Yi
Yine Uzaylılara inananlar,
“ Gökleri ve Arzı yaratan, bir benzerini daha yaratamaz
mı?
Elbette yaratır” (36- 81)
ayetini de çarpıtarak bu ifadenin, “Güneş sistemi
içindeki Dünyada nasıl ki hayat varsa, canlılar
bulunuyorsa, aynı şekilde Allah’ın, bir benzerini diğer
maddi sistemlerde de yaratabileceğine” işaret ettiğini
söylemektedirler. Oysa diğer tüm ayet ve hadisleri bir
bütün olarak göz önüne alarak düşünürsek, bu ayette
anlatılmak istenen şeyin de, yine mekansal anlamdaki
bir benzerlik yerine, Boyutsal bir benzerliğin olduğunu
görürüz. Dolayısıyla ayet,
“benzerleri”
ifadesiyle, maddenin (maddesel yapıların) boyutlarında
mevcut bulunan ikiz yapıların varlığından bize haber
vermektedir. Haliyle, bu yapılara uygun varlıkların
mevcudiyetinden de. Yani Yedi kat “Yer (Arz) Seması”
ve bu “Yer Semalarındaki” varlıklardan. Hatta bir başka
anlamda, tüm bunların “ Gök Semalarındaki”
varlıklarından (karşılığından) da bahsedilmektedir.
Şimdi burada çok önemli bir noktaya değinmek istiyorum.
Gerek Kuran, gerek hadisler, gerekse de buna dayalı
olarak açıklama yapan Evliyaya göre, Yer (Arz) ve Gök
(Sema) kavramı, tüm boyutlardaki varlığın Tekliği ve
Bütünselliği sebebiyle gerçekte Mekansal anlamda
değil, hep Boyutsal anlamda ele alınmıştır. Bu
durum, İslam Dinini yani, gelmiş geçmiş tüm Resul ve
Nebilerin bildirdiğini anlamada, en temel noktayı teşkil
etmektedir.
Buna karşın, bugünkü insanlığın ya da ufocuların
anladığı şekilde bu ayet ve hadisleri mekansal
anlamda düşündüğümüz takdirde ise, tamamıyla yanlış
olarak mesela, Kur’an’ın sınırlı bir biçimde belirli bir
mekandan, yine sınırlı varlıklar olan melekler
aracılığıyla gökten getirildiği, yine görünmez olan bu
sınırlı varlık tarafından vahyin ulaştırıldığı ve en
vahimi de Allah’ın bir mekanı olup buradan varlığı
yönettiği gibi şirk içeren bir düşüncenin doğmasına
neden olmaktadır. Maalesef etiketimiz ve unvanımız ne
olursa olsun, ağzımızdan çıkan sözlerin hangi noktalara
kadar ulaştığını, ne anlamlara geldiğini, bunun bizde ne
şekilde olumsuz bir etki meydana getireceğini,
Bilincimizin hangi noktalarının nasıl kilitleneceğini
göremiyoruz. Örneğin bir taraftan, “Allah’ın her
yerde mevcut olduğunu” söylerken diğer taraftan da,
“Onun gökte (?) olduğunu, ilmiyle bizi kuşattığını
(?)” dile getirerek Allah’ı, Onun İlmini ve
yarattıklarını tamamıyla birbirinden ayırıyor, tüm
dinsel sistemimizi de bu temel anlayışa göre anlıyor ve
anlatıyor, sonra da günümüz açısından bu Akıl, Bilim
ve Din dışı yorumlarının, düşünen beyinlerce
inanılmasını bekliyoruz, sanki Din sadece kendi
yorumlarından ibaretmişçesine. Sonucunda da
Ufocularla, bu anlayışlı Din adamları (belki her ikisi
de iyi niyetli olarak) aynı noktada buluşmaktadırlar.
İşte, “Benlik” yönleri çok güçlü olan Cinlerin,
insanların iliklerine kadar işlemiş olan bu
“Mekansallık” şartlanmasını çok iyi kullanarak
uzaylılar kisvesi altında insanları kandırmaya
çalışmalarının bir nedeni de, ayette de sabit olmak
üzere “Sema Katlarından” kovulmaları ve oralara tekrar
girememelerinin verdiği hırçınlıkla, hırsla olayı
mekansallığa atarak, mekansal anlamda (ötelerdeki)
Semaların içinde olduklarını, Semalardan, meleklerin ve
hatta Tanrının yanından evrensel sırlara sahip varlıklar
olarak geldiklerini lanse edip kendi egolarını
tatmin etmekte, “Sema Boyutlarına” girebilecek
potansiyele sahip insanlar üzerinde güçler olarak
insandan intikam almakta ve hep almaya çalışmaktadırlar.
Şunu da hemen söylemek gerekir ki, Cinlerin daha
önceleri Sema katlarında haber çalmaları Bilinç
Boyutlarına girmeleri anlamında olmadığı gibi, elde
edilen bilgiler de, tüm Bilinç boyutlarındaki bilgiler
değil, sadece ilgili konu ya da olaylarla ve de bunların
dahi bir kısmına ait olmak üzere sınırlı idi. Bunu ise,
Nari boyutun yani, “Ay Semasına” yaklaşıp onun
sınırlarına gelerek tamamıyla boyutsal bir algılama
şekliyle almaktaydılar. Bu konuyu, “Boyutlar Ve
Maddeleşmeler- 1” adlı makalemizde detaylarıyla
değinmiştik.
“ Allah merhametli olanlara RAhmedle muamele eder. Bu
nedenle sizler, Yeryüzünde olanlara merhamet edin ki,
Gökyüzünde (Semada) olanlar da size RAhmed etsin”
hadisinin de yine uzaylıların varlığına delil teşkil
ettiğini söyleyerek, göklerde olanların, ufolarla çok
farklı maddesel sistemlerden gelmiş varlıklar
olduklarını belirtmektedirler, spirtualist çevreler.
Şimdi, bu hadisin daha önceki söylemleriyle nasıl bir
çelişki oluşturduğuna geçmeden önce, ne anlama geldiğini
belirtelim. Kısaca hadis,
“Gök (Sema)”
kavramını Bilinç boyutu olarak ele alırsak, bu boyutta
ortaya konan olumlu bir fiilin, birimin kendi
derinliğindeki (Meleki) Bilinç Boyutlarına kadar
uzanacağını ve oradan tekrar birimin Bilincine yansıma
yapacağını anlatmaktadır. Ya da farklı bir açıdan Afaki
boyuttan bakacak olursak, bir birim, düşünce ve
eylemleri sonucu beyninden yaydığı dalgalar ile sisteme
ne yönde bir anlam yüklerse, sistemden de o yönde bir
etkinin geleceğini belirtmektedir. O zaman burada bir
soru ortay çıkmakta o da, bu ayet, sistemin bir işleyiş
düzenini bizlere anlattığına ve bu sistemin geçmiş ve
geleceğinde (tüm zaman boyunca) bir değişme olmadığına
ve bu her an devam ettiğine göre, yüzyılımızın ikinci
yarısına yakın bir zamanda görünmeye başlayan ufolardan
önce, bizlere merhamet edenler kim idi? Eğer başka
suretlerde, mesela melek adı altında açığa çıkan bu
uzaylılarsa, onların sabit bir suret yerine, durum ve
şartlarına göre değişebilen görüntülere sahip varlıklar
olduğu, haliyle uzayın bir başka yerinden gelen maddi
yapılı ufolar olmadıkları ve yalan söyledikleri ortaya
çıkmaz mı? Onların daha sonraları açıkça Cin
oldukları söylemlerini bir kenara bıraksak dahi,
düşünce sistemlerinin bütününü de göz önüne aldığımızda
bunların, ışınsal varlıklar yani, Kuran ve Hz
Muhammed’in (s.a.v) açıkça düşman olarak bildirdiği
Şeytani Vasıflı Cinler oldukları görülmez mi?
Ayrıca Meleklerde yalan ya da benzeri negatif
özellikler, kavramlar hiç var mıdır? Böyle bir şey hiç
olabilir mi? Meleklerin varlığın aslı ve orijini
olmalarından ötürü onlarda insanların iradelerini kaale
alma, merhamet, acıma, yok etme, …vb kavramlar, beşeri
değerler yer almaz. Onlar insanların düşünce ve
davranışlarına göre değil,
“Levhi Mahfuza yansımış olan İlahi Hükmün”
gereğini şartsız kayıtsız yerine getirirler (bkz.
Enerji – Melek).
Ama uzaylılar açısından Melekler, bunların tamamen tersi
olarak insanlara sözüm ona acımakta, onların güya
iyiliğini düşünmekte, onların davranışlarını baz alarak
hareket etmekte ya da etmemekte daha da kötüsü, yalan
söylemekte, haliyle yardımcılığını yaptıkları Tanrı da
yalan söylemektedir. Zaten Tanrı ya da melek adı altında
uzaylıların söylemlerine baktığımızda söylediklerinin
hiçbirinin oluşmadığını, tutmadığını tamamıyla insanları
aldatıp kandırdıklarını açıkça görmekteyiz.
Uzaylıların, Melekleri, Resul, Nebi ve takipçileri
tarafından söylenenlerin dışında tamamıyla farklı
özelliklerde göstermelerinin amacı, hiçbir zaman söz
geçiremedikleri yeryüzü melaikeleri ile asla
ulaşamayacakları “Sema Meleklerini” insanın gözünde
düşürüp, basit, değersiz, sıradan varlıklar haline
getirmeye çalışarak olayı saptırmaktır. Çünkü, insanlar
bu melekleri bu şekilde değerlendirmeye başladığında,
onlarla bağlantılı her bir şey de yani, Resuller,
Nebiler ve onların Bilincinde açığa çıkarttıkları Esma
Mertebesine ait Bilgiler (Vahiy), dolayısıyla Allah
kavramı, Kader kavramı, …vs de otomatik olarak yavaş,
yavaş bir taraftan önemsiz, ciddiye alınmayacak hale
gelecek diğer taraftan da din anlatımdaki tüm bu
kavramlar tamamıyla farklı, yalan, yanlış şekillere
dönüşerek en sonunda insanlar imanlarından
edileceklerdir. Böylece bunlara inanan insanlar zamanla,
onların kontrolünde tamamen farklı bir inanç sahibi
varlıklar haline geleceklerdir.
Hadise tekrardan dikkatlice baktığımızda burada,
“yeryüzünde bizler, tüm canlılara ve canlıların
yaşayacağı ortama merhamet göstermezsek, doğal olarak
Göktekiler de bizlere merhamet etmeyecek”
anlamı da aynen mevcuttur ki, bu da, olumsuz düşünce ve
fiiller ortaya koyduğumuz takdirde bunların etkisinin,
doğal olarak Enfüsi ve Afaki boyutlardan negatif, azap
verici şekillerde bizlere geri döneceğini söylemektedir.
Ancak kendileri açısından önemli gördükleri bu hadis de,
ufocuların diğer savundukları ayet ve hadislerde olduğu
gibi göremedikleri çelişkileri gözler önüne sermektedir.
Çünkü merhametli davranışlar sergilemezsek uzaylıların
bize müdahale edip azap verecekleri, bizi
cezalandıracakları ortaya çıkmaktadır. Oysa bunun aksine
onlar, her defasında özgür iradeye saygı duymalarından
ötürü bizlere müdahale etmediklerini, bu yüzden yüz
milyonlarca insanın ölümlerine ses çıkartmadıklarını
söylemiyorlar mıydı? İkinci olarak, tamamıyla insan
vehimlerine hitap etmeleri nedeniyle bugüne kadar ne
bize merhamet edip iyilikte bulundukları ne de anlatılan
konuda bizleri cezalandırdıkları görülmektedir.
Bunun yanında ufocuların bu hadisi savunmaları,
uzaylıların iyiliksever değil, bunun tam tersi olarak
bizlere karşı saldırgan varlıklar olduklarını da ortaya
çıkartmıyor mu? Nereye el atsak avucumuza çelişkiden,
kandırmacadan başka bir şey gelmiyor.
Yine ufocuların, yukarıda söylediklerimizi teyit eder
bir biçimde Kuran’ın, Hadislerin mantığına göre
değil, tamamıyla uzaylıların verdikleri bilgilere göre
yorumladıkları ve bir başka dayanak aradıkları ayet de,
“Gökte olanların, sizi yerin dibine geçirmesinden emin
mi oldunuz?” (67- 16/20)
ayetidir. Yani Gökte olanlar, insanı her an yerin dibine
geçirebilecek varlıklar, kendilerini maddesel başka bir
sistemin üstün varlıkları olarak gösteren uzaylılarmış.
Dikkat edilecek olursa burada da uzaylılar, insanların
üstünde varlıklar olduğunu, insanları her an hükmü
altında bulundurduklarını ve insanların bu varlıklar
karşısında aciz olduklarını, işin ilginç yanı
Yeryüzünde (Arzda) Cinlerin değil, insanların “Halife”
seçildiklerini söyleyen Kuran’ın bu ve diğer bazı
ayetlerini delil göstererek iddialarını kanıtlamaya
çalışmaktadırlar.
Oysa
“Gökte”
olanlar, hep dillendirdiğimiz üzere Melekler, Meleki
Kuvvelerdir. Bu ayette de, bir üstte açıkladığımız
ayetle paralel olarak birimsel ya da toplusal anlamda
yapılan eylemlerin karşılığının Enfüsi ve Afaki
boyutlardaki meleklerden, Meleki kuvveler tarafından
alınmakta olduğu bu nedenle, yapılanların yapanın yanına
kar kalmayacağı, bu yüzden bir şey yapılacağı zaman
karşılığının olmayacağı düşüncesiyle eyleme geçilmemesi,
geçiliyorsa sonuçlarının acı bir şekilde o birim ya da
gruplarda, toplumlarda açığa çıkacağını belirtmektedir.
Elbette iyi şeylerin “cezası da”, iyiliktir.
Bununla birlikte,
“İmanlarına iman katsınlar diye O, Müminlerin kalplerine
manevi huzur indirdi. Göklerin (Semaların) ve Yerin
(Arzın) bütün orduları Allah’ındır” (48/4)/ “Ey iman
edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani
(düşman) ordular üzerinize gelmişti de biz onların
üzerine bir rüzgar ve göremediğiniz ordular
göndermiştik. Allah yaptıklarınızı hakkıyla
görmektedir”(33/9)
ayetlerin de geçen
Müslümanlara
bazı savaşlarda fiziki (buna, tabiatı bildiğimiz
yasalara uygun olarak etkilemeleri de dahildir) ve
şuursal anlamda yardım eden varlıklarda yine ufocuların
iddia ettikleri gibi uzaylılar olmayıp, Resulullah
tarafından, ufocuların tarifinden çok farklı bir şekilde
tanımlanan ve insan suretine de bürünebilen
“Göklerin(Semaların) ve Yerin (Arzın) bütün orduları”,
Meleklerdir. Yine başka bir hadiste de,
"İşte Cebrail (as)! Atının başından tutmuş, üzerinde de
savaş teçhizatı var (yardımınıza gelmiş durumda)!"
denerek, Cebrail’ in (a.s.) Zahiri anlamda gerçekte bu
şekilde göründüğünü, Batıni anlamda ise emrindeki
RAhmed ve Gazap melekleriyle (kuvvelerle) birlikte
hazır ve nazır olduğunu bildirmektedir. Tüm bu
kuvvelerin varlığının Allah’ın Esmasına dayanması
nedeniyle de, otomatikman bu güç ve kuvveler Allah’a
bağlanır. Allah’ın eksiksiz bir şekilde bilip,
görmesi ise, o şey adı altında var olan bu “Esmaların”
sahibi, daha doğrusu yine kendisi olması yönüyledir.
Yoksa uzaylıların dediği gibi, beşerin algıladığı bir
biçimde bir yerlerde bedenlenmiş olan tanrının
mesafelere dayalı bir biçimde uzaklıkları
yakınlaştırarak bizleri veya tüm varlığı izlemesi ya da
ufoları, uzaylıları, birer göz olarak kullanması
şeklinde değildir (bkz. “Boyutlar Ve Maddeleşmeler-
2”).
Sadece bilinen savaşlarda değil, sonucunda tüm İslam
dünyasına etki ederek İslam’ın tamamıyla yok olmasına
neden olacak tarihin dönüm noktası olan çeşitli
savaşlarda da bu “Sema Melekleri”, kendine bağlı olan
“Yeryüzü melaikeleriyle” birlikte Müslümanların
yardımında bulunmuşlardır. Mesela, istiklal savaşında ya
da Kıbrıs harekatında bu meleklerin düşmanlar tarafından
da açık olarak görüldüğü ve normal üstü birçok olayın
yaşandığı da belgelenmiştir. Kıbrıs harekatında olan bu
tür olaylar, Devlet Başkanlarının bizzat ağzından da
açıklanmıştır.
Burada şöyle bir soru sorulabilir: Neden Allah, direkt
Melekleri düşmanların başına bela etmeyerek işin
kolayını seçmiyor da insanları savaşa sürüyor ve bu
sırada melekleri yardımcı olarak ortaya çıkartıyor?
Bunun cevabı oldukça basit. Çünkü ilk savaşlarda
meleklerin Müslümanlarca görünmesi, onların imanlarının
artması içindir. Bunun yanında, doğrudan melekleri
göndermemesi ise cennet ve cehennem boyutu için
yaratılmış olan insanların ilgili fiilleri ortaya
koyması içindir. Yoksa Allah Esmasının birimlerde
açığa çıkışı ve bu manaların seyri nasıl olacaktı ki?
Bu arada, azgınlıkları artan toplumların,
beldelerdekilerin hemen yok edilmeyip belli bir süre
beklenmesinin (geçmesinin) nedeni de budur. En sonunda
“ Göktekilerden emin olarak”
kendilerinden açığa çıktıklarının karşılığını, çeşitli
şekillerde yok edilerek almışlardır. Bunun yanında,
“Yoksa
siz, sizden öncekilerin başlarına gelen mesel olmuş
sıkıntılarının sizin de başınıza gelmeden cennete
gireceğinizi mi sandınız
(2/214)
ayeti hükmünce burada müminlerin imtihan olayı da söz
konusudur. Zaten yine ayetlerde, Bedir savaşındaki
ortamın şartları, düşmanların çokluğu, korku ve vehmin
artması ve oraya gelmelerindeki asıl amaçlarının su
üstüne çıkması sonucu bazı insanların savaştan
vazgeçtikleri belirtilmektedir. Oysa bütün bu negatif
oluşumu ortadan kaldıran tek şey ise, sadece İmandır.
Görüldüğü gibi Ufocular, fırsat bu fırsattır deyip
hiçbir somut delilleri olmadıkları halde “bu yardımda
bulunanlar da uzaylılardır” diyerek tüm bu olayları
kendilerine mal etmeye çalışmaktadırlar. Kısacası
ufocular, o ya da bu şekilde çok büyük bir hata
içindedirler. Çünkü “uzaylılar” adı altında yatan
felsefe, Kuran ve Hadis mantığından tamamıyla farklı ve
buna terstir. Bu yüzden uzaylılar olayı, sadece uzayda
yaşayan, bizden ayrı bedenli varlıkların mevcudiyetiyle
ilgili masumane bir olay değildir. Bunun altında yatan
bir felsefeleri vardır ki, insanlar bunu hep göz ardı
etmektedirler. Bu felsefelerine, “Boyutlar ve
Maddeleşmeler” başta olmak üzere birçok yazımızda
değinmiş, bu felsefelerinin içinde hem de çabuk
görülebilen tutarsızlıklar, ilgisiz bağlantılar, kaotik
ve çok anlamsız noktalar bulunduğunu göstermiştik.
Mesela Kuran’ın açıkça bildirdiği üzere, peygamberlerin,
dolayısıyla Vahyin ve Kitapların (Mesajların) sona
erdiğinin belirtilmesine karşın, Uzaylılar Vahyin,
dolayısıyla Peygamberliğin ve Kitapların (Mesajların)
sona ermeyip devam ettiğini yine kendi Kutsal
Kitaplarında aynen belirtilmektedir. Daha en başta,
sahip çıktıkları İslam Dininin en temel dayanaklarına
ters düşmeleri bile bunların uzaylı varlıklar
olmadıklarını gösteren yeterli bir delildir. Biraz daha
detaylı incelediğimizde ise, tamamıyla bütününden kopuk
olarak baktıkları ayetlerle, uzaylıların varlığını
göstermeye çalıştıklarında ise, öncelikle kendi
felsefelerini gizleme yoluna gitmektedirler. Bunun
yanında ayetleri de yorumlamak yerine, kendi düşünce ve
felsefelerini anlatıp sanki o ayet bunlara işaret
ediyormuş havası vererek direkt ayetleri yazıp geçmekte
ve böylece daha ilk bakışta o ayetleri derinlemesine
biliyormuş izlenimini vermektedirler. Hatta bunu öyle
pervasızca yapmaktadırlar ki, bir yerde, bir düşüncesine
işaret eden ayeti örnek olarak gösterirken, bir başka
yerde, ilk düşüncesiyle tamamıyla ters düşen görüşü ve
buna işaret eden ayeti, hiçbir şey yokmuşçasına,
olmamışçasına rahatlıkla verebilmektedirler. Bunu, üstte
anlattıklarımızda ve bu konuyla yazdığımız ilgi
bölümlerin hepsinde görebilirsiniz.
Bunu yapmalarının nedeni ise, öncelikle düşünme yeteneği
olmayan büyük çoğunluğu etkileyerek kendilerine
inandırıp bağlamaktır. İkinci olarak biraz daha
düşünebilen insanlar içinse bir taraftan, düşünceler
arasındaki çelişkilerin varlığının, otomatik olarak
sanki ayetler arasında da var olduğunu ortaya
çıkaracağından Kuran’ın aslında çelişkili olduğunu,
zamanımıza değil de çağlar öncesi ilkel insanlara hitap
ettiğini, dolayısıyla da kıyamete kadar geçerli
olmadığını, olamayacağı fikrini zihinlerde oluşturmaya
yanı sıra, şüphe meydana getirerek, olayları alala de
konumlara indirerek şuurları bulundurmaya ve sonuçta
insanları dinden soğutmaya çalışırlarken, diğer bir
taraftan da Cinlerin yanar döner olduklarından, aslında
farklı şeyler anlatmaya çalıştıklarını bunu ise,
insanların egolarını okşamak suretiyle ancak aşama
kaydedebilen beyinlerce kabul edebileceğini söyleyerek
daha sonra dile getirecekleri (ki, getirmişlerdir),
dinsel verileri reddeden düşüncelerine hazırlık yapmaya,
alıştırmaya çalışmaktadırlar.
Görüldüğü üzere ayet ve hadisleri kullanarak oynadıkları
oyunlar oldukça fazla ve çeşitli. Şimdi bunlara bakmaya
devam edelim…
(Kaynakça: Ruh, İnsan, Cin / Akıl Ve İman/ Allah / Neyi
Okudu / Kendini Tanı / Tekin Seyri – Ahmed Hulusi) |