin bir milyar katına eşit olduğunu
görmekteyiz. Başka bir deyişle, John Wheeler’in
deyimiyle her bir santimetreküplük boşluktaki enerjinin,
meşhur kütle- enerji eşitliğine göre kütle eşdeğerinin
10 üssü 80 ton olduğunu bunun da tüm evrende bilinen
maddenin çok, çok üstünde olduğu ifade edilmektedir.
Kıyaslama açısından, bir santimetreküplük hacimde var
olan çekirdek enerjisinin kütle eşdeğerinin 10 üssü 8
ton olduğunu düşünürsek, boşluğun bunun 10 üssü 80 kat
daha fazla olduğu açıkça görülmektedir.
(Yararlanılan Kaynaklar: Evrenin Zarafeti – Brian Grene
/ Mistik Düşünce Ve Yeni Fizik – Michael Talbot /
Stephen Hawking’le Zaman Ve Uzayda Gezinti – Kity
Ferguson / Karadelikler – John Tyalor / Tanrı Ve Fizik –
Yrd. Doç. Dr. Ferit Uslu / Evreni Dokuyan İplikler,
Hiçlik Denen Yer – Zeynep Camat / Evren Ve Yaratılış –
Prf. Dr. Cengiz Yalçın)
(1)
http://www.youtube.com/watch?v=
jfv2AiVfnWA&feature=related
http://ws5.com/spacetime/162571
main_GPB_circling_earth3_516.jpg
http://dsc.discovery.com/news/2008/07
/28/gallery/warp-drive-540x540.jpg
http://thetechies.files.wordpress.com/
2009/01/wormhole_graphic.jpg
(2)
http://www.youtube.com/watch?v=TfoEJoXEj7s
http://www.youtube.com/watch?v=84
_kXpsDJEk&feature=related
http://universe-review.ca
/I01-16-quantumfoam.jpg
http://abyss.uoregon.edu/~js/images/
quantum_spacetime.gif
(a).
http://www.ipod.org.uk/reality/
reality_quantum_foam.gif
http://woodahl.physics.iupui.edu/
Astro100/qfoam.jpg
http://www.the-global-shift.com/wp-content/uploads/2009/03/quantumvacuum.png
http://physics.syr.edu/courses/PHY312.
03Spring/fuhrhop/IMG00007.GIF
(3)
http://plus.maths.org/latestnews/may-aug07/
prebigbang/bigbang.jpg
http://dsc.discovery.com/space/top-10/gallery/
big-bang-625x450.jpg
http://astrocultura.uai.it/tesi/stella2004/Chiara
_Donadio/data/img/bigbang.jpg
(4)
http://bicyclefish.files.wordpress.com
/2006/11/calabi-grid.gif |