Yerler (Arz), Gökler (Sema)
Ve Cehennem – 1

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“Yeryüzünü (Arzı) gezip dolaşın da Allah’ın yaratmaya nasıl başladığını bir görün. Aynı şekilde Ahreti de inşa edecektir ” (29 -20/21)/ “Allah’ı ayaktayken, otururken, yatmışken zikrederler. Göklerin (Semanın) ve Yerin (Arzın) yaratılış hikmetini düşünerek- Rabbimiz sen bunları hikmetsiz ve boşuna yaratmadın, münezzehsin- derler” (3-191)/ “ Arzda ve Semada her şey Allah’ı Zikrediyor, ama siz onların Zikrini anlayamıyorsunuz” (17- 44)/ “Kalpler (Şuurlar) ancak Allah’ı zikretmekle tatmine ulaşır” (Rad – 28)/ “ Beni Zikrettiğinizde, sizi zikretmekteyim” (2 -152)  / “Allah’ı çok, çok zikredin” (33 -41).

Birinci ayete düz mantıkla bakmayacağız elbette. Bunun anlamı, Yeryüzü (Arz) ile tanımlanan şeyin incelenmesi, araştırılmasıdır. Dolayısıyla, en basit manada Arzı gezmekten kasıt, hayatın sudan başlaması, sonra su ve çamur karışımı olan bölgeye sıçraması en sonunda da karaya geçişin ya da biraz daha detayıyla, Dünyadaki hayatın, maden, nebat, hayvan ve İnsana olan dönüşümlerle var oluşunun görülmesidir. Olaya biraz daha zumlama yaptığımızda ise, yaşamın, Arzın boyutsal katmanı olan atom ve moleküler düzeyden nasıl ve ne şekilde oluştuğunun araştırılmasını vurgulamaktadır. Daha derin anlamlarına indiğimizde yani olayı daha derin boyutlardan incelemeye çalıştığımızda da ayetin kendisinin de, derin boyutlara dönüşüm yapmakta olduğu görülmektedir. Bugün kesin olarak biliyoruz ki en temel anlamda yaratılış sırrı, dünya üzerini gezmekle değil, matematiksel ifadeler ve bu ifadelerin uzandığı gökyüzünü ve katmanlarını incelemekle olmaktadır. Yani, ayetlerin işaret ettiği gibi, Arz ve Arz boyutlarını incelemekle olmaktadır. Başka bir deyişle, enerji ve sayısız katmanları açısından irdeleme. Bu ise bizi, yaratılışın enerji-data ve haliyle “Salt Data” dan kaynaklandığı gerçeğine götürmektedir. Dolayısıyla tekrardan değinirsek, burada, fiziki bir gezintiden, dolaşmadan bahsedilmiyor, gerçekte. Bunun yerine, gerek diğer ayetlerin gerekse Yeryüzünün (Arzın) katmanlarının olması ve o ışınsal boyutlara da fiziki bir bedenle bir yolculuk yapılamaması nedeniyle, Arz boyutlarına olan gezintinin, müşahede şeklinde olduğunu bize açıkça göstermektedir. Böylece bir taraftan, maddesel yönüyle sadece Yeryüzünün üstü değil, sonsuz evrene doğru sonsuz-sınırsız olan maddesel Arz boyutu içindeki tüm varlıkları ve yasaları, maddenin katmanları ve yasalarını kısaca, biyoloji, tıp, kimya, fizik, astronomi, … vs. ilmi sahasında kalan boyutların araştırılmasını, diğer taraftan da, Arz boyutları olan ışınsal boyutlarını da algılama alanımız içine sokarak o boyut ve varlıklarını, yasalarını tüm detayıyla nasıl bir yapılanma da olduğunu idrak edip görmemiz tavsiye edilmektedir.

Yine bildiğimiz gibi bu ışınsal boyutlar içine, Berzah alemi, Cehennem ve Cennet boyutları girmekte olduğundan otomatikman bu boyutlar hakkında da birebir deneyimlerle bilgi edinilmesini istenmektedir. Olayı yukarıda belirttiğimiz gibi boyutsal bakış açısından düşündüğümüzde, bu durum zaman içermediği için, zaman kaydı içindeki bizim bakış açımıza göre, “Ahreti inşa edecektir” in anlamı, “Ahreti inşa etmiş” anlamına gelmektedir. Böylece birinci ayet, her bir birimin, ölümü tadışıyla birlikte maddi Arz boyutunun alt boyutundaki Ahiret boyutuna geçiş yaparak boyutsal dönüşüme uğrayacaklarını ve dönüşümlerin o ışınsal boyutların kendi içinde devam edeceğini belirtmektedir. Zaten Kuran da anlatılan her şey, insanın Enfüsünde ve Afakında, nelerin, hangi özelliklerin hangi boyutlarda, nelerine ve hangi boyut ve özelliklerine karşılık geldiğini keşfedip seyretmesi için bildirilmiştir. Yani, ayet ve hadisler, “Nefislerinizde mevcut olan O, hâlâ görmüyor musunuz?”, “Her ne yana dönerseniz Allah’ın Vechini (yüzünü, yani mana suretini) görürsünüz”, “ Attığında Sen atmadın Atan Allah idi”, “ O Ahad’dır (yani, bölünmez-parçalanmaz, sonsuz sınırsız Tek)”, “Allah’ı hakkıyla idrake çalışmadılar”,

“… gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum” (hadisi), “ Ya Rabbi, Eşyanın Hakikatini bana göster (yani hakikatin, eşyanın ötesinde değil, özünde olduğunu açıklıyor) (hadis), “Nefsini bilen Rabbini bilir” (hadisi), …vb. şeklinde bas bas, Rabbin, Rabbül Alemin’in, Allah’ın ve O’nun ortaya koyduğu Sistem ve Düzenin İnsanın boyutsal derinliğinde mevcut olduğunu ve bu derinliğe ulaşılmasının ise Din adı altındaki çalışmalarla (tüm bu çalışmaların hepsi de Zikir olarak geçmektedir) dile getirirken, Enfüsünden ayırdığı bu yüzden de kendisiyle bir sınır oluşturarak Afakında (ötelerde) tasavvur ettiği tanrı ve ona dayalı anlayışlarla Dine yaklaşmaları ve bu yüzden de İzafi Gayb hükmünde olan katmanları, Allahın Zatındaki Mutlak Gayb (bilinmesi mümkün olmayan) ile karıştırdıkları için tüm bu boyutları Tanrıları yanına bilinmezliğe, tanımlanmazlığa iterek bilinmezliğin ilmini yapmakta ve buna da İlim demektedirler. Allah, “Kitabın Anası (aslı, orjini) Levhi Mahfuzdaki Ümmül Kitaptır” diyerek Ümmül Kitabın Okunmasını isterken bizler papağan gibi bu kelimeleri devamlı dillendirmekte, sonra da Kuran’ı mealiyle ya da tefsiriyle okumakla Kuran’ı gerçek boyutlarıyla okuduğumuzu zannetmekteyiz. Kuran Enfüsi boyuttan Okunmadığı, Şuurlar enfüsünden tatmine ulaşmadığı müddetçe Okunmuş sayılmaz, çelişkilerde, sorular da bir türlü sona ermez.     

Ayrıca Kuran burada çok önemli bir noktaya, Arz ve tüm katmanlarını dolaşmakla (müşahede etmekle) yaratılmanın ancak “nasıl” olduğunun anlaşılabileceğini söylemektedir. Çünkü hangi katmanından inceleme yapılırsa yapılsın Afaki seyirle ancak “nasıl ve ne şekilde” sorusunun cevabını alabiliriz. Bugün bilim adamları gözlemlerle beş duyusal Afaki seyirle evrenimizin nasıl yaratıldığının cevaplarını bulmaya çalışıyor, “neden ve niçin sorusunun” cevabını bilmiyor, bu yüzden de inanılsın ya da inanılmasın hayali bir sınırın ötesinde, işi Tanrıya bağlayarak nokta koyuyorlar. Yaratılmanın “Nedenini ve Niçinini” ise bize, Enfüsü seyir vermektedir. Yani, enerji-data boyutundan seyir. Büyük Birleşik Alanlar Teorisini açıklayan on bir boyutlu String Teorisi, matematiksel ve deneysel işaretleriyle tam olarak çözüme kavuşunca çağdaş bilim bir taraftan, uzay-zamanı tam bir biçimde nasıl ve hangi mekanizmalarla meydana geldiğini (tek bir denklemden, diğer boyutlardaki denklemlerin elde edilmesini) çözümlerken diğer bir taraftan da, varlığın, Hakikâti Mutlak Hiçlik olan sonsuz-sınırsız Tek’in İlminde dilediklerinin açığa çıkışı olduğunu genel olarak tanımlayıp bunun detayıyla anlaşılması ve yaşanılmasının ise, din adı altında anlatılan verilerin idrak edilip yaşanılmasıyla elde edilebileceğini açıklayacaktır. İşte Rabbi Ahad olan ve bu yüzden kim ve ne zaman çıkacağı bilinmeyen Mehdi lakaplı birimin, ne şeklen onun varlığını kabul edenlerce ne de, çağın anlayışına dayalı dinsel soruların hemen, hemen tamamına cevap veremedikleri halde her şeyi hallettiklerini düşündükleri için ona ihtiyaç olmadığını söyleyen ve bu yüzden ret eden aklı kıt alimlerin aksine, neden yeryüzünde açığa çıkacağını bize göstermektedir. Bu yüzden tanrıbilimcilerin anlattığı, daha doğrusu onu da anlatamadıkları bir tanrı ve onun sistemi yerine, Allah ismiyle işaret edilen Allah’ı ve O’nun İlminde yarattığı Sistem ve düzeni Kuran ve Resulullah ışığında anlamaya çalışalım. Bugün istisnaları hariç dünya üzerindeki ilahiyatçıların daha fark edemedikleri ya da en iyilerinin kabullenemediği gibi, tanrı kavramı modern bilimin gelişmesiyle daha yüz yıl önce iflas etmiştir. Bu nedenle tanrı ve ona dayalı dinleri reddeden bilim adamları, Allah kavramını da öğrenemediklerinden bir kısmı, (birçok sorunun cevabını veremeyecek şekilde) tesadüfen oluşmuş maddenin bilincine iman edip materyalizmi savunurken, kimi de maddeyi temel olarak değil, Evren Bilincini mutlak kabul edip her şeyin bu bilincin parçaları olarak gördükleri ve içinde çeşitli fraksiyonları barındıran “panteizme” sığındılar ve kimi de dini, haklı olarak bu panteizmle açıklama yoluna gittiler. Bu yüzyıl ise din denilen şeyin temel ve gerçek yönünün yani, çağdaş bilimin zirve noktasını taban kabul eden, Kur’an ve Resulullah kaynaklı mistik verilerin başka bir değişle, Allah ve O’nun Sisteminin ne olduğunun artık açığa çıkıp açıklandığı, dünya üzerine yayıldığı ve insanların kapasitelerince bunu anlayıp idrak edip yaşayacakları dönem olacaktır ki, Altın Çağ denilen şey işte budur.

“Peki! bu müşahede nasıl gerçekleşmektedir?” dediğimizde ise, ayet bunun Zikirle olduğunu, zikirle gerçekleşebileceğini belirtmektedir. Ayette, “ayaktayken, otururken, yatarken” denerek de Zikrin kesintisiz bir biçimde her an yapılabileceğini, her an varlığın ve Hakikatin Şuurunda olunacağı belirtilmektedir. Zaten Resulullah tüm ibadetlerin üstünde olan şeyin Zikir olduğunu söylemiyor muydu? (Zikrin, beyindeki kelime tekrarlarının, varlık, evren ve Hakikat boyutlarıyla olan ilişkisi için bkz. Dua Ve Zikir) Bildiğimiz gibi Zikrin iki yönü vardı. İlki, beyinde devreye girmeyen hücre gruplarını devreye sokmak (böylece alıcı ve verici güçlerini artırmak) ve bu esnada ruh bedene enerji takviyesinde bulunmak ikincisi de, varlığın Hakikatini, var oluş amacını, kendisiyle olan bağlantılarını anlamak, idrak etmektir. Birinci yön, ikinci yani, Şuursal yanı için potansiyel enerji oluşturup ikinci yönün, bu enerjiyi nasıl ve ne şekilde kullanacağını, o gücü nasıl yönlendireceğini belirler. Böylece Zikirle (tüm zikirlerin kökü Esmaya dayanır ancak, bilhassa direkt Esma zikri daha kısa sürede ve daha güçlü açılım oluşturur), Esma zikir kodlarından oluşmuş enfüsi evrensel boyuta sıçrama yapıp yaşam alanımızı o boyuta dönüştürmek suretiyle enfüsi yönümüzle afaki projeksiyonları tek, tek neden, niçin hangi gayeyle yaratıldığını idrak etmiş oluruz. Dinden gaye de budur. Bir başka açıdan (boyuttan), Yeryüzünü (Arzı), insanın bedeni ve bu bedenin bilinci olarak düşünürsek, diğer Arz boyutlarının ve Semanın (Mutlak Bilincin boyutlarının) İnsanın boyutsal derinliğinde mevcut olduğunu ve bu boyutlara da yani, enfüs ve afaktan, varlığa ait olan Zikrin duyulması, anlaşılması için de yine (insan Bilincinde) Zikirle ulaşılabileceğini anlatmaktadır.

Şimdi ana konumuz olan Cehennem konusuna gelirsek, hemen hemen bütün dinlerde cehennem ve cennet kavramı vardır. Yapısal olarak farklılıklar olsa da genel olarak hepsinde ortak nokta, cehennemin Yerin altında olduğu ve Yedi kattan oluştuğu ateş ve alevle azap görüldüğüdür. Cennet ise, ya yine Yerin altında ya da gökyüzündedir. Bazı Şaman ve uzak doğu dinlerinde ise biraz daha farklı biçimde, bu cehennemde azap gördükten sonra tekrarn yeryüzüne gelme yani, reankarnasyon inancı vardır. Sonuçta, Resul ve Nebilere dayanan bilgiler, temelde doğru noktaları barındırıp zamanla değişerek farklı şekillere bürünse de tüm bunlar genel anlatımlar olup bu uyarıcılar tarafından ahret boyutuna dönük detaylı bilgiler verilmemiştir. Hz Muhammed (s.a.v), diğer Resul ve Nebilerden farklı olarak en derin ve geniş Kemalata sahip bir şekilde İlim mucizesiyle geldiği için sadece, varlığın Esma terkiplerinden meydana geldiğini ilk olarak açmamış bunun yanında, Ahret boyutuna ait tüm aşamaları yani, insanların ölüm anı ve bunun sonrasında bir, bir başına gelecekler, kabir boyutu, kabir âlemi, mahşer, cehennem ve cennet boyutları ve bu boyutlarda karşılaşacakları varlık ve olaylarla ilgili olarak inanılmaz detayları vermiş, bu süreçlerde insanların zarar görmemesi için gerekli maddi ve manevi tüm tedbirleri tek, tek anlatmıştır, Bilincinin zamansız ve mekansız boyutlarından müşahede ettiği gerçeklere göre. Dolayısıyla Resulullah, hem Allah’ın ne olduğunu hem de Onun ilminde yoktan meydana getirdiği Sistem ve Düzenini en üst düzeyden bizlere anlatmıştır, anlamak isteyene.

“ İnsanlar senden kıyameti sorarlar Deki –Onun İlmi Allah’ın indindedir. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır-” (Ahzap -63)/ “Ne bilirsin belki de kıyamet saati yakındır” (Şuara-17) / “Onlar Kıyamet zamanının ansızın gelip çatmasından başka bir şey mi bekliyorlar? Şüphesiz, onun alametleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar” / “Allah tarafından herkesi kapsayacak bir musibetin gelmesinden veya farkında olmadan kıyametin ansızın kopmasından emin mi oldunuz?” (Yusuf -107) / “Senden Kıyamet ne zaman kopacak diye, sorarlar… Onun İlmi ancak Rabbine aittir… Sen kıyametten korkanları ancak inzar edicisin. Onlar bunu gördükleri gün, sanki bir günün akşamı veya bir sabah vakti kadar yaşadıklarını zannederler” (Naziat -42 /44/46), “Kıyamet kopacağı gün, mücrimler (günahkârlar) dünyada pek kısa bir süre kaldıklarına yemin ederler (Rum -55)/

Bu ayetlerin ölüm anını ve Nesil kıyametini anlattığına “Güneşin Siyah Cüceye Dönüşümü Ve Kıyamet” başlıklı makalemizde detayıyla değinmiştik. “Onlardan önce nice nesilleri yok ettik” (Enam- 6) ayeti hükmünce nesil kıyameti, farklı, farklı bilinç ve güç düzeylerine gelen, farklı insan nüfuslarına sahip olan nesillerin, çeşitli felaketlerle nüfusun çok büyük çoğunluğunun yok olması olayıdır. Yine ayet ve hadislerde, Allah’a göre bir “an”, bize göreyse belli bir zaman dilimini kapsayan süreçler içinde anlatılan ilgili olaylar ise, Mutlak Kıyamet olarak anlatılmıştır. Ama çok uzun belli bir süreci içine alan Mutlak Kıyameti birimin bir “an” da karşısında görmesi de yine bu uzun zaman dilimi varlığını koruyacak şekilde mümkündür. Yani, bu ayetleri bir açıdan da Mutlak kıyamet içinde geçerli olduğunu düşünebiliriz. Çünkü ölen her bir birim, mahşerde kendine geldiğinde izafiyet teorisi uyarınca (Kuran ifadesiyle) kendilerini çok çok kısa bir zaman süre önce dünyada yaşayıp öldüklerini ve o ana geldiklerini hissedip yaşayacaklardır. Bunun yanında yine Mutlak Kıyametin birimin çok yakınında olabilmesi, bir anda kopabilecekmiş gibi olmasını, Boyutsal Anlamda da ele alabiliriz. Şöyle ki: Allah İlminin zaman ve mekandan bağımsız olması, onun bu hükmünün her zaman diliminde, sürecinde, an’ında, …vb. mevcut olması, “kıyametin bize yakın bulunması, her an olacakmış (kopacakmış) gibi olması” anlamına gelir. Dolayısıyla, boyutsal anlamda Mutlak Kıyamet de her an güneş sistemimizin boyutsallığında potansiyel olarak mevcuttur. Böylece yine Kuran ve hadislerin bildirdiği süreçlerden sonra Mutlak Kıyamet, ötelerden birini tarafından değil, ilgili hükmün Özünden gelen bir biçimde Güneş Sistemimizden açığa çıkmasıyla oluşacağı anlatılmaktadır. Cehennemin güneş olmasıyla ilgili ayet ve hadisilere çağdaş bilimin ışığında yukarıda adı geçen makalemiz ile “Din-Bilim Soru Ve Cevapları –5 ” başlıklı yazımızda değinmiştik. 

Hadisilerde cehennem alevi içinse, “Ziftten daha karanlık ya da gecenin karanlığından daha da karanlık olduğu, böylece ateşinin ve cevherinin görünmediği, hiç ışık saçmadığı” bildirilmektedir. Yani şu anda, onun yaşadığımız bu boyuttaki yapısını görmemize, gözümüzün önünde olmasına rağmen onu algılayamayışımız, fark edemeyişimiz başka bir deyişle, bizim sınırlı algılarımız dolayısıyla, şu anki aşamada onun yaydığı radyasyonunun görünür scalada olmayışı bu yüzden de bize karanlık olması anlatılmaktadır. Bilindiği üzere bizler, güneşin görünür frekanstaki dalga boylarını algılarken buna karşın algılama sınırlarımız dışında kalan, kızıl ötesini, radyo dalgalarını, mikro dalgalarını, X- ışınlarını, gamma ışınlarını görememekte aynı şekilde, güneşin alt boyutu olan yapısından yayınlanan dalga boylarını da algılanmaması ötesinde ölçümlenemez konumda olduklarından yine görememekteyiz ki hadis, işte bu noktaya yani, ilgili dalgaların deşifre edilememesi nedeniyle, cehennemim bizler tarafından karanlık olduğu söylenmektedir. Yoksa cehennemin bizatihi karanlık olması değil. Keza Nari boyuttaki Cinler de, bizler açısından görünmez yani, karanlıktır. Mesela, gökyüzünde bulunan bazı yıldızlar devamlı ışık yaymalarına karşın bizlere hatta teleskoplara bile görünmeyerek bulundukları yerler, o yıldızlar hiç yokmuşçasına kapkaranlık görünmektedirler. Oysa çok daha kapsamlı dalga boylarını ölçümleyen aletlerle aynı bölgeler incelendiğinde, o yıldızlar sanki yanı başımızdaymışçasına çok net ve parlak şekilde görüntülenebilmektedirler. Bu yüzden ayetteki, “Güneş karardığı zaman” ifadesi bir anlamda da, birimin görünmeyen, karanlık olan bir boyuta yani, Nari boyuta geçişi ve o boyuttan, güneşin ikiz yapısıyla muhatap olma durumu anlatılmaktadır.

Güneşin cehennem olduğuyla ilgili can alıcı bir başka hadiste ise, şöyle denmekte, “ Cehennem Rabbine şikâyette bulunarak; ya Rabbi kısımlarım birbirlerini yedi!...dedi. Bunun üzerine Allah ona iki nefes vermesi için izin verdi... İşte bulunduğunuz şiddetli soğuk (kışın) zemherinden; bulunduğunuz yakıcı sıcaklık da Onun Semumundandır.” (Hadis). Daha önceden ilk kısmını detayıyla açıkladığımız hadisin tümünü göz önüne alarak tekrar açıkladığımızda, güneş içindeki termonükleer reaksiyonlar sonucunda açığa çıkan ışımanın yeryüzünde mevsimleri meydana getirdiği açıkça ifade edilmektedir. Bildiğimiz gibi bu mevsimler ise dünyanın güneş etrafındaki yörünge hareketi sırasında belli açılarda yalpalanması sonucu gelen ışımanın da belli açılarda dünya üzerine düşmesiyle oluşmaktadır.

Yine hadislerde, “meleklerin cehennemi çekmeleri sırasında güneşten çıkan bir kıvılcımın üzerlerine düşmesi ve bir an için cehennemin ellerinden kurtulması ve tekrar yakalamaları” ise, güneşin kızıl dev haline dönüşümü sırasındaki genişleme evresinde, genişleme hızının farklı oluşu belirtilmektedir. Yine bir başka hadiste, Cebrail (as) ın Resulullah’a, “…bütün dağlar atılmış bir yün gibi olacak, o gün dağlar cehennem korkusuyla eriyecek” demektedir. Buradaki insana ve hayvana ait bir özellik olan “korku” kelimesi, mecazen, nesnelere nispeten kullanıldığından bunun anlamı, cehennemin henüz gelmediğini, ama etkisinin o anda var olduğunu ifade etmektedir. Gerçekten de bilimsel olarak dünyanın erimeye başlaması, güneşin dünyayı vurması sırasında değil, güneşin genişlemeye başlamasıyla gerçekleşecektir.

Kenan Keskin

(Kaynakça: İnsan Ve Sırları I, II / Allah / Kendini Tanı / Tek’in Seyri / Hz Muhammed (sav) Neyi Okudu / Dua Ve Zikir / İnsan Ve Din/ Yenilen –Ahmed Hulusi / Hadis Külliyatı)

Devam edecek

 

 

 
 
İstanbul - 21.10.2008
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com