Bir
önceki bölümdeki hadisin de belirttiği üzere bazı
Evliyaullah ve bu Evliyanın görüşlerini yorumlayan
araştırmacılar, cehennemin küçük cehennem olarak
dünyanın içindeki, daha doğrusu tam merkezindeki ateş
olduğunu kıyamette ise, bu çekirdeğin çatlayarak yüzeye
çıkacağı, büyüyeceği ve büyük cehenneme dönüşeceği ya da
zamanı gelince Arz’ın, içindeki varlıkları mahşere
dökeceği ve küçük cehennemi de (Arz’ın merkezini de)
büyük cehenneme vereceği ve onun güdümüne gireceği ya da
buna benzer türden açıklamalar yaparak, açıkça
cehennemin Arzın (Yerin) altında olduğunu ifade
etmişlerdir. Ancak, ilgili onca veriye rağmen
bazı Evliyanın bu şekilde açıklama yapması onların bu
konuyu bilmemeleri değil, gerçeğine işaretle
mecazen günün anlayışına hitap etmelerinden
kaynaklanmaktadır. “Gerçeğine işaretle” dedik çünkü,
diğer hadis ve ayetlerin bütününü düşündüğümüzde
Cehennemin Arzın altında oluşu, bildiğimiz yeryüzünün
altı, maddesel katmanları değil, boyutsal anlamda
yeryüzünün yani, (maddesel boyutun, Arz boyutları içinde
bir boyut olduğu düşünüldüğünde) maddesel Arz boyutunun
altındaki boyutta yer alan (o boyutlara uzanan),
dolayısıyla merkeziyle birlikte tamamıyla içine girdiği
ve onun hammaddesine dönüştüğü güneş ve ikiz (o
boyutlardaki) yapısı anlamındadır. Kuran ve
Hadisleri yaşayarak bilen Evliya, bu verilerin tümünü
ele alarak bunlara işaretle sembolik anlatımlar
kullanırken, bunu anlamaya çalışanlar ise, bu
bütünselliği görmeksizin olanı gerçek zannederek o
sembollerin nelere işaret ettiğini düşünmek yerine
anlatılanı olduğu gibi bilimsellikle anlamaya,
bilimselliğe uydurmaya çalışarak ayrı bir yanlışa,
çelişkilerin doğmasına neden olmaktadırlar.
Dolayısıyla, din-bilim ilişkisi dediğimiz şey bu
değildir (1).
Bunun yanında, kabir alemi denilen dünyanın boyutsal
katmanında hapis kalan ruhların çoğunluğunun çektikleri
azaplar nedeniyle, cehennemin yerin altında olduğu
söylenmiştir ki, bu da Mutlak cehennem anlamında
değildir. Bunu da eskiler, “Arz’ın, Berzahta cehennemin
görevini üstlendiği” şeklinde ifade etmişlerdir.
Yine ayet ve hadislere göre cennet ise, Arş’ın altındaki
meleki katmandaki Salt Bilinç boyutlarıdır. Bu, cennetin
batın yönü olup kapasitelerince sahip oldukları bu
bilinç özelliklerini, cehennemden kaçış sonrası boyutsal
dönüşüm ile kendilerini buldukları yıldızların ikiz
boyutlarında ortaya koyup aynası oldukları Allah
isimlerini seyrederler ki, bu ortaya konan boyut,
cennetin zahir yönünü oluşturur. Bu nedenle Cennet ve
cehennemin yerleri ile ne olup ne olmadıklarıyla ilgili
olarak, dinsel verilerde açıklama olmadığı şekildeki
görüş ise, tamamıyla yanlıştır. Çünkü gerek Kuran
da, gerekse de bilhassa hadislerde bunlar açıkça dile
getirilmiştir ki, bunları da önceki ilgili yazılarımızda
oldukça değinmiştik.
Tekrardan vurgularsak bu kıyamet olayı, sadece insan,
yani maddi boyutta yaşanılacak olan bir olayla sınırlı
olmayıp güneş sisteminin içindeki ikiz boyutlarda (Arz
katmanlarında) da kendini göstererek gerek dünyamız,
gerekse de diğer planet ikizlerinde yaşayan şeytaniyet
vasıflı ya da değil, tüm Cin sınıfında yer alan
varlıklar için de aynen geçerli olacaktır. Dolayısıyla
kıyamet, diğer ikiz katmanlarını da içine alacak şekilde
gerçekleşecektir. Şimdi de ilgili ayetleri irdelemeye
devam edelim.
“ Onların üstünde ateşten tabakalar (Nardan
gölgelikler), altlarında da yine ateşten tabakalar
(Nardan gölgelikler) vardır” (39- 16)
Burada genel olarak,
“altlarında ateşten tabakalar”
kelimesiyle cehennemin fiziki yapısı ve birimin maddi
yönüyle o ortam içinde olmasına,
“üstlerinde
ateşten tabakalar”
ifadesiyle de aynı anda birimin içinde bulunduğu
şuur boyutundaki olumsuz durumuna işaret edilmektedir.
Özetle, cehennemde bir birim için
enfüs ve afaki açıdan azaptan başka bir şey yoktur.
Bunu daha da açarsak, ayetin ikinci kısmında cehennem
ortamının ateşten yani, radyasyondan meydana geldiğini
ve o ortamın fiziksel olarak Ruhlara azap verdiğini,
cehennemin katmanlardan oluştuğunu ve o ruhların her
yanını sardığını anlatmaktadır (bu katmanları
bilimsel olarak daha sonraki yazılarda ayrıntısıyla
değineceğiz). Ayetin birinci kısmına geçmeden
belirtelim, öncelikle ruh boyutunda sağ-sol, ön- arka
gibi kavramlar yoktur, ruhtaki keskin algılama
nedeniyle. Bunun yerine boyutsal bir algılamaya geçişten
ya da boyutsal bir sınırlılıktan bahsedilebilir. Böylece
“Nardan perdeler (ateşten katmanlar)”
tabiriyle şuursal anlamda bilincin birtakım nesnelerle,
eşyalarla, varlıklarla bloke olması, kısacası şartlanma,
değer yargıları ve duygularla kayıtlı olduğu
anlatılmaktadır, Nur boyutuna dönüşemedikleri için. Bu
yüzden, cehennem fiziksel anlamda yedi katmandan
oluştuğu gibi, bu yedi katmana karşılık gelen şuur
boyutlarına da sahiptir, birimin bilincinde. Her ne
kadar, yedi katman ya da yedi idrak grubundan bahsedilse
de bu, genel anlamda bir ifade olup bu idrak grubu
içinde de sayısız idrak düzeyleri, bilinç halleri
yaşanmaktadır. İşte bu seviyelerin birinde yer alan bir
birim, bulunduğu düzeyden aşama aşama bağlı kaldığı
özelliklerden sıyrılarak yani, (çok uzun süreçlerde)
arınarak her bir defasında yeni yeni idraklara kavuşur,
o şeyin azabına bağışıklık kazanır. Biri bitince bu
sefer bir sonraki arınma aşamasına geçilir. Böylece,
sonsuz bir süreç sonunda manevi, dolayısıyla maddi
olarak tüm azaplardan kurtulur. Ancak arınma işleminde
bellek dalgalarında asla bir silinme olmaz. Bunun yerine
değer yargılarında, idrakında yataysal bir genişleme
oluşur ve sonucunda o şeyin etkisinden kurtulur. Tıpkı,
uzun yıllar önce sevdiğine kavuşamayan bir birimin aşk
acısından yanarken, şu anda onun bilgisini taşımasına
karşın en ufak bir acı hissetmemesi gibi.
“Her şey O’na dönecektir”
ayeti de cehennemlikler için azabın sona erdiği bu
noktaya işaret eder ki, her biri için farklı süreler
alan bu zaman sonunda her birim, o ortamda belli bir
seyir içinde sonsuza dek yaşamlarını sürdürürler. Yoksa
hakikatlerini yaşarlar ya da cennet boyutuna girerler
anlamında değildir bu ayet. Bu arada, Kabe’ de günahları
tamamen sıfırlanan, ama şaki olan bir birim, bu şekilde
öldüğü takdirde cehennemde fiziksel azaptan kurtulmasına
karşın bellek dalgaları sebebiyle şuursal azaplardan ve
en kötüsü Allah’ tan mahrum kalmanın azabını cehennem
ortamında yaşayacaktır.
“ Onlar ateşin alevi ve kaynar sulardadırlar.
Siyah dumanlı bir gölge içindedirler. O gölge ne
serinlik verir, ne de fayda verir” (56-42)
/
“… Doğrusu biz zalimler için öyle bir ateş
hazırlamışızdır ki duvarları onları çepeçevre
kuşatmıştır. … Eğer yardıma çağırsalar, erimiş
maden gibi yüzleri pişiren bir su ile yardımlarına
koşulur… o ne kötü bir içecek, o ne kötü dayanma
yeridir” (18-29)
/
“ Onlar kendileriyle, alabildiğine kaynar hale
getirilmiş su arasında dolanıp dururlar” (55-44)
/
“ Kızgın bir Nar’a maruz kalırlar. Kaynar bir kaynaktan
içirilirler” (88-45)
/
“ O vakit onlar, boyunlarında halkalar ve zincirlere
bağlı olarak sürüklenirler. Kaynar ve kokmuş (irinli)
sular içinde Nar da yakılırlar” (40-71/72)
/
“Sonra onlar için, bunun üzerine kaynamış
kusuntu-irinli sudan içecek vardır" (37-67)
Buradaki “kaynar su” bir benzetmedir. Çünkü en sert
metalin bile buharlaşarak yok olduğu bir ortamda
bildiğimiz suyun olması asla mümkün değildir. Bu yüzden
bu ifade bize bir gerçeği vurgulamak için verilmiştir. O
işaret de güneşin ana yapısı olan çok yoğun “gaz yapısı”
yani, “plazma sıvısıdır”. Bildiğimiz gibi “plazma”,
tıpkı bir sıvı gibidir. Böylece
“ateşin alevi ve kaynar su içindedirler”
tabiriyle güneşin elektromanyetik dalga yapı ile
tanecikli yapıdan oluşan plazma yapısına dikkat
çekilmiştir. Ayetin birinde,
“erimiş madene benzer su”
denerek
bu “sarımsı ya da kızılımsı” plazmayı açıkça
tarif ettiği gibi, yine güneşin (dolayısıyla cehennemin)
katmanlardan oluştuğunu haber vermektedir. Ayrıca su
kelimesinin kullanılmasının bir diğer sebebi de, suyun
kendisinde olduğu gibi, güneşin de çok büyük oranla
Hidrojen (atom çekirdeği) ağırlıklı olmasıdır. Suyun tek
bir molekülü de iki Hidrojen ve bir oksijenden
oluşmaktadır. Aynı şekilde,
“her şeyin kaynağının su olması ya da hayatın sudan
meydana geldiği”
yolundaki ifade de, yaratıldıktan yaklaşık iki yüz bin
yıl sonra evrenin tek bir gaz ve toz bulutu halinde
çoğunluğunun (%75) Hidrojen atomu olmasından
kaynaklanmaktadır. Şu anda bile evrende yine en çok
Hidrojen atomu bulunmaktadır.
Yine, bu plazmanın sıvı gibi olan yapısı dolayısıyladır
ki, bir ayette
“ denizler birleştirildiği zaman”
denerek bir anlamda da “güneş plazma denizi”
tarafından “sıvı ateş denizi” haline getirilen
dünyanın, en son safhada “plazma sıvısı” haline
dönüştürülerek güneşe katılması olayını bize
açıklamaktadır. Böylece ayet, gerek çok yoğun ve her
türden frekansın bulunduğu elektromanyetik dalgalara
gerekse de çok yüksek enerjili, çok fazla elektrik yüklü
(haliyle yoğun elektriksel alanlara) ve çok şiddetli
(yoğun) manyetik alanlara sahip bu “plazma sıvısının”
elektrik, manyetik ve elektromanyetik yapılı ruh
bedenleri olumsuz yönde irrite ederek, o birimlerde
fiziksel bir azabı oluşturacağını anlatmaktadır.
Ayetlerde geçen,
“irinli-kusuntulu su”
tabiriyle de nasıl ki, böyle bir şeyi gördüğümüzde bizi
fiziksel olmanın ötesinde şuursal anlamda etkiliyor,
psikolojimizi bozup düşünce dünyamızı bloke ediyorsa
aynı şekilde, bu “plazma sıvısının” fiziksel etkilemesi
dışında bellek dalgaları üzerinde oluşturacağı etkiyle
bizi şuursal anlamda da çok güçlü sarsacağı, “boyunlarında
halkalar ve zincirler bağlı olarak sürüklenecekler”
sözüyle de bulunduğumuz katmanda ellerimizle, haliyle
beynimizle yaptıklarımızın sonuçlarını, irade dışı,
kontrolü bizde olmayan bir şekilde, o ortamdaki güçlü
şeylere maruz kalarak alacağımızı söylemektedir.
Arınma işlemini her ne kadar cehennem yapmaktadır
diyorsak da, aslında olaya genel anlamda yaklaşmakta
olup daha detayıyla, arınma işlemini ortamdaki radyasyon
yanında, yine Kur ‘an’da “Zebani” ismiyle işaret edilen
Meleklerle birlikte, Hakikatin birtakım sırlarına vakıf
olmuş, ama hadis gereği anne karnındaki 120. günde anti-
çekim dalgalarının beyninden üretilmediği için Şaki
hükmünde cehennem ortamında yer almak zorunda kalan
başta Eflatun gibi birimler tarafından da
gerçekleşecektir. O ortamın varlıkları olan Zebanilerin,
arındırma işlevleri sırasında birimlerin bellek
dalgalarına yani, birimin benliğine bağlı olan
özelliklere yönelik etkileri yanında fiziksel olarak
uyguladıkları etkiler de bulunmaktadır.
Böylece birimler, şartlanma değer yargıları ve
duygularına ters gelen haller ve olaylar, yaşamlar
içinde kendini bulurlar. Bu da şuursal yönden
otomatikman birimlerde acıyı oluşturacaktır, dünya
yaşamında olduğundan daha fazla olarak. Arınma işleminde
ruh beden ve ondaki bellek dalgalarına olan etkiler,
şuurda kabz meydana getireceğinden dünyada yaşanmamış,
kuvveden fiile çıkmamış Öze dönük bu bilgiler ruhta
kayıtlı olsa bile, bilgi yollu fark edilen bu Hakikate
dair birtakım bilgiler kullanım dışı kalacağından o
ortamda birime fayda vermeyecek, hatta olan bu bilgiler
birimde ayrıca bir azap da oluşturacaktır.
Birinci ayetin ikinci bölümüne geçmeden önce bir başka
ayette ,
“ Göklerde (Semada) ve Yerde (Arzda) kim varsa, ister
istemez kendileri de gölgeleri de sabah, akşam
secde eder ” (13-15)
denmektedir.
Burada
“gölge”
tabiriyle yıldızların ve tüm gök cisimlerinin ve
dolayısıyla tüm nesnelerin, varlıkların, ikiz
yapılarının olduğunu ve o yapıların da var oluş amacına
uygun (tam teslim) olarak kulluklarını yerine
getirdiklerini, sistemde işlevler gerçekleştirdiklerini
böyle bir şeyi yapmamanın ise mümkün olmadığını,
olamayacağını anlatmaktadır. Ayrıca, bu ayet bize
yıldızların ikiz yapılarından yayınlanan dalgaların
varlığını, her bir yıldız ikiz yapısının diğer yıldız,
gezegen ve varlıkların, nesnelerin ikizlerini,
dolayısıyla maddesel yapılarını etkileyerek onlarında
kendi boyutlarında işlevler yerine getirttiklerini,
kısacası Astroloji İlminin varlığını bize
göstermektedir. (elbette piyasadaki, herkesin anladığı
astrolojiyi kast etmiyorum)
(2).
Konumuza geri döndüğümüzde, tıpkı bu ayetteki gibi,
“ siyah dumanlı gölgeler”
ifadesiyle de güneşin ikiz yapısını daha detayıyla, her
bir Arz boyutuna karşılık gelen ikiz yapılarını
anlatmakta olup ışın ve plazma yapısı dışında, diğer alt
katmanlarında bulunmanın da bir fayda vermediğini
kısacası,
kaçılacak, sığınılacak bir fiziksel boyutun olmadığını
bize söylemektedir. Çünkü o boyutlar da ateş yani
radyasyon, ruhlara azap veren dalgalardan, daha geniş
boyutlardan bakarsak dalga denizinden, okyanusundan
(suyundan) oluşmaktadır.
Ayetin bu kısmını bir başka açıdan irdelersek,
“siyah dumanlı gölge”
tabiriyle yukarıda da değindiğimiz üzere şuur boyutuna
işaret edilmektedir ki, bu şuur da, “selam” isminin
işaret ettiği anlam açığa çıkmadığı farklı bir deyişle,
bu bilinç, birimi selamete, feraha, kurtuluşa, özgürlüğe
kavuşturan Nur boyutuna dönüşemediği için, birimlere,
sahip oldukları o bilinç boyutlarının da fayda
veremeyeceği anlatılmaktadır. Böylece maddi azaplardan
sıyrılmak için sığınmaya çalıştıkları şuur boyutlarından
da karşılık alamazlar, bilinçsel kayıtlılıkları
nedeniyle. Bu yüzden
“kendileriyle, kaynar su arasında dolanıp durmalarını”,
ruh bedenin plazma, radyasyon içinde çalkalanıp durması
yanında, bir anlamda da maddesel kayıt ile maddeye
dönük olan bu şuur arasında gidip gelecekleri şeklinde
de düşünebiliriz. Bu arada, gerek mahşerde gerekse
de cehennem ortamında gerçekleri görüp yaşamaları
sebebiyle,
“keşke toprak olsaydım” (78- 40)
ya da
“ elleri boyunlarına bağlı olarak sıkışık bir yerine
atıldıkları zaman orada yok oluşu isteyip çağırırlar.
Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok kere yok oluşu
isteyip çağırın”
(25- 13 /14) şeklindeki söylemler de gerçekte, hem
şuursal hem de maddi yapıları itibariyle kayıtlı
oldukları durumdan, azap ve sıkıntıdan bilgisel
olarak vakıf oldukları (ki, her birim ölümü akabinde
özüne yapacağı şuursal yolculukla hakikatinin ne
olduğunu bilecektir) Hakikatlarine, yokluğuna, Yokluğa
sığınmaya çalışacaklarını ancak bunu
başaramayacaklarını açıklamaktadır. Ayrıca, azabın
birkaç tane olmayıp maddi ve manevi anlamda sayısız
olarak bitmek tükenmek bilmeyen süreçler şeklinde var
olacağını da bize bildirmektedir.(1)
bkz. Din-bilim Soru ve Cevapları – 11., 12., 13.
Bölümler.
(2) bkz. Bilim Ve Dinde Astroloji Gerçeği – Fizik
(kaynakça: İnsan Ve Sırları I, II / Evrensel Sırlar / Hz
Muhammed Neyi Okudu / Okyanus Ötesi I / Dua Ve Zikir –
Ahmed Hulusi) |