Ufocular, bir başka ayetteki,
“Yeryüzünde yaşayan bir hayvan ve gökyüzünde iki kanadı
ile uçan bir kuş yok ki onlar da sizin gibi ümmetler
olmasın. Biz Kitap'ta (Evrensel Kitapta) hiçbir şeyi
noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine
toplanacaklardır” (6/38)
sözünün de hep uzaylılara
yani, kendilerini Ufo araçları içerisinde uzaydan
geldiklerini iddia eden varlıklara işaret ettiğini
söylemektedirler. Oysa görüldüğü gibi bu ayette
uzaylılara ait ne açık ne de dolaylı bir açıklama,
onaylama mevcuttur. Burada ifade edilen, gerek karada
gerekse havada uçan hayvanların da zahiren görüldüğü
gibi basit, sıradan varlıklar olmayıp belli bir
bilinç sahibi olarak sistemde bulunduğu, sistemin hem
işleyişi hem de devamı içinde çok önemli ve belli bir
amaca dönük olarak var olduklarıdır. Bugün son
teknoloji yardımıyla onların bizim beş duyu ötesi
algılama araçlarına sahip olduklarını, yapımızın gereği
olarak yapamadığımız birçok hareketi karada, denizde,
havada gerçekleştirebildiklerini,(1) bizim için
olumsuz sonuçları olan mikrop ve bakterilere ya da çok
zor şartlara karşı nasıl ve ne şekilde dayandıklarını,
uyum sağladıklarını ve bu mikropların neden olduğu veya
olmadığı birçok hastalığa karşı ne tür kimyasallara
sahip olduklarını büyük bir şaşkınlıkla öğrenmekte,
sağlık açısından ilgili bu özellikleri kendimize nasıl
uygulayabileceğimizi araştırmaktayız. Aynı şekilde,
bugün bilinen birçok teknolojik cihaz da onlara
bakılarak yapılmış ve yapılmaya devam etmektedir.
İşte Resulullah hayvanlardaki, bizim bilemediğimiz veya
ancak bugün bilebildiğimiz birçok özelliği tespit ettiği
için, onlar hakkında olumlu ya da olumsuz yönde birçok
açıklamalar yapmıştır. Mesela olumlu yönleri ile ilgili
olarak,
“Horozu
çok övmesi”
ya da olumsuz yönleriyle ilgili olarak da
“merkep, şeytan görmedikçe anırmaz. Merkep anırınca siz
Allah’ı zikredin, bana da Salavat getiriniz”
(2)
demesi gibi. Oysa bunun yanında, bizler (bunlar din
adamları bile olabilmektedir) onca bilimsel açıklamalara
rağmen cahilliğimiz veya şartlanmışlığımız yüzünden,
“ bir peygamber böyle bir şey der mi? böyle basit şeyler
söyleyebilir mi? bunlar falanca uydurması, filanca
açıklaması, …vs”
diyerek bu Resulullah açıklamalarını küçük görüp
Resulullah’a rağmen ahkâm kesmeye kalkışabilecek
cesareti gösterebilmekteyiz.
Halbuki Allah, bu tür düşünceleri kesmek için Kur’
an’da,
“Allah
kesinlikle bir sivrisinek kanadı veya ondan da ufak
bir şeyi misal vermekten kaçınmaz. İmanın gereğini
yaşayanlar bunun Rablerinden kaynaklanan bir Hak
olduğunu bilirler. Bu gerçeği inkâr edenler ise,
(misalî anlatımları değerlendirmeyip)
"Allah, acaba bununla ne demek istedi"
derler. Bu anlatım çoğunun
(fıtratlarının elvermemesinden dolayı)
sapmasına yol açar; birçoğunu da gerçeğe hidayet eder.
Allah, onunla (bu tür anlatımla)
sâfiyetini yitirmişlerden başkasını saptırmaz!” (2/26) /
“ Sizin taptıklarınız bir araya gelseler, bir sinek dahi
yaratamazlar (22/73)
şeklinde hitap ederek, dikkâte alınmayan böyle bir
varlığın Hakikâtinin de “Esma’ya ” dayanması nedeniyle
Makronun Mikroda aynen mevcut olduğunu (bulunulan her
bir Arz boyutunun kendi içinde de böyledir) ve haliyle
Mikro ile Makro arasında bir ayrımın olmadığını, bu
yüzden bize önemsiz, değersiz gibi görünen bir yerde
bile, işleyen kompleks, mükemmel bir sistemin ve düzenin
bulunduğunu, hangi dönemde olunursa olunsun
böylesine varlıkları, görünmeyen boyutları dikkâte alan,
inceleyen bir insanın hep şaşkınlık ve hayretler içinde
kalacağını, insanlar ne kadar yüksek teknolojiye sahip
olursa olsunlar, hayvanların çeşitli yönlerini taklit
edebileceğini, ama asla bir benzerini yapamayacaklarını,
bunda aciz kalacaklarını bunun yanında, boşluk
kalmaksızın en ufak bir noktada (zerrede) bile,
“Allah’ın Tecellisinin” açığa çıktığını, bu sebeple
basit değersiz, ihmal edilecek, …vs bir şeyin
olamayacağını, tüm bu hali algılayamayan,
düşünemeyen, anlayamayan bir insanın ise, aynı “Esma”
boyutuna dayanması sebebiyle aslında kendindekini
küçültüp kapattığını (ki, bu sebeple öyle düşünmekte),
bu duruma iman edenlerin ise, en azıyla öze giden kapıyı
araladığını bize anlatmaktadır.
Bunun yanında
“hayvanların insanların hizmetine verilmesinden”
mana da, en basit anlamda onların derisinden, sütünden,
etinden, …vs yararlanma olsa da gerçek anlamda,
onların sahip oldukları özellikleri keşfederek bu normal
üstü özelliklerin hayatımıza sokulmasını istemesidir.
Bugün başta U.S.A olmak üzere gelişmiş ülkelerin bu
konu üzerinde yüz milyonlarca dolar harcamalarındaki ana
sebep de onlardan öğrendiklerini, teknolojide, maalesef
silah yapımında ve sağlık alanında kullanmak içindir.
Bunda da oldukça başarılı olunmuştur. Mesela, bugün en
dayanıksız gibi görünen örümcek ağından yapılan
zırhların, kurşun ve şarapnele karşı kendi sınıfının en
güçlüsü olduğu tüm bilimsel kanallarda anlatılmaktadır.
Daha geniş yazacağımız ayrı bir makalenin
konusunu teşkil etmek üzere bu örnekleri çoğaltabiliriz.
Dolayısıyla nasıl ki, insan tek bir bilinç ve ümmetse ve
insanlar bu şuurun belli orandaki çıktıları ise,
hayvanlar da kendi boyutlarınca tek bir bilinç ve
ümmettir. Tıpkı bitkilerin ya da maden dediğimiz
maddenin de kendi düzeylerinde tek bir şuur oldukları
gibi. Yani, çokluk boyutlarında ayrı ayrı gruplar içinde
yer alan nesneler, varlıklar, kendi türünden tek bir
bilinç iken, bu tek bilinç de bir üst boyutun farklı bir
yönü, yüzü olarak kendini göstermektedir ki, bu hal tüm
çokluk boyutu içinde en tepeye kadar böyle gitmektedir.
Bu bölünmez parçalanmaz Teklik, her bir boyut ve aşamada
yine “Tek Bir Bütün” halinde ileriye dönük olarak açığa
çıkması nedeniyledir ki, “Bitkisel Bilinç” ile “İnsanlık
Bilinç” arasında aracı olan Bilinç, “Hayvansal Bilinç”
olmuştur. Zaten, “evrim” dediğimiz şeyin tam
anlaşılamamasının nedeni de, şartlanmalı bir
değerlendirmeyle suretlere bakılarak olaya yaklaşım
yapılmasından kaynaklanmaktadır. Oysa gerçek
yapısıyla evrende var olan tek şey, çeşitli düzeylerde
ki “Tekil Bilinç” yani, “Tekil Bilinçsel yapılar”
(Ümmetler) ve bunların ileriye doğru olan dönüşümleridir
ki, değişimleri hep bu Bilinç boyutları itibariyle ele
alıp değerlendirmemiz gerekir. İşte o zaman göreceğiz
ki, değişen ve dönüşüme uğrayanlar, her birini somut
olarak algıladığımız ne taş, toprak, ne bitki, ne de
hayvandır (bkz. Din –Bilim Soru Ve Cevapları –
6/12).
Fazla dağıtmadan konumuza geri dönersek,
“ Köpekler tek bir ümmet olmasaydı onları katlederdim”
hadisinde olduğu üzere Resulullah, o hayvanların
(elbette diğer hayvanların da) yok edilmesinden değil,
edilmemesinden, yaşamaları için elden geleni
yapılmasından, çünkü bu hayvanların sistemde yeri
olduğundan bu sistemdeki yeri ortadan kalkarsa bunun
insana geri yansıması nedeniyle insanlığın maddi ve
manevi anlamda zarar göreceğini belirtmektedir. Bunun
yanında hayvanlara karşı yapılacak her türlü işkencenin
de misliyle insana geri döneceğini, haliyle de böyle bir
birimi, bu dünyada, kabir âlemi ve cehennemde çok güçlü
azapların beklediğini belirtmektedir. Bu yüzden
Resulullah’ın (s.a.v) Miraç sırasında cehennemde gördüğü
bir kadının, bilinçli olarak ölümüne neden olduğu bir
kedi yüzünden, içine düştüğü çok kötü durumunu ya da Hz
Ali’nin (r.a),
“ bir karıncanın üstündeki bir yükü almakla bile ona
zulmetmek istemem”
demesini çok iyi anlamak gerekir. Ayrıca, Resulullah’ın
hayvanlara yüklenen yüklerin azaltılmasından, ağaç
dallarına zarar verilmemesine kadar bu konuda birçok
açıklamalarda bulunmuş öyle ki, Resulullah’ın bu
hareketi bile, din düşmanlarınca çılgınlık olarak
nitelendirilmiştir. Bununla ilgili de epeyce hadis
mevcuttur. Hayvanların, bitki türlerinin, insanlarla ve
birbirlerine hayati önemde bağlı olduklarını, bu
zincirin önemli halkalarından birinin kopmasının tüm
canlı hayatını tehlikeye sokup yok olmalarını
sağlayacağını, yine bugünkü bilim bize söylemektedir.
Ünlü fizikçi Albert Einstein’a mal edilen bir
hesaplamaya göre, eğer Arılar yeryüzünden kalkacak
olursa, insanlık ömrünün, dört yılda sona ereceği
belirtilmiştir.
Sonuç olarak gerek Kur’an gerekse de Resulullah,
canlıların ümmetler biçiminde var olduğundan bahsederek
evrendeki tüm varlığın, canlı- şuurlu olduğunu, bunun da
ötesinde bu bilincin çeşitli boyutsal düzeyleri
bulunduğunu ve bunların
“Allah’ın her an yeni bir oluşumda olmasının”
gereği olarak devamlı daha gelişken, karmaşık bir
şekilde değişime (dönüşüme) uğradıklarını, Allah’ın hiç
ummadığımız noktalarda bile var olduğunu, parçalanmanın
hiçbir boyutta söz konusu olmadığını ama Allah’ın
bunlarla da kayıtlanmadığını, dolayısıyla bu bilinç
boyutlarından sadece maddesel bilince (ümmete), hem
de sınırlı olarak bakma sonucu meydana gelen materyalist
anlayışın ve bunun ürünü olan tesadüflüğün asla söz
konusu bile olamayacağını anlatmaktadır.
“ Allah her canlı şeyi (dabbeyi) sudan yarattı.
Bunlardan kimi karnı üstünde, kimi iki ayak üzerinde,
kimi de dört ayak üzerinde yürür” (24- 45)/ “Sema ve
Arzda bulunan tüm canlılar (dabbeler) ve melekler
(ruhanî ve cismanî âlemlere ait varlıklar ve kuvveler)
hiç kibirlenmeksizin (benlik göstermeksizin) Allah’a
secde ederler” (16-49)
Dabbe’nin anlamı,
“hareket eden, kımıldayan canlı”
demektir. Bu yeryüzündeki maddi biyolojik canlıları kast
ettiği gibi, diğer Arz katmanlarındaki tüm canlılar için
de geçerlidir. Ancak burada üzerinde durulması gereken
bir nokta var o da, diğer Arz katmanlarındaki canlıların
bizler gibi maddesel etli- kanlı yapılı olmayıp ışınsal
yapıda olsalar da, daha önceki yazılarımızda da
belirttiğimiz üzere kendi boyutlarınca hem bulundukları
boyutu, hem de kendilerini, tıpkı kendimizi
algıladığımız gibi maddi bir biçimde algılar, madde
gezegeninde ya da yıldızında yaşadığını görür.
Dolayısıyla bize göre soyut olan ikiz yapılarda yani,
Arz’ları üzerinde “somut bir biçimde” bulunurlar.
Yine o boyutun kurallarınca o planetin ya da yıldızın
manyetik çekimi ve o çekime adapte sağladığı duruma
nispetle o yapı üzerinde hareket eder ya da uçar, o
manyetik alandan çıkar gider. Bu nedenle bizler, “Arz
katmanlarındaki yaşamların maddesel oluşunu”
bu anlamda dillendirebiliriz, uzaylıların söylediği ve
içinde çelişkiler olan şekillerde değil.
“Hareket eden her canlıyı (dabbeyi) sudan yarattık”
demesi de, yeryüzündeki tüm canlıların bir anlamda,
bizim bulunduğumuz boyut itibariyle bildiğimiz sudan
yaratıldığını anlatırken, hayatı var eden ve devamını
sağlayan suyun, bulunduğumuz boyutta enerjinin bir
türü olması nedeniyle burada “Su” Enerji anlamında
olup, diğer Arz katmanlarında yaşayan varlıkların da
“Can”
denilen, en temel seviyedeki enerjinin bir türünden
(fazından) yaratıldıklarını anlatır. Ayete daha kapsamlı
olarak baktığımızda ise, tüm boyut ve canlıların tüm
enerjilerin ana kaynağı olan en temel düzeydeki
“Kuantsal Enerjiden”
meydana geldiğini bize bildirmektedir. Keza,
“O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta)
Göklerle (Sema) İle Yer (Arz), birbiriyle bitişik iken,
biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık.
Yine de onlar inanmayacaklar mı? (21- 30)
ayeti de bunu anlatmaktadır, yine çeşitli bakış (boyut)
açılarını içerecek şekilde.
Ayrıca bu ayetle birlikte,
“ Semaları, Arzı ve ikisi arasında canlıdan (dabbeden)
çoğaltıp yaydıklarını yaratması O’nun işaretlerindendir.
O (Hu) dilediğinde onları birleştirmeye kadirdir” (42-
29)
ayetinde geçen
“Semalar”
ile Sonsuz- Sınırsız Kuantsal Boyutları,
“Arz”
ile bulunduğumuz maddi evreni,
“Arasındakiler”
ile de içinde bizimde yer aldığımız tüm (kendi
boyutlarınca maddesel) canlıları kast ederek, tüm Arz
katmanlarındaki bu canlılardan doğan (üreyen, meydana
gelen) yeni yeni canlıların oluşumunu anlatmaktadır. Bu
da,
“Allah her an yeni bir yaratıştadır”
ayetince neden-sonuç ilişkisine dayalı bir biçimde
meydana gelerek, Allah’ın her an yeni tecelliler içinde
olduğunu bize göstermektedir.
“O
(Hu) dilediğinde onları birleştirmeye kadirdir”
kısmını da uzaylılar, uzayda maddesel olarak birçok
hayat var da, Allah onları bir araya getirmeye kadir
olduğundan, onlar da (Ufolarla görünenler) Allah’ın
izniyle yeryüzüne gelerek bunu gerçekleştirmeye
çalışıyor demektedirler. Oysa dikkatli düşünürsek iddia
ettikleri gibi ayetin böyle bir şey söylemediğini
rahatlıkla görebiliriz. Şöyle ki eğer uzaylı varlıklar
varsa, bu ayette sadece uzaylılar değil, bunlarla
birlikte evrende aynı anda Cin kökenli varlıklarla,
Kuantsal yapılı varlıklar da mevcut olması sebebiyle
(ki, uzaylılar da kendileri dışında çeşitli ışınsal
varlıkların varlığını kabul etmekte, kendilerini de
bunlardan üstün olarak ayrı görmektedirler) her
türden tüm varlığın bir araya getirilmesinden de
bahsedilmektedir. Dolayısıyla onlarla olan bir
birleşme de yani, maddesel bedenli varlıklarla,
çeşitli sayısız türden Işınsal ve Kuantsal yapılı
varlıklar ya da başka bir deyişle, her biri farklı tür
ve boyutta olan varlıklar nasıl, nerede ve ne şekilde
bir araya geleceklerdir? Böyle bir şey olabilir mi?
Üstelik onların dillendirdiği şekilde de olsa sonsuz
sayıda varlıklar böyle bir biçimde bir araya gelebilir
mi? Yoksa onlarla da, uzaylılarla, insanlar
arasında olduğu gibi fiziksel bir araya gelinmesi
şeklinde mi olacaktır? Görüldüğü üzere, bilimsel
açıdan da mantıksal açıdan da, dinsel açıdan da böyle
bir şey mümkün değildir. Özetle ayette,
ufocuların anladığı şekilde mekânsal bir birleşmeden
bahsedilmemektedir.
Ancak, gerek bu ayetin gerekse de diğer benzer ayetlerin
söylediği üzere, tüm bu sonsuz sayıda boyut ve
varlıkların bir araya getirilmesi hem dinsel, hem de
bilimsel açıdan mümkündür. Çünkü olay mekânsal değil,
birimin Bilincinde meydana gelebilecek Boyutsal bir
oluşumdur. Daha açık söylemek gerekirse ayet,
Holografik Sistemi,
“Zerre Küllün Aynasıdır”
diyen Resulullah’tan sonra en iyi bir biçimde
dillendiren Hz Ali’nin,
“ Sen kendini çok küçük sanırsın, oysa sende tüm âlem
saklıdır”
sözü hükmünce, Onun ilmiyle âlemleri seyreden bir
birimin gözünde (Basiretinde, Şuurunda) tüm boyut ve
varlıkların, Tek Bir yapıda olduğu ve yine bu âlemlerin
ve içindeki varlıkların, Tek’in farklı yönleri olarak
yine kendi içinde açığa çıktığını söylemektedir. Yani
ayet, çokluk boyutu itibariyle bir birleşmeyi değil,
birimin Halife olması nedeniyle Hakikâtindeki Mutlak
Bilincinin İlmi Suretleri itibariyle bir birleşmeden söz
etmektedir. İnsandaki bu Halifelik Özelliğini
algılayamayan Şeytani vasıflı Cinlerin yani, uzaylıların
ve ona tabi olan insanların, “Bu Şuursal Birleşmeyi”
anlamaları asla mümkün değildir. Keza mahşerde,
“ Kıyamette Rabbinizi açık seçik göreceksiniz”
hadisi hükmünce
mahşerde
Allah’ın, istisnasız tüm birimlerin özünden gelen bir
biçimde onlara görünmesi durumunda da birimler, gerek
içinde yer aldıkları güneş sistemindeki, gerekse de
diğer sistemdeki tüm boyut ve varlıklarıyla, “Şuurlarında”
bir araya gelecektir. Tüm bunların gerçekleşmesi de
Allah için elbette kolaydır.
Mekânsal bir birleşme, olamayan bir Tanrının, olmayan
her türden uyduruk sisteminde gerçekleşebilir, bugün
uzaylıyız diyenlerin yaptığı gibi,
ama
“Allah Sisteminde değişiklik yoktur”
ayeti hükmünce Allah’ın İlminde yaratıp Hükme Bağladığı
Sistem ve Düzeninde, böylesi Sistem veya Sistemlere asla
yer yoktur (Bkz. Yerler, Gökler Ve Kıyamet- 1).
Kenan Keskin
(Kaynakça: Ruh, İnsan, Cin / İnsan Ve Sırları I, II /
Tek’in Seyri / Akıl Ve İman / Kendini Tanı – Ahmed
Hulûsi)
(1) Bkz. Dalgalar Ve Özellikleri - 1
(2) Edep Ya Hu - Ahmed Fevzi Yüksel / Tasavvuf
|