Uzaylıların bir iddiası da, kendileri çok üstün idrak
düzeyine sahip olduklarından biz insanların kendilerini
anlayamayacağımızı (aksini deseler şaşırırdım) çünkü
henüz evrimimizi tamamlayamadığımızı, bu sebeple de
karşılaşmaya hazır olmadığımızı ya da hazır
görülmediğimizi, eğer bu şartlarda görüşecek olunursa
yani, o muhteşem(!) üstün özelliklerini, bilgeliklerini,
ihtişamlarını açık edecek olurlarsa biz insanların bunu
hazmedemeyip tepki vereceğimizi, bocalayacağımızı,
kaosun, kargaşanın çıkacağını böylece bizlerin zarar
göreceğini düşünmekte, dolayısıyla topluca açığa
çıkışlarını, diyaloglarını ertelemekteymişler, sanki
yeryüzüne hiç Nebi ve Resuller gelmemiş, bizlere
evrensel sırları açmamışçasına. Böylece, kendilerini
Resul ve Nebilerin de üstünde görerek onların işe
yaramaz, boş yere gelmiş, insanlara hiçbir fayda
vermemiş, yetersiz, sınırlı, …vs. varlıklar oldukları
düşüncesini insanlarda oluşturmaya çalışmaktadırlar.Oysa,
Nebi ve Resuller, insanlara hayatın gerçeklerini, ölüm
ötesi boyutlarını ve o boyutlara nasıl hazırlanılması
gerektiğini, evrende başka daha ne tür varlıkların
olduğunu, bunların bazı türlerinin çeşitli şekillerdeki
oyunlarından, hilelerinden, insan ve diğer canlılar
üzerindeki etkilerinden ve bunları neden, niçin
yaptıklarından detaylıca bahsetmiş, bizleri uyarmış,
yanı sırada Hakikâtlerindeki evrensel sistem ve onu
meydana getiren varlığı geniş, kapsamlı olarak anlatmış,
en son açığa çıkan Hz. Resulullah da
“ artık Dininizi ikmal ettim (tamamladım, kemale
erdirdim)”
diyerek diğer Nebi ve Resullerce anlatılanları zirve
noktadan açıklamış, bu yüzden akabinde kendinden sonra
kıyamete kadar geçerli olacak hükümleri bir bir açıkça
bildirmiştir.
Ondan sonra gelen ve gelecek evliya ve âlimler de bu
ilmi günün ilim, anlayış ve şartlarına göre yenileyerek
insanlara sunmuş ve sunacaktır da. Dolayısıyla hiçbir
zaman bizim, gökten gelecek üstün uygarlıklara sahip
uzaylılara ve onların öğretilerine ihtiyacımız olmadı ve
olmayacaktır. Ona zirve noktadan ayna olmuş, Onu en
çok tanıyan ve bilen bu yüzden de, Hakikati yönüyle
Alemlere Rahmet olan Hz. Muhammed’e (sav) ve onun
varislerine, uzaylıların ve Tanrılarının ihtiyacı var,
bizim uzaylılara ve onların Tanrısına, Tanrılarına
değil. Siz, hiçbir temeliniz olmadan
“dinleri biz gönderdik”,
“Hz. Muhammed de (sav) bizdendi”,
“o ve diğer peygamberler bizim adamımızdı”
diyecek kadar kibir ve egoda tavan yapacaksınız sonra da
Kuran ve Resulullah’ın bildirdiği en temel noktalara
bile itiraz edip kabul etmeyeceksiniz. Belki aklını
işletmeyip, o değerli şeyi kullanmayıp bunun yerine
kendileri gibi zekasını ortaya koyanlara bu
çelişkili fantezileri kabul ettirebilirler, ancak biraz
aklını kullanabilen, dolayısıyla sorgulayabilen
beyinleri kandırmaları asla mümkün değildir.
Bu arada, Resul ve Nebilerin açığa çıktıkları dönemde
tepki görmeleri, ortalığın karışmasının nedeni, o
elçilerin kendi türünden üstelik bir de tanıdıklarından
olmaları sebebiyle onları çekememeleri, onları
hazmedememeleri yanı sıra da kendi menfaatlerine
dokunan, çıkarlarına ters gelen şeyleri ve haliyle
düzenlerini bozan ifadeleri dillendirmelerinden
kaynaklanmaktadır. Bununla ilgili Kur’an ve hadislerde
yeterli derecede ifadeler bulunmaktadır. Bu ayetlerin
birinde de bu insanların tepki vermemelerinin, itiraz
etmemelerinin, geleni kabul etmelerinin, ancak gökten
sıra dışı bir şekilde melek ya da meleğimsi birtakım
varlık veya varlıkların gelmesine bağlı olduğu
anlatılmaktadır. Dolayısıyla, uzaylıların bizlere
topluca kendilerini açık etmeleri, tam tersine
hayranlığı ve onları kolayca kabulü getirirdi.
Üstelik böyle bir kargaşaya, kaosa sebep vermeksizin
kendilerini açık etmelerinin birçok yolu var. Bunu
da ilkel olarak gördükleri bizden öğrenecek değillerdir,
herhalde. Demek ki bu söylemleri de, Kuran ve hadis
ışığında kesinlikle çürütülmüş olmaktadır.
Yine bununla paralel olarak başka söylemlerinde de
uzaylılar, insanların, tanrının tüm evreni sadece
kendileri için yarattığını düşünmesinin ne kadar
cahilce, kibir dolu olduğunu belirtmekte, insanlar
kendilerini bu durumdan kurtarmadıkça yani, kendileri
dışında, kendilerinden daha üstün olan uzaylı
varlıkların var olduğunu kabul etmedikçe, biz insanların
bu varlıklarla tanışmasının, evrensel bilince
erişmemizin çok çok zor olacağını, daha doğrusu hiç
olamayacağını söylemektedirler.Başka bir deyişle,
onların hükmü altına girmedikçe başta da
belirttiğimiz üzere kendilerini bize
lütfetmeyeceklermiş. Böylece kibirlenmeyin derken (diğer
tüm söylem ve uygulamalarını düşündüğümüzde) aslında
kendilerinin ne kadar kibirli, egolarının ne kadar
yüksek olduğunu bize göstermiş olmaktadırlar. Sonuç
olarak uzaylılar,
“Alçak gönüllü, tevazu sahibi olmadıkça, …vs.”
diyerek onları sorgulamadan koyun gibi dinleyip
kendimizi onlara açmamızı, tamamıyla önlerinde el pençe
divan durup teslim olmamızı, onların her türlü egosunu
tatmin edip adeta köleleşmemizi istemektedirler.
Ufocular hiçbir temeli ve ispatı olmayan kafa
karıştırıcı iddialarına devam etmektedirler. Güya
dünyaya ilk tohumları uzaylıların atıp tüm bunları
evrime bıraktıklarını, zaman içinde de çeşitli genetik
müdahalelerde bulunarak evrimi yönlendirdiklerini ve
sonuçta da yeryüzündeki bilinen tüm yaşamı
başlattıklarını, hatta evrime olan bu müdahaleler içinde
(kendi genetiklerini yükleyerek bu şekilde de genetik
temizlik yapmak için), çeşitli dönemlerde bizatihi
yeryüzüne gelerek insanlarla çiftleştiklerini (ki,
öncesinde aynı işi hayvanlarla yapmadığının garantisi de
yoktur) ve insan türlerini de böyle meydana getirip
çoğalttıklarını ifade etmektedirler. Dolayısıyla
uzaylıların, insan ya da hayvan-insan karışımı veya
çeşitli suretlerdeki hayvan şeklinde görünmelerinin
nedeni, onların bizlere benzemesi değil (kimi yerde
aksine böyle de söylenmektedir), bizlerin onlara
benzediğinden kaynaklandığını, sonuçta da biz insan ve
hayvanların aslında onlardan yani, yaşamımızın kökeninin
uzaylılar, haliyle cinler olduğunu söylemektedirler
(bkz. Boyutlar Ve Maddeleşmeler – 4). Böylece
önceden de belirttiğimiz üzere tanrı rolüne soyunarak
kutsal nitelikli tüm varlıkların cin olduklarını
söylemekle birlikte insana ait olan Hilafetin de aslında
cinlere ait olduğunu göstermeye çalışmaktadırlar, Kur’
an ve hadislerin tam tersine. Kısacası, önceleri insan
ve hayvanlar dışındaki her şeyin cinler olduğunu
dillendirirken en sonunda bunların da Cin olduğunu
belirterek evrende cin den başka bir şeyin olmadığını da
vurgulamaktadırlar. Ayrıca bu tanrıların, yine insanlık
tarihinin belli dönemlerinde yeryüzüne gelerek
insanlarla uzun süreler vakit geçirip yarattıkları
insanlara öğretmenlik yapıp onlara çeşitli bilgiler
verdikleri, ancak bu insanların kendilerini zaman zaman
dinlememeleri ve rayından çıkmaları nedeniyle onları
topluca yok ettikleri (nesil kıyametleri) ve yaşamı
kendi istekleri doğrultusunda elde kalanlarla tekrardan
başlattıkları ve duruma göre sistemlerine geri dönüp
bizleri çeşitli şekillerle gözetledikleri, bizim bu son
nesil olduğumuzu, geçmişte olduğu gibi ileride de Altın
Çağı başlatmak üzere, güneş yörüngesinde hareket eden,
ama bize yaklaştığı zaman fark edilecek olan Marduk
(Niburi) adlı gezegenden veya diğer sistemlerden gelerek
tekrar yeryüzüne inecekleri, tanrı ve tanrıların yine
insanlarla bir arada mutlu bir biçimde yaşayacakları da
belirtilmektedir.
Uzaylıların insanlarla çiftleşme olayı dinsel ya da
çeşitli eski kültürlerin bildirdiği üzere gerçekten
geçmiş toplumlarda da görülmüştür. İnsanları, Resul ve
Nebilerin gösterdiği doğru inançlarından saptırmak ya da
yine kendilerine menfaat sağlayacak şekilde toplumlara
çeşit çeşit inançları yaymak için o dönemlerde de
cinler, kendilerini farklı farklı suretlerde tanıtmış,
bunların en önde ve başta geleni ise meleklerin
tanrının çocukları olduğunu, bunlardan bir kısmının
tanrının oğulları diğer kısmının da tanrının kız
çocukları olduğu şeklinde lanse etmişlerdir (bu ikinci
ifade oldukça etkin ve yaygın bir görüştü. Bununla
ilgili ifadeler İdris Kitabıyla, Tevrat’ta yer
almaktadır). Yine Tevrat’ta, gökten gelen tanrı
oğullarının (ki, ayrıca bunlar da birer tanrıdır)
dünyadan kadın eşler edinerek evlenmeleri ve onlardan
çocuk doğurmaları da anlatılmaktadır. Bu doğan çocuklara
ise, Tevrat’ta geçen ismiyle (kimine göre, gökten gelen,
kimine göre de dev anlamındaki) Nefilim denmekte olup
onlar da insanlar üzerinde hüküm sürüp dünyada çeşitli
görevler üstlenmişlerdir, …vs. Ayrıca bu tanrı
kızlarının (tanrıçaların) erkek eşler edinmesi de söz
konusudur. Bu birleşmeler çok cüzi bir kısmı onların
rızaları ile olurken ekseriyeti (bilhassa zaman
ilerledikçe) tıpkı günümüzde ufo kaçırılmalarında olduğu
gibi zor kullanma, zorla alıkoyma, kaçırma ya da
tecavüzler şeklinde insanlarda tramvaya yol açan çok
kötü biçimlerde olmuştur. Öyle ki, bu cinsel birleşmeler
geçmişten günümüze her dönemde insanların inançları
istikametinde içlerinde bazı din adamları ve kadınları
da olmak üzere çeşitli düzeyden insanlar üzerinde de
görülmüş olup, hâlâ görülmeye de devam etmektedir.
Sonuçta da kendilerini cennetten gelen latif, parlak,
nurani suretli meleklerle (hurilerle, gılmanlarla) somut
bir biçimde beraber olduklarını zannetmektedirler (nasıl
olsa Hz. Meryem örneği ortadayken). Mesela, meşhur Azize
Avileli Teresa bunlardan biridir (ortaçağda da çeşitli
suretlerdeki bu varlıklar insanları şatolara, saraylara
kaçırıp oralarda çiftleşiyorlardı). Yahudiler, Hz.
Üzeyir’ i (as), Hıristiyanlar da, Hz. İsa’yı (as)
Tanrının oğlu olduğunu açıkça söyleyerek aynı olayı
peygamberlere de monte etmişlerdir(Bkz.
“Tövbe-30, Nisa- 171/172 ”).
Oysa yine Kur’ anın bir ayetinde,
“insanların, tanrının kız evlat edindiği yalanını
dillendirdikleri” belirtildikten hemen sonra,
“O'nunla
(Allah ile)
cinler
(normal insan duyularının algılayamadığı bilinçli
varlıklar)
arasında bir bağ oluşturdular!
(Onlara Allah dûnunda tanrısallık atfettiler)...
Andolsun cinler de bilir ki, muhakkak onlar muhdarîndir
(zorunlu olarak huzurda hazır tutulacaklardır)!”
(37- 158)
denilerek,
çeşitli şekillerde yine cinlerin oyunlarına maruz
kalanlarca, Tanrı ile cinler arasında da bir bağ
(akrabalık, dolayısıyla tanrısallık) oluşturulduğu
bildirilmektedir. Bu da bize cinlerin, önceden
saptırdıkları konular üzerine daha sonra bizatihi
kendilerini açık edecek şekilde onları sahiplendiklerini
göstermektedir, tıpkı günümüzde de önce farklı
şekillerde açığa çıkıp sonra da bunların gerçekte
kendileri olduğunu söylemeleri gibi. Kısacası,
Cinlerle ilgili diğer ayetlerin tümünü göz önüne
aldığımızda tüm bunların da cinlerin çeşitli
yöntemlerle gerçekleştirdiği işlerden olduğunu bize
açıklamaktadır. Açıklamaya çalıştıklarımızın Kur’ andaki
ifadeleri ise şöyledir,
"Rahman çocuk edindi" dediler! Subhan'dır O! Bilakis
ikrama nail olmuş kullardır
(İsa ve Allah'ın kızları diye vehmedilen melekler)
(21- 26) / “Rabbiniz sizi seçti oğullar için de,
(kendisi)
meleklerden dişiler mi edindi? Muhakkak ki siz çok azîm
laf ediyorsunuz!” (17- 40) / “Yoksa kız çocuklar O'na
ait de oğullar sizin mi?” (52-39) / “Muhakkak ki sonsuz
geleceklerine iman etmeyenler, melekleri elbette dişi
olarak tanımlarlar.
Oysa bu hususta onların bir ilmi
(delilleri)
yoktur... Onlar ancak zanna uyuyorlar! Muhakkak ki zan,
gerçeği yansıtmaz!” (53- 27/28)/ “O'na, O'nun
kullarından bir cüz kıldılar
(Ahad üs Samed oluşunu inkâr ile onu cüzlerden oluşmuş
kabul ederek çocuğu olduğunu ileri sürdüler)...
Muhakkak ki insan apaçık bir nankördür! Yoksa
yarattıklarından kızlar edindi de erkek çocukları size
mi bıraktı?
Onlardan biri Rahman'a nispet ettiği kızlar ile
müjdelendiğinde, dertlenip yüzü simsiyah kesilir!
Yoksa süs içinde yetiştirilen ve tartışmada beyan gücü
olmayan diye değerlendirdiğinizi
(kız çocukları) (Allah'a mı yakıştırıyorsunuz)!
Onlar Rahman'ın kulları olan melekleri dişiler olarak
tanımladılar! Onların yaratılışına şahit miydiler?
Onların
(bu)
şahitlikleri yazıldı; sorgulanacaklar!” (43- 15/ 20)
Cinlerle insanlar arasındaki cinsel ilişkinin sistemine
ise,
“ Metafiziksel Yanılgılar –14 ”
yazımda değinmiştim. Bu birleşmenin sonucunda doğan
çocuklar, göründükleri gibi çeşitli uzunlukta insan
cinsinden olmayıp tamamıyla cin cinsinden
olmaktadır. Bu ise, birleşme olarak algılanan durumda
insan beyninden yayınlanan ilgili anlam yüklü dalgaların
cinlerin kendi yapılarında oluşturduğu etkiler sonucu
kendi boyutlarınca üreme ile oluşmaktadır. Ancak tüm bu
olaylar içinde, tamamıyla kandırmaya dönük olarak da bu
türden şeyler oluşturulabilmektedir. Dolayısıyla,
geçmiş ve günümüzdeki bununla ilgili tüm olayları bu her
iki türden şeyler olarak düşünmemiz gerekir. Sonuçta
fiziki, maddi bir gerçeklik oluşmamakta, onların
yaptıkları ya kendi boyutlarındaki bir oluşum ya da
tamamıyla hayal olarak soyut şeylerden ibaret
olmaktadır.
Tarihteki yeryüzüne gelen tanrı ve tanrıçaların
insanlarla gerçekleştirdikleri çiftleşme olayları
günümüzde, anlayışımıza hitap eder bir biçimde zorla
uzay gemilerine kaçırılan insanlar üzerinde
gerçekleştirilen tıbbi uygulamalar ya da tecavüzler
şekline dönüşmüştür. Tıbbi ya da birleşme yöntemiyle
erkek ya da kadınlardan oluşturulan melez ırkların
yaratılmasının nedeni ise, bir kısmının, belli görevleri
yerine getirmek için insanlar arasına yaymak, bir kısmın
kendi uygarlıklarına, bir kısmını da farklı dünyalarda
yaşamı başlatmak üzere Adem ve Havvalar olarak
kullanmakmış. Yine bununla paralel olarak uzaylılardan
mesajlar aldığını söyleyen kimi insanlar da (elbette
farklı, bilinmeyen bir şeyi değil, yüzyıllar öncesinden
peygamberlerce bildirilen şeylere bizlerce de bilinen ya
da olası bilgileri ekleyerek) kıyametin
yaklaştığını, olayların peş peşe hızlı bir biçimde
gelişeceğini öyle ki, iklimlerin felaketler oluşturacak
şekilde değişeceğini, bölgeden bölgeye sellerin,
kuraklığın ve açlıktan ölümlerin yaşanacağını,
buzulların eriyip taşan denizlerin su baskınlarına sebep
vereceğini, depremlerin sayı ve şiddetinin artacağını
dolayısıyla, korkunç yıkımların gerçekleşeceğini,
manyetik kutupların (gerçek kutupların değil) yer
değiştireceğini ve bunun canlılar üzerinde yıkıcı
etkilerinin olacağını (bunların içinde insanların
birbirlerini yok etmesi ya da güneşteki çok büyük bir
patlama sonucu dünyayı içine alan plazmanın yeryüzüne
çarparak onu kavurması da vardır), …vs. ve böylece
dünyadaki yaşamın sona ereceğini ancak, çevremizde ve
aramızda bulunan uzaylıların (burada olmalarının sebebi
de buymuş) sadece, koruyup gözettikleri seçilmişleri ve
bitki, hayvan örneklerini (modern zamanın Nuh’larının)
uzay gemileriyle farklı farklı dünyalara götüreceklerini
ve yaşamı oralarda tekrardan kurup bunu devam
ettireceklerini ciddi ciddi dillendirmektedirler ki,
burada da uzaylılar, her defasında olduğu gibi,
öncekilerle tamamen çelişen ve onları görmezden gelen
bambaşka amaçlarla kendilerini deklare etmektedirler.
Burada da, bilinmeyen çok önemli bilgileri bize
veriyorlar ama açığa çıkan birçok sorunun cevabı yine
yok ve bunu da asla veremiyor, cevaplayamıyorlar.
Ufo araştırmacılarının temeli buna dayalı olan bir
iddiaları da uzaylıların bu işlemi yapmalarının
sebebinin yeryüzündeki değerli madenleri (ki, bunun
başında altın gelmektedir) çıkartmak için insanları (iş,
hizmet) köle amaçlı yaratmalarıymış (al sana,
insanları aşağılamanın daha bir başka yolu). Elbette
burada da daha önceki söylemlerine tamamen ters
çelişkili görüşler açığa çıkmaktadır. Mesela, neden hep
övündükleri o üstün teknoloji ve yetenekleriyle,
kendileri bu işi kısa sürelerde yapamıyorlar da çok
ilkel düzeyde yeteneksiz biz insanları kullanmaya
kalkışıyorlar. Ve neden çok kolay yöntemlerle
ihtiyaçlarını çabucak karşılamak yerine yüz milyonlarca
yıl evrimi beklemek zorunda kalıyorlar. Sizce mantık
bunun neresinde? İhtiyaç sahibi olan biri böyle bir şey
yapar mı? Ayrıca hani dost, iyi niyetli bizlerin yüksek
kemalata ulaşmamız için çalışıyorlardı? Böyle bir şeyin
yolu insanları köleleştirmekten, sömürmekten mi geçiyor?
Eğer bunu da kötü olan uzaylılar yaptıysalar bu sefer,
neden kendilerinin onca zaman ve titizlikle
oluşturdukları evrimimizi direkt etkileyen bu oluşumdan
bizleri kurtarmadılar, bizler için olumlu güzel amaç
belirlemişlerse? Bununla birlikte yaşamı onların
başlattığını bir an için düşünsek bile, bu nasıl evrime
müdahaledir ki, insanlar onca bilgi ve teknolojik
gelişmesine rağmen çağlar öncesindeki ilkel durumundan
farksız bir biçimde bilimsel verileri bile, birbirlerini
yok etmeye dönük olarak geliştirip kullanmaktadırlar.
Dinleri bile her dönemde bu amaçla kullanmaktan
çekinmeyen bizlerin hayvansal özelliğini hâlâ yok
edemediler. İnsanlığın bu doyumsuz yükselişini,
tatminsizliğini sona erdiremediler. Dolayısıyla
onca güç, emek ve zaman harcayarak o üstün teknikleriyle
evrimimize yaptıkları bu etkilerin, gerçekte negatif
özelliklerimizi yok etmek yerine, bunların daha da güçlü
olarak açığa çıkarttıkları anlamına gelmez mi?
Görüldüğü üzere, iddiaları ne akılla, ne mantıkla ne
bilimle ne de hayatın gerçekleriyle uyuşmakta. Hayal
alıp hayal satmaktan başka bir şey yaptıkları yok.
Tarihe ve uzaylıların da kabul ettikleri İslami din
verilerine baktığımızda ise, onların bizleri bu
şekillerde köleleştirmeleri asla söz konusu olmayıp
tam tersine Hilafet özelliğine sahip olan İnsanın onlara
tasarruf ettiği, onları dilediği şekillerde yönlendirip
kullandıkları görülmektedir ki, onların bu güce karşı
koyacak hiçbir kudretleri yoktur. Kur’ an’da Hz.
Süleyman (as) kıssası bize bu gerçeği anlatırken,
hadislerde de oldukça bilgiler mevcuttur. Hz. Adem’den
(as) önce ilkel diyebileceğimiz insanlara her türlü
şekilde etkileyerek onları kendi istek ve arzuları
istikametinde kullanan cinlerin, Hz. Adem (as)’ın
hilafeti alması ve bu özelliği ortaya koyan onun
neslindeki insanların artması dolayısıyla, eskisi gibi
rahat alan bulamayan ve bu durumu hazmedemeyip bir türlü
kabullenemeyen cinlerin, insanlardaki bu potansiyel
özelliği dünya ve ahrette kullanmamaları için,
çoğunlukla görünmeyecek şekilde sayılamayacak ve akıl
almayacak oyunlarla insanları saptırmaya, onlar üzerinde
hüküm kurmaya çalışırken günümüzde ise, yine aynı
şekilde ama bu sefer uzaylılar adı altında insanları
kendilerine kul, köle haline getirip tapındırmayı
amaçlamaktadırlar, zamanı geldiğinde tüm insanlığa
olağan üstü şekillerde görünerek.
Kenan Keskin
(Kaynakça: Ruh- İnsan- Cin, İnsan Ve Sırları II, B
Meali, Sohbetler – Ahmet Hulusi) |