Yerler (Arz), Gökler (Sema) Ve Uzaylı Aldatmacası – 3

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“Kar

Yi

Yine Uzaylılara inananlar, “ Gökleri ve Arzı yaratan, bir benzerini daha yaratamaz mı? Elbette yaratır” (36- 81) ayetini de çarpıtarak bu ifadenin, “Güneş sistemi içindeki Dünyada nasıl ki hayat varsa, canlılar bulunuyorsa, aynı şekilde Allah’ın, bir benzerini diğer maddi sistemlerde de yaratabileceğine” işaret ettiğini söylemektedirler. Oysa diğer tüm ayet ve hadisleri bir bütün olarak göz önüne alarak düşünürsek, bu ayette anlatılmak istenen şeyin de, yine mekansal anlamdaki bir benzerlik yerine, Boyutsal bir benzerliğin olduğunu görürüz. Dolayısıyla ayet, “benzerleri” ifadesiyle, maddenin (maddesel yapıların) boyutlarında mevcut bulunan ikiz yapıların varlığından bize haber vermektedir. Haliyle, bu yapılara uygun varlıkların mevcudiyetinden de. Yani Yedi kat “Yer (Arz) Seması” ve bu “Yer Semalarındaki” varlıklardan. Hatta bir başka anlamda, tüm bunların “ Gök Semalarındaki” varlıklarından (karşılığından) da bahsedilmektedir. Şimdi burada çok önemli bir noktaya değinmek istiyorum. Gerek Kuran, gerek hadisler, gerekse de buna dayalı olarak açıklama yapan Evliyaya göre, Yer (Arz) ve Gök (Sema) kavramı, tüm boyutlardaki varlığın Tekliği ve Bütünselliği sebebiyle gerçekte Mekansal anlamda değil, hep Boyutsal anlamda ele alınmıştır. Bu durum, İslam Dinini yani, gelmiş geçmiş tüm Resul ve Nebilerin bildirdiğini anlamada, en temel noktayı teşkil etmektedir.

Buna karşın, bugünkü insanlığın ya da ufocuların anladığı şekilde bu ayet ve hadisleri mekansal anlamda düşündüğümüz takdirde ise, tamamıyla yanlış olarak mesela, Kur’an’ın sınırlı bir biçimde belirli bir mekandan, yine sınırlı varlıklar olan melekler aracılığıyla gökten getirildiği, yine görünmez olan bu sınırlı varlık tarafından vahyin ulaştırıldığı ve en vahimi de Allah’ın bir mekanı olup buradan varlığı yönettiği gibi şirk içeren bir düşüncenin doğmasına neden olmaktadır. Maalesef etiketimiz ve unvanımız ne olursa olsun, ağzımızdan çıkan sözlerin hangi noktalara kadar ulaştığını, ne anlamlara geldiğini, bunun bizde ne şekilde olumsuz bir etki meydana getireceğini, Bilincimizin hangi noktalarının nasıl kilitleneceğini göremiyoruz. Örneğin bir taraftan, “Allah’ın her yerde mevcut olduğunu” söylerken diğer taraftan da, “Onun gökte (?) olduğunu, ilmiyle bizi kuşattığını (?)”  dile getirerek Allah’ı, Onun İlmini ve yarattıklarını tamamıyla birbirinden ayırıyor, tüm dinsel sistemimizi de bu temel anlayışa göre anlıyor ve anlatıyor, sonra da günümüz açısından bu Akıl, Bilim ve Din dışı yorumlarının, düşünen beyinlerce    inanılmasını bekliyoruz, sanki Din sadece kendi yorumlarından ibaretmişçesine. Sonucunda da Ufocularla, bu anlayışlı Din adamları (belki her ikisi de iyi niyetli olarak) aynı noktada buluşmaktadırlar.          

İşte, “Benlik” yönleri çok güçlü olan Cinlerin, insanların iliklerine kadar işlemiş olan bu “Mekansallık” şartlanmasını çok iyi kullanarak uzaylılar kisvesi altında insanları kandırmaya çalışmalarının bir nedeni de, ayette de sabit olmak üzere “Sema Katlarından” kovulmaları ve oralara tekrar girememelerinin verdiği hırçınlıkla, hırsla olayı mekansallığa atarak, mekansal anlamda (ötelerdeki) Semaların içinde olduklarını, Semalardan, meleklerin ve hatta Tanrının yanından evrensel sırlara sahip varlıklar olarak geldiklerini lanse edip kendi egolarını tatmin etmekte, “Sema Boyutlarına” girebilecek potansiyele sahip insanlar üzerinde güçler olarak insandan intikam almakta ve hep almaya çalışmaktadırlar. Şunu da  hemen söylemek gerekir ki, Cinlerin daha önceleri Sema katlarında haber çalmaları Bilinç Boyutlarına girmeleri anlamında olmadığı gibi, elde edilen bilgiler de, tüm Bilinç boyutlarındaki bilgiler değil, sadece ilgili konu ya da olaylarla ve de bunların dahi bir kısmına ait olmak üzere sınırlı idi. Bunu ise, Nari boyutun yani, “Ay Semasına” yaklaşıp onun sınırlarına gelerek tamamıyla boyutsal bir algılama şekliyle almaktaydılar. Bu konuyu, “Boyutlar Ve Maddeleşmeler- 1” adlı makalemizde detaylarıyla değinmiştik.

“ Allah merhametli olanlara RAhmedle muamele eder. Bu nedenle sizler, Yeryüzünde olanlara merhamet edin ki, Gökyüzünde (Semada) olanlar da size RAhmed etsin” hadisinin de yine uzaylıların varlığına delil teşkil ettiğini söyleyerek, göklerde olanların, ufolarla çok farklı maddesel sistemlerden gelmiş varlıklar olduklarını belirtmektedirler, spirtualist çevreler. Şimdi, bu hadisin daha önceki söylemleriyle nasıl bir çelişki oluşturduğuna geçmeden önce, ne anlama geldiğini belirtelim. Kısaca hadis, “Gök (Sema)” kavramını Bilinç boyutu olarak ele alırsak, bu boyutta ortaya konan olumlu bir fiilin, birimin kendi derinliğindeki (Meleki) Bilinç Boyutlarına kadar uzanacağını ve oradan tekrar birimin Bilincine yansıma yapacağını anlatmaktadır. Ya da farklı bir açıdan Afaki boyuttan bakacak olursak, bir birim, düşünce ve eylemleri sonucu beyninden yaydığı dalgalar ile sisteme ne yönde bir anlam yüklerse, sistemden de o yönde bir etkinin geleceğini belirtmektedir. O zaman burada bir soru ortay çıkmakta o da, bu ayet, sistemin bir işleyiş düzenini bizlere anlattığına ve bu sistemin geçmiş ve geleceğinde (tüm zaman boyunca) bir değişme olmadığına ve bu her an devam ettiğine göre, yüzyılımızın ikinci yarısına yakın bir zamanda görünmeye başlayan ufolardan önce, bizlere merhamet edenler kim idi? Eğer başka suretlerde, mesela melek adı altında açığa çıkan bu uzaylılarsa, onların sabit bir suret yerine, durum ve şartlarına göre değişebilen görüntülere sahip varlıklar olduğu, haliyle uzayın bir başka yerinden gelen maddi yapılı ufolar olmadıkları ve yalan söyledikleri ortaya çıkmaz mı? Onların daha sonraları açıkça Cin oldukları söylemlerini bir kenara bıraksak dahi, düşünce sistemlerinin bütününü de göz önüne aldığımızda bunların, ışınsal varlıklar yani, Kuran ve Hz Muhammed’in (s.a.v) açıkça düşman olarak bildirdiği Şeytani Vasıflı Cinler oldukları görülmez mi?

Ayrıca Meleklerde yalan ya da benzeri negatif özellikler, kavramlar hiç var mıdır? Böyle bir şey hiç olabilir mi? Meleklerin varlığın aslı ve orijini olmalarından ötürü onlarda insanların iradelerini kaale alma, merhamet, acıma, yok etme, …vb kavramlar, beşeri değerler yer almaz. Onlar insanların düşünce ve davranışlarına göre değil, “Levhi Mahfuza yansımış olan İlahi Hükmün” gereğini şartsız kayıtsız yerine getirirler (bkz. Enerji – Melek). Ama uzaylılar açısından Melekler, bunların tamamen tersi olarak insanlara sözüm ona acımakta, onların güya iyiliğini düşünmekte, onların davranışlarını baz alarak hareket etmekte ya da etmemekte daha da kötüsü, yalan söylemekte, haliyle yardımcılığını yaptıkları Tanrı da yalan söylemektedir. Zaten Tanrı ya da melek adı altında uzaylıların söylemlerine baktığımızda söylediklerinin hiçbirinin oluşmadığını, tutmadığını tamamıyla insanları aldatıp kandırdıklarını açıkça görmekteyiz. Uzaylıların, Melekleri, Resul, Nebi ve takipçileri tarafından söylenenlerin dışında tamamıyla farklı özelliklerde göstermelerinin amacı, hiçbir zaman söz geçiremedikleri yeryüzü melaikeleri ile asla ulaşamayacakları “Sema Meleklerini” insanın gözünde düşürüp, basit, değersiz, sıradan varlıklar haline getirmeye çalışarak olayı saptırmaktır. Çünkü, insanlar bu melekleri bu şekilde değerlendirmeye başladığında, onlarla bağlantılı her bir şey de yani, Resuller, Nebiler ve onların Bilincinde açığa çıkarttıkları Esma Mertebesine ait Bilgiler (Vahiy), dolayısıyla Allah kavramı, Kader kavramı, …vs de otomatik olarak yavaş, yavaş bir taraftan önemsiz, ciddiye alınmayacak hale gelecek diğer taraftan da din anlatımdaki tüm bu kavramlar tamamıyla farklı, yalan, yanlış şekillere dönüşerek en sonunda insanlar imanlarından edileceklerdir. Böylece bunlara inanan insanlar zamanla, onların kontrolünde tamamen farklı bir inanç sahibi varlıklar haline geleceklerdir.

Hadise tekrardan dikkatlice baktığımızda burada, “yeryüzünde bizler, tüm canlılara ve canlıların yaşayacağı ortama merhamet göstermezsek, doğal olarak Göktekiler de bizlere merhamet etmeyecek” anlamı da aynen mevcuttur ki, bu da, olumsuz düşünce ve fiiller ortaya koyduğumuz takdirde bunların etkisinin, doğal olarak Enfüsi ve Afaki boyutlardan negatif, azap verici şekillerde bizlere geri döneceğini söylemektedir. Ancak kendileri açısından önemli gördükleri bu hadis de, ufocuların diğer savundukları ayet ve hadislerde olduğu gibi göremedikleri çelişkileri gözler önüne sermektedir. Çünkü merhametli davranışlar sergilemezsek uzaylıların bize müdahale edip azap verecekleri, bizi cezalandıracakları ortaya çıkmaktadır. Oysa bunun aksine onlar, her defasında özgür iradeye saygı duymalarından ötürü bizlere müdahale etmediklerini, bu yüzden yüz milyonlarca insanın ölümlerine ses çıkartmadıklarını söylemiyorlar mıydı? İkinci olarak, tamamıyla insan vehimlerine hitap etmeleri nedeniyle bugüne kadar ne bize merhamet edip iyilikte bulundukları ne de anlatılan konuda bizleri cezalandırdıkları görülmektedir. Bunun yanında ufocuların bu hadisi savunmaları, uzaylıların iyiliksever değil, bunun tam tersi olarak bizlere karşı saldırgan varlıklar olduklarını da ortaya çıkartmıyor mu? Nereye el atsak avucumuza çelişkiden, kandırmacadan başka bir şey gelmiyor.

Yine ufocuların, yukarıda söylediklerimizi teyit eder bir biçimde Kuran’ın, Hadislerin mantığına göre değil, tamamıyla uzaylıların verdikleri bilgilere göre yorumladıkları ve bir başka dayanak aradıkları ayet de, “Gökte olanların, sizi yerin dibine geçirmesinden emin mi oldunuz?” (67- 16/20) ayetidir. Yani Gökte olanlar, insanı her an yerin dibine geçirebilecek varlıklar, kendilerini maddesel başka bir sistemin üstün varlıkları olarak gösteren uzaylılarmış. Dikkat edilecek olursa burada da uzaylılar, insanların üstünde varlıklar olduğunu, insanları her an hükmü altında bulundurduklarını ve insanların bu varlıklar karşısında aciz olduklarını, işin ilginç yanı Yeryüzünde (Arzda) Cinlerin değil, insanların “Halife” seçildiklerini söyleyen Kuran’ın bu ve diğer bazı ayetlerini delil göstererek iddialarını kanıtlamaya çalışmaktadırlar.

Oysa “Gökte” olanlar, hep dillendirdiğimiz üzere Melekler, Meleki Kuvvelerdir. Bu ayette de, bir üstte açıkladığımız ayetle paralel olarak birimsel ya da toplusal anlamda yapılan eylemlerin karşılığının Enfüsi ve Afaki boyutlardaki meleklerden, Meleki kuvveler tarafından alınmakta olduğu bu nedenle, yapılanların yapanın yanına kar kalmayacağı, bu yüzden bir şey yapılacağı zaman karşılığının olmayacağı düşüncesiyle eyleme geçilmemesi, geçiliyorsa sonuçlarının acı bir şekilde o birim ya da gruplarda, toplumlarda açığa çıkacağını belirtmektedir. Elbette iyi şeylerin “cezası da”, iyiliktir.

Bununla birlikte, “İmanlarına iman katsınlar diye O, Müminlerin kalplerine manevi huzur indirdi. Göklerin (Semaların) ve Yerin (Arzın) bütün orduları Allah’ındır” (48/4)/ “Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani (düşman) ordular üzerinize gelmişti de biz onların üzerine bir rüzgar ve göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görmektedir”(33/9) ayetlerin de geçen Müslümanlara bazı savaşlarda fiziki (buna, tabiatı bildiğimiz yasalara uygun olarak etkilemeleri de dahildir) ve şuursal anlamda yardım eden varlıklarda yine ufocuların iddia ettikleri gibi uzaylılar olmayıp, Resulullah tarafından, ufocuların tarifinden çok farklı bir şekilde tanımlanan ve insan suretine de bürünebilen “Göklerin(Semaların) ve Yerin (Arzın) bütün orduları”, Meleklerdir. Yine başka bir hadiste de, "İşte Cebrail (as)! Atının başından tutmuş, üzerinde de savaş teçhizatı var (yardımınıza gelmiş durumda)!" denerek, Cebrail’ in (a.s.) Zahiri anlamda gerçekte bu şekilde göründüğünü, Batıni anlamda ise emrindeki RAhmed ve Gazap melekleriyle (kuvvelerle) birlikte hazır ve nazır olduğunu bildirmektedir. Tüm bu kuvvelerin varlığının Allah’ın Esmasına dayanması nedeniyle de, otomatikman bu güç ve kuvveler Allah’a bağlanır. Allah’ın eksiksiz bir şekilde bilip, görmesi ise, o şey adı altında var olan bu “Esmaların” sahibi, daha doğrusu yine kendisi olması yönüyledir. Yoksa uzaylıların dediği gibi, beşerin algıladığı bir biçimde bir yerlerde bedenlenmiş olan tanrının mesafelere dayalı bir biçimde uzaklıkları yakınlaştırarak bizleri veya tüm varlığı izlemesi ya da ufoları, uzaylıları, birer göz olarak kullanması şeklinde değildir (bkz. “Boyutlar Ve Maddeleşmeler- 2”).  

Sadece bilinen savaşlarda değil, sonucunda tüm İslam dünyasına etki ederek İslam’ın tamamıyla yok olmasına neden olacak tarihin dönüm noktası olan çeşitli savaşlarda da bu “Sema Melekleri”, kendine bağlı olan “Yeryüzü melaikeleriyle” birlikte Müslümanların yardımında bulunmuşlardır. Mesela, istiklal savaşında ya da Kıbrıs harekatında bu meleklerin düşmanlar tarafından da açık olarak görüldüğü ve normal üstü birçok olayın yaşandığı da belgelenmiştir. Kıbrıs harekatında olan bu tür olaylar, Devlet Başkanlarının bizzat ağzından da açıklanmıştır.

Burada şöyle bir soru sorulabilir: Neden Allah, direkt Melekleri düşmanların başına bela etmeyerek işin kolayını seçmiyor da insanları savaşa sürüyor ve bu sırada melekleri yardımcı olarak ortaya çıkartıyor? Bunun cevabı oldukça basit. Çünkü ilk savaşlarda meleklerin Müslümanlarca görünmesi, onların imanlarının artması içindir. Bunun yanında, doğrudan melekleri göndermemesi ise cennet ve cehennem boyutu için yaratılmış olan insanların ilgili fiilleri ortaya koyması içindir.  Yoksa Allah Esmasının birimlerde açığa çıkışı ve bu manaların seyri nasıl olacaktı ki?  Bu arada, azgınlıkları artan toplumların, beldelerdekilerin hemen yok edilmeyip belli bir süre beklenmesinin (geçmesinin) nedeni de budur. En sonunda “ Göktekilerden emin olarak”  kendilerinden açığa çıktıklarının karşılığını, çeşitli şekillerde yok edilerek almışlardır. Bunun yanında, Yoksa siz, sizden öncekilerin başlarına gelen mesel olmuş sıkıntılarının sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız (2/214) ayeti hükmünce burada müminlerin imtihan olayı da söz konusudur. Zaten yine ayetlerde, Bedir savaşındaki ortamın şartları, düşmanların çokluğu, korku ve vehmin artması ve oraya gelmelerindeki asıl amaçlarının su üstüne çıkması sonucu bazı insanların savaştan vazgeçtikleri belirtilmektedir. Oysa bütün bu negatif oluşumu ortadan kaldıran tek şey ise, sadece İmandır.

Görüldüğü gibi Ufocular, fırsat bu fırsattır deyip hiçbir somut delilleri olmadıkları halde “bu yardımda bulunanlar da uzaylılardır” diyerek tüm bu olayları kendilerine mal etmeye çalışmaktadırlar. Kısacası ufocular, o ya da bu şekilde çok büyük bir hata içindedirler. Çünkü “uzaylılar” adı altında yatan felsefe, Kuran ve Hadis mantığından tamamıyla farklı ve buna terstir. Bu yüzden uzaylılar olayı, sadece uzayda yaşayan, bizden ayrı bedenli varlıkların mevcudiyetiyle ilgili masumane bir olay değildir. Bunun altında yatan bir felsefeleri vardır ki, insanlar bunu hep göz ardı etmektedirler. Bu felsefelerine, “Boyutlar ve Maddeleşmeler” başta olmak üzere birçok yazımızda değinmiş, bu felsefelerinin içinde hem de çabuk görülebilen tutarsızlıklar, ilgisiz bağlantılar, kaotik ve çok anlamsız noktalar bulunduğunu göstermiştik. Mesela Kuran’ın açıkça bildirdiği üzere, peygamberlerin, dolayısıyla Vahyin ve Kitapların (Mesajların) sona erdiğinin belirtilmesine karşın, Uzaylılar Vahyin, dolayısıyla Peygamberliğin ve Kitapların (Mesajların) sona ermeyip devam ettiğini yine kendi Kutsal Kitaplarında aynen belirtilmektedir. Daha en başta, sahip çıktıkları İslam Dininin en temel dayanaklarına ters düşmeleri bile bunların uzaylı varlıklar olmadıklarını gösteren yeterli bir delildir. Biraz daha detaylı incelediğimizde ise, tamamıyla bütününden kopuk olarak baktıkları ayetlerle, uzaylıların varlığını göstermeye çalıştıklarında ise, öncelikle kendi felsefelerini gizleme yoluna gitmektedirler. Bunun yanında ayetleri de yorumlamak yerine, kendi düşünce ve felsefelerini anlatıp sanki o ayet bunlara işaret ediyormuş havası vererek direkt ayetleri yazıp geçmekte ve böylece daha ilk bakışta o ayetleri derinlemesine biliyormuş izlenimini vermektedirler. Hatta bunu öyle pervasızca yapmaktadırlar ki, bir yerde, bir düşüncesine işaret eden ayeti örnek olarak gösterirken, bir başka yerde, ilk düşüncesiyle tamamıyla ters düşen görüşü ve buna işaret eden ayeti, hiçbir şey yokmuşçasına, olmamışçasına rahatlıkla verebilmektedirler. Bunu, üstte anlattıklarımızda ve bu konuyla yazdığımız ilgi bölümlerin hepsinde görebilirsiniz.

Bunu yapmalarının nedeni ise, öncelikle düşünme yeteneği olmayan büyük çoğunluğu etkileyerek kendilerine inandırıp bağlamaktır. İkinci olarak biraz daha düşünebilen insanlar içinse bir taraftan, düşünceler arasındaki çelişkilerin varlığının, otomatik olarak sanki ayetler arasında da var olduğunu ortaya çıkaracağından Kuran’ın aslında çelişkili olduğunu, zamanımıza değil de çağlar öncesi ilkel insanlara hitap ettiğini, dolayısıyla da kıyamete kadar geçerli olmadığını, olamayacağı fikrini zihinlerde oluşturmaya yanı sıra, şüphe meydana getirerek, olayları alala de konumlara indirerek şuurları bulundurmaya ve sonuçta insanları dinden soğutmaya çalışırlarken, diğer bir taraftan da Cinlerin yanar döner olduklarından, aslında farklı şeyler anlatmaya çalıştıklarını bunu ise, insanların egolarını okşamak suretiyle ancak aşama kaydedebilen beyinlerce kabul edebileceğini söyleyerek daha sonra dile getirecekleri (ki, getirmişlerdir), dinsel verileri reddeden düşüncelerine hazırlık yapmaya, alıştırmaya çalışmaktadırlar.       

Görüldüğü üzere ayet ve hadisleri kullanarak oynadıkları oyunlar oldukça fazla ve çeşitli. Şimdi bunlara bakmaya devam edelim…

(Kaynakça: Ruh, İnsan, Cin / Akıl Ve İman/ Allah / Neyi Okudu / Kendini Tanı / Tekin Seyri – Ahmed Hulusi)

 

 
 
Kenan Keskin
İstanbul - 15.04.2009
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com