Dünyada konusunda ilk ve tek olan Üstad Ahmed
Hulusi’nin, Ruh-İnsan-Cin kitabını ana kaynakça
kullanarak uzaylıların iç yüzünü tüm detaylarıyla
açıklamıştık. Dünyanın en önde gelen Ufocuları arasında
da büyük sansasyon yaratan ve bilim kuruluşlarından bile
onay alan bazı görüntülerin de anlattıklarımızı bir kez
daha onayladığını görmekteyiz. Çünkü yazılarımızda da
değindiğimiz üzere, nasıl ki, gerçek olarak gördüğümüz
nesnelerden direkt gelen ya da ondan yansıyan dalgalar,
beyinde ya da fotoğraf filmlerinde veya film
makinelerinde görüntü meydana getiriyorsa, o nesneden
kaynaklanmamasına ya da yayınlanmamasına karşın başka
kaynaktan gelen aynı tür dalgalarla da beyinde ve
cihazlarda aynı şeyler oluşturulabilmektedir. Olayların
bütününe baktığımızda burada odaklanılması gereken
nokta, görüntünün kendisi değil, o görüntüyü meydana
getiren dalgaların kendisi olmalarıdır. Tıpkı
hologram plakasının oluşturduğu üç boyutlu görüntüler
gibi.
http://video.yahoo.com/watch/3677249/10126901
Zaten ufocuların kendilerinin de dediği ve kendi
çektikleri görüntülerde gözlemlendiği üzere (ki,
kanıtlanmış, onaylanmış görüntüleri kast ediyorum) somut
görünen nesnelerin bir anda şekil değiştirmesi,
şeffaflaşması ya da ışık topu iken ışıltılı değişik
geometrideki maddemsi bir yapı ve en sonunda da
tamamıyla maddesel şekle dönüşmesi, bunların
tamamıyla holografik görüntülerden ibaret olduğunu bize
göstermektedir. Video filmindeki adamın bir bayanla
bir anda yer değiştirmesine, görüntülerin bir anda
ortadan yok olup tekrar göründüklerine, kadının şoförle
diyaloga girmesine ve ne kadar gerçekçi olduklarına
dikkât edin. Elbette, duruma göre bu görüntülerde her
türlü şey oluşturulabilirde.
Cinlerin ışınsal kökenli bir yapıda olmaları sebebiyle
gerçekte bu tür somut olmayan, ama fizik yasalarına
da (ışık- madde ilişkisine de) uyabilen gerçekçi
görüntüler oluşturmaları onlar açısından da gayet
kolaydır. Önümüzdeki zaman dilimlerinde bunların daha da
zumlanmış ve hatta kitlesel olarak daha net ve gerçekçi
olanları da aynı şekilde gözlemlenecektir. Ama ne olursa
olsun, bunlar da üsttekiler gibi benzer tür
görüntülerden ibaret olup bunun yanında biraz daha ileri
giderek bazılarının beyinlerindeki ilgili
bölümleri yine ilgili dalgalarla etkileyerek sanki
somut şeylermiş gibi bunları algılatacak olsalar da, tüm
bunların da birer hayal, birer soyut şey oldukları
gerçeğini asla değiştirmeyecektir. Önceki
yazılarımızda ve bilhassa “Boyutlar Ve Maddeleşmeler”
adlı makalemizde bunlara detaylarıyla değindiğimiz
için burada bir daha değinmiyoruz. Bunun yerine bu yazı
dizimizde, uzaylılara inananların, bunların altındaki
felsefelerine dayanak aramak için Kuran, Hadis ve önde
gelen İslam Âlimlerinin görüşlerini (belki iyi niyetli
olarak) kendilerine göre çarpıtmaları, ifadeleri
tamamıyla alakasız, farklı alanlara sokarak olayları
tamamen saptırmaları nedeniyle, bu orijinal
metinlerin neler olduklarını ve gerçekte neleri anlatmak
istediklerini tek tek görmeye çalışacağız.
“ Gökleri, Yeri ve ikisinin arasındakileri altı
günde yaratan Rahmandır” (25/59)/ “Yedi Sema (Gökler)
ve Arz ve onların içindekiler hep onu tespih eder…
Hiçbir şey yok ki onu hamdı ile tespih etmesin, fakat
siz onların tespihlerini anlayamazsınız” (17/44) /
“Semada ve Arzda bulunan Canlılar ve Melekler hiç
kibirlenmeksizin Allah’a secde ederler. Üstlerindeki
Rablerinden korkarlar ve emrolunduklarını yaparlar”
(16/49- 50)/ “Görmez misiniz ki, Semada olanlar,
Arzda olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar,
ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde
ediyor, birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur (22/18)”
Ufoculara göre, uzaylıların varlığına delil
oluşturduğunu iddia ettikleri ayetlerin başında gelen,
“Yerler, Gökler Ve Bunların Arasındakiler
(İçindekiler)…”
ya da
“Yerde olanlar ve Gökte olanlar”
şeklindeki ifadelerde geçen,
“Gök ehli”
denilen grup içinde anlatılanların belli bir bölümü hep
uzaylılarmış. Oysa bu ayetin birden bakış açısına göre
olan anlamına baktığımızda ise, en temel anlamda
“Yer (Arz)”
kelimesiyle bizim üzerinde yaşadığımız dünyamız ve
katmanları,
“Gök”
ya da
“Gökler”
derken de, bulunduğu boyut itibariyle mekânsal
Gök Katmanları,
“arasındakiler”
ya da
“içindekiler”
ifadesiyle de bunlar arasında kalan gezegenler,
yıldızlar, yıldız sistemleri, galaksiler, galaktik
sistemler anlatılmaktadır.
Daha derin anlamda ise,
“Yer (Arz) ve Katmanlarıyla”,
bulunduğumuz boyut itibariyle maddesel boyutlar
ve onun İkiz yapıları kast edilirken,
“Gök (Sema)”
ifadesiyle de, Bilinç boyutları ve içinde yer alan
Boyutsal Katmanlar ve haliyle Meleklerin varlığı
anlatılmaktadır. Ayrıca, herhangi bir galaksi
içindeki bir yıldız sisteminin hangi ikiz katmanında yer
alınıyorsa o boyut, o boyutta yaşayanların, Arz
Katmanıdır. Dolayısıyla insanın en alt Arz
Katmanında yaratılmasıyla O’nun Halife olması arasında
bir ilişki vardır ki, bunun cevabını da size
bırakıyorum.
“Yerler ve Gökler arasında olanlar”
ifadesiyle de, Evrensel Bilincin projeksiyonluyla
oluşmuş boyutlar ve varlıkları kast edilmektedir.
Bir başka yönden baktığımızda yani, birim adı altında ya
da birim boyutunda olayı ele aldığımızda
“Arz”,
birimin Bedeni,
“Sema”
ise, Bilinç boyutlarıdır.
“Her ikisi arasında bulunanlar”
da, Allah Esmasına dayanan İlahi güçler, meleki
kuvveler, melekelerdir.
Eğer bizim bulunduğumuz Arz’ın bakış açısına göre
bakarsak Kuran, Hadis ve Keşif- Fetih sahibi Evliyanın
ifadelerine göre evrendeki canlı türlerinin üç grupta
yer aldığını görmekteyiz. Birincisi, maddesel olarak
dünya üzerindeki biyolojik canlılar, ikincisi, İkiz
yapılarda yer alan Cin Kökenli varlıklar ki, şeytaniyet
vasıflı olanlar bunların içindeki bir gruptur. Üçüncüsü
ise, gerek Arz Katmanlarına yansımış olan gerekse
de Bilinç boyutlarındaki Melek türleridir. Dolayısıyla,
evrende sadece, maddi bedenli tür olarak dünya
üzerindeki bizler ve hayvanlar yer almaktadır (evrenin
sadece bizler için var olma olayına ileriki
yazılarımızda değineceğiz).
Nahl-49 da geçen
“Meleklerin”,
canlılardan ayrı olarak ifade edilmesini ise ufocular,
Gökyüzünde, melekler dışında yaşayan canlıların var
olduğunu ve bu nedenle bunların içinde biyolojik bedenli
akıllı uzaylıların da ayette kastedildiğini iddia
etmektedirler. Oysa bu durum bir başka ayette,
“Ben, insanları ve cinleri bana kulluk etsinler
diye yarattım” (51/56) ifadesiyle
bir üstte de belirttiğimiz gibi, kesin olarak
evrende, meleklerin, dünyamızdaki insanların ve Cin türü
dışında varlıkların olmadığını net bir biçimde bize
açıklamaktadır. Bundan sonraki tüm açıklamalarımızda
da bu temel ilkeyi hep göz önünde bulunduracağız.
Bununla birlikte, gerçekte Kur’ an’da asla tekrar
yoktur. Benzer görünen her bir ayet, olayın bir başka
yönünü anlatmaktadır. Dolayısıyla bu ayette meleklerden
bahsedilmemesinin nedeni, insanların ve cinlerin orijin
yapıları olmaları nedeniyledir. Böylece (meleklerin ayrı
olarak belirtildiği ayette) meleklerin “Mutlak Kulluk”
halinde olmaları otomatikman insan ve cinlerin de fıtri
olarak kulluklarını yerine getirmelerini sağlamaktadır.
Üstteki ayette meleklerin, canlılardan ayrı olarak
bahsedilmesinin nedeni ise, meleklerin, varlığın öz
yapısı olması yanında, dışta, dışımızda bilfiil
varlıklar olarak mevcut olmaları, tüm canlıların ve
meleklerin
“kibirlenmeksizin secde etmeleri de”
kendilerine ait bir benliklerinin olmayıp Allah’ın
varlığıyla kaim bir varlık olarak fıtri kulluk içinde
olduklarını anlatmaktadır. Yani Tanrısal Sistemde
olduğu gibi, kendi dışında var olan, kendisinden
bağımsız bir üstün gücün, melekleri aracılığıyla kendi
dilediği şekilde olmaları ve davranmaları için birimleri
zorlaması, baskıyla, cebren hareket etmelerini sağlaması
değildir Kulluk. Buranın çok iyi anlaşılması gerekir.
Bu konuda görülen çok büyük bir çelişki de, yine
ufocuların iddia ettiği üzere, güya Gökte olan bu
canlılar içinde uzaylılar da var olduğundan onlar da
Allah’ın kulu olarak hep ona secde etmekteymişler.
Ancak, onların felsefelerine baktığımızda Allah’a secde
etmekten, kulları olmaktan çok öte, çok farklı
konumlarda bulunarak kendilerinin önce Tanrı olduklarını
en sonunda da bunun daha üst bileşeni olan en üst (hiper)
Tanrı olarak birleştikleri yani, Tanrının da kendileri
gibi uzaylı bir varlık olduğunu açıkça
belirtmektedirler. Bir defa, yerde, gökte ya da bir
yerlerde eğer bir Tanrı varsa (ki, böyle bir şeyin
olması asla mümkün olamaz) Tanrı Tanrıdır. Büyüğü,
küçüğü olamaz. Bir Tanrı bir diğer Tanrıya tabi ise, o
Tanrı olmaktan çıkar, bundan tamamıyla başka bir şeye
dönüşür. Görüldüğü üzere, bunların ciddiye alınacak
hiçbir yanı, düşünceleri, fikirleri yok. Son ayette
bir an için uzaylıların varlığını kabul etmiş olsak
bile meleklerden ayrı olarak ifade edilen cinler ve
insanlar gibi onların bir çoklarının da azaba duçar
olduklarını görmekteyiz. Buna karşın onların
söylemlerine baktığımızda ise, bırakın uzaylıların azap
görmelerini, kendilerinin tamamıyla emniyette olarak en
aşağıdaki konumları Tanrının yardımcıları oldukları
yönündeki açıklamalarıdır ki, bu görüşlerinde de
ufocuların ayetlerden bihaber olduklarını, derinlemesine
giremediklerini bize açıkça göstermektedir. Zaten
hadiste de,
“Şeytan aceleden yaratılmıştır”
denmiyor muydu?
Uzaylıların varlıklarına işaret ettiği iddia edilen
diğer ayetlere geçmeden önce, yine Spritüalistlerin
ufoların varlığına ilişkin çok önemli olarak gördükleri,
ancak diğer görüşlerini ise hiç dikkâte almadıkları
İslam’ın önde gelenlerinden biri olan İbni Abbas’ın,
“Yeryüzünün (yedi Arzın) her birinde İbrahim gibi,
Yeryüzündeki mahlûkata benzer mahlûkat vardır.
Ayrıca, her Gökte de (Semada da) İbrâhim vardır”
ya
da
bir başka nakle göreyse,
“Yedi Arz (Yer) vardır. Her Arzda (Yerde) sizin
peygamberiniz gibi bir peygamber, Âdem gibi bir Âdem,
Nuh gibi bir Nuh , İbrahim gibi bir İbrahim ve İsa gibi
bir İsa vardır”
şeklindeki ünlü sözünü delil olarak göstermektedirler.
Halbuki, İslami veriler açısından bu sözü
değerlendirdiğimizde yedi Arz da Resul ve Nebilerin
bulunması ve aynı şekilde Göklerde de yer almasını
birkaç açıdan değerlendirebiliriz. İlkini, bu
peygamberlerin (beyin dalgalarıyla) tüm dünya üzerinde
olan etkileri olarak düşünebileceğimiz gibi, bu
yapıların varlıklarının yedi kat Arz’a yani, dünya ve
ışınsal katmanlarına, Göklere yani, güneş sistemi
içindeki gezegen ve uydularının ikiz yapılarına ve
dolayısıyla bu boyutlardaki canlılara kadar ulaştığı
anlatılmaktadır. İkinci olarak da, yine yedi Arz’ da
yani, tüm dünya üzerinde bu Resul ve Nebilerin her
birine her an ayna olan birimlerin (Velilerin, Veliler
ordusunun)varlığına işaret ederek onlara ait olan
manaları, hem tüm yeryüzüne hem de Güneş Sistemi
içindeki tüm ikiz yapılara yayınladıklarını
anlatmaktadır.
Üçüncüsü ise, Bu Resul ve Nebilerin aynı şekilde her bir
Gökte de (Semada) olması derken, aslında her bir Resul
ve Nebinin aslında Bilinç Boyutlarına karşılık geldiğini
ve bu bilinç boyutlarının da sonsuzluğa uzanması
nedeniyle de uzaydaki yıldız sistemlerinin boyutsal
derinliklerinde yaşayan Nari boyuttaki ışınsal ya da Nur
boyutundaki Salt Bilinç varlıklarının özlerinde (her bir
zerrede olduğu gibi) yine bu Bilinç Boyutlarının
olduğunu ve onların kapasitelerince yine bu boyutları
ortaya koyduklarını belirtmekte, metinde “Ulul Azim”
Peygamberlerinin isimleri söylenerek de, belli dönüm
noktalarını oluşturan ve belli Bilinç Boyutlarının en
üst düzeyindeki bu isimler adı altında anlattığımız
duruma işaret edilmektedir.
Dördüncü olarak da, yine
“her bir Gökte de var”
sözüyle, nasıl ki bizim güneş sistemimizin ikiz
boyutlarıyla birlikte içinde yaşayan varlıklara
uyarıcılar gelmişse, diğer sistemde yaşayan varlıklara
da uyarıcılar geldiği, o varlıkları kendi bulundukları
boyut gereğince Evrensel Sistem yönünde uyardıkları,
yönlendirdikleri, eğittikleri de anlatılmaktadır. Mesela
Salt bilinç boyutta yer alan varlıkları göz önüne
aldığımızda, gerek Cebrail (a.s) gerekse de Azrail
(a.s), İsrafil (a.s), Mikail (a.s) ismiyle bize
bildirilen Evrensel anlamdaki Bilinç titreşimlerinin
Meleklerin Resulleri olmaları nedeniyle (bu yüzden onlar
için de (a.s) tabiri kullanıldığını), kendi altında
bulunan katmandaki (boyuttaki) Melekleri (Ümmetlerini)
sistemlerdeki belli görevler için eğitip yetiştirmeleri,
onlara önderlik, hocalık yapmaları gibi…
İslam Sufistlerinin uzaydaki varlıklar hakkında
yaptıkları açıklamaları da, anlattığımız varlık türleri
anlamında düşünmek gerekir. Mesela bunların başında
gelen Muhyiddin Arabi’nin, “Alemi Semseme” adını verdiği
bir yere Ruh bedeniyle Tayı Mekânla gidip konuşup
görüştüğü varlıklar da Ufocuların iddia ettiği gibi
maddi yapılı biyolojik uzaylılar olmayıp Cin kökenli
ışınsal yapılı varlıklardır. Zaten dikkâtlice
incelediğimizde,
“Yeryüzünün (yedi Arzın) her birinde İbrahim gibi,
Yeryüzündeki mahlûkata benzer mahlûkat vardır”
ifadesinde,
“Yedi Arzın her birinde”
diyerek olayın gerçekte mekânsallık yerine
Boyutsallıkla ilgili olduğunu, direkt normal,
sıradan insanları değil, bizatihi
“Hz. İbrahim’ in (a.s)”
ismini vererek de olayın yukarıda anlattığımız şekilde
olduğunu bize anlatmaya çalışmaktadır.
Aynı şekilde evliyanın Burçlar, yıldızlar ve
gezegenlerde var olan varlıklar hakkındaki görüşlerinin,
uzaylıların varlığına kanıt olarak gösterilmesi de
kesinlikle doğru değildir. Çünkü evliya, “burçlar yani
yıldızlar ve gezegenlerde varlıklar var” derken,
kendi söylemleriyle bu yapıların bizatihi maddi
yapılarından değil, Ruhlarında var olan çok güçlü,
kuvvetli Ruhani varlılardan yani, meleklerden, farklı
bir deyişle, Astrolojik Sistemlerden ve dolayısıyla bu
güçlerin, varlığı nasıl ve ne şekilde oluşturup
etkilediğinden bahsetmektedir. Görüldüğü gibi burada da
bizim anladığımız gibi ne somut bir yapıdan ne de
maddesel yapılı varlıklardan bahsedilmektedir.
Ayrıca yine bir an için onların mantığıyla düşünsek
bile, bu nasıl bir çelişkidir ki, hem metinde geçen
örneğe göre her Gökte, İnsanlar gibi Resul ve Nebilerin
olduğunu söyleyeceksiniz, bunu kabul edeceksiniz, hem de
bu uzaydan gelen uzaylı varlıkların, bu Resul Ve
Nebilerin üstünde olduklarını ve hatta Melek olduklarını
devamlı onları yönlendirdiklerini, karşısındaki
insanları küçük, yetersiz, akılsız yerine koyarak açıkça
söyleyeceksiniz (o varlıkların tebliğlerinde ve bu
tebliğleri yayan kendince uzmanların söylemlerinde
bunlar birebir rahatlıkla dillendirilmektedir). Onlara
göre İnsanları her tür etkileyen melekler de maddesel
yapılı biyolojik varlıklar şeklinde görünmeli ki, yanına
girip çıktıkları, yanından geldikleri Tanrı da insan
şeklinde biyolojik varlık olarak insanlar arasına
gelsin, insanlar bunu yadırgamasın. Oysa melekler
kuantsal yapılı olduklarından özden gelen biçimde her
şekilde insanları etkileyip bu sırada da görünmezken
(görünebilir bir şey değilken) biyolojik bedenli
Tanrının yine maddi yapılı melekleriyle görkemli bir
biçimde görünecek olması, hem mantıksal hem de bilimsel
açıdan tamamıyla kandırmacadan başka bir şey
olmayacaktır.
Eğer biz, yine Allah’ın İlim Sıfatına dayanan,
derinleşen bilimsel veriler ve evrensel anlayışımıza
göre, derinliği olan Kuran ve Hadislere bakmayıp sadece
(diğerlerinden bağımsız olarak düşünüldüğü takdirde)
çok sığ, dar, günümüz insanını sonuca götürmeyen
mekânsal anlamdaki Yer ve Gök anlayışına göre bunların
değerlendirirsek, elbette gökte bir yerlerde mekân
tutmuş bir Tanrı, yeryüzünde biz kulları ve arasında
gidip gelerek buyruklarını, emirnamelerini taşıyan
melekleri bakış açısıyla tamamıyla yüzeysel olarak hem
de din adamı adı altında tüm bu verileri yorumlar, bu
anlayışın ürünü olan ve cinler tarafından çok iyi
kullanılan ötedeki Tanrı, yeryüzündeki insan ve
arasındaki bağlantıları kuran uzaylıları normal
karşılar, olabilir gözüyle bunlara bakar, onların göz
boyutuna hitap eder görüntülerle karşılaşınca da hemen
onlara kanarak, onlara teslim oluruz. Şunu asla
unutmayalım ki, “Dinsel Kavramlar” mekânsal olmayıp
boyutsal anlam taşıdıklarından, ne gökte maddi bedenli
biyolojik varlıklar vardır, ne de gökten bizi ziyaret
eden ve edecek olan varlıklar olacaktır. Böyle bir şey
hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir, Şeytaniyet Vasıflı
Cinlerin uzaylılar kisvesi altında insanları aldatmak
için görünecek olmaları bir yana.
Kenan Keskin
(Kaynakça: Ruh, İnsan, Cin / İnsan Ve Sırları II / Dua
Ve Zikir /İnsan Ve Din / Tek’in Seyri – Ahmet Hulusi ) |