| 
						 
						
						Yi 
						
						
						
						“Neden uzaylılar, sonuçta kendilerine olumsuz olarak 
						dönebilecek bir şekilde kötülemeye çalıştıkları 
						meleklerin kılığına, kimliğine bürünsünler ki?” diye bir 
						soru sorulacak olursa bunun cevabı, onların her zaman 
						melek olarak kalmamalarında saklıdır. Yani, öncelikle 
						insanları etkilemek için kendilerini melek olarak 
						tanıtıp hemen akabinde yaptıkları eylem ve düşüncelerle 
						bu varlıkları, insanların gözünden düşürmekte, çok daha 
						düşük konumda varlıklar olduklarını, varlıklarının pek 
						de önemsenmeyecek, olmasa da olur havasını insan 
						zihinlerinde oluşturmakta daha sonra da kendi kutsal 
						kitaplarında mesela, 
						“İslam Kitabında Cin’i kötü olarak tanıtan surelerin 
						yanlış anlaşılması İslam toplumunu bu hale getirmiştir.” 
						/ “ Yine sizi kurtaracak olan Rabbinizin ilahi emri ile 
						“Cinler” olacaktır. Bizimle irtibatta bulunan yüce 
						görevliler, sizlere, bizi anlatmakla, tanıtmakla 
						mükelleftirler” / “Cinlerin kaderi, ateşten kâinata ve 
						oradan sonsuza çizilmiştir. Cinler Ateşten yani, çok 
						yoğun enerjilerin bulunduğu ortamlardan var 
						edilmişlerdir. Her bakımdan daha güçlüdürler. Siz onlara 
						(Cinlere) Uzaylı diyorsunuz” 
						
						(1)/ 
						“Rabsal mekânizmanın düzenine göre, dünyevi bilinçlerin 
						Tanrısal Boyuta ulaşabilmesi için, Kutsal Kitaplarınızda 
						ileri bilinç boyutları kapatılarak, bu boyutlar 
						sizlere Cin ve Şeytan olarak ters tanıtılmıştır. Ve 
						kutsal kitaplarınızda onlardan çekinilmesi, onlardan 
						korkulması söylenmiştir. Sebep o dönemin bilinç düzeyine 
						göre Tanrı yolunun dışına çıkılmaması gerekli idi”
						
						
						(2)
						
						
						şeklindeki ifadelerle de kendilerinin melekler dışında,
						açıkça Şeytani Vasıflı Cinler olduklarını 
						belirterek kötülemeye çalıştıkları varlıklardan 
						kendilerini sıyırıp bir de onların üstüne çıkarak 
						onların da fevkinde canlılar olduklarını ifade 
						etmektedirler. Cinlerle ilgili, Cinlerin tüm her şeyin 
						üstünde olmasıyla ilgili, daha başka başka bilgiler de 
						Kutsal Kitaplarında yer almaktadır. Dikkat edilecek 
						olursa, 
						
						“siz uzaylılara, cinler diyorsunuz” 
						cümlesi kullanılmıyor, bizatihi 
						
						“Cinlere, uzaylılar diyorsunuz” 
						
						cümlesi kullanılarak
						
						
						uzaylıların açıkça Cin oldukları vurgulanıyor. 
						Bu kitap ve diğer ciddiye alınan mesajlarda Melekler 
						için takındıkları tavrı, peygamberler, Kutsal Kitap ve 
						diğer benzeri kavramlar için de aynen kullanmaktadırlar. 
						Ufocuların sahip çıktığı ve felsefelerini oluşturdukları 
						uzaylıların mesajlarını içeren kutsal kitaplarında 
						açıkça Cin olduklarını ifade etmeleri, bunların bizi 
						ziyaret eden üstün varlıklar olmadıklarını gösteren en 
						büyük ispattır.   
						
						
						“ Göklerde (semalarda) ve Yerde (Arzda) kim varsa hep 
						Ondan ister. O her an yeni bir yaratıştadır” (55/29) 
						
						
						Ufocular, bu ayetteki, 
						
						“Göklerde olanların” 
						içine uzaylıları da katarak bu varlıkların da Allah’ın 
						kulu olduklarını ve yaptıkları her şeyi ondan gelen bir 
						biçimde gerçekleştirdiklerini, onun yardımı, izni 
						olmaksızın hiçbir şey yapmadıklarını, sonuçta da İslami 
						değerler içinde oldukları mesajını vererek insanları 
						aldatmaya çalışmaktalar. Başka bir deyişle, Allah’ı ve 
						İslam’ı kendi saçmalıklarına alet etmektedirler. Oysa 
						bizim yorumumuz değil, direkt kendi açıklamalarına göre 
						felsefelerine ve yaptıklarına baktığımızda durumun hiç 
						de böyle olmadığını açıkça görmekteyiz. Öyle ki Hz. 
						Resulullah’ın işaret ettiği Allah kavramının tamamıyla 
						dışında, Allah kulu ötesinde, panteizme dayalı bir 
						biçimde Tanrı rolüne girdikleri hatta, Tanrıyı bile 
						insanlar arasına gönderen güçler olduğunu artık gizleme 
						gereği bile duymaksızın fütursuzca söylemektedirler 
						(bkz. “Boyutlar Ve Maddeleşmeler – 7 / “ Metafiziksel 
						yanılgılar - 30 ” ) Bu ayetin yorumuna baktığımızda 
						ise, gerek Kuantsal boyutta gerekse de Yer Semaları 
						içinde yer alan tüm varlıkların yani, Meleklerin, Cin 
						kökenli tüm canlıların ve insanların, ana kaynağı olan 
						Esma Terkibine, dolayısıyla Esmalara dayanması ve bu 
						İsimler tarafından yoktan meydana getirilmesi nedeniyle 
						de her an Esma mertebesindeki isimlerle varlığını devam 
						ettirmektedir ki, Allah, zerreden tüm kâinata kadar her 
						boyuttaki varlığı, hem yoktan var etmesi hem de var 
						ettiği bu varlıkların hayatiyetlerinin devamı anlamında 
						her an yeni, yeni yaratışta bulunmakta, bir yarattığını, 
						en küçük zaman dilimi olan “an” da bile bir daha asla 
						tekrar yaratmamaktadır. Bu yüzden Allah’ta asla tekrar 
						yoktur (bkz. Din – Bilim Soru Ve Cevapları – 8) 
						Görüldüğü gibi burada da uzaylılarla ilgili bir şey 
						bahsedilmemektedir.   
						
						
						“Sur’ a üfürüldüğü gün “Allah’ın dilediği müstesna” 
						Göklerde ve Arzda bulunanlar hep dehşete kapılır. Hepsi 
						boyunları bükük olarak O’na gelirler” (27/87) 
						
						
						Buradaki ayette de Sur’a üfürülmesi, Kıyamet aşaması 
						yani, güneş sistemiyle ilgili bir olay anlatılmakta olup 
						gerek insan, gerekse de diğer gezegen ve uydularının 
						ikizlerinde yaşayan varlıkların o günün zor şartları 
						içindeki durumları anlatılmaktadır. 
						
						“Müstesna olanlar”, 
						bu durumdan etkilenmeyenler yani, Dünya yaşamında Bilinç 
						Boyutundaki gerçeklerle yaşama haline geçen ve bu 
						yüzden,  kendini maddi ve manevi cehennem ortamından 
						kurtaran birimlerle, meleklerdir. Elbette bu ayetin de 
						Bilinç Boyutu açısından bir açıklaması vardır. Buna 
						karşın, uzaylıların tebliğlerinin rehberliğinde düşünen 
						ve hareket eden ufocular ise, burada  “müstesna 
						olanlar” 
						
						ile uzaylıların kast edildiğini, dolayısıyla sahip 
						oldukları üstün teknolojileri ve yetenekleri ile kıyamet 
						sırasında etkilenmeksizin o ortamda bulunacakları ve o 
						ortamdan yine bu üstün teknoloji ve sahip oldukları 
						özelliklerle kurtulacaklarını, kaçacaklarını ima 
						etmektedirler. Onlara göre dehşete kapılacak 
						olanlar ise tahmin edebileceğiniz gibi biz insanlar 
						olacaktır. Yani, kıyamette cehenneme insanları atmak 
						için biricik Tanrılarına yardım edecek olanlar da 
						kendileri olacağı imasında bulunmaktadırlar. Zaten, 
						uzaylıların kendilerini Melek olarak tanıtmalarının bir 
						nedeni de cehennem ortamında da insanları arındıracak 
						olanların meleklerin bir türü olması nedeniyle, hemen 
						onların yerine geçerek İnsanlara azap verme, acı 
						çektirme işlevini kendilerinin gerçekleştirecekleri 
						imajını oluşturmakta, böylece de egolarını tatmin 
						ederek, aşağılamaya çalıştıkları insanlardan intikam 
						almaktadırlar.  
						
						
						Evet, ayette gerçekten uzaylılardan bahsedilmektedir, 
						ancak asıl yapıları itibariyle yani, şeytani vasıflı 
						cinler olarak, uğrayacakları azaplarla birlikte. 
						Ummadıkları ve hiç karşılaşmayı düşünmedikleri o günde, 
						mutlaka dehşete kapılacak, yaptıklarının karşılığını 
						alacaklardır. Görüldüğü gibi tüm “Sema ve Katlarında” 
						canlıların olması ayrı bir şeydir, Resul ve Nebilerin, 
						hatta “Hakikatı Muhammediye” yönüyle tüm Âlemlere, 
						Kâinata, RAhmed olarak Arzda açığa çıkmış olan Hz. 
						Muhammed’ den (s.a.v) bile üstün olduklarını dillendiren 
						Uzaylıların ve felsefelerinin var olması apayrı bir 
						şeydir. Aslında yapıları gereği alçak, küçük olarak 
						gördükleri İnsan neslinden, kendilerini de uyarmak için 
						gelmiş olan Kâinatın Efendisini böyle görmeleri, onlar 
						(Cinler) açısından manidardır. 
						
						
						Gerek başka ilgili ayetlerdeki ifadelerde, gerekse de 
						buradaki  “Müstesna 
						olanların”  
						uzaylılar olmadığının, bunun imkansız oluşunun bir 
						sebebi de, onların kendilerini ve felsefelerini 
						ispatlamak için inanmadıkları şeyleri delil göstermeye 
						kalkışmalarıdır. 
						
						Başka bir deyişle, buradaki ayette ölüm ötesi boyut ve 
						gerçeğinden, mahşerden, hesap gününden, Baas yani, 
						birimlerin fiziki olarak form değiştirmelerinden, 
						dolayısıyla cehennem ve cennet boyutlarından 
						bahsedilmektedir. Oysa uzaylıların verdiği tebliğlerde 
						ve ona inananların söylemlerinde Reenkarnasyon inancı 
						mevcut olup bu yüzden Kuran ve hadislerde bildirilenlere 
						tamamıyla ters olarak, kesinlikle ölüm ötesi hayat ve 
						buradaki gerçekler yer almamaktadır. Deccal lakaplı, 
						kendini Tanrı olarak lanse edecek kişi de, ölüm ötesi 
						hayatın olmadığını Cennetin ve Cehennemin burada, dünya 
						üzerinde maddesel zevkler ve mahrumiyetler, acılar 
						olarak yer aldığını dillendirerek insanları kendine 
						bağlamaya çalışacaktır, insan hayallerindeki cenneti 
						yaşatmak için. Görüldüğü üzere burada da kendini uzaylı 
						olarak tanıtan cinler, süper şeytanlık vasıflarını 
						kullanarak inanmadıkları, inanmalarının da asla mümkün 
						olmayacağı, sistemin işleyişini onlardan tamamıyla 
						farklı anlatan “İslami verileri” örnek göstererek, 
						kendilerinin İslam dininden olduğu izlenimini vermekte 
						sonucunda da insanları aldatmaya ve kendilerine 
						bağlamaya çalışmaktadırlar ki, onların en büyük 
						çelişkilerinden biri de budur.  
						
						
						“ Sizler tabakadan tabakaya bindirileceksiniz 
						(geçeceksiniz). O halde onlara ne oldu ki, iman 
						etmiyorlar. Kendilerine Kur’ an okunduğunda Secde 
						etmiyorlar” (84/ 19- 20) 
						
						
						Uzaylılara inananlar bu ayete de sahip çıkarak şöylece 
						yanlış yorumlamaktalar: Uzaydan gelen varlıklar 
						kendilerine inanan insanları yanlarına alarak hep 
						birlikte Göklerdeki tabakaları (katmanları) yani gezegen 
						yörüngelerini, …vs aşıp kendi sistemlerine, dünyalarına 
						ve hatta belli bir mekânı olan ve İnsan Suretinde olması 
						nedeniyle Tanrının bile çok büyük bir koruma ve 
						hizmetli ordusuyla yaşadığı (ki, kendinden daha 
						üstün bir varlık olmadığına göre kimden korunuyorsa (?)) 
						o muhteşem, görkemli yere götüreceklermiş. İşte bunun 
						için Gök katlarını, güneş sistemi ötesindeki sistemlerin 
						oluşturduğu sistemleri, tabakaları (katmanları), o üstün 
						hızlı araçlarıyla bir bir geçerek yaşam sürdükleri güneş 
						sistemlerine ulaşacaklarmış ya da şu anda bile 
						ulaştırıyorlarmış. “Ulaşacaklar” dedik, çünkü Tanrı, 
						zamanı gelince de o tabaka tabaka halindeki gök 
						katlarını aşıp yanımıza, kendi sureti üzerine yarattığı 
						biz insanlar arasına gelecek ve kendine inananlarla 
						tekrar yaşadığı yere geri dönecekmiş, bizatihi 
						uzaylıların dediği gibi. Görüldüğü gibi yine, ayet, 
						hadis ve bunlarda belirtilen vasıflardaki İslam 
						Alimlerine göre değil, insanların anlayışına uygun 
						olarak “Gök katları” mekânsal olarak ele alınarak bir de 
						Tanrıya mekân- zaman atfedilerek bu yerler, arasında 
						gidip gelinecek şeymiş gibi anlatılmakta, böylece 
						tamamıyla yanlış ve gerçek dışı hayaller insanlara 
						sunulmaktadır. Ne hikmetse, çok üstün bilgilere 
						sahipler, ama Kuantum Fiziğinden ve Sisteminden 
						bihabermişçesine konuşmaktadırlar. Çünkü eğer Kuantum 
						düşüncesine göre konuşsalardı böylesine fahiş hataları 
						dile getirmezlerdi 
						
						(“Allah’ın, Ademi (İnsanı) kendi sureti üzeri 
						yaratmasının” 
						
						gerçekte ne anlama geldiğine daha sonra değineceğiz). 
						
						
						“Tabakadan tabakaya bindirileceksiniz” 
						
						ifadesi, bize birçok şeyi izah etmektedir. En basit 
						anlamıyla, insanlığın mekânsal olarak güneş sistemi 
						içindeki gök katlarına, gezegen ve uydularını incelemek 
						için oralara uydular göndereceklerini, daha da 
						önemlisi tüm evreni anlamak, görmek içinse oralara kadar 
						gitmek yerine (ki, böyle bir şey tamamıyla imkânsızdır) 
						yerdeki ve uzaydaki gözlem uydularıyla tüm evreni 
						tabaka, tabaka gözlemleyerek evrenin varlığını, ne 
						olduğunu, nasıl meydana geldiğini araştıracaklarını 
						anlatmaktadır, insanların uzay gemileriyle güneş 
						sistemi dışına yapabilecekleri seyahatleri değil. Yani 
						evreni anlamak için bir araçla bir yerlere gitmek 
						gerekmiyor. Zaten böyle bir seyahatle ne evreni anlamak, 
						ne de bir yerlere ulaşmak bilimsel anlamda mümkün. Bunun 
						yanında ayet, Teorik (matematiksel) fiziğin gelişerek 
						gerek maddenin katmanları anlamında gerekse de paralel 
						evrenler anlamında, “tabakadan tabakaya” geçileceğini 
						böylece, tüm varlığın aslının, Afaki gözlemler ve 
						parçacık düzeyine yönelik geliştirilen teknolojiler 
						yardımıyla, bunların bize vereceği ip uçlarıyla 
						bulunacağını da belirtmektedir.     
						
						
						İkinci anlamda ise, uzaylıların daha başta inkâr edip 
						inanmadıkları, ölümle birlikte hem maddi hem de 
						şuursal anlamda (elbette dikey değil yatay bir genişleme 
						şeklinde) bulunduğumuz 
						bu boyuttan farklı bir boyuta ve o boyut içinde de 
						farklı boyutlara geçiş, dönüşüm yapacağımız 
						anlatılmaktadır. Burada da uzaylılar, olayı mekânsallığa 
						dayandırarak ölüm ötesi gerçekleri kapatmaya, insanları 
						hep bu maddesel boyutlara dönük olarak düşündürüp bu 
						boyutlara dönük fiiller yaptırmaya, dolayısıyla 
						insanların kendi bilinçlerini ölüm ötesine dönük olarak 
						kullanmamaları için bloke etmeye çalışmaktadırlar. 
						Zaten, uzaylıların yukarıda da değindiğimiz üzere 
						soyut kavramları beş duyumuza göre somut şeylermiş 
						olarak göstermelerinin, kendilerinin bu soyut şeyleri 
						somut olarak üstlenmelerinin ve insanları etkileyecek 
						şekilde somutumsu görünmelerinin en büyük sebebi de, 
						bizleri maddesel boyutlarla şartlandırıp kayıtlanmamızı 
						istemeleridir ki, her konuda bunu çok iyi 
						başarmaktadırlar da. Zaten ayette de,
						“ Ey Cin topluluğu insanların 
						ekseriyatını (büyük çoğunluğunu) hükmünüz altına 
						aldınız” (6/128) /
						“Ant 
						olsun ki İblis'in onların 
						
						(insanların) 
						hakkındaki zannı doğru çıktı da, iman edenler 
						dışındakiler ona tâbi oldular ” (34/20) 
						denmiyor mu? 
						
						
						Bu ayet ikinci anlamda da, dünya yaşamında her bir 
						insanda ve diğer canlılarda potansiyel olarak var olan 
						bir güçle, dikey yükselme sonucu “Şuursal bir Sıçrama” 
						yapılabileceğini ve böylece birim, direkt Özüne ve 
						oradan da Hiçliğine doğru, tabaka tabaka yani, 
						mertebeden mertebeye, kemalattan  kemalata 
						geçebileceğini bize anlatmaktadır. Şüphesiz, bunu 
						kapasitesince yaşayan her bir birim, tüm nesnelerin, 
						gezegenlerin, yıldızların, galaksilerin, …vs. kısacası 
						maddesel boyutun, geldiği noktaya, en alt Enerji 
						Seviyesine doğru maddi plandan boyut boyut, katman 
						katman dönüşüme uğradığını da, “an” içinde “anlar”da 
						seyreder. Bu durum, her bir Arz boyutundaki durum ve 
						kendi içindeki oluşumlar içinde geçerlidir ki, ayetin 
						bize vermek istediği mesajlardan biri de budur. Ancak bu 
						olay, Kâinat’ın bizatihi yok olması anlamında değildir. 
						Kâinat, daha doğrusu sonsuz Arz ve Katmanları asla yok 
						olmaz, Kâinat asla yok edilemez. Ama şu anda bile 
						birimin İlminde (Sema yani, Bilinç Boyutlarınca) yok 
						hükmünde kabul edilebilir. Dolayısıyla bu olayı, 
						boyutsal anlamda düşünmek gerekir.  
						
						
						
						(Bkz. 
						“Kuantum 
						Teorisi – II”/ 
						
						
						“Yerler, 
						Gökler ve Kıyamet – 4” / “Din-Bilim Soru ve Cevapları – 
						10”). 
						
						
						
						(1)
						Altın Çağ Bilgi Kitabı -17. Fasikül, Sayfa, 
						151- 152 / (2) 34. Fasikül, Sayfa – 319 
						
						
						
						(Kaynakça: Ruh, İnsan, Cin / İnsan Ve Sırları I, II / 
						Allah / Evrensel Sırlar / Yenilen – Ahmed Hulusi)  |