Yerler (Arz), Gökler (Sema) Ve Uzaylı Aldatmacası – 10 –

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“Kar

Uzaylıların bir iddiası da, kendileri çok üstün idrak düzeyine sahip olduklarından biz insanların kendilerini anlayamayacağımızı (aksini deseler şaşırırdım) çünkü henüz evrimimizi tamamlayamadığımızı, bu sebeple de karşılaşmaya hazır olmadığımızı ya da hazır görülmediğimizi, eğer bu şartlarda görüşecek olunursa yani, o muhteşem(!) üstün özelliklerini, bilgeliklerini, ihtişamlarını açık edecek olurlarsa biz insanların bunu hazmedemeyip tepki vereceğimizi, bocalayacağımızı, kaosun, kargaşanın çıkacağını böylece bizlerin zarar göreceğini düşünmekte, dolayısıyla topluca açığa çıkışlarını, diyaloglarını ertelemekteymişler, sanki yeryüzüne hiç Nebi ve Resuller gelmemiş, bizlere evrensel sırları açmamışçasına. Böylece, kendilerini Resul ve Nebilerin de üstünde görerek onların işe yaramaz, boş yere gelmiş, insanlara hiçbir fayda vermemiş, yetersiz, sınırlı, …vs. varlıklar oldukları düşüncesini insanlarda oluşturmaya çalışmaktadırlar.Oysa, Nebi ve Resuller, insanlara hayatın gerçeklerini, ölüm ötesi boyutlarını ve o boyutlara nasıl hazırlanılması gerektiğini, evrende başka daha ne tür varlıkların olduğunu, bunların bazı türlerinin çeşitli şekillerdeki oyunlarından, hilelerinden, insan ve diğer canlılar üzerindeki etkilerinden ve bunları neden, niçin yaptıklarından detaylıca bahsetmiş, bizleri uyarmış, yanı sırada Hakikâtlerindeki evrensel sistem ve onu meydana getiren varlığı geniş, kapsamlı olarak anlatmış, en son açığa çıkan Hz. Resulullah da “ artık Dininizi ikmal ettim (tamamladım, kemale erdirdim)” diyerek diğer Nebi ve Resullerce anlatılanları zirve noktadan açıklamış, bu yüzden akabinde kendinden sonra kıyamete kadar geçerli olacak hükümleri bir bir açıkça bildirmiştir.

Ondan sonra gelen ve gelecek evliya ve âlimler de bu ilmi günün ilim, anlayış ve şartlarına göre yenileyerek insanlara sunmuş ve sunacaktır da. Dolayısıyla hiçbir zaman bizim, gökten gelecek üstün uygarlıklara sahip uzaylılara ve onların öğretilerine ihtiyacımız olmadı ve olmayacaktır. Ona zirve noktadan ayna olmuş, Onu en çok tanıyan ve bilen bu yüzden de, Hakikati yönüyle Alemlere Rahmet olan Hz. Muhammed’e (sav) ve onun varislerine, uzaylıların ve Tanrılarının ihtiyacı var, bizim uzaylılara ve onların Tanrısına, Tanrılarına değil. Siz, hiçbir temeliniz olmadan “dinleri biz gönderdik”, “Hz. Muhammed de (sav) bizdendi”, “o ve diğer peygamberler bizim adamımızdı” diyecek kadar kibir ve egoda tavan yapacaksınız sonra da Kuran ve Resulullah’ın bildirdiği en temel noktalara bile itiraz edip kabul etmeyeceksiniz. Belki aklını işletmeyip, o değerli şeyi kullanmayıp bunun yerine kendileri gibi zekasını ortaya koyanlara bu çelişkili fantezileri kabul ettirebilirler, ancak biraz aklını kullanabilen, dolayısıyla sorgulayabilen beyinleri kandırmaları asla mümkün değildir.

Bu arada, Resul ve Nebilerin açığa çıktıkları dönemde tepki görmeleri, ortalığın karışmasının nedeni, o elçilerin kendi türünden üstelik bir de tanıdıklarından olmaları sebebiyle onları çekememeleri, onları hazmedememeleri yanı sıra da kendi menfaatlerine dokunan, çıkarlarına ters gelen şeyleri ve haliyle düzenlerini bozan ifadeleri dillendirmelerinden kaynaklanmaktadır. Bununla ilgili Kur’an ve hadislerde yeterli derecede ifadeler bulunmaktadır. Bu ayetlerin birinde de bu insanların tepki vermemelerinin, itiraz etmemelerinin, geleni kabul etmelerinin, ancak gökten sıra dışı bir şekilde melek ya da meleğimsi birtakım varlık veya varlıkların gelmesine bağlı olduğu anlatılmaktadır. Dolayısıyla, uzaylıların bizlere topluca kendilerini açık etmeleri, tam tersine hayranlığı ve onları kolayca kabulü getirirdi. Üstelik böyle bir kargaşaya, kaosa sebep vermeksizin kendilerini açık etmelerinin birçok yolu var. Bunu da ilkel olarak gördükleri bizden öğrenecek değillerdir, herhalde. Demek ki bu söylemleri de, Kuran ve hadis ışığında kesinlikle çürütülmüş olmaktadır.

Yine bununla paralel olarak başka söylemlerinde de uzaylılar, insanların, tanrının tüm evreni sadece kendileri için yarattığını düşünmesinin ne kadar cahilce, kibir dolu olduğunu belirtmekte, insanlar kendilerini bu durumdan kurtarmadıkça yani, kendileri dışında, kendilerinden daha üstün olan uzaylı varlıkların var olduğunu kabul etmedikçe, biz insanların bu varlıklarla tanışmasının, evrensel bilince erişmemizin çok çok zor olacağını, daha doğrusu hiç olamayacağını söylemektedirler.Başka bir deyişle, onların hükmü altına girmedikçe başta da belirttiğimiz üzere kendilerini bize lütfetmeyeceklermiş. Böylece kibirlenmeyin derken (diğer tüm söylem ve uygulamalarını düşündüğümüzde) aslında kendilerinin ne kadar kibirli, egolarının ne kadar yüksek olduğunu bize göstermiş olmaktadırlar. Sonuç olarak uzaylılar, “Alçak gönüllü, tevazu sahibi olmadıkça, …vs.” diyerek onları sorgulamadan koyun gibi dinleyip kendimizi onlara açmamızı, tamamıyla önlerinde el pençe divan durup teslim olmamızı, onların her türlü egosunu tatmin edip adeta köleleşmemizi istemektedirler.

Ufocular hiçbir temeli ve ispatı olmayan kafa karıştırıcı iddialarına devam etmektedirler. Güya dünyaya ilk tohumları uzaylıların atıp tüm bunları evrime bıraktıklarını, zaman içinde de çeşitli genetik müdahalelerde bulunarak evrimi yönlendirdiklerini ve sonuçta da yeryüzündeki bilinen tüm yaşamı başlattıklarını, hatta evrime olan bu müdahaleler içinde (kendi genetiklerini yükleyerek bu şekilde de genetik temizlik yapmak için), çeşitli dönemlerde bizatihi yeryüzüne gelerek insanlarla çiftleştiklerini (ki, öncesinde aynı işi hayvanlarla yapmadığının garantisi de yoktur) ve insan türlerini de böyle meydana getirip çoğalttıklarını ifade etmektedirler. Dolayısıyla uzaylıların, insan ya da hayvan-insan karışımı veya çeşitli suretlerdeki hayvan şeklinde görünmelerinin nedeni, onların bizlere benzemesi değil (kimi yerde aksine böyle de söylenmektedir), bizlerin onlara benzediğinden kaynaklandığını, sonuçta da biz insan ve hayvanların aslında onlardan yani, yaşamımızın kökeninin uzaylılar, haliyle cinler olduğunu söylemektedirler (bkz. Boyutlar Ve Maddeleşmeler – 4). Böylece önceden de belirttiğimiz üzere tanrı rolüne soyunarak kutsal nitelikli tüm varlıkların cin olduklarını söylemekle birlikte insana ait olan Hilafetin de aslında cinlere ait olduğunu göstermeye çalışmaktadırlar, Kur’ an ve hadislerin tam tersine. Kısacası, önceleri insan ve hayvanlar dışındaki her şeyin cinler olduğunu dillendirirken en sonunda bunların da Cin olduğunu belirterek evrende cin den başka bir şeyin olmadığını da vurgulamaktadırlar. Ayrıca bu tanrıların, yine insanlık tarihinin belli dönemlerinde yeryüzüne gelerek insanlarla uzun süreler vakit geçirip yarattıkları insanlara öğretmenlik yapıp onlara çeşitli bilgiler verdikleri, ancak bu insanların kendilerini zaman zaman dinlememeleri ve rayından çıkmaları nedeniyle onları topluca yok ettikleri (nesil kıyametleri) ve yaşamı kendi istekleri doğrultusunda elde kalanlarla tekrardan başlattıkları ve duruma göre sistemlerine geri dönüp bizleri çeşitli şekillerle gözetledikleri, bizim bu son nesil olduğumuzu, geçmişte olduğu gibi ileride de Altın Çağı başlatmak üzere, güneş yörüngesinde hareket eden, ama bize yaklaştığı zaman fark edilecek olan Marduk (Niburi) adlı gezegenden veya diğer sistemlerden gelerek tekrar yeryüzüne inecekleri, tanrı ve tanrıların yine insanlarla bir arada mutlu bir biçimde yaşayacakları da belirtilmektedir.      

Uzaylıların insanlarla çiftleşme olayı dinsel ya da çeşitli eski kültürlerin bildirdiği üzere gerçekten geçmiş toplumlarda da görülmüştür. İnsanları, Resul ve Nebilerin gösterdiği doğru inançlarından saptırmak ya da yine kendilerine menfaat sağlayacak şekilde toplumlara çeşit çeşit inançları yaymak için o dönemlerde de cinler, kendilerini farklı farklı suretlerde tanıtmış, bunların en önde ve başta geleni ise meleklerin tanrının çocukları olduğunu, bunlardan bir kısmının tanrının oğulları diğer kısmının da tanrının kız çocukları olduğu şeklinde lanse etmişlerdir (bu ikinci ifade oldukça etkin ve yaygın bir görüştü. Bununla ilgili ifadeler İdris Kitabıyla, Tevrat’ta yer almaktadır). Yine Tevrat’ta, gökten gelen tanrı oğullarının (ki, ayrıca bunlar da birer tanrıdır) dünyadan kadın eşler edinerek evlenmeleri ve onlardan çocuk doğurmaları da anlatılmaktadır. Bu doğan çocuklara ise, Tevrat’ta geçen ismiyle (kimine göre, gökten gelen, kimine göre de dev anlamındaki) Nefilim denmekte olup onlar da insanlar üzerinde hüküm sürüp dünyada çeşitli görevler üstlenmişlerdir, …vs. Ayrıca bu tanrı kızlarının (tanrıçaların) erkek eşler edinmesi de söz konusudur. Bu birleşmeler çok cüzi bir kısmı onların rızaları ile olurken ekseriyeti (bilhassa zaman ilerledikçe) tıpkı günümüzde ufo kaçırılmalarında olduğu gibi zor kullanma, zorla alıkoyma, kaçırma ya da tecavüzler şeklinde insanlarda tramvaya yol açan çok kötü biçimlerde olmuştur. Öyle ki, bu cinsel birleşmeler geçmişten günümüze her dönemde insanların inançları istikametinde içlerinde bazı din adamları ve kadınları da olmak üzere çeşitli düzeyden insanlar üzerinde de görülmüş olup, hâlâ görülmeye de devam etmektedir. Sonuçta da kendilerini cennetten gelen latif, parlak, nurani suretli meleklerle (hurilerle, gılmanlarla) somut bir biçimde beraber olduklarını zannetmektedirler (nasıl olsa Hz. Meryem örneği ortadayken). Mesela, meşhur Azize Avileli Teresa bunlardan biridir (ortaçağda da çeşitli suretlerdeki bu varlıklar insanları şatolara, saraylara kaçırıp oralarda çiftleşiyorlardı). Yahudiler, Hz. Üzeyir’ i (as), Hıristiyanlar da, Hz. İsa’yı (as) Tanrının oğlu olduğunu açıkça söyleyerek aynı olayı peygamberlere de monte etmişlerdir(Bkz. “Tövbe-30, Nisa- 171/172 ”).

Oysa yine Kur’ anın bir ayetinde, “insanların, tanrının kız evlat edindiği yalanını dillendirdikleri” belirtildikten hemen sonra,O'nunla (Allah ile) cinler (normal insan duyularının algılayamadığı bilinçli varlıklar) arasında bir bağ oluşturdular! (Onlara Allah dûnunda tanrısallık atfettiler)... Andolsun cinler de bilir ki, muhakkak onlar muhdarîndir (zorunlu olarak huzurda hazır tutulacaklardır)! (37- 158) denilerek, çeşitli şekillerde yine cinlerin oyunlarına maruz kalanlarca, Tanrı ile cinler arasında da bir bağ (akrabalık, dolayısıyla tanrısallık) oluşturulduğu bildirilmektedir. Bu da bize cinlerin, önceden saptırdıkları konular üzerine daha sonra bizatihi kendilerini açık edecek şekilde onları sahiplendiklerini göstermektedir, tıpkı günümüzde de önce farklı şekillerde açığa çıkıp sonra da bunların gerçekte kendileri olduğunu söylemeleri gibi. Kısacası, Cinlerle ilgili diğer ayetlerin tümünü göz önüne aldığımızda tüm bunların da cinlerin çeşitli yöntemlerle gerçekleştirdiği işlerden olduğunu bize açıklamaktadır. Açıklamaya çalıştıklarımızın Kur’ andaki ifadeleri ise şöyledir,

"Rahman çocuk edindi" dediler! Subhan'dır O! Bilakis ikrama nail olmuş kullardır (İsa ve Allah'ın kızları diye vehmedilen melekler) (21- 26) / “Rabbiniz sizi seçti oğullar için de, (kendisi) meleklerden dişiler mi edindi? Muhakkak ki siz çok azîm laf ediyorsunuz!” (17- 40) / “Yoksa kız çocuklar O'na ait de oğullar sizin mi?” (52-39) / “Muhakkak ki sonsuz geleceklerine iman etmeyenler, melekleri elbette dişi olarak tanımlarlar. Oysa bu hususta onların bir ilmi (delilleri) yoktur... Onlar ancak zanna uyuyorlar! Muhakkak ki zan, gerçeği yansıtmaz!” (53- 27/28)/ “O'na, O'nun kullarından bir cüz kıldılar (Ahad üs Samed oluşunu inkâr ile onu cüzlerden oluşmuş kabul ederek çocuğu olduğunu ileri sürdüler)... Muhakkak ki insan apaçık bir nankördür! Yoksa yarattıklarından kızlar edindi de erkek çocukları size mi bıraktı? Onlardan biri Rahman'a nispet ettiği kızlar ile müjdelendiğinde, dertlenip yüzü simsiyah kesilir! Yoksa süs içinde yetiştirilen ve tartışmada beyan gücü olmayan diye değerlendirdiğinizi (kız çocukları) (Allah'a mı yakıştırıyorsunuz)! Onlar Rahman'ın kulları olan melekleri dişiler olarak tanımladılar! Onların yaratılışına şahit miydiler? Onların (bu) şahitlikleri yazıldı; sorgulanacaklar!” (43- 15/ 20)

Cinlerle insanlar arasındaki cinsel ilişkinin sistemine ise, “ Metafiziksel Yanılgılar –14 ” yazımda değinmiştim. Bu birleşmenin sonucunda doğan çocuklar, göründükleri gibi çeşitli uzunlukta insan cinsinden olmayıp tamamıyla cin cinsinden olmaktadır. Bu ise, birleşme olarak algılanan durumda insan beyninden yayınlanan ilgili anlam yüklü dalgaların cinlerin kendi yapılarında oluşturduğu etkiler sonucu kendi boyutlarınca üreme ile oluşmaktadır. Ancak tüm bu olaylar içinde, tamamıyla kandırmaya dönük olarak da bu türden şeyler oluşturulabilmektedir. Dolayısıyla, geçmiş ve günümüzdeki bununla ilgili tüm olayları bu her iki türden şeyler olarak düşünmemiz gerekir. Sonuçta fiziki, maddi bir gerçeklik oluşmamakta, onların yaptıkları ya kendi boyutlarındaki bir oluşum ya da tamamıyla hayal olarak soyut şeylerden ibaret olmaktadır.

Tarihteki yeryüzüne gelen tanrı ve tanrıçaların insanlarla gerçekleştirdikleri çiftleşme olayları günümüzde, anlayışımıza hitap eder bir biçimde zorla uzay gemilerine kaçırılan insanlar üzerinde gerçekleştirilen tıbbi uygulamalar ya da tecavüzler şekline dönüşmüştür. Tıbbi ya da birleşme yöntemiyle erkek ya da kadınlardan oluşturulan melez ırkların yaratılmasının nedeni ise, bir kısmının, belli görevleri yerine getirmek için insanlar arasına yaymak, bir kısmın kendi uygarlıklarına, bir kısmını da farklı dünyalarda yaşamı başlatmak üzere Adem ve Havvalar olarak kullanmakmış. Yine bununla paralel olarak uzaylılardan mesajlar aldığını söyleyen kimi insanlar da (elbette farklı, bilinmeyen bir şeyi değil, yüzyıllar öncesinden peygamberlerce bildirilen şeylere bizlerce de bilinen ya da olası bilgileri ekleyerek) kıyametin yaklaştığını, olayların peş peşe hızlı bir biçimde gelişeceğini öyle ki, iklimlerin felaketler oluşturacak şekilde değişeceğini, bölgeden bölgeye sellerin, kuraklığın ve açlıktan ölümlerin yaşanacağını, buzulların eriyip taşan denizlerin su baskınlarına sebep vereceğini, depremlerin sayı ve şiddetinin artacağını dolayısıyla, korkunç yıkımların gerçekleşeceğini, manyetik kutupların (gerçek kutupların değil) yer değiştireceğini ve bunun canlılar üzerinde yıkıcı etkilerinin olacağını (bunların içinde insanların birbirlerini yok etmesi ya da güneşteki çok büyük bir patlama sonucu dünyayı içine alan plazmanın yeryüzüne çarparak onu kavurması da vardır), …vs. ve böylece dünyadaki yaşamın sona ereceğini ancak, çevremizde ve aramızda bulunan uzaylıların (burada olmalarının sebebi de buymuş) sadece, koruyup gözettikleri seçilmişleri ve bitki, hayvan örneklerini (modern zamanın Nuh’larının) uzay gemileriyle farklı farklı dünyalara götüreceklerini ve yaşamı oralarda tekrardan kurup bunu devam ettireceklerini ciddi ciddi dillendirmektedirler ki, burada da uzaylılar, her defasında olduğu gibi, öncekilerle tamamen çelişen ve onları görmezden gelen bambaşka amaçlarla kendilerini deklare etmektedirler. Burada da, bilinmeyen çok önemli bilgileri bize veriyorlar ama açığa çıkan birçok sorunun cevabı yine yok ve bunu da asla veremiyor, cevaplayamıyorlar.        

Ufo araştırmacılarının temeli buna dayalı olan bir iddiaları da uzaylıların bu işlemi yapmalarının sebebinin yeryüzündeki değerli madenleri (ki, bunun başında altın gelmektedir) çıkartmak için insanları (iş, hizmet) köle amaçlı yaratmalarıymış (al sana, insanları aşağılamanın daha bir başka yolu). Elbette burada da daha önceki söylemlerine tamamen ters çelişkili görüşler açığa çıkmaktadır. Mesela, neden hep övündükleri o üstün teknoloji ve yetenekleriyle, kendileri bu işi kısa sürelerde yapamıyorlar da çok ilkel düzeyde yeteneksiz biz insanları kullanmaya kalkışıyorlar. Ve neden çok kolay yöntemlerle ihtiyaçlarını çabucak karşılamak yerine yüz milyonlarca yıl evrimi beklemek zorunda kalıyorlar. Sizce mantık bunun neresinde? İhtiyaç sahibi olan biri böyle bir şey yapar mı? Ayrıca hani dost, iyi niyetli bizlerin yüksek kemalata ulaşmamız için çalışıyorlardı? Böyle bir şeyin yolu insanları köleleştirmekten, sömürmekten mi geçiyor? Eğer bunu da kötü olan uzaylılar yaptıysalar bu sefer, neden kendilerinin onca zaman ve titizlikle oluşturdukları evrimimizi direkt etkileyen bu oluşumdan bizleri kurtarmadılar, bizler için olumlu güzel amaç belirlemişlerse? Bununla birlikte yaşamı onların başlattığını bir an için düşünsek bile, bu nasıl evrime müdahaledir ki, insanlar onca bilgi ve teknolojik gelişmesine rağmen çağlar öncesindeki ilkel durumundan farksız bir biçimde bilimsel verileri bile, birbirlerini yok etmeye dönük olarak geliştirip kullanmaktadırlar. Dinleri bile her dönemde bu amaçla kullanmaktan çekinmeyen bizlerin hayvansal özelliğini hâlâ yok edemediler. İnsanlığın bu doyumsuz yükselişini, tatminsizliğini sona erdiremediler. Dolayısıyla onca güç, emek ve zaman harcayarak o üstün teknikleriyle evrimimize yaptıkları bu etkilerin, gerçekte negatif özelliklerimizi yok etmek yerine, bunların daha da güçlü olarak açığa çıkarttıkları anlamına gelmez mi? Görüldüğü üzere, iddiaları ne akılla, ne mantıkla ne bilimle ne de hayatın gerçekleriyle uyuşmakta. Hayal alıp hayal satmaktan başka bir şey yaptıkları yok.

Tarihe ve uzaylıların da kabul ettikleri İslami din verilerine baktığımızda ise, onların bizleri bu şekillerde köleleştirmeleri asla söz konusu olmayıp tam tersine Hilafet özelliğine sahip olan İnsanın onlara tasarruf ettiği, onları dilediği şekillerde yönlendirip kullandıkları görülmektedir ki, onların bu güce karşı koyacak hiçbir kudretleri yoktur. Kur’ an’da Hz. Süleyman (as) kıssası bize bu gerçeği anlatırken, hadislerde de oldukça bilgiler mevcuttur. Hz. Adem’den (as) önce ilkel diyebileceğimiz insanlara her türlü şekilde etkileyerek onları kendi istek ve arzuları istikametinde kullanan cinlerin, Hz. Adem (as)’ın hilafeti alması ve bu özelliği ortaya koyan onun neslindeki insanların artması dolayısıyla, eskisi gibi rahat alan bulamayan ve bu durumu hazmedemeyip bir türlü kabullenemeyen cinlerin, insanlardaki bu potansiyel özelliği dünya ve ahrette kullanmamaları için, çoğunlukla görünmeyecek şekilde sayılamayacak ve akıl almayacak oyunlarla insanları saptırmaya, onlar üzerinde hüküm kurmaya çalışırken günümüzde ise, yine aynı şekilde ama bu sefer uzaylılar adı altında insanları kendilerine kul, köle haline getirip tapındırmayı amaçlamaktadırlar, zamanı geldiğinde tüm insanlığa olağan üstü şekillerde görünerek.

 

Kenan Keskin

(Kaynakça: Ruh- İnsan- Cin, İnsan Ve Sırları II, B Meali, Sohbetler – Ahmet Hulusi)

 

 
 
Kenan Keskin
İstanbul - 13.10.2009
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com