“Yeryüzünü (Arzı) gezip dolaşın da Allah’ın yaratmaya
nasıl başladığını bir görün. Aynı şekilde Ahreti de inşa
edecektir ” (29 -20/21)/ “Allah’ı ayaktayken, otururken,
yatmışken zikrederler. Göklerin (Semanın) ve Yerin
(Arzın) yaratılış hikmetini düşünerek- Rabbimiz sen
bunları hikmetsiz ve boşuna yaratmadın, münezzehsin-
derler” (3-191)/ “ Arzda ve Semada her şey Allah’ı
Zikrediyor, ama siz onların Zikrini anlayamıyorsunuz”
(17- 44)/ “Kalpler (Şuurlar) ancak Allah’ı zikretmekle
tatmine ulaşır” (Rad – 28)/ “ Beni Zikrettiğinizde,
sizi zikretmekteyim” (2 -152) / “Allah’ı çok, çok
zikredin” (33 -41).
Birinci ayete düz mantıkla bakmayacağız elbette. Bunun
anlamı, Yeryüzü (Arz) ile tanımlanan şeyin incelenmesi,
araştırılmasıdır. Dolayısıyla, en basit manada Arzı
gezmekten kasıt, hayatın sudan başlaması, sonra su ve
çamur karışımı olan bölgeye sıçraması en sonunda da
karaya geçişin ya da biraz daha detayıyla, Dünyadaki
hayatın, maden, nebat, hayvan ve İnsana olan
dönüşümlerle var oluşunun görülmesidir. Olaya biraz daha
zumlama yaptığımızda ise, yaşamın, Arzın boyutsal
katmanı olan atom ve moleküler düzeyden nasıl ve
ne şekilde oluştuğunun araştırılmasını vurgulamaktadır.
Daha derin anlamlarına indiğimizde yani olayı daha derin
boyutlardan incelemeye çalıştığımızda da ayetin
kendisinin de, derin boyutlara dönüşüm yapmakta olduğu
görülmektedir. Bugün kesin olarak biliyoruz ki en
temel anlamda yaratılış sırrı, dünya üzerini gezmekle
değil, matematiksel ifadeler ve bu ifadelerin uzandığı
gökyüzünü ve katmanlarını incelemekle olmaktadır. Yani,
ayetlerin işaret ettiği gibi, Arz ve Arz boyutlarını
incelemekle olmaktadır. Başka bir deyişle, enerji ve
sayısız katmanları açısından irdeleme. Bu ise bizi,
yaratılışın enerji-data ve haliyle “Salt Data” dan
kaynaklandığı gerçeğine götürmektedir. Dolayısıyla
tekrardan değinirsek, burada, fiziki bir gezintiden,
dolaşmadan bahsedilmiyor, gerçekte. Bunun yerine, gerek
diğer ayetlerin gerekse Yeryüzünün (Arzın)
katmanlarının olması ve o ışınsal boyutlara da
fiziki bir bedenle bir yolculuk yapılamaması nedeniyle,
Arz boyutlarına olan gezintinin, müşahede şeklinde
olduğunu bize açıkça göstermektedir. Böylece bir
taraftan, maddesel yönüyle sadece Yeryüzünün üstü değil,
sonsuz evrene doğru sonsuz-sınırsız olan maddesel Arz
boyutu içindeki tüm varlıkları ve yasaları, maddenin
katmanları ve yasalarını kısaca, biyoloji, tıp, kimya,
fizik, astronomi, … vs. ilmi sahasında kalan boyutların
araştırılmasını, diğer taraftan da, Arz boyutları
olan ışınsal boyutlarını da algılama alanımız içine
sokarak o boyut ve varlıklarını, yasalarını tüm
detayıyla nasıl bir yapılanma da olduğunu idrak edip
görmemiz tavsiye edilmektedir.
Yine bildiğimiz gibi bu ışınsal boyutlar içine, Berzah
alemi, Cehennem ve Cennet boyutları girmekte olduğundan
otomatikman bu boyutlar hakkında da birebir deneyimlerle
bilgi edinilmesini istenmektedir. Olayı yukarıda
belirttiğimiz gibi boyutsal bakış açısından
düşündüğümüzde, bu durum zaman içermediği için, zaman
kaydı içindeki bizim bakış açımıza göre, “Ahreti inşa
edecektir” in anlamı, “Ahreti inşa etmiş” anlamına
gelmektedir. Böylece birinci ayet, her bir birimin,
ölümü tadışıyla birlikte maddi Arz boyutunun alt
boyutundaki Ahiret boyutuna geçiş yaparak boyutsal
dönüşüme uğrayacaklarını ve dönüşümlerin o ışınsal
boyutların kendi içinde devam edeceğini belirtmektedir.
Zaten Kuran da anlatılan her şey, insanın Enfüsünde
ve Afakında, nelerin, hangi özelliklerin hangi
boyutlarda, nelerine ve hangi boyut ve özelliklerine
karşılık geldiğini keşfedip seyretmesi için
bildirilmiştir. Yani,
ayet ve hadisler,
“Nefislerinizde mevcut olan O, hâlâ görmüyor musunuz?”,
“Her ne yana dönerseniz
Allah’ın Vechini (yüzünü, yani mana suretini)
görürsünüz”, “ Attığında Sen
atmadın Atan Allah idi”,
“ O Ahad’dır (yani,
bölünmez-parçalanmaz, sonsuz sınırsız Tek)”, “Allah’ı
hakkıyla idrake çalışmadılar”,
“… gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum”
(hadisi), “ Ya Rabbi, Eşyanın Hakikatini bana göster
(yani hakikatin, eşyanın ötesinde değil, özünde olduğunu
açıklıyor) (hadis), “Nefsini bilen Rabbini bilir”
(hadisi), …vb.
şeklinde bas bas, Rabbin, Rabbül Alemin’in, Allah’ın
ve O’nun ortaya koyduğu Sistem ve Düzenin İnsanın
boyutsal derinliğinde mevcut olduğunu ve bu
derinliğe ulaşılmasının ise Din adı altındaki
çalışmalarla (tüm bu çalışmaların hepsi de Zikir olarak
geçmektedir) dile getirirken,
Enfüsünden ayırdığı bu yüzden de kendisiyle bir sınır
oluşturarak Afakında (ötelerde) tasavvur ettiği tanrı ve
ona dayalı anlayışlarla Dine yaklaşmaları ve bu yüzden
de İzafi Gayb hükmünde olan katmanları, Allahın
Zatındaki Mutlak Gayb (bilinmesi mümkün olmayan) ile
karıştırdıkları için tüm bu boyutları Tanrıları yanına
bilinmezliğe, tanımlanmazlığa iterek bilinmezliğin
ilmini yapmakta ve buna da İlim demektedirler. Allah,
“Kitabın Anası (aslı, orjini)
Levhi Mahfuzdaki Ümmül Kitaptır” diyerek Ümmül
Kitabın Okunmasını isterken bizler papağan gibi bu
kelimeleri devamlı dillendirmekte, sonra da Kuran’ı
mealiyle ya da tefsiriyle okumakla Kuran’ı gerçek
boyutlarıyla okuduğumuzu zannetmekteyiz. Kuran Enfüsi
boyuttan Okunmadığı, Şuurlar enfüsünden tatmine
ulaşmadığı müddetçe Okunmuş sayılmaz, çelişkilerde,
sorular da bir türlü sona ermez.
Ayrıca Kuran burada çok önemli bir noktaya, Arz ve tüm
katmanlarını dolaşmakla (müşahede etmekle) yaratılmanın
ancak “nasıl” olduğunun anlaşılabileceğini
söylemektedir. Çünkü hangi katmanından inceleme
yapılırsa yapılsın Afaki seyirle ancak “nasıl ve ne
şekilde” sorusunun cevabını alabiliriz. Bugün bilim
adamları gözlemlerle beş duyusal Afaki seyirle
evrenimizin nasıl yaratıldığının cevaplarını bulmaya
çalışıyor, “neden ve niçin sorusunun” cevabını
bilmiyor, bu yüzden de inanılsın ya da inanılmasın
hayali bir sınırın ötesinde, işi Tanrıya bağlayarak
nokta koyuyorlar. Yaratılmanın “Nedenini ve Niçinini”
ise bize, Enfüsü seyir vermektedir. Yani, enerji-data
boyutundan seyir. Büyük Birleşik Alanlar Teorisini
açıklayan on bir boyutlu String Teorisi, matematiksel ve
deneysel işaretleriyle tam olarak çözüme kavuşunca
çağdaş bilim bir taraftan, uzay-zamanı tam bir biçimde
nasıl ve hangi mekanizmalarla meydana geldiğini (tek bir
denklemden, diğer boyutlardaki denklemlerin elde
edilmesini) çözümlerken diğer bir taraftan da, varlığın,
Hakikâti Mutlak Hiçlik olan sonsuz-sınırsız Tek’in
İlminde dilediklerinin açığa çıkışı olduğunu genel
olarak tanımlayıp bunun detayıyla anlaşılması ve
yaşanılmasının ise, din adı altında anlatılan verilerin
idrak edilip yaşanılmasıyla elde edilebileceğini
açıklayacaktır. İşte Rabbi Ahad olan ve bu yüzden kim ve
ne zaman çıkacağı bilinmeyen Mehdi lakaplı birimin,
ne şeklen onun varlığını kabul edenlerce ne de,
çağın anlayışına dayalı dinsel soruların hemen, hemen
tamamına cevap veremedikleri halde her şeyi
hallettiklerini düşündükleri için ona ihtiyaç olmadığını
söyleyen ve bu yüzden ret eden aklı kıt alimlerin
aksine, neden yeryüzünde açığa çıkacağını bize
göstermektedir. Bu yüzden tanrıbilimcilerin anlattığı,
daha doğrusu onu da anlatamadıkları bir tanrı ve onun
sistemi yerine, Allah ismiyle işaret edilen Allah’ı
ve O’nun İlminde yarattığı Sistem ve düzeni Kuran ve
Resulullah ışığında anlamaya çalışalım. Bugün
istisnaları hariç dünya üzerindeki ilahiyatçıların
daha fark edemedikleri ya da en iyilerinin
kabullenemediği gibi, tanrı kavramı modern bilimin
gelişmesiyle daha yüz yıl önce iflas etmiştir. Bu
nedenle tanrı ve ona dayalı dinleri reddeden bilim
adamları, Allah kavramını da öğrenemediklerinden bir
kısmı, (birçok sorunun cevabını veremeyecek şekilde)
tesadüfen oluşmuş maddenin bilincine iman edip
materyalizmi savunurken, kimi de maddeyi temel olarak
değil, Evren Bilincini mutlak kabul edip her şeyin bu
bilincin parçaları olarak gördükleri ve içinde çeşitli
fraksiyonları barındıran “panteizme” sığındılar ve kimi
de dini, haklı olarak bu panteizmle açıklama yoluna
gittiler. Bu yüzyıl ise din denilen şeyin temel ve
gerçek yönünün yani, çağdaş bilimin zirve noktasını
taban kabul eden, Kur’an ve Resulullah kaynaklı mistik
verilerin başka bir değişle, Allah ve O’nun Sisteminin
ne olduğunun artık açığa çıkıp açıklandığı, dünya
üzerine yayıldığı ve insanların kapasitelerince bunu
anlayıp idrak edip yaşayacakları dönem olacaktır ki,
Altın Çağ denilen şey işte budur.
“Peki! bu müşahede nasıl gerçekleşmektedir?” dediğimizde
ise, ayet bunun Zikirle olduğunu, zikirle
gerçekleşebileceğini belirtmektedir. Ayette,
“ayaktayken, otururken, yatarken” denerek de Zikrin
kesintisiz bir biçimde her an yapılabileceğini, her an
varlığın ve Hakikatin Şuurunda olunacağı
belirtilmektedir. Zaten Resulullah tüm ibadetlerin
üstünde olan şeyin Zikir olduğunu söylemiyor muydu?
(Zikrin, beyindeki kelime
tekrarlarının, varlık, evren ve Hakikat boyutlarıyla
olan ilişkisi için bkz. Dua Ve Zikir) Bildiğimiz
gibi Zikrin iki yönü vardı. İlki, beyinde devreye
girmeyen hücre gruplarını devreye sokmak (böylece alıcı
ve verici güçlerini artırmak) ve bu esnada ruh bedene
enerji takviyesinde bulunmak ikincisi de, varlığın
Hakikatini, var oluş amacını, kendisiyle olan
bağlantılarını anlamak, idrak etmektir. Birinci yön,
ikinci yani, Şuursal yanı için potansiyel enerji
oluşturup ikinci yönün, bu enerjiyi nasıl ve ne şekilde
kullanacağını, o gücü nasıl yönlendireceğini belirler.
Böylece Zikirle (tüm zikirlerin kökü Esmaya dayanır
ancak, bilhassa direkt Esma zikri daha kısa sürede ve
daha güçlü açılım oluşturur), Esma zikir kodlarından
oluşmuş enfüsi evrensel boyuta sıçrama yapıp yaşam
alanımızı o boyuta dönüştürmek suretiyle enfüsi
yönümüzle afaki projeksiyonları tek, tek neden, niçin
hangi gayeyle yaratıldığını idrak etmiş oluruz.
Dinden gaye de budur. Bir başka açıdan (boyuttan),
Yeryüzünü (Arzı), insanın bedeni ve bu bedenin bilinci
olarak düşünürsek, diğer Arz boyutlarının ve Semanın
(Mutlak Bilincin boyutlarının) İnsanın boyutsal
derinliğinde mevcut olduğunu ve bu boyutlara da yani,
enfüs ve afaktan, varlığa ait olan Zikrin duyulması,
anlaşılması için de yine (insan Bilincinde) Zikirle
ulaşılabileceğini anlatmaktadır.
Şimdi ana konumuz olan Cehennem konusuna gelirsek, hemen
hemen bütün dinlerde cehennem ve cennet kavramı vardır.
Yapısal olarak farklılıklar olsa da genel olarak
hepsinde ortak nokta, cehennemin Yerin altında olduğu ve
Yedi kattan oluştuğu ateş ve alevle azap görüldüğüdür.
Cennet ise, ya yine Yerin altında ya da gökyüzündedir.
Bazı Şaman ve uzak doğu dinlerinde ise biraz daha farklı
biçimde, bu cehennemde azap gördükten sonra tekrarn
yeryüzüne gelme yani, reankarnasyon inancı vardır.
Sonuçta, Resul ve Nebilere dayanan bilgiler, temelde
doğru noktaları barındırıp zamanla değişerek farklı
şekillere bürünse de tüm bunlar genel anlatımlar olup bu
uyarıcılar tarafından ahret boyutuna dönük detaylı
bilgiler verilmemiştir. Hz Muhammed (s.a.v), diğer Resul
ve Nebilerden farklı olarak en derin ve geniş Kemalata
sahip bir şekilde İlim mucizesiyle geldiği için sadece,
varlığın Esma terkiplerinden meydana geldiğini ilk
olarak açmamış bunun yanında, Ahret boyutuna ait tüm
aşamaları yani, insanların ölüm anı ve bunun sonrasında
bir, bir başına gelecekler, kabir boyutu, kabir âlemi,
mahşer, cehennem ve cennet boyutları ve bu boyutlarda
karşılaşacakları varlık ve olaylarla ilgili olarak
inanılmaz detayları vermiş, bu süreçlerde insanların
zarar görmemesi için gerekli maddi ve manevi tüm
tedbirleri tek, tek anlatmıştır, Bilincinin zamansız ve
mekansız boyutlarından müşahede ettiği gerçeklere göre.
Dolayısıyla Resulullah, hem Allah’ın ne olduğunu hem de
Onun ilminde yoktan meydana getirdiği Sistem ve Düzenini
en üst düzeyden bizlere anlatmıştır, anlamak isteyene.
“ İnsanlar senden kıyameti sorarlar Deki –Onun İlmi
Allah’ın indindedir. Ne bilirsin, belki de zamanı
yakındır-” (Ahzap -63)/ “Ne bilirsin belki de
kıyamet saati yakındır” (Şuara-17) / “Onlar
Kıyamet zamanının ansızın gelip çatmasından başka bir
şey mi bekliyorlar? Şüphesiz, onun alametleri
belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları
neye yarar” / “Allah tarafından herkesi kapsayacak bir
musibetin gelmesinden veya farkında olmadan kıyametin
ansızın kopmasından emin mi oldunuz?” (Yusuf -107) /
“Senden Kıyamet ne zaman kopacak diye, sorarlar… Onun
İlmi ancak Rabbine aittir… Sen kıyametten korkanları
ancak inzar edicisin.
Onlar bunu gördükleri gün, sanki bir günün akşamı veya
bir sabah vakti kadar yaşadıklarını zannederler”
(Naziat -42 /44/46), “Kıyamet kopacağı gün, mücrimler
(günahkârlar) dünyada pek kısa bir süre kaldıklarına
yemin ederler (Rum -55)/
Bu ayetlerin ölüm anını ve Nesil kıyametini anlattığına
“Güneşin Siyah Cüceye Dönüşümü
Ve Kıyamet” başlıklı makalemizde detayıyla
değinmiştik. “Onlardan önce
nice nesilleri yok ettik” (Enam- 6) ayeti
hükmünce nesil kıyameti, farklı, farklı bilinç ve güç
düzeylerine gelen, farklı insan nüfuslarına sahip olan
nesillerin, çeşitli felaketlerle nüfusun çok büyük
çoğunluğunun yok olması olayıdır. Yine ayet ve
hadislerde, Allah’a göre bir “an”, bize göreyse belli
bir zaman dilimini kapsayan süreçler içinde anlatılan
ilgili olaylar ise, Mutlak Kıyamet olarak anlatılmıştır.
Ama çok uzun belli bir süreci içine alan Mutlak Kıyameti
birimin bir “an” da karşısında görmesi de yine bu
uzun zaman dilimi varlığını koruyacak şekilde
mümkündür. Yani, bu ayetleri bir açıdan da Mutlak
kıyamet içinde geçerli olduğunu düşünebiliriz. Çünkü
ölen her bir birim, mahşerde kendine geldiğinde izafiyet
teorisi uyarınca (Kuran ifadesiyle) kendilerini çok çok
kısa bir zaman süre önce dünyada yaşayıp öldüklerini ve
o ana geldiklerini hissedip yaşayacaklardır. Bunun
yanında yine Mutlak Kıyametin birimin çok yakınında
olabilmesi, bir anda kopabilecekmiş gibi olmasını,
Boyutsal Anlamda da ele alabiliriz. Şöyle ki:
Allah İlminin zaman ve mekandan bağımsız olması, onun bu
hükmünün her zaman diliminde, sürecinde, an’ında, …vb.
mevcut olması, “kıyametin bize
yakın bulunması, her an olacakmış (kopacakmış) gibi
olması” anlamına gelir. Dolayısıyla, boyutsal
anlamda Mutlak Kıyamet de her an güneş sistemimizin
boyutsallığında potansiyel olarak mevcuttur. Böylece
yine Kuran ve hadislerin bildirdiği süreçlerden sonra
Mutlak Kıyamet, ötelerden birini tarafından değil,
ilgili hükmün Özünden gelen bir biçimde Güneş
Sistemimizden açığa çıkmasıyla oluşacağı
anlatılmaktadır. Cehennemin güneş olmasıyla ilgili ayet
ve hadisilere çağdaş bilimin ışığında yukarıda adı geçen
makalemiz ile “Din-Bilim Soru
Ve Cevapları –5 ” başlıklı yazımızda
değinmiştik.
Hadisilerde cehennem alevi içinse,
“Ziftten daha karanlık ya da
gecenin karanlığından daha da karanlık olduğu, böylece
ateşinin ve cevherinin görünmediği, hiç ışık saçmadığı”
bildirilmektedir. Yani şu anda, onun yaşadığımız bu
boyuttaki yapısını görmemize, gözümüzün önünde olmasına
rağmen onu algılayamayışımız, fark edemeyişimiz başka
bir deyişle, bizim sınırlı algılarımız dolayısıyla, şu
anki aşamada onun yaydığı radyasyonunun görünür scalada
olmayışı bu yüzden de bize karanlık olması
anlatılmaktadır. Bilindiği üzere bizler, güneşin görünür
frekanstaki dalga boylarını algılarken buna karşın
algılama sınırlarımız dışında kalan, kızıl ötesini,
radyo dalgalarını, mikro dalgalarını, X- ışınlarını,
gamma ışınlarını görememekte aynı şekilde, güneşin alt
boyutu olan yapısından yayınlanan dalga boylarını da
algılanmaması ötesinde ölçümlenemez konumda
olduklarından yine görememekteyiz ki hadis, işte bu
noktaya yani, ilgili dalgaların deşifre edilememesi
nedeniyle, cehennemim bizler tarafından karanlık olduğu
söylenmektedir. Yoksa cehennemin bizatihi karanlık
olması değil. Keza Nari boyuttaki Cinler de, bizler
açısından görünmez yani, karanlıktır. Mesela, gökyüzünde
bulunan bazı yıldızlar devamlı ışık yaymalarına karşın
bizlere hatta teleskoplara bile görünmeyerek
bulundukları yerler, o yıldızlar hiç yokmuşçasına
kapkaranlık görünmektedirler. Oysa çok daha kapsamlı
dalga boylarını ölçümleyen aletlerle aynı bölgeler
incelendiğinde, o yıldızlar sanki yanı
başımızdaymışçasına çok net ve parlak şekilde
görüntülenebilmektedirler. Bu yüzden ayetteki,
“Güneş karardığı zaman”
ifadesi bir anlamda da, birimin görünmeyen, karanlık
olan bir boyuta yani, Nari boyuta geçişi ve o boyuttan,
güneşin ikiz yapısıyla muhatap olma durumu
anlatılmaktadır.
Güneşin cehennem olduğuyla ilgili can alıcı bir başka
hadiste ise, şöyle denmekte, “
Cehennem Rabbine şikâyette bulunarak; ya Rabbi
kısımlarım birbirlerini yedi!...dedi. Bunun üzerine
Allah ona iki nefes vermesi için izin verdi... İşte
bulunduğunuz şiddetli soğuk (kışın) zemherinden;
bulunduğunuz yakıcı sıcaklık da Onun Semumundandır.”
(Hadis). Daha önceden
ilk kısmını detayıyla açıkladığımız hadisin tümünü göz
önüne alarak tekrar açıkladığımızda, güneş içindeki
termonükleer reaksiyonlar sonucunda açığa çıkan ışımanın
yeryüzünde mevsimleri meydana getirdiği açıkça ifade
edilmektedir. Bildiğimiz gibi bu mevsimler ise dünyanın
güneş etrafındaki yörünge hareketi sırasında belli
açılarda yalpalanması sonucu gelen ışımanın da belli
açılarda dünya üzerine düşmesiyle oluşmaktadır.
Yine hadislerde, “meleklerin
cehennemi çekmeleri sırasında güneşten çıkan bir
kıvılcımın üzerlerine düşmesi ve bir an için cehennemin
ellerinden kurtulması ve tekrar yakalamaları”
ise, güneşin kızıl dev haline dönüşümü sırasındaki
genişleme evresinde, genişleme hızının farklı oluşu
belirtilmektedir. Yine bir başka hadiste, Cebrail (as)
ın Resulullah’a,
“…bütün dağlar atılmış bir yün gibi olacak, o gün dağlar
cehennem korkusuyla eriyecek”
demektedir. Buradaki insana ve hayvana ait bir özellik
olan “korku” kelimesi, mecazen, nesnelere nispeten
kullanıldığından bunun anlamı, cehennemin henüz
gelmediğini, ama etkisinin o anda var olduğunu ifade
etmektedir. Gerçekten de bilimsel olarak dünyanın
erimeye başlaması, güneşin dünyayı vurması sırasında
değil, güneşin genişlemeye başlamasıyla
gerçekleşecektir.
Kenan Keskin
(Kaynakça: İnsan Ve Sırları I, II / Allah / Kendini Tanı
/ Tek’in Seyri / Hz Muhammed (sav) Neyi Okudu / Dua Ve
Zikir / İnsan Ve Din/ Yenilen –Ahmed Hulusi / Hadis
Külliyatı)
Devam
edecek |