| 
						
						
						“Karia” kelimesini bir mekana isnat ettiğimizde bunun 
						bir anlamı da, bir yerin tamamen boşalıp o yerin tenha 
						kalması demektir. Böylece, başka bir anlamda “Karia” 
						kelimesiyle, güneşin dünyaya çok güçlü bir biçimde 
						çarpması ya da o kıyamet anının maddi ve manevi çok 
						şiddetli oluşu yanında, güneşin hemen ucundan içeri 
						giren dünyanın manyetik alanının zayıflayarak ortadan 
						kalkması sonucu serbest kalan birimsel ruhların hem 
						güneşin manyetik platformuna girmesiyle dünyayı terk 
						etmeleri, dünyanın boşalması, hem de dünyanın 
						buharlaşmasıyla uzay-zamandaki yerinin boşalması, eğdiği 
						uzay-zaman bölgesinin düzleşmesi anlatılmaktadır. 
						 
						
						
						Peki Resulullah’ın, “Kıyametle ilgili olarak 
						
						’Güneşle ay kıyamet gününde kararıp sarık sarılırcasına 
						dürülürler’ 
						
						sözünü nasıl anlamalıyız?” diye bir soru soracak olursak 
						bunu da şöyle açıklayabiliriz. Kararma olayları ile 
						güneşin dürülmesini anlatmıştık. Ay’ın dürülmesine 
						gelince, bu hadisi zorunlu olarak 
						
						“ güneşle ay bir araya getirildiği zaman” 
						
						ayetiyle birlikte düşündüğümüzde, (her ne kadar dışa 
						yayılan güneşin bu dış katmanı uzun bir süreç sonra 
						uzaya dağılacak olsa da) ay da güneş tarafından katman 
						katman buharlaştırılıp kendi hammaddesine dönüştürülüp 
						içindeki yüksek basınç altında girdaplar halinde 
						preslenecektir ki, işte 
						
						“Ayın dürülmesiyle” 
						bu olaya işaret edilmektedir. Şimdi, yine ilgili 
						ayetleri incelemeye devam edelim.   
						
						
						“Yıldızlar kararıp döküldüğü zaman” (Tekvir- 2) / 
						“Yıldızlar sürüldüğü (hareket edip düştüğü, saçılıp 
						dağıldığı) zaman” (infitar- 2). 
						
						
						“Yıldızların dökülmesi” 
						
						olayının birden fazla anlamını ilgili yazılarımızda 
						değinmiştik. Bir başka anlamını da şöyle 
						açıklayabiliriz. Mesela, 
						
						“her biri belli bir süreye kadar akıp giden güneş 
						ve ayı emri altına almıştır…” (Zümer- 5) 
						
						(1)
						
						
						ayetine baktığımızda bu yüzyılımıza ait bir gerçeğin 
						1400 yıl öncesinden dillendirildiğini hayretle 
						görmekteyiz. Çünkü ayet, açıkça sabit olarak 
						düşündüğümüz güneşin de belli bir yörüngede hareket 
						ettiğini söylemektedir. Gerçekten de şu anda güneşimiz, 
						Vega yıldızına doğru saniyede 40 km‘lik gibi büyük bir 
						hızla hareket etmektedir. Kısacası, güneş de sabit 
						olmayıp galaksi içindeki diğer yıldızlar gibi hareket 
						halindedir. Dolayısıyla, galaksi içindeki yıldızlar 
						birbirlerine göre de hareketlidir. Böylece bu ayet 
						hükmünce güneş, en sonunda siyah cüceye dönüşecek olsa 
						da tıpkı şu anda da olduğu gibi hareketine aynen devam 
						edecektir. Ancak ayet, bu hareketin de sınırlı olduğunu 
						zamanı gelince sonunun geleceğini bize bildirmektedir. 
						Bu son ise, üzerimize hızla gelmekte olan Andromeda 
						galaksisi ile bizim güneşimizin çarpışması sonucu 
						yaşanacak olan galaktik kıyametle yörüngesinden fırlayan 
						yıldızların bir mermi gibi etrafa savrulmalarıyla 
						yaşanacaktır. İşte ayet, dünyadan (ya da galaksi içi 
						herhangi bir noktadan) bakış açısına göre 
						
						“yıldızların kayar şekilde görülmesi” 
						
						ile bu galaktik kıyamet olayını tasvir etmiştir. 
						Görüldüğü üzere bir ayetle kaç farklı olaya işaret 
						edilmektedir. 
						
						
						“Hadi o yalanlamış olduğunuz azaba doğru gidin… O saray 
						gibi kocaman (çok büyük) kıvılcımlar saçar. Onun 
						kıvılcımı sanki sarımtırak deve gibidir” 
						
						(Mürselat- 33) 
						
						
						Güneşin cehennem olduğuna işaret eden ayetlerden biri 
						olan bu ayetin yorumuna geçmeden önce, deveye benzetilen 
						kıvılcımların rengi için burada çok ilginç bir kelime 
						kullanılmaktadır. Bu kelimenin tam Türkçe karşılığı, 
						altın ya da bakır sarısı yani, kızıla çalan sarı
						kelimesidir ki, bazı çevirilerde genel anlam olarak 
						sarı renk kullanılırken kimi çevirilerde de bunun yerine 
						daha da yaklaşık bir ifadeyle kızıl develer tabiri 
						kullanılmıştır. Böylece kızılımsı kıvılcımların deve 
						sürülerine benzetilmesinin nedenleri, tıpkı kaynağından 
						peş peşe yükselen ya da peş peşe ayrılan kıvılcımların, 
						yandan görünümleri zik zak şeklinde olan develere 
						benzemesi yanı sıra da bu plazmaların, yaşayan ve bir 
						bilinci olan organizmalar gibi olması dolayısıyladır. 
						Güneşten ayrılan bir plazma, kısa bir süre sonra görünür 
						frekanstaki dalgaları yayınlamayı sonlandırsa da görünür 
						olmayan, yüksek ve düşük dalga boyları ile içinde mevcut 
						olan taneciklerle birlikte, kendilerini bir bütün halde 
						tutan manyetik alanı vasıtasıyla uzay boşluğunda 
						hareketine (önlerine bir şey çıkmadıkça) milyonlarca, 
						…vs yıl devam eder (cehennem radyasyonunun şuurlu bir 
						yapı olmasına ilgili bir hadisle daha açık değineceğiz). 
						Böylece, bir taraftan o insanların anlayışına göre hitap 
						edilirken aynı zamanda bizim anlayışımıza göre de o şey 
						hakkında bilgiler verilmiştir. Aynı şekilde güneşin 
						kıvılcımlarının kocaman saray kadar olması ifadesiyle de 
						o dönem insanlarına kıvılcımın büyüklüğü konusunda bir 
						fikir vermesi, o olaydan tatmin olmaları amaçlanmıştır. 
						Gerçek boyutlarını ise bugünün bilimi tespit etmiş olup 
						güneşin yüzeyinden ayrılan bu ateş toplarının 400 bin 
						ile 800 bin km kadar olduğunu bizlere söylemektedir. 
						Yani bir tek kıvılcım (alev dilimi) üst üste yaklaşık 
						33- 65 dünyayı içine alacak kadar devasa yüksekliktedir 
						(bir de genişliğini göz önüne alsak). Gerçekten de dünya 
						ile güneş arasındaki bir yörüngede güneşi yirmi dört 
						saat izleyen Soho uydusundan alınan görüntülere göre 
						kıvılcımların tıpkı deve sürüleri gibi uzaya doğru 
						yayıldığı ve alev olarak isimlendirilen plazmanın 
						boşluğa doğru genişlemesi nedeniyle de renginin kızıla 
						çalan sarı renginde olduğu tespit edilmiştir. Hatta Nasa 
						tarafından çekilen güneş fotoğraflarındaki bu deve 
						sürüleri şeklindeki alevlerin görüntüleri, yıllar önce 
						bir dergide de yayınlanmıştı.  
						
						
						“Altın ya da bakır sarısı” 
						
						 kelimesilerinin kullanılmasının bir sebebi de, güneşin 
						renginin sarıdan başlayıp kırmızı frekansa doğru kayış 
						yapacağını böylece, zamanla frekansal band değişimine 
						uğrayacağını, güneşin, dünya ve ay’ı içine aldıktan 
						sonra da Marsı içine alması ve daha sonrasında da 
						erittiği planetlerle birlikte daha da genişleyerek 
						soğuması esnasında renginin tam bir kırmızıya 
						dönüşeceğini ve en sonunda da sona eren termonükleer 
						reaksiyon sonucunda da ışığının kızıl ötesi banda 
						geçerek görünmez olacağını bize açıklamaktadır. Güneşin 
						alev dilimlerinin dünyaya yaklaşması ve içine alması ve 
						sonraki belli bir aşamada tüm gökyüzünü 
						
						“kızılımsı renk” 
						
						 ile kaplayacak olması ayetlerde, gökyüzünün “erimiş 
						bir bakır rengine dönmesi”
						
						
						(Meariç-8) 
						
						ya da 
						
						“erimiş yağ gibi kırmızı gül rengine dönmesi”
						
						
						(Rahman- 37) 
						
						ifadeleriyle bize açıkça bildirildiğine daha önceki 
						yazılarımızda da değinmiştik.
						
						
						Bugün gökyüzünde gördüğümüz kızıl renkli yıldızların çok 
						büyük çoğunluğu yaşamının sonuna gelmiş bu tür yıldızlar 
						olup Aldaberan, Antares, Arcturus, Betelgeuse gibi 
						yıldızlar bu tür yıldızlara birer örnek teşkil 
						etmektedir. 
						
						
						Bununla birlikte yine çok şaşırtıcı olarak 
						“deve sürüleri” 
						ifadesiyle, zamanımıza ait bir bulgu da vurgulanmıştır. 
						Bunu da kısaca şöyle açıklayabiliriz. Eğer bir deve 
						sürüsüne bakarsak, yine devenin yapısı dolayısıyla bu 
						sürünün, dalgasal bir deniz olarak karşımıza çıktığını 
						görürüz. Bir başka yönüyle bakacak olursak bu sefer de 
						bu dalgasal yapının maddesel, tek tek maddi yapılardan 
						oluşmuş olduğunu fark ederiz. Böylece Kur’an, bu 
						plazmanın bir dalgasal yapı olduğunu açıklamakla 
						kalmayıp aynı zamanda bu plazmanın yani parçacıkların, 
						kuantum fiziğinin temel ilkelerinden biri olan 
						dalga/parçacık dualitesine de sahip olduğunu bize 
						anlatmaktadır. Bu arada, Kur’an ve dolayısıyla 
						hadislerde kullanılan sembolik ifadelerin, bir veya 
						birkaç olayı betimlemekten çok, birden fazla anlamı 
						barındıracak özelliklere sahip nesne ve kavramlar 
						olduklarını ve çok özenle seçilmiş olduklarını da 
						hayretle görmekteyiz.  
						
						
						Ayette “saray” denmesinin bir nedenini de şöyle 
						açıklayabiliriz. Bildiğimiz üzere saray denilen yapı, 
						bir birim için geçici ya da tüm yaşamı boyunca 
						konaklama, yerleşme alanıdır. Dolayısıyla bu kelimeyle, 
						cehennemdeki alevlerin bir yaşama alanı olduğu, 
						insanların ise bu radyasyon dilimleri içinde bir 
						süreliğine ya da devamlı olarak konaklayacakları, 
						yaşayacakları başka bir deyişle, yoğun enerji 
						dalgalarından oluşmuş bir ortamda yer alacakları 
						anlatılmaktadır.   
						
						
						“Denizler birleştiği (birbiri içine girdiği, kaynaştığı) 
						zaman”, (İnfitar -3) 
						
						
						Kıyamet sürecinde denizlerin birleşmesi üç şekilde 
						karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak, ayet, 
						
						“
						
						
						O, sizi çalkalamasın diye yeryüzüne büyük dağlar… koydu”
						
						
						(Nahl-15) 
						/
						
						
						Yer bütünüyle sallanıp paramparça edildiği zaman” 
						
						(Fecr:- 21) / 
						
						“ dağlar yürüdükçe yürür” 
						
						(Tur- 10)
						
						
						ayetleri hükmünce 
						yeryüzü tabakasını bir arada tutmak için çivi görevi 
						gören dağların giderek artan sayı ve şiddetli 
						depremlerle, zelzelelerle yerinden oynaması, hareket 
						etmesi, çökmesi, parçalanması, haliyle bu 
						koruyuculuğunun kalkmasıyla, yeryüzünün giderek daha da 
						hızlı karasal hareketlere maruz kalacağını sonucunda da, 
						dünya yüzeyindeki suların yer değiştireceğini, 
						denizlerin birbirine karışacağını anlatmaktadır. 
						Günümüzde bunun örneklerini günlük bazda mm, yıllık 
						bazda ise, metre düzeyinde çok yavaşlatılmış olarak 
						yaşamakta olup çok çok uzun süreçlerde bu kendini daha 
						net göstermektedir. Mesela bundan on, yüz milyonlarca 
						yıl öncesinden günümüze bu karasal hareketlerle 
						denizler, okyanuslar devamlı yer değiştirmiş, bir 
						birleriyle kavuşmuş ve bu aynı durum yine on, yüz 
						milyonlarca süreç içinde gelecekte de devam ederek 
						yeryüzündeki karaların şekli devamlı değişecektir. Ancak 
						bilhassa kıyamet döneminde, bu yeryüzü hareketleri ve 
						sonucundaki değişimler kendisini daha da güçlü, belirgin 
						ve hızlı olarak gösterecektir. İkinci anlamda ise, 
						kıyametin son safhalara doğru yüksek ısı altında 
						buharlaşan, gaz haline gelen su moleküllerinin havada 
						birbirine karışması anlatılmaktadır. 
						
						
						Üçüncü olarak da bu olayı başka bir hadis yardımıyla 
						şöyle açıklayabiliriz: Resulullah, “ 
						
						Denizin altında ateş, ateşin altında ise deniz vardır” 
						diyerek yine yüzyılımızda açıklanan bir gerçeğe işaret 
						etmektedir. Bildiğimiz gibi, bölgeden bölgeye 5 km’ den 
						75 km’ ye kadar değişiklik gösteren yeryüzünün bu en dış 
						katmanındaki katı, sert kabuğunun altında, kalınlığı 
						yaklaşık 2900 km olan ve yüzeye yakın olan kısımla, sıvı 
						çekirdek arasında, sıcaklığı giderek artan bir biçimde 
						100- 3700 dereceli manto tabakası denilen çok sıcak bir 
						tabaka yer alır. Bu yarı katı yarı sıvı yani, sıvımsı 
						katı olan manto tabakası da alt ve üst manto tabakası 
						olarak ikiye ayrılır (derinliğe indikçe sıcaklık ile 
						basınç artar). Bu tabakanın altında, demir ve nikelden 
						oluşmuş kalınlığı 2300 km ’ye uzanan sıcaklığı ise 
						yaklaşık 3700- 4000 dereceli sıvı bir metal katman yer 
						almaktadır. Dünyanın tam merkezi de 5200 dereceli ve 
						1200 km kalınlığında çok çok sert demirden oluşmuştur. 
						İşte hadiste, 
						
						“ateş” 
						ifadesiyle manto tabakasına, 
						
						“(ikinci) deniz” 
						ifadesiyle de kıpkırmızı ateş sıvısı halinde akmakta 
						olan bu magmaya işaret edilmiştir. Böylece 
						
						
						Yer şiddetli sarsıntı ile sallandığı, içindekilerini 
						dışarı attığı zaman 
						
						(Zilzal- 1/2) 
						
						ayetinin de
						
						
						işaret ettiği
						
						
						üzere,
						
						
						kıyamet sürecinde değişen kuvvet dengeleri sonucu, 
						çatlayan, çöken, kırılan, …vs deniz tabanındaki yeryüzü 
						kabuğundan, yanardağlarda olduğu gibi magmanın 
						fışkırarak su sıvısı ile birleşmesi ayette açıkça,
						
						
						“denizlerin birleşmesi” 
						olarak ifade edilmiştir.  
						
						
						“Denizler kaynayıp buharlaştığı zaman”, (Tekvir- 6) 
						
						
						Bu ayetin birinci anlamı ise, güneşin ısı dalgalarının 
						dünyaya daha şiddetli vurmaya başlamasıyla doğal olarak 
						suyun yavaş, yavaş gaz (buhar) haline dönüşmesi durumunu 
						anlatırken, ikinci manada da, 
						
						“denizlerin birleşmesi” 
						
						ayetindeki lav denizi ile su kütlesinin birleşmesi 
						sonucu oluşan durumdur. Kıyamet süreci boyunca giderek 
						artan bir şekilde kendisini daha açık ve net gösterecek 
						olan bu olayın yine küçük ölçekli ve yavaşlatılmış 
						versiyonu günümüzde de gerçekleşmekte olup mesela, Havai 
						kıyalarında sığ deniz tabanında açığa çıkan lavların 
						suyu nasıl ısıtıp kaynattığını belgesellerden 
						izlemekteyiz. Belli süre sonra soğuyan lavlar 
						katılaşarak kara parçalarının oluşmasını sağlar. Bunun 
						yanında derin okyanus tabanındaki yarıklardan çıkan 
						kısmi lav akışları ve bu lavların oluşturduğu bacalardan 
						çıkan sıcak gazlar da o bölgedeki suyu çok ısıtmaktadır. 
						Yıl boyunca sıcaklığın en yüksek değeri sıfır derece 
						olan İzlanda’da yerden çıkan kaynamış mineralli suyun 
						vücutlara şifa, evlerde ise ısınma amaçlı kullanıldığını 
						da söylemekte yarar var. İşte Kıyamet sürecinin belli 
						bir zaman diliminde, deniz tabanlarındaki çok büyük 
						alanlardan açığa çıkacak olan en az 3700 derecelik 
						lavlar, güneşin ısısına ek olarak göllerin, denizlerin, 
						okyanusların kaynamasını ve buharlaşmasını sağlayacak, 
						bu lav akıntısı suyun tamamen kaynaması sonrasında da 
						akmaya devam edecektir, ta ki güneş tarafından onun da 
						buharlaşıp tamamen yok edilinceye kadar. Ayrıca, 
						
						“denizlerin kaynayıp buharlaşması” 
						
						olayını, 
						
						“bu lav denizlerinin tüm dünya yüzeyine yayılması ve tüm 
						dünya maddesinin zamanla tek bir ateş (lav) denizine” 
						dönüşerek buharlaşması olarak da düşünebiliriz.    
						
						
						Bu ayette çok enteresan bir noktaya daha dikkat 
						çekilmektedir. O da, bu ayetin bir anlamının da 
						
						“Denizler yakıldığı (ateşlendiği) zaman” 
						
						şeklinde olup suyu meydana getiren H2O molekülündeki 
						yani, iki hidrojen ve bir oksijen atomlarından 
						hidrojenin yakıcı, oksijenin ise yanıcı olan özelliğine 
						işaret edilmektedir. Çok daha ilginci, 
						
						“denizler ateşlendiği (tutuşturulduğu) zaman” 
						sözüyle bu atomların kimyasal reaksiyon özelliği 
						yanında, su molekülünün çoğunluğunu teşkil eden 
						hidrojenin, suyun gaz haline gelip çok yüksek 
						sıcaklıktaki güneşin plazma yapısına karışarak güneşteki 
						termonükleer reaksiyona katılması yani, ateşlenerek 
						(yakılarak) Helyuma dönmesi, bunun sonucunda da 
						hidrojen bombası şeklinde patlayıp enerji açığa 
						çıkartması da anlatılmaktadır. Bildiğimiz gibi çok daha 
						büyük yıldızlarda, oksijen atomu da termonükleer 
						reaksiyona girerek silikon atomuna dönüşmektedir ki 
						böylece ayet, hem hidrojenin hem de oksijenin 
						termonükleer reaksiyon özelliğine işaret etmektedir.
						 
						
						
						“Ruhlar çiftleştiği zaman”, (Tekvir- 7) 
						
						
						Ölümün tadılmasıyla birlikte Baas olunması ve bu ruh 
						bedeniyle önce kabir sonra da kabir alemi denilen 
						boyutta yer alınması, kıyamette yani, güneşin dünyayı 
						uçlarından içine aldığı sırada yani, mahşerde de o ruhun 
						tekrardan o ortam şartlarına uygun olarak yeniden 
						yapılanacak olması (Baas’a uğraması) da, 
						
						“Ruhların Çiftleşmesi” 
						şeklinde bize bildirilmiştir.       
						
						
						“ Vahşi hayvanlar haşrolduğu (dirildiği) zaman”, (Tekvir- 
						5)  
						
						
						Daha önceki yazılarımızda de belirttiğimiz üzere, o 
						gününün şiddetli ortamında hayvanların maddesel 
						bedenlerinin mevcut olamayacağına yanı sırada, 
						hayvanların sorumluluklarının bulunmaması, kendilerini 
						bilememeleri, …vs. dolayısıyla ölüm ötesine dönük olan 
						ruhları bulunmayacağına göre, bu ayetin nasıl 
						anlaşılması gerektiğini size bırakıyorum. 
						 
						
						
						Burada önemli bir soru da, “bir taraftan ayette, 
						
						“üzerinize yedi sağlam Sema (Gök) bina ettik”
						
						
						denirken, diğer taraftan da başka bir ayette, 
						
						“Kendi 
						nefislerinde (enfüslerinde) 
						hiç düşünmediler mi ki Allah, Yeri (Arzı), Göğü (Semayı) 
						ve aralarındakileri ancak Hak olarak ve belli bir 
						süreliğine yaratmıştır” (Rum-8)
						
						
						denerek (yukarıda bahsettiğimiz diğer ayetlerde de)
						
						
						“Arz’ın ve Semanın dağılıp yok olmasından” 
						
						bahsedilmektedir ki, bu da bir çelişkiye neden olmuyor 
						mu?” sorusudur. Hayır olmuyor. Çünkü birinci anlamda, 
						sağlam inşa edilen, yaratılan Yer ve Göğün, belirli olan 
						o ana kadar yani güneşin, kesintiye uğramaksızın amacına 
						ulaşıncaya, genişleyerek gezegenleri yok edişine kadar 
						yürürlükte kalacağı (birinci bölümde de değindiğimiz 
						üzere ondan önce kıyametin kopmayacağını) belirtilirken,
						bir diğer anlamda ise, ikinci ayette belirtilen, Arz 
						ve Semanın yok olması ile maddesel yönüyle (mekansal 
						anlamda) dünya ve katmanlarının, güneş ve güneş 
						sistemimizin yok oluşu anlatılırken, birinci ayette “Arz 
						ve Sema” kelimesiyle de, madde ve ışınsal boyutlar ile 
						Bilinç boyutları kast edilmektedir ki, maddesel 
						(mekansal) yönüyle güneş sistemimiz içindeki Arz 
						(dünya) ve tüm katmanları ile Semalar (planetler), 
						ortadan kalksa da boyutsal anlamda tüm bu Arz ve Sema 
						boyutları, varlığını sonsuza dek sürdürecektir. 
						Başka bir deyişle ayetler, Bilinç boyutlarının ve bunun 
						projeksiyonu olan tüm Arz boyutlarının bir bütün 
						olarak sağlam yani, ezeli ve ebedi olduğunu ancak 
						buna karşın, tüm Arz boyutlarında yer alan yapı ve 
						varlıklarda dönüşümün mevcut olduğunu anlatmaktadır. 
						  
						
						
						(1) bkz. Rad-2, Enbiya- 33, Lokman- 29, 
						Fatır- 13, Yasin- 38/40(Kaynakça: Ahmed Hulusi; Yenilen, Okyanus Ötesi I, Neyi 
						Okudu, Allah, İnsan Ve Sırları I, Ruh-İnsan-Cin)
 |