Yerler (Arz), Gökler (Sema)
Ve Cehennem – 3

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“Kar

“Karia” kelimesini bir mekana isnat ettiğimizde bunun bir anlamı da, bir yerin tamamen boşalıp o yerin tenha kalması demektir. Böylece, başka bir anlamda “Karia” kelimesiyle, güneşin dünyaya çok güçlü bir biçimde çarpması ya da o kıyamet anının maddi ve manevi çok şiddetli oluşu yanında, güneşin hemen ucundan içeri giren dünyanın manyetik alanının zayıflayarak ortadan kalkması sonucu serbest kalan birimsel ruhların hem güneşin manyetik platformuna girmesiyle dünyayı terk etmeleri, dünyanın boşalması, hem de dünyanın buharlaşmasıyla uzay-zamandaki yerinin boşalması, eğdiği uzay-zaman bölgesinin düzleşmesi anlatılmaktadır.

Peki Resulullah’ın, “Kıyametle ilgili olarak ’Güneşle ay kıyamet gününde kararıp sarık sarılırcasına dürülürler’ sözünü nasıl anlamalıyız?” diye bir soru soracak olursak bunu da şöyle açıklayabiliriz. Kararma olayları ile güneşin dürülmesini anlatmıştık. Ay’ın dürülmesine gelince, bu hadisi zorunlu olarak “ güneşle ay bir araya getirildiği zaman” ayetiyle birlikte düşündüğümüzde, (her ne kadar dışa yayılan güneşin bu dış katmanı uzun bir süreç sonra uzaya dağılacak olsa da) ay da güneş tarafından katman katman buharlaştırılıp kendi hammaddesine dönüştürülüp içindeki yüksek basınç altında girdaplar halinde preslenecektir ki, işte “Ayın dürülmesiyle” bu olaya işaret edilmektedir. Şimdi, yine ilgili ayetleri incelemeye devam edelim. 

“Yıldızlar kararıp döküldüğü zaman” (Tekvir- 2) / “Yıldızlar sürüldüğü (hareket edip düştüğü, saçılıp dağıldığı) zaman” (infitar- 2).

“Yıldızların dökülmesi” olayının birden fazla anlamını ilgili yazılarımızda değinmiştik. Bir başka anlamını da şöyle açıklayabiliriz. Mesela, her biri belli bir süreye kadar akıp giden güneş ve ayı emri altına almıştır…” (Zümer- 5) (1) ayetine baktığımızda bu yüzyılımıza ait bir gerçeğin 1400 yıl öncesinden dillendirildiğini hayretle görmekteyiz. Çünkü ayet, açıkça sabit olarak düşündüğümüz güneşin de belli bir yörüngede hareket ettiğini söylemektedir. Gerçekten de şu anda güneşimiz, Vega yıldızına doğru saniyede 40 km‘lik gibi büyük bir hızla hareket etmektedir. Kısacası, güneş de sabit olmayıp galaksi içindeki diğer yıldızlar gibi hareket halindedir. Dolayısıyla, galaksi içindeki yıldızlar birbirlerine göre de hareketlidir. Böylece bu ayet hükmünce güneş, en sonunda siyah cüceye dönüşecek olsa da tıpkı şu anda da olduğu gibi hareketine aynen devam edecektir. Ancak ayet, bu hareketin de sınırlı olduğunu zamanı gelince sonunun geleceğini bize bildirmektedir. Bu son ise, üzerimize hızla gelmekte olan Andromeda galaksisi ile bizim güneşimizin çarpışması sonucu yaşanacak olan galaktik kıyametle yörüngesinden fırlayan yıldızların bir mermi gibi etrafa savrulmalarıyla yaşanacaktır. İşte ayet, dünyadan (ya da galaksi içi herhangi bir noktadan) bakış açısına göre “yıldızların kayar şekilde görülmesi” ile bu galaktik kıyamet olayını tasvir etmiştir. Görüldüğü üzere bir ayetle kaç farklı olaya işaret edilmektedir.

“Hadi o yalanlamış olduğunuz azaba doğru gidin… O saray gibi kocaman (çok büyük) kıvılcımlar saçar. Onun kıvılcımı sanki sarımtırak deve gibidir” (Mürselat- 33)

Güneşin cehennem olduğuna işaret eden ayetlerden biri olan bu ayetin yorumuna geçmeden önce, deveye benzetilen kıvılcımların rengi için burada çok ilginç bir kelime kullanılmaktadır. Bu kelimenin tam Türkçe karşılığı, altın ya da bakır sarısı yani, kızıla çalan sarı kelimesidir ki, bazı çevirilerde genel anlam olarak sarı renk kullanılırken kimi çevirilerde de bunun yerine daha da yaklaşık bir ifadeyle kızıl develer tabiri kullanılmıştır. Böylece kızılımsı kıvılcımların deve sürülerine benzetilmesinin nedenleri, tıpkı kaynağından peş peşe yükselen ya da peş peşe ayrılan kıvılcımların, yandan görünümleri zik zak şeklinde olan develere benzemesi yanı sıra da bu plazmaların, yaşayan ve bir bilinci olan organizmalar gibi olması dolayısıyladır. Güneşten ayrılan bir plazma, kısa bir süre sonra görünür frekanstaki dalgaları yayınlamayı sonlandırsa da görünür olmayan, yüksek ve düşük dalga boyları ile içinde mevcut olan taneciklerle birlikte, kendilerini bir bütün halde tutan manyetik alanı vasıtasıyla uzay boşluğunda hareketine (önlerine bir şey çıkmadıkça) milyonlarca, …vs yıl devam eder (cehennem radyasyonunun şuurlu bir yapı olmasına ilgili bir hadisle daha açık değineceğiz). Böylece, bir taraftan o insanların anlayışına göre hitap edilirken aynı zamanda bizim anlayışımıza göre de o şey hakkında bilgiler verilmiştir. Aynı şekilde güneşin kıvılcımlarının kocaman saray kadar olması ifadesiyle de o dönem insanlarına kıvılcımın büyüklüğü konusunda bir fikir vermesi, o olaydan tatmin olmaları amaçlanmıştır. Gerçek boyutlarını ise bugünün bilimi tespit etmiş olup güneşin yüzeyinden ayrılan bu ateş toplarının 400 bin ile 800 bin km kadar olduğunu bizlere söylemektedir. Yani bir tek kıvılcım (alev dilimi) üst üste yaklaşık 33- 65 dünyayı içine alacak kadar devasa yüksekliktedir (bir de genişliğini göz önüne alsak). Gerçekten de dünya ile güneş arasındaki bir yörüngede güneşi yirmi dört saat izleyen Soho uydusundan alınan görüntülere göre kıvılcımların tıpkı deve sürüleri gibi uzaya doğru yayıldığı ve alev olarak isimlendirilen plazmanın boşluğa doğru genişlemesi nedeniyle de renginin kızıla çalan sarı renginde olduğu tespit edilmiştir. Hatta Nasa tarafından çekilen güneş fotoğraflarındaki bu deve sürüleri şeklindeki alevlerin görüntüleri, yıllar önce bir dergide de yayınlanmıştı.

“Altın ya da bakır sarısı”  kelimesilerinin kullanılmasının bir sebebi de, güneşin renginin sarıdan başlayıp kırmızı frekansa doğru kayış yapacağını böylece, zamanla frekansal band değişimine uğrayacağını, güneşin, dünya ve ay’ı içine aldıktan sonra da Marsı içine alması ve daha sonrasında da erittiği planetlerle birlikte daha da genişleyerek soğuması esnasında renginin tam bir kırmızıya dönüşeceğini ve en sonunda da sona eren termonükleer reaksiyon sonucunda da ışığının kızıl ötesi banda geçerek görünmez olacağını bize açıklamaktadır. Güneşin alev dilimlerinin dünyaya yaklaşması ve içine alması ve sonraki belli bir aşamada tüm gökyüzünü “kızılımsı renk”  ile kaplayacak olması ayetlerde, gökyüzünün “erimiş bir bakır rengine dönmesi” (Meariç-8) ya da “erimiş yağ gibi kırmızı gül rengine dönmesi” (Rahman- 37) ifadeleriyle bize açıkça bildirildiğine daha önceki yazılarımızda da değinmiştik. Bugün gökyüzünde gördüğümüz kızıl renkli yıldızların çok büyük çoğunluğu yaşamının sonuna gelmiş bu tür yıldızlar olup Aldaberan, Antares, Arcturus, Betelgeuse gibi yıldızlar bu tür yıldızlara birer örnek teşkil etmektedir.

Bununla birlikte yine çok şaşırtıcı olarak “deve sürüleri” ifadesiyle, zamanımıza ait bir bulgu da vurgulanmıştır. Bunu da kısaca şöyle açıklayabiliriz. Eğer bir deve sürüsüne bakarsak, yine devenin yapısı dolayısıyla bu sürünün, dalgasal bir deniz olarak karşımıza çıktığını görürüz. Bir başka yönüyle bakacak olursak bu sefer de bu dalgasal yapının maddesel, tek tek maddi yapılardan oluşmuş olduğunu fark ederiz. Böylece Kur’an, bu plazmanın bir dalgasal yapı olduğunu açıklamakla kalmayıp aynı zamanda bu plazmanın yani parçacıkların, kuantum fiziğinin temel ilkelerinden biri olan dalga/parçacık dualitesine de sahip olduğunu bize anlatmaktadır. Bu arada, Kur’an ve dolayısıyla hadislerde kullanılan sembolik ifadelerin, bir veya birkaç olayı betimlemekten çok, birden fazla anlamı barındıracak özelliklere sahip nesne ve kavramlar olduklarını ve çok özenle seçilmiş olduklarını da hayretle görmekteyiz.

Ayette “saray” denmesinin bir nedenini de şöyle açıklayabiliriz. Bildiğimiz üzere saray denilen yapı, bir birim için geçici ya da tüm yaşamı boyunca konaklama, yerleşme alanıdır. Dolayısıyla bu kelimeyle, cehennemdeki alevlerin bir yaşama alanı olduğu, insanların ise bu radyasyon dilimleri içinde bir süreliğine ya da devamlı olarak konaklayacakları, yaşayacakları başka bir deyişle, yoğun enerji dalgalarından oluşmuş bir ortamda yer alacakları anlatılmaktadır.  

“Denizler birleştiği (birbiri içine girdiği, kaynaştığı) zaman”, (İnfitar -3)

Kıyamet sürecinde denizlerin birleşmesi üç şekilde karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak, ayet, O, sizi çalkalamasın diye yeryüzüne büyük dağlar… koydu” (Nahl-15) / Yer bütünüyle sallanıp paramparça edildiği zaman” (Fecr:- 21) / “ dağlar yürüdükçe yürür” (Tur- 10) ayetleri hükmünce yeryüzü tabakasını bir arada tutmak için çivi görevi gören dağların giderek artan sayı ve şiddetli depremlerle, zelzelelerle yerinden oynaması, hareket etmesi, çökmesi, parçalanması, haliyle bu koruyuculuğunun kalkmasıyla, yeryüzünün giderek daha da hızlı karasal hareketlere maruz kalacağını sonucunda da, dünya yüzeyindeki suların yer değiştireceğini, denizlerin birbirine karışacağını anlatmaktadır. Günümüzde bunun örneklerini günlük bazda mm, yıllık bazda ise, metre düzeyinde çok yavaşlatılmış olarak yaşamakta olup çok çok uzun süreçlerde bu kendini daha net göstermektedir. Mesela bundan on, yüz milyonlarca yıl öncesinden günümüze bu karasal hareketlerle denizler, okyanuslar devamlı yer değiştirmiş, bir birleriyle kavuşmuş ve bu aynı durum yine on, yüz milyonlarca süreç içinde gelecekte de devam ederek yeryüzündeki karaların şekli devamlı değişecektir. Ancak bilhassa kıyamet döneminde, bu yeryüzü hareketleri ve sonucundaki değişimler kendisini daha da güçlü, belirgin ve hızlı olarak gösterecektir. İkinci anlamda ise, kıyametin son safhalara doğru yüksek ısı altında buharlaşan, gaz haline gelen su moleküllerinin havada birbirine karışması anlatılmaktadır.

Üçüncü olarak da bu olayı başka bir hadis yardımıyla şöyle açıklayabiliriz: Resulullah, “ Denizin altında ateş, ateşin altında ise deniz vardır” diyerek yine yüzyılımızda açıklanan bir gerçeğe işaret etmektedir. Bildiğimiz gibi, bölgeden bölgeye 5 km’ den 75 km’ ye kadar değişiklik gösteren yeryüzünün bu en dış katmanındaki katı, sert kabuğunun altında, kalınlığı yaklaşık 2900 km olan ve yüzeye yakın olan kısımla, sıvı çekirdek arasında, sıcaklığı giderek artan bir biçimde 100- 3700 dereceli manto tabakası denilen çok sıcak bir tabaka yer alır. Bu yarı katı yarı sıvı yani, sıvımsı katı olan manto tabakası da alt ve üst manto tabakası olarak ikiye ayrılır (derinliğe indikçe sıcaklık ile basınç artar). Bu tabakanın altında, demir ve nikelden oluşmuş kalınlığı 2300 km ’ye uzanan sıcaklığı ise yaklaşık 3700- 4000 dereceli sıvı bir metal katman yer almaktadır. Dünyanın tam merkezi de 5200 dereceli ve 1200 km kalınlığında çok çok sert demirden oluşmuştur. İşte hadiste, “ateş” ifadesiyle manto tabakasına, “(ikinci) deniz” ifadesiyle de kıpkırmızı ateş sıvısı halinde akmakta olan bu magmaya işaret edilmiştir. Böylece Yer şiddetli sarsıntı ile sallandığı, içindekilerini dışarı attığı zaman (Zilzal- 1/2) ayetinin de işaret ettiği üzere, kıyamet sürecinde değişen kuvvet dengeleri sonucu, çatlayan, çöken, kırılan, …vs deniz tabanındaki yeryüzü kabuğundan, yanardağlarda olduğu gibi magmanın fışkırarak su sıvısı ile birleşmesi ayette açıkça, “denizlerin birleşmesi” olarak ifade edilmiştir.

“Denizler kaynayıp buharlaştığı zaman”, (Tekvir- 6)

Bu ayetin birinci anlamı ise, güneşin ısı dalgalarının dünyaya daha şiddetli vurmaya başlamasıyla doğal olarak suyun yavaş, yavaş gaz (buhar) haline dönüşmesi durumunu anlatırken, ikinci manada da, “denizlerin birleşmesi” ayetindeki lav denizi ile su kütlesinin birleşmesi sonucu oluşan durumdur. Kıyamet süreci boyunca giderek artan bir şekilde kendisini daha açık ve net gösterecek olan bu olayın yine küçük ölçekli ve yavaşlatılmış versiyonu günümüzde de gerçekleşmekte olup mesela, Havai kıyalarında sığ deniz tabanında açığa çıkan lavların suyu nasıl ısıtıp kaynattığını belgesellerden izlemekteyiz. Belli süre sonra soğuyan lavlar katılaşarak kara parçalarının oluşmasını sağlar. Bunun yanında derin okyanus tabanındaki yarıklardan çıkan kısmi lav akışları ve bu lavların oluşturduğu bacalardan çıkan sıcak gazlar da o bölgedeki suyu çok ısıtmaktadır. Yıl boyunca sıcaklığın en yüksek değeri sıfır derece olan İzlanda’da yerden çıkan kaynamış mineralli suyun vücutlara şifa, evlerde ise ısınma amaçlı kullanıldığını da söylemekte yarar var. İşte Kıyamet sürecinin belli bir zaman diliminde, deniz tabanlarındaki çok büyük alanlardan açığa çıkacak olan en az 3700 derecelik lavlar, güneşin ısısına ek olarak göllerin, denizlerin, okyanusların kaynamasını ve buharlaşmasını sağlayacak, bu lav akıntısı suyun tamamen kaynaması sonrasında da akmaya devam edecektir, ta ki güneş tarafından onun da buharlaşıp tamamen yok edilinceye kadar. Ayrıca, “denizlerin kaynayıp buharlaşması” olayını, “bu lav denizlerinin tüm dünya yüzeyine yayılması ve tüm dünya maddesinin zamanla tek bir ateş (lav) denizine” dönüşerek buharlaşması olarak da düşünebiliriz.   

Bu ayette çok enteresan bir noktaya daha dikkat çekilmektedir. O da, bu ayetin bir anlamının da “Denizler yakıldığı (ateşlendiği) zaman” şeklinde olup suyu meydana getiren H2O molekülündeki yani, iki hidrojen ve bir oksijen atomlarından hidrojenin yakıcı, oksijenin ise yanıcı olan özelliğine işaret edilmektedir. Çok daha ilginci, “denizler ateşlendiği (tutuşturulduğu) zaman” sözüyle bu atomların kimyasal reaksiyon özelliği yanında, su molekülünün çoğunluğunu teşkil eden hidrojenin, suyun gaz haline gelip çok yüksek sıcaklıktaki güneşin plazma yapısına karışarak güneşteki termonükleer reaksiyona katılması yani, ateşlenerek (yakılarak) Helyuma dönmesi, bunun sonucunda da hidrojen bombası şeklinde patlayıp enerji açığa çıkartması da anlatılmaktadır. Bildiğimiz gibi çok daha büyük yıldızlarda, oksijen atomu da termonükleer reaksiyona girerek silikon atomuna dönüşmektedir ki böylece ayet, hem hidrojenin hem de oksijenin termonükleer reaksiyon özelliğine işaret etmektedir.

“Ruhlar çiftleştiği zaman”, (Tekvir- 7)

Ölümün tadılmasıyla birlikte Baas olunması ve bu ruh bedeniyle önce kabir sonra da kabir alemi denilen boyutta yer alınması, kıyamette yani, güneşin dünyayı uçlarından içine aldığı sırada yani, mahşerde de o ruhun tekrardan o ortam şartlarına uygun olarak yeniden yapılanacak olması (Baas’a uğraması) da, “Ruhların Çiftleşmesi” şeklinde bize bildirilmiştir.      

“ Vahşi hayvanlar haşrolduğu (dirildiği) zaman”, (Tekvir- 5)

Daha önceki yazılarımızda de belirttiğimiz üzere, o gününün şiddetli ortamında hayvanların maddesel bedenlerinin mevcut olamayacağına yanı sırada, hayvanların sorumluluklarının bulunmaması, kendilerini bilememeleri, …vs. dolayısıyla ölüm ötesine dönük olan ruhları bulunmayacağına göre, bu ayetin nasıl anlaşılması gerektiğini size bırakıyorum.

Burada önemli bir soru da, “bir taraftan ayette, “üzerinize yedi sağlam Sema (Gök) bina ettik” denirken, diğer taraftan da başka bir ayette, Kendi nefislerinde (enfüslerinde) hiç düşünmediler mi ki Allah, Yeri (Arzı), Göğü (Semayı) ve aralarındakileri ancak Hak olarak ve belli bir süreliğine yaratmıştır” (Rum-8) denerek (yukarıda bahsettiğimiz diğer ayetlerde de) “Arz’ın ve Semanın dağılıp yok olmasından” bahsedilmektedir ki, bu da bir çelişkiye neden olmuyor mu?” sorusudur. Hayır olmuyor. Çünkü birinci anlamda, sağlam inşa edilen, yaratılan Yer ve Göğün, belirli olan o ana kadar yani güneşin, kesintiye uğramaksızın amacına ulaşıncaya, genişleyerek gezegenleri yok edişine kadar yürürlükte kalacağı (birinci bölümde de değindiğimiz üzere ondan önce kıyametin kopmayacağını) belirtilirken, bir diğer anlamda ise, ikinci ayette belirtilen, Arz ve Semanın yok olması ile maddesel yönüyle (mekansal anlamda) dünya ve katmanlarının, güneş ve güneş sistemimizin yok oluşu anlatılırken, birinci ayette “Arz ve Sema” kelimesiyle de, madde ve ışınsal boyutlar ile Bilinç boyutları kast edilmektedir ki, maddesel (mekansal) yönüyle güneş sistemimiz içindeki Arz (dünya) ve tüm katmanları ile Semalar (planetler), ortadan kalksa da boyutsal anlamda tüm bu Arz ve Sema boyutları, varlığını sonsuza dek sürdürecektir. Başka bir deyişle ayetler, Bilinç boyutlarının ve bunun projeksiyonu olan tüm Arz boyutlarının bir bütün olarak sağlam yani, ezeli ve ebedi olduğunu ancak buna karşın, tüm Arz boyutlarında yer alan yapı ve varlıklarda dönüşümün mevcut olduğunu anlatmaktadır.  

(1) bkz. Rad-2, Enbiya- 33, Lokman- 29, Fatır- 13, Yasin- 38/40
(Kaynakça: Ahmed Hulusi; Yenilen, Okyanus Ötesi I, Neyi Okudu, Allah, İnsan Ve Sırları I, Ruh-İnsan-Cin)

 

 
 
İstanbul - 02.12.2008
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com