“Neden cezalandırma ateşle yapılmaktadır?”
diye bir soru sorulacak olursa, bunun cevabına geçmeden
önce şu bilgileri hatırlamakta yarar var: Cehennem
Tanrısal sistemde olduğu gibi, insanların ya da
cinlerin, sırf acı çekmeye dayalı olarak
cezalandırılsınlar diye yaratılmış bir ortam olmayıp
birimlerin, gelen uyarıları gereğince ya da hiç dikkate
almamaları, “terkipselliği” istikametinde yapmış
oldukları fiil ve düşüncelerle her an kendilerini
Hakikatlarine kapatmaları, bilinçlerini kilitlemeleri ya
da başka bir deyişle, Tanrıyı muhatap almaları nedeniyle
kendilerinde var olan Hakikatin İlim ve kudretini açığa
çıkartmamaları sonucu, Nefislerine (haliyle Nefislere)
zulmetmeleri ve yine bu sebepten ötürü suretten,
varlıktan geçememeleri (konuşan cehennemi hatırlayın)
dolayısıyla, tüm bunlardan arınmaları, paklanmaları
için var edilmiş olup, bu arınma işleminin sonucu olarak
azap, acı dediğimiz şey meydana gelmektedir. Bu yüzden
bu ayrımı çok iyi yapmamız gerekir. Yani, cehennem
azap merkezi, yeri değildir. Arınma yeridir ki, en
sonunda azaplar bitince cennetlikler, cehennemliklere
mecazen,
“aramıza gelin”
dediklerinde
onlar,
“biz yerimizden memnunuz”
diyeceklerdir. Çünkü gerek cehennem ortamının gerekse de
zebanilerin birim üzerine yüklenme olayının nedeni,
cehennemin ve tüm içinde bulunanların Allah Esmasının
terkipsel bileşimleri olması nedeniyle güçlü olan
terkiplerin daha zayıf terkipleri etkileyip dönüşüme
uğratmasıdır. Başka bir deyişle, cehennemin bir
Batını bir de Zahiri yönü vardır. Batını yönü ile
cehennem Hak olmasına karşın, Zahiri yönüyle de
terkipsel bir yapıya sahiptir. Bu yüzden, gerek
cehennemin gerekse de içine giren birimlerin Batını Hak
olmasına karşın, Zahiri yönleri itibariyle terkipsel
yapı olmaları nedeniyle, birimler o ortamda çok güçlü
terkipsel değişikliklere uğrarlar. İkinci olarak, arınma
işleminde ateşin kullanılmasının nedeni ise, ateşin
yani, radyasyonun (enerji alanlarının), maddesel boyutta
bile, varlıkların en ince ayrıntısına, noktasına kadar
sirayet ederek maddi ve manevi birtakım etkiler
oluşturması gibi, ruh boyutunun ışınsal bir yapıda
olması ve ateşin doğal olarak o boyutta da her birimin
en ince ayrıntısına kadar nüfuz etmesi sonucu, onlarda
şuursal ve fiziki anlamda dönüşümler oluşturması
dolayısıyladır. Görüldüğü üzere nerede, bir Tanrının
sadizmi çağrıştıran cehennem kavramı, nerede, Hz.
Muhammed’in (sav) açıkladığı Allah kavramı ve Sisteminde
Cehennem kavramı.
“ Resulullah ashabıyla otururken birden bir gümbürtü
işitilir. Bunun üzerine Resulullah: – Bu nedir bilir
misiniz? – der ve bu soruya – bu cehennem ateşine atılan
bir taştır, yetmiş yıldır aşağıya inmekte olduğu halde,
ancak şimdi dibe vardı-
şeklinde cevap verir” / “ insanların cehenneme bağlı
olan zincirleri hakkında da – eğer bu taş parçası gökten
yere bırakılsa akşam olmadan yere ulaşır. Eğer bu
cehennem zincirinin başından gönderilmiş olsaydı ancak
kırk yılda dibe inerdi- demiştir” / “ Cehennem
kıyısından büyükçe bir taş bırakıldı. Bu taş yetmiş yıl
boyunca aşağıya doğru düştü de henüz dibe varmadı” / “
Cehennemdeki meclis, Mekke ile Medine arasındaki
mesafe genişliğindedir” (Hadis)
Burada da hem güneşin hem de ikiz boyutu olan
yapılarının çok büyük olduğunu, “Yer Semalarını” göz
önüne aldığımızda da, boyutsal derinlik arttıkça
yapıların daha da büyüdüğünü bize anlatmaktadır. Zaten
bir üst boyut, bir alt boyuta oranla yapısal olarak çok
büyük, içindeki varlıklar dolayısıyla da daha fazla
sayıda canlıya sahiptir, sistemin gereği olarak. Buna
kendi bulunduğumuz boyutun katmanları arasındaki ilişki
yönünden,
“ Boyutlar Ve Maddeleşmeler – 1”,
“Yerler, Gökler Ve Kıyamet – 2”
başlıklı makalemizde değinmiştik. Bunun yanında,
“ Arz –Arş /6”
adlı makalemizde de değindiğimiz üzere,
“Biz Arz’a geliyor Onun etrafını daraltıyoruz”
ayeti de, yine bir alt boyutun bir üst boyuta göre,
mekansal değil, boyutsal anlamda sınırlı olması, üst
boyutta (Kuantsal boyutlarda) oluşan bir hükmün boyutlar
arası geçişi ve en sonunda da “Arz (Yer Semaları)
Boyutlarında” açığa çıkışı anlatılmaktadır.
Bu konuyla ilgili bir başka hadiste de Resulullah,“
Melekler, yeryüzündeki bütün canlıların etrafında bir
halka oluşturup yeryüzünde bulunanların on katından daha
fazladır. Bundan sonra Allah, ikinci Gök katındaki
Meleklerine emreder ki, Birinci Kat Sema meleklerini ve
varlıklarını çevirirler. Bu Semadaki Melekler de
hepsinin yirmi katından daha fazladır… (Böylece Yedinci
kata kadar böyle devam eder gider ve yine) Yedinci kat
Sema Melekleri hazır olup hepsinin etrafını bir halka
olarak sararlar ki bunların sayısı da diğer tüm kattaki
olanların yetmiş mislinden daha fazla sayıdadır”
diyerek (varlığını melekler oluşturması nedeniyle)
hem “Yeryüzü Semalarının”, hem de “Gökyüzü Semalarının”
yapısını bize mükemmel bir biçimde tanımlamaktadır.
Özetle, ölüm ötesinde gezegenlerden, yıldızlardan
galaksilere nesnelerin ikiz yapıları öyle büyüktür ki,
mesela bu boyutta planetlerin güneşimize kıyasla oranı
ne ise, yaşadığımız dünya ve güneş de, içinde yer
alacağımız dünyanın ya da güneşin ikiz yapıları
(boyutları) yanında böyle kalmaktadır. Taşın,
“Cehenneme bağlı olan zincirin”
yanından atılması ise, çekimin etkinliğinin çok, çok
uzun mesafelere kadar uzandığını anlatmaktadır ki, gerek
gravitasyonel gerekse de Manyetik, Elektrik ve
Elektromanyetik çekimin etkin değerinin, ne kadar
uzaklığa kadar ulaştığını sanırım söylememe gerek yok.
Ayrıca, yine Cehenneme giren kişilerin (haliyle,
herkesin içinden geçecek olması nedeniyle tüm ruhların)
büyüklüğü konusunda da hadislerde,
“cehennemde kâfirin derisinin kalınlığı kırk iki
arşındır” / “Cehennemliklerin cildinin kalınlığı, hızlı
giden bir atın üç günde aldığı yol kadardır”/ “ Kâfirin
baldırı meşhur Beyda dağı kadardır” /
"Kâfir, bir iki fersah uzunluğundaki dilini Kıyamet günü
yerde sürür…”
şekliyle değinilmektedir ki, o ortamdaki ruh bedenlerin
büyük olmasının sebebi ise, maddi ortama adapte olan
ve bu şartlanmayı ruh bedenlerinde barındıran
birimlerin cehennem ortamında bedenlerinin büyük olması
nedeniyle daha fazla radyasyona, dolayısıyla daha yoğun
(şiddetli) enerji alanlarına maruz kalmaları, sonuçta
çok büyük azap duymalarıdır içindir.
Buna karşın,
“ kıyamette kibirliler zerre kadar küçük haşredilecekler.
Ayakları onları çiğneyecek ve doğruca cehennemdeki
zindanlara sürüklenecekler. Nar ehlinin irinlerinden
içecekler”
şeklindeki hadiste,
“ kibirlenenlerin bedenlerinin tam tersine çok küçük
olmaları”
ise, büyüklüğü konusunda gerçek olmayıp mecazi bir
ifadedir. Çünkü dikkat edilecek olunursa burada,
“kibirlenenlerden”, “kendini büyük görenlerden”, “dağ
gibi Benlik sahibi olanlardan” bahsedilmektedir.
Dolayısıyla bu olay tamamıyla şuursaldır. Böylece bu
özelliklere sahip olan birimler (şuursal anlamda)
“Benlik yönüyle” diğerlerine nispetle çok daha büyük
arınmaya girecekleri anlatılmaktadır. Ölüm tadan her
birim “keşfi şak” ile Hakikatinin “Esma Mertebesi”
olduğunu, büyük olarak gördüğü benliğinin ise, bir “Esma
terkibi” olarak Hakikatine nispetle bir hiç olduğunu ve
bu benliği yüzünden gerçek “Benliğinin İlim ve
Kudretiyle” hallenmediğini anlayacak, bu da tarifi
mümkün olmayan ve cehennemdeki en büyük azabı
oluşturacaktır. Ayrıca kendini her şeyden büyük görüp
herkesi küçümseyen bir birimin, (ikincil anlamda)
fiziksel olarak da büyük bedeniyle daha fazla azabı
tadacaklarını da anlatmaktadır.
Bu arada başta İmam Gazali olmak üzere onu takip eden
İslam âlimlerine göre, ölen insanın eğer şaki ise,
ruhunun çekirge kadar, sait ise bu sefer de arı kadar
küçük olacağını belirtmesi ise, anlatılanlarla bir
çelişki oluşturmamaktadır. Bir defa burada anlatılmak
istenen şey ruhun kendi büyüklüğü değildir. Bunun
yerine, ilgili hadisleri, arı ile çekirgeyi, bunlar
arasındaki ilişkileri düşündüğümüzde bu ifadeler, sait
olanların da bedenlerinin büyük olup daha fazla ateşe
maruz kalmalarına karşın, “İman Nuruna” sahip olmaları
dolayısıyla onlar kadar azap göremeyecekleri kast
edilmektedir. Kaldı ki, burada ölüm anından
bahsediliyor, zamanı gelmediği için o an mevcut olmayan
kıyamet ve sonrasında girecekleri cehennem aşamasından
bahsedilmiyor.
“Cehennemde yılanın soktuğu kimse, yetmiş yıl acısını
çeker”
/
“Cehennem yılanının soktuğu
kâfirin bütün etleri dökülür. Cehennem akrepleri kâfiri
soktuğunda, zehrinin acısı, Cehennem ateşini unutturur”
(Hadis)
Cehennemde dev yılanların ve akreplerin, …vs dev
boyutlarda çeşitli suretlerde
birçok varlığın olması ve bunları insanlara musallat
olup onları sokmaları, ısırmaları zehirlerini akıtmaları
ve bunların oluşturacağı azabın, diğer cehennem
azaplarını bile hissettirmeyecek düzeyde olmasına
gelince, öncelikle birimleri maddi ve manevi anlamda
korkutma, etkileme açısından en uç noktada bulunan bu
vahşi hayvanlar, birimlerin negatif özelliklerinin
sonucu olarak yine o birimin kendi ürettiği varlıklar
olup birimlerin veri tabanlarının da sonsuza dek onlarla
beraber olacağından (silinmesi asla söz konusu değildir)
otomatikman bu varlıklar da onlarla birlikte sonsuza dek
var olacak ve böylece birimler, onlardan çok büyük
azaplar duyacaklardır, o olumsuz özelliklerden dünyada
arınmadıkları için. İnsanın veri tabanına göre
suretlenen ve insanın manyetik alanından çıkmayan ve hep
doğal olarak kaynağına doğru yönlenen (hareket eden)
manyetik bedenli bu dalga yapıların verdiği azabın diğer
azapları bloke etmesi, kesintiye uğratması ise mümkün
değildir. Çünkü bir azabın, diğer bir azabı
unutturmasının, hissiz kılmasının, yaşatmamasının ruh
boyutunda geçerliliği yoktur. Uygulanan etkilerin
sonuçları aynı anda yaşanır. Bu nedenle,
“Cehennem azabını unutturacak”
ifadesi, bu yönlü azap ve arındırmanın da, diğer azap ve
arındırmalar kadar şiddetli ve etkili olduğunu
vurgulamaktadır.
Kuran ve hadsilerde bir de Cehennemin kapılarından
bahsedilmektedir. Bu kapıların nasıl ve ne şekilde
olduğu ise, Resulullah’ın, Cebrail (as)’a sorduğu şu
soru üzerine verdiği cevapta gizlidir:
“ Cehennem kapıları nasıldır, bizim bildiğimiz kapılar
gibi midir? dediklerinde, hayır böyle değil, onlar
birbiri üstündedirler”
diyerek, kapıların (aslında olayın) bildiğimiz
şekilde olmadığını (kapılar burada mecazdır), (diğer
ayet ve hadisleri de göz önüne alarak) bunun yerine
kapıların üst üste olmasıyla, iki kapı arası bölgelerin
katmanlar şeklinde mevcut olduğunu bize
söylemektedir. Dolayısıyla “Kapılar”, katmanlar arası
sınır olup, katmanlar arasındaki farklılıkların
varlığını bize anlatmaktadır. Keza bir başka hadiste de,
“ Cehennemi kuşatan Sur’un dört ayrı duvarı vardır, her
duvarın kalınlığı kırk yıllık yürüme mesafesidir”
denmektedir ki, bildiğimiz gibi Sur, taştan oluşturulmuş
çok yüksekçe duvarın kendi üzerine kapanmasıyla oluşan
bir yapıdır. “Dört Sur’un” oluşu ve aralarında
mesafelerin bulunması ise, (yine bütün ifadeleri göz
önüne aldığımızda) genel anlamda ya da katmanlar içinde
ilk dört katmana ve var olan bu katmanlar arası devasa
genişliğe işaret edilmektedir.
Gerçekten de güneşin katmanlarına baktığımızda yedi
katmandan oluştuğunu ve bu katmanlar arası mesafelerin
de çok büyük olduklarını görmekteyiz. Güneşin bu
katmanları ise sırasıyla, merkezindeki iç bölge (Core),
Radyasyon bölgesi, Akıntı (convection) bölgesi, Fotosfer
(Işık küre), Cromosphere tabakası, Corona (Taç) tabakası
ve tıpkı dünyayı saran manyetik kuşak gibi var olan
(resimde mevcut değil) Manyotosfer katmanıdır. Bu
Kamanlara dikkatlice bakacak olursak, Ateşin en etkin,
güçlü olduğu bölgenin etrafını dıştaki dört tabakanın
sardığını görmekteyiz. Bunlar Manyotosfer, Corona,
Cromosphere ve Fotosferdir. Görüntüde manyotosfer
dışında diğer üç katmanın ince gibi görünmesine karşın,
güneşin gerçek büyüklüğünü göz önüne aldığımızda
bunlarında oldukça geniş bir bölge oldukları
anlaşılmaktadır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Resim:Solar_internal_structure.svg
/
http://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCne%C5%9F ).
Ancak şunu belirtmek gerekir ki, tüm boyutlarıyla bir
bütün halde göz önüne aldığımızda Cehennemin
katmanları gerçekte mekansal değil, tamamıyla
Boyutsaldır. Ancak her bir boyutun kendi içinde
mekansallığı da mevcuttur. Cehennemin görünen yapısı
olan güneşin mekansallığından bahsedilmesinin sebebi de
budur. Ayrıca, güneşin maddesel yönünün cehennemin bir
bölümü olması nedeniyle, tüm boyutlarına ait
özellikler bu gaz yapısına da aynen yansımış
bulunmaktadır ki, güneşin katmanlarından, ruh
bedenlerin, bu yapının enerji yapısından azap duymasının
nedeni budur. Yani, holografik sistemin gereği olarak
güneşin gaz yapısı, Cehennemin yedi boyutlu yapısının
bir izdüşümüdür. Dolayısıyla biz Cehennem
güneştir derken sadece gaz yapısını değil, tüm
katmanlarıyla bir bütün olarak Cehennemdir, demekteyiz.
Güneş büyüyüp dünyayı içine aldıktan sonra dış
katmanları yok olacak ve cehennemlikle hükmolunmuş
ruhlar, sahip olduğu güçlü manyetik çekim alanı yüzünden
güneşe doğru çekilerek farklı idrak grupları halinde
sıralanacaklardır. Burada ifade edilen “Kapılar” bir
başka anlamda da, “Boyutlar arası fark” anlamındadır. Bu
yüzden,
“bildiğiniz şekilde değildir”
denerek,
“bu, boyutsal bir anlamdadır da”
denmek istenmektedir.
Bu çok önemli noktaya değindikten sonra, Cehennemin
katmanları ve bu katmanlarda yer alan insanlar ise, ayet
ve hadislerde şöyle geçmektedir:
“ Cehennemin Yedi Kapısı vardır. Onlardan her bir Kapı
için bir grup ayrılmıştır” (15/44) / “ İçinde ebedi
kalıcılar olarak Cehennemin kapılarından girin” (40/76)
/ “ Cehennemin Yedi Kapısı vardır. O Kapıların birisi,
Müslümanlara kılıç çekenlere aittir” (Hadis).
Güneşin (mekansal ve boyutsal anlamda) katmanlardan
oluşması ve bir merkezinin olması, merkezine yaklaştıkça
sıcaklığın artması, hem maddi hem de Şuursal anlamda
(aynı zamanda bu katmanların bilinç boyutlarına da
karşılık geldiğini daha önce değinmiştik) azabın ve
birimler üzerine olan baskının da giderek arttığını
göstermektedir ki, bu konuda da yine Hadislerde Cebrail
(as) ın Resulullah’a söylediği üzere,
“ancak onlar (yani, kapılar) birbiri altına ve içten içe
açılmıştır. Bir kapı ile diğer kapı arasında yetmiş
yıllık yol vardır. Kat kat indikçe her katın sıcaklığı
üstündekine göre yetmiş kat fazladır”.
Bunun yanında yine Cebrail’in (as) bildirdiği üzere
Cehennemin en üst katmanında, günahkar olan Müslümanlar,
diğer katlarda da sırasıyla, Hıristiyanlar, Yahudiler,
Yıldıza tapanlar, Putperest ve Mecusiler (ateşe
tapanlar), Müşrikler, Münafıklar yer almaktadırlar.
Cehennemin en üst tabakasında Müslümanların olmasının
sebebi ise, belli bir süreliğine kalıp Cennete gidecek
yani, Cehennemden kaçarak boyutsal dönüşüme uğrama
sonucu Bilinç boyutlarında yer alacak olmaları
nedeniyle, çekimin kaçacak imkanı, diğer katmanlara
nispetle daha fazla vermesi ve azabın şiddetinin de daha
az olmasından kaynaklanmaktadır.
Bizler için “Büyük kıyamet” denilen olay, güneşin diğer
büyük güneşlerin süper Nova adı verilen ani ve güçlü bir
biçimde patlayarak yok olmalarından biraz farklı olarak
sessizce ve uzun süreçler boyunca yavaş yavaş büyüyüp
planetleri (kendi sistemini) yok etmesi olayıdır ki,
bedenimizden düşen bir kılın bizler açısından nasıl
hiçbir değeri yoksa aynı şekilde, dört yüz milyar
yıldız içeren galaksi boyutlarında da bu olayın hiçbir
önemi ve etkisi yoktur. Yani, bizler için çok çok
önemli olan bu olay, galaktik boyutta hissedilmeyecek
kadar küçük bir olaydır. Keza galaktik boyuttaki bir yok
oluşun da, iki yüz milyar galaksi içeren
görebildiğimiz evren indinde dikkate değer hiç bir
ehemiyeti yoktur. Bu konuda bir Kudsi Hadiste de Allah,
“ Bu kadar insan Cennetlik olmuş umurumda değil, bu
kadar da insan cehennemlik olmuş yine umurumda değil…”
diyerek hem yaratmış olduğu Sistem Ve Düzende hem de
kendi indinde, Cennetin, Cehennemin ve insanların hiçbir
önemi ve değeri olmadığını buna karşın başka birtakım
açıklamalarda da Allah’ın insanı yüceltmesi, ona çok
büyük değer vermesi, diğer varlık ve yaratılmışların
üstünde görmesi ise, bu duruma ters bir durum
oluşturmayıp her varlıkta olduğu gibi İnsanın
Hakikatinde tüm boyutlarıyla bizatihi Kendisinin
olmasının ötesinde, yeryüzünde O’nun Halifeliğini
yüklenecek yani İnsanın, Kainatta en üstün ve geniş bir
biçimde Onun İsim ve Sıfatlarını açığa çıkartabilecek
özelliğe sahip olması ve bunu çok nadir İnsanın
gerçekleştirmesi yönüyledir
(bkz. Din – Bilim Soru Ve Cevapları – 15).
Yoksa terkibi yönüyle yaşayan çok büyük bir çoğunluğu
oluşturan insanlığın, diğer sayısız terkibiyetiyle
yaşayan varlıklardan, hele, hele terkipsiz birtakım
yapılardan üstün olması, onlardan ayrıcalıklı olması
anlamında değildir. Bu yüzden kendisini evrenin ve
varlıkların merkezinde görüp her şeyin bizler için
yaratıldığını düşünme fikri bizi, yok oluşumuzla tüm
Evrenin, sonsuz ve sınırsız Kainatın dolayısıyla “Allah
Esmasının” yok olacağı gibi tamamıyla yanlış, inancı yok
sayan içi boş var sayımlara, asılsız hayallere
götürmekle kalmaz, Allah’ın sonsuz Esmasını
(Özelliklerini) sadece bizimle endekslemekle O’na her
şekilde bir sınırlama da getirir. Bu tür görüşler olsa
olsa Akıldan yoksun Egonun başka bir biçimde açığa
çıkışından farklı bir şey değildir. Ayrıca, bu tarzdaki
temelsiz düşünceler, farkında olmadan Allah’ın İlim ve
Kudretine sınır koymakla birlikte, onu da kapsayan bir
ilim ve kudretin varlığını da ortaya çıkartır ki, bu da
açıkça Şirk ve Küfürdür.
Artık son bölüme geçebiliriz…
Kenan Keskin
(Kaynakça: Ruh, İnsan, Cin / İnsan Ve Sırları – I /
Kendini Tanı / Tek’in Seyri / Allah / Sistemin Seslenişi
II – Ahmet Hulusi / Atmosfer – Ahmet Fevzi Yüksel) |