Yerler (Arz), Gökler (Sema) Ve Uzaylı Aldatmacası – 11 –

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“Kar

Ufocular, yaptıkları sanki çok doğruymuşçasına uzaylıların, günlük yaşamlarında bir kaos, kargaşa oluşmaması için kaçırdıkları insanların, o esnada yaşadıklarını hafızalarından sildiklerini ve böylece güya onlara iyilik yaptıklarını belirtmektedirler, orada yaşanılanları unutarak. Oysa belli bir süre sonra çeşitli nedenlerle yine bunlar hatırlandığından yine hayatlar ciddi şekillerde etkilenip kabuslara dönmekte sonuçta yine değişen bir şey olmamaktadır. Dolayısıyla bu söylemleri doğru değildir. Ayrıca olaylar, hep insanlardan uzak, gizli olarak gerçekleştirilip olaya çok gizli bir hava verilmeye çalışılıyor ama kaçırılan insanların hafızalarını tamamıyla silmiyor ya da silemiyorlar (sonradan hatırlama vakası bir kişi haricinde, kaçırılanların tümünde görünmüştür). Eylemlerindeki bu çok gizli hava, kaçırılmalardaki vücutlara çip yerleştirmelerde de görülmektedir (bu olayı ayrıntısıyla açıklamıştık). Madem işlerini çok titiz olarak kendilerini hissettirmeksizin yapmaktalar, o zaman neden bazılarında çipler kolayca tespit edilecek şekilde konulmaktadır? Çoğunda görülmeyen bu durumu da ya gerçekten takılmadığı ya da araç  gereçlerimizin tespit edemeyeceği üstün teknolojik malzemeler kullanıldığını söylenmektedir ki, o zaman da niçin ele geçenleri de bu malzemeden yapmıyorlar? Görüldüğü üzere eylemlerindeki çelişki ve mantık dışılık burada da kendini açıkça göstermektedir.      

Kaçırılmalar ya da gönüllü olarak dış uzaya götürülen insanlar, uzaylılara ilkel gelecek savaş uçaklarındaki yer çekiminden kaynaklanan birkaç “ci (g)” basıncına bile dayanamazken, bunun kat be kat “ci (g)” basıncına neden olan ani ve yüksek hızlı hareketlere karşı dünyadaymışçasına rahat durabilmekte ve hiçbir şey olmamakta, yine gönüllü olanları bilgilendirmek ve kendi varlıklarını insanlara duyurmak amacıyla onları dakikalar içinde galaksi içi ya da dışındaki yıldız sistemlerine götürüp somut biçimlerde gezdirebilmekteler, ama hiç kimse varlıklarının en büyük delili olan küçük de olsa somut bir nesneyle gelememekte, yine bizlere duyurmak için her mesajlarında geleceğimizi tehdit eden şeylerden bahsetmekte, fakat bunlar zaten bir ilk okul çocuğunun bile bildiği şeyler olup hiç bilmediğimiz, bilemeyeceğimiz tehlikelerden bahsetmemekte (mesela, bir anda uzay- zamanı yırtıp yok edecek olan Vakum çöküntüsü gibi), yine onlardan çok ilkel düzeyde olan bizler bile gerçekleştirmemize rağmen onlar kopyalama yöntemini kullanmayıp hala kaçırma ve tecavüzleri devam ettirmektedirler. Gemileri ise o kadar ilginç ki, teknolojimizin ana sisteminde olduğu gibi bir cihazın bütününü oluşturan alt elemanları, parçaları bulunmamakta, haliyle kıyasa gelmeyecek düzeyde teknolojilerimizden tamamen farklılık göstermektedirler. Geminin kontrol panellerinde düğme, anahtar, elektronik devreler, bilgisayarlar, ekranlar, kapılar, …vs. hiç yer almamaktadır. Bunun yerine tüm bunlar geminin materyalinin içinin her yerinde gizli olduğundan yani, geminin materyali hamura benzeyip (hamurumsu) her türlü şeye bürünebildiğinden dilenildiğinde istenilen araç, gereç o anda hemen belirebilmektedir. Mesela, duvarın herhangi bir yerinin saydamlaşarak kapı halini alması ya da mikro ölçekli devre elemanlarının o anda oluşması, görünmesi gibi. Bu durum stiprizma celselerindeki medyumdan çıktı havası verilen ektoplazmanın istenilen şekli almasına benzemektedir. Ayrıca gemi bir bütün halinde olup montaj yerleri, çiviler, vidalar, perçinler, havalandırma delikleri, …vs. de bulunmamaktadır. Görüntü alanına sokulduğu zaman geminin ana motorları ise, tıpkı bir oyuncak gibi çok basit olmaktadır. Buda bize tüm bunların, iddia edildiği gibi maddesel varlık ve teknolojilerine ait şeyler olmayıp insanın beyninde oluşturulmuş hayali şeyler olduklarını bir kez daha kanıtlamaktadır.     

Uzay gemilerinin içinde bulundukları ortam ve tıbbi incelemeler sırasında kullandıkları malzemeler ise genelde aşırı derecede sade olup boş bir oda ve içinde de alelade bir masa, komik denecek inceleme malzemeleri, basit noktasal ışık ve düğmeler bulunmaktadır. İster tıbbi isterse de diğer türden olsun fark etmez, geminin materyali ilgili araç gereç halinde bir şekle büründüğünde hem çok az sayıda hem de mesela çok küçük sıradan bir dispanserdeki aletlerden daha iyi değillerdir. Bazı vakalarda ise görülen teknolojiler o dönemdeki insanların görüp bildiği teknolojinin sayısal fazlası olabilmekte, bilemediği türden cihazlar olamamaktadır. Örneğin, 50’li, 60’lı ya da 70’li, 80’li yıllardaki teknolojik cihazların farklı farklı görünümlü olması gibi. Bu da bu olayların da onların veri tabanına göre vehimlerinde oluşturulmuş vizyonlardan başka bir şey olmadığını göstermektedir. Bunu böyle yapmalarının sebebi de, çok çok zeki olan (Akıllı değil) ışınsal varlıkların bu üstün zekâları ve çok aceleci (hızlı) olmaları nedeniyle giriştikleri bu yönlü işte de detaylara giremediklerinden, bunun için çok daha fazla uğraş, emek vermeleri gerektiğinden (çelişkili, mantıksız bilgi vermeleri ve eylemlerde bulunmalarının başlıca nedeni de budur) yüzeysel, daha basit algı oyunlarıyla işlerini yürütmesi (geçiştirmesi), o an için sonuca bağlaması, kendilerini tatmin edip bu işten gıdalanmaları içindir. Ayrıca bu basitliklerini, üstün teknoloji masalıyla kapatmaya da çalışmaktadırlar. Elbette bunun içinde, üst, zeki sınıfı oluşturan bilim insanlarıyla ( inanan ve inanacak olan bilim adamları mevcuttur) dalga geçip onları aşağılayarak kendilerini üstün görmek suretiyle egolarını tatmin etmek de var.  

Ayrıca bizlere çözemediğimiz hiçbir sorunun formülünü vermedikleri gibi (bunları yine bizler çözüyoruz), bizlerin bulduğu şeylerin üstüne yatarak (bunları sahiplenerek) o dille konuşmaya başlamaktalar. Mesela bizler ne zaman Stringlerden konuşmaya başladıysak onlar da tebliğlerindeki enerji, titreşim, boyut, …vs. söylemlerini 10, 11 boyutlu Stringlere dönüştürmeye başladılar. Üstelik, Stringlerin çözümlenemeyen yönleri hakkında ise, hiçbir bilgi vermemekte, yardım etmemekte, yol bile göstermemektedirler, bilim adamlarımız birçok şeyden vazgeçerek hayatlarını buna vakfedip sabah- akşam bunun çözümü için çalışmaktayken. Ayrıca uzaylılar tebliğlerinde Müslümanlığa ait kavramları da kullanmakta, fakat ibadetlerden neredeyse hiç bahsetmemekte, bu çalışmaları hep arka planda tutmakta hatta bunun yerine başta uzak doğu dinlerine ait ritüelleri ön plana çıkartmakta, ancak bunların bile en kolay yanlarını insanlara sunarak ikinci bir çarpıtma yapmakta yanı sıra da, anlatımlarında iyilik, doğruluk, dürüstlük, …vs. gibi ahlaki değerlerin namazdan, hacdan, oruçtan, …vs üstün olduğunu, bunların yeterli olduğunu yapılsa da olur yapılmasa da olur havası vererek insanlarda ibadetsiz bir İslam anlayışı oluşturmaya, haliyle insanları İslam’dan uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar.

Ufocular, son otuz yıldaki teknolojimizin gelişmesinin ve hızla ilerlemesinin nedenini de, kazalar sonucu ele geçen ufoların incelenmesiyle oluştuğunu belirtmekte, bazıları daha da ileri giderek tüm bilim ve uygarlığımızın onlara ait olduğunu dillendirmektedirler ki, bu ikinci söylemin doğru olmadığına “Boyutlar Ve Maddeleşmeler” makalemizde değinmiştik. Birinci söylemlerine örnek olarak ise radara yakalanmayan “Black Bird” uçaklarını, lazer ve teknolojilerini, kurşungeçirmez malzemelerini, casus uçaklarını, elektronik çipleri, bilgisayarı, nano teknolojileri, …vs. göstermektedirler. Dolayısıyla, bilinçli ya da bilinçsizce uzaylıların hatalarının (kazalarının) bile bizlere bulunmaz nimetmiş havası verilmekle birlikte yine onlara şükran borcumuz olduğu vurgulanmaktadır. Düşünmeden, olaya yüzeysel baktığımızda mantıklıymış gibi görünen bu görüşleri bilim tarihinin verileriyle birazcık irdelediğimizde, bunların da ne kadar yanlış, boş ve hayal oldukları kolaylıkla görülmektedir. Mesela, 18. ve 19. yy’ da buhara dayalı makinelerin icadı ve bunların sanayide kullanılması sonucu meydana gelen, dönemin dijital ya da nano teknoloji devrimi kadar çok önemli ve büyük devrimi, Sanayi Devriminde ne uzaylılar, ne ufolar ne de bunların düşmüş enkazlarının incelenmesi vardı. Dolayısıyla, bilim ve teknolojimiz “Sanayi Devrimiyle” ivmelenerek hızlanmış ve akabinde peş peşe çok kısa süreler içinde telgraf, telefon, fotoğraf makinesi, sinema, radyo, tv., araba, uçak, …vs. icat edilip kullanıma sokulmuş yanı sıra, evren anlayışımızla ilgili olan Rölativite ve Kuantum fiziği keşfedilmiştir (hem bu teknolojilerin geliştirilmesi hem de yeni teknolojilerin elde edilmesiyle oluşan uygarlığımız, varlığını 1800’lü yılların sonu ile 1900’lü yılların başı arasında ortaya çıkan bu iki fizik bulgusuna borçludur). Ve bunlar olurken de yine ne uzaylılar, ufolar ne de onlardan ele geçen bilgi ve materyaller vardı. Bunun yerine “Metafiziksel Yanılgılar” başta olmak üzere birçok yazımda değindiğim türden olayları gerçekleştirmekteydiler.

Oysa uzaylılar konusu ve görüntüleri tüm insanlığın gündemine II. Dünya savaşının hemen sonrasında 1947’ de bir anda girmeye ve konuşulmaya başlanmıştır. Gerçi 1940 – 1945’ teki II. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ve İngiliz pilotları uçuşları sırasında kendilerini takip eden parlak ışık küreleriyle karşılaşmış, fakat bunların düşman işi olduğunu düşünmüş ve sonucunda bunlara dönemin ünlü çizgi filminden esinlenerek foo (ateş) savaşçıları ismini vermişlerdi. Savaş sonrasında, akıllıca hareket eden bu ışık toplarının Alman ve Japon pilotlarınca da görülmesi ve hükümetlerinin bu konuda yaptıkları incelemelerinin de sonuç vermemesi, bunların modern anlamda ilk Ufo fenomeni olarak kabul edilmesini sağlamıştır. Dolayısıyla bunlar 1947 ve sonrasında olan olaylar gibi olmayıp neredeyse tamamına yakını parıldayan nesnelerden, ışık gösterilerinden ibaretti. Uzaylılar tarafından ilk çok yakın temas ise (kaçırılma değil) Aralık 1940’ ta Amerika’da eşi ve iki kişiyle birlikte yolculuk yapan bir kadının önce parlak nesne tarafından takip edilip sonra da kenara çektiği arabasında uyuması sonucu gerçekleşen bir dizi olayla başlamıştır. Uyku esnasında cereyan eden ve sadece kendisinin tanık olduğu bu olay, olaydan kırk yıl sonra 1980 yılında yaptırdığı hipnoz ile ortaya çıkmıştır (olayın detayına girmiyorum, fakat o esnada kadının farklı şeyler görüp yaşadığı, ama yanındakilerin bunu yalanladığı olaylar da gerçekleşmiştir). Tüm dünyada ses getiren modern anlamda ilk maddi disklerin görülmesi ise, 24 Haziran 1947’ de Washington’daki Cascade Dağları üzerinde uçan (ki, kaybolan bir uçağı arıyordu) Kenneth Arnold isimli pilotun uçuşu sırasında gördüğü hareketli nesneleri, su üzerinde sekerek kayan tabakalara benzetmesi ve bunları “uçan tabaklar” adıyla isimlendirmesiyle başlar. Dolayısıyla, 1947 öncesinde yavaş yavaş dönüşüme uğrayarak kendilerini hissettiren varlıklar bu tarihte bir anda hem de istila edercesine bildiğimiz anlamda uzaylılar ve eylemleri şeklinde kendilerini göstermeye başlıyorlar. 1940’lı yıllardan önce ise, dünya dışından gelmiş uzaylılar diye bir şey yoktu.

Bu tarihten önce görülen Ufolar (ki, tanımlanamayan uçan cisimler demekti) günümüzdeki gibi çeşitli boy ve türden uzay gemileri olmayıp puro ya da balon şeklinde hem de pervaneleri de olan insanlı veya insansız taşıtlar ya da ışık toplarıydı. Üstelik bunlar da günümüze kıyasla yok denecek kadar çok  çok nadir görülmekle birlikte bunların çoğunluğu da o dönemde var olan bildiğimiz balonlar ve doğal fenomenlerdi (1). Günümüzde bile ufo olaylarının çoğunluğunu hava taşıtları, uydular ve doğal olaylar oluşturduğuna ve insanların bunları kolaylıkla ayırt edemediğine göre, o dönemde bunların olması da gayet normaldi. Ayrıca ışınsal varlıkların günümüzdeki gibi o dönemlerde de, ışın topları ya da o günün anlayışına uygun puro, balonumsu ve çeşitli geometrik şekillerdeki nesneler ve içinde yolculuk yapan insan- insanımsı görüntüler oluşturmaktaydılar. Mesela ortaçağda kayıtlara da geçen bir olayda havanın bir anda büyük silindir tüplerle kaplandığı, içinden ise oraya buraya hareket eden renkli renkli ışık toplarının çıktığı görülmüştür. Doğal fenomenlerden olan atmosfer içindeki meteorlar, bulutlar ve varsa dönemin hava taşıtları, belli açılardan puro, disk şeklinde de algılanmaktaydılar. Bu arada, günümüzdeki disk şeklinde olanların, geçmişte nadir olarak görünüp kaydedilmiş olmasının bir nedeni, büyük çoğunlukla o dönem insanın gökyüzünde gördüğü doğal fenomenleri disk şeklinde bildiği nesnelere benzetip tanımlamasından ya da ışınsal varlıklarca geometrik şekiller içinde yer alan direkt o şekilde imaj oluşturulmasından kaynaklanmaktadır. Öyle ki, bunların içinde dinsel, inanca dayalı sembollerin gökte göründüğü olaylar bile vardır. Eğer bunlar gerçekten uzaylı ve bu kimlikle devamlı aramızda olsalardı en baştan gemileri, o dönemin anlayışı dışında modern uzay araçları olması yanı sıra da o dönemde de çeşitli tiplerdeki uzaylı varlıklarla karşılaşmalar, o çok modern düşünce ötesi uzay gemilerinde yolculuklar, onlardan mesajlar, çeşitli öğretileri almalar ve bunları uygulamalar, onlar tarafından kaçırılıp incelenerek içlerine çipleri yerleştirmeler, …vs. ile bilhassa disk biçimli ufoların geçmişte de çok sayıda ve görünenlerin büyük çoğunluğunu oluşturması gerekirdi, tıpkı günümüzdeki gibi.

Halbuki bunların hiçbiri gerçekleşmemiş olup dünyanın gördüğü en büyük yıkım ve toplu yok oluşların yaşandığı I. ve II. Dünya Savaşının hemen sonrasında topluca görünüp çeşitli eylemlerini günümüze kadar sergilemeye başlamışlardır ki, zaman ve anlayışlar ilerledikçe görüntülerin ve yaşanılanların yavaş yavaş değişmesi onların uzaylılar olmadıklarının en büyük göstergelerinden biridir. Bilinen ilk enkaz ve uzaylı profili de 4 Temmuz 1947 gecesinde Amerika’daki New Mexico eyaleti içinde bir kasaba yakınına düşen ve kasabayla aynı adla anılan Roswell olayıyla start alır. Enkazı ise, William Brazel adındaki bir çiftçi bulmuştur.

Çok ilginçtir ki, bundan sonraki yıllarda da, aynı anda değil, belli zaman aralıklarla birçok uzaylı tipi de bir anda görünmeye başlar. Özetle, insanoğlunun tamamıyla kendi gerçekleştirdiği keşifler durmaksızın ve yine büyük bir ivmeyle devam ederek günümüze kadar gelmiştir. Tüm bunları keşfeden insanların, yaptıklarının yanında ismi bile geçmeyen mesela, radara yakalanmamak için gelen (E-M) dalgalarını yutan ya da çeşitli açılarla yansıtan uçaklardaki bir boyayı, malzemeyi mi bulamayacaklardı? Yukarıda da açıkladığımız üzere onlar, madem kullandıklarımızdan bambaşka materyaller ve işletim sistemlerine sahiplerse nasıl oluyor da onlardan tamamen farklı malzeme ve sisteme sahip olan teknolojimizi onlara bakarak geliştiriyor ya da yeni teknolojiler elde ediyoruz? Dolayısıyla iddialarının doğru olması için olması gereken, şu anda onların teknolojisine ait benzer araç gereçleri şu anda kullanıyor olmamızdır. Ama hiç böyle şeyler yok. Madem çok sağlam ve tek parça malzemeden hatta bunun da ötesinde çarpmanın etkisini oldukça azaltacak hamurumsu ya da maddeyle etkileşimini büyük çoğunlukla azaltan şeffaflaşacak türdeki malzemeden yapılmışlar, neden ufolar yere çarptıklarında tek parça kalamıyorlar da parçalanmış oluyorlar, tek parça halinde kalıp bir de içindekini koruyamıyorlar? Uzay gemileri, atmosfer içindeki hızlı hareketlerinin neden olduğu çok yüksek sıcaklıklara, ışık ötesi hızlara, çok yüksek (gi) basınçlarına karşı kendilerini koruyorlar, ama o hızlarla kıyas bile edilmeyen hızlarla, momentumlarla yere çakılınca az önce söylediğimiz özelliklere rağmen paramparça oluyorlar. Uçmanın, boyutlar arası geçişin, mekanlar arası yer değiştirmenin en ince ayrıntısına kadar gemilerini hareket ettirebiliyorlar, ama buna kıyasla çok kolay olan düşmeye ve sonrasındaki durumlara karşı önlem alamıyorlar.

16. yy’da günümüz biliminin ve teknolojisinin belkemiği olan Calculus Matematik sisteminin bulunup gelişmesinde ve yine o dönemin icatları sırasında uzaylıların adı bile anılmıyordu? Lazerin çalışma prensibi ise kuantum fiziğince zaten bilinmektedir. Hiç bilinmeyen bir şey değil ki. Roketler bile, küçük prototipleri binlerce yıl önce Çinliler tarafından kullanılmaktaydı. Uzaya gönderilenler ya da savaş amaçlı kullanılanlar da bunların geliştirilmiş haliydi. 1940’lı yılların çok çok öncesinde casusluk için balonları bile kullanan zihinler, bunu kolaylıkla geliştirebilecekleri uçakla da rahat bir biçimde yapabilirler. En iyi kurşungeçirmez malzemeler ise günümüzde örümcek ağının sentetik olarak yapılmasıyla elde edilmeye çalışılmaktadır ki, böyle bir yerde de onlara ait bilgi ve malzemeden söz edemeyiz herhalde. Temeli 1905’teki Rölativite teorisine dayanan ve 1920’li yılların sonlarında geliştirilip 1942 yılında ısı üretimiyle devreye giren nükleer enerjiyi de, dünyaya ve kendilerine zarar vermesi yüzünden bunu tehdit olarak gördükleri için, dolayısıyla bu değerli şeyi de onlardan öğrenmiş olamayız. Kaldı ki onlar, kendilerine göre ilkel enerji kaynağı olarak gördükleri fisyon ya da füzyona dayalı nükleer enerji yerine, güya vakum enerjisinden yararlanmakta değiller miydi? Tamamıyla kendimize ait olan ve uzaylılarla hiçbir ilgisi bulunmayan böylesi birçok örneği sıralamak mümkün. Ancak bunlar ayrı bir makale adı altında yazılacak kadar çok olduğundan değinemiyorum. Hatta siz bile internette yapacağınız küçük bir araştırmayla bunları rahatlıkla bulabilirsiniz.

Kenan Keskin

(Kaynakça: Ruh, İnsan, Cin – Ahmed Hulusi / Evrendeki Bilinmeyenler – Jenny Randles / Geleceğe ait Kitle Rüyaları- Dr. Chet B. Snow& Dr. Helen Wambach)

Not: İddiaların çok ciddi, yaygın ve sayıca fazla oluşu, bir bölümün daha (12. bölümün) eklenmesini zorunlu kılmaktadır.              

(1) İlk tanımlanamayan uçan nesne vakası, 16 Mart 1880 New Mexico’ da üç  kişi tarafından gözlemlenen olaydır. Üstelik söylendiğine göre, içinde Çinlilere benzeyen insanlardan biri oradakilere Uzak Doğu’ya ait eşyalar atmıştır. Bundan sonra görülen bir başka ufo vakası da 1896 yılında Sacramento, Kansas ve Chicago’ da görünmüş olup 1947’ye kadar çok sık olmamakla birlikte çeşitli Avrupa ülkelerinde de çeşitli şekillerdeki ufolar tek ya da topluca görülmüşlerdir. Ancak içinde insan veya insanımsı da olabilen hava taşıtlı olan bu görüntüler yukarıda da değindiğimiz gibi, büyük pervaneleri bulunan puro ya da yuvarlak şekildeki balon, balonumsu taşıtlar olup bilinen uzaylı gemileri (ufolar) değildir.

(2) İlk Mikroskop 1590’da, İlk Teleskop 1608’de, ilk fotoğraf da 1725’ te çekilmiş olup ilk plakalı fotoğraf makinesi 1830’da kullanılmaya başlanılmıştır. Balonla ilk uçuş 1783 de gerçekleşirken, dikiş makinesi, 1845’te,  ilk telefon 1876’ da, ilk ampul de 1879’da bulunmuştur. 1877’ de keşfedilen gramafon da ilk patentini 1887’ de almıştır. Benzinle çalışan ilk motor 1880, dizel motoru ise, 1893’de, ilk araba satışı da 1888’ de olmuştur. Telgraf ise, 1843’ te, temeli 1826’ya dayanan sinemada gösterilen ilk konulu film de 1895’ te oynatılmıştır. 1895 yılında keşfedilen Radyonun ilk yayını da 1906, 1926 ‘da keşfedilen TV’ nin ilk test yayını 1928’de, düzenli ilk yayın ise, 1936’da yapılmıştır. 1903’ te bulunan uçağın ilk savaş sırasında kullanımı da 1911 yılındadır. 1937’de de Jet Motoru keşfedilmiştir . Radyoaktivitenin bulunuşu 1896, Özel Rölativitenin keşfi 1905, Genel Göreceliğin (Rölativitenin) ilk yayınlandığı yıl ise, 1916’ dır.

 

 
 
Kenan Keskin
İstanbul - 04.11.2009
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com