Yerler (Arz), Gökler (Sema) Ve Uzaylı Aldatmacası – 4

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“Kar

Yi

“Neden uzaylılar, sonuçta kendilerine olumsuz olarak dönebilecek bir şekilde kötülemeye çalıştıkları meleklerin kılığına, kimliğine bürünsünler ki?” diye bir soru sorulacak olursa bunun cevabı, onların her zaman melek olarak kalmamalarında saklıdır. Yani, öncelikle insanları etkilemek için kendilerini melek olarak tanıtıp hemen akabinde yaptıkları eylem ve düşüncelerle bu varlıkları, insanların gözünden düşürmekte, çok daha düşük konumda varlıklar olduklarını, varlıklarının pek de önemsenmeyecek, olmasa da olur havasını insan zihinlerinde oluşturmakta daha sonra da kendi kutsal kitaplarında mesela, “İslam Kitabında Cin’i kötü olarak tanıtan surelerin yanlış anlaşılması İslam toplumunu bu hale getirmiştir.” / “ Yine sizi kurtaracak olan Rabbinizin ilahi emri ile “Cinler” olacaktır. Bizimle irtibatta bulunan yüce görevliler, sizlere, bizi anlatmakla, tanıtmakla mükelleftirler” / “Cinlerin kaderi, ateşten kâinata ve oradan sonsuza çizilmiştir. Cinler Ateşten yani, çok yoğun enerjilerin bulunduğu ortamlardan var edilmişlerdir. Her bakımdan daha güçlüdürler. Siz onlara (Cinlere) Uzaylı diyorsunuz” (1)/ “Rabsal mekânizmanın düzenine göre, dünyevi bilinçlerin Tanrısal Boyuta ulaşabilmesi için, Kutsal Kitaplarınızda ileri bilinç boyutları kapatılarak, bu boyutlar sizlere Cin ve Şeytan olarak ters tanıtılmıştır. Ve kutsal kitaplarınızda onlardan çekinilmesi, onlardan korkulması söylenmiştir. Sebep o dönemin bilinç düzeyine göre Tanrı yolunun dışına çıkılmaması gerekli idi” (2) şeklindeki ifadelerle de kendilerinin melekler dışında, açıkça Şeytani Vasıflı Cinler olduklarını belirterek kötülemeye çalıştıkları varlıklardan kendilerini sıyırıp bir de onların üstüne çıkarak onların da fevkinde canlılar olduklarını ifade etmektedirler. Cinlerle ilgili, Cinlerin tüm her şeyin üstünde olmasıyla ilgili, daha başka başka bilgiler de Kutsal Kitaplarında yer almaktadır. Dikkat edilecek olursa, “siz uzaylılara, cinler diyorsunuz” cümlesi kullanılmıyor, bizatihi “Cinlere, uzaylılar diyorsunuz” cümlesi kullanılarak uzaylıların açıkça Cin oldukları vurgulanıyor. Bu kitap ve diğer ciddiye alınan mesajlarda Melekler için takındıkları tavrı, peygamberler, Kutsal Kitap ve diğer benzeri kavramlar için de aynen kullanmaktadırlar. Ufocuların sahip çıktığı ve felsefelerini oluşturdukları uzaylıların mesajlarını içeren kutsal kitaplarında açıkça Cin olduklarını ifade etmeleri, bunların bizi ziyaret eden üstün varlıklar olmadıklarını gösteren en büyük ispattır.  

“ Göklerde (semalarda) ve Yerde (Arzda) kim varsa hep Ondan ister. O her an yeni bir yaratıştadır” (55/29)

Ufocular, bu ayetteki, “Göklerde olanların” içine uzaylıları da katarak bu varlıkların da Allah’ın kulu olduklarını ve yaptıkları her şeyi ondan gelen bir biçimde gerçekleştirdiklerini, onun yardımı, izni olmaksızın hiçbir şey yapmadıklarını, sonuçta da İslami değerler içinde oldukları mesajını vererek insanları aldatmaya çalışmaktalar. Başka bir deyişle, Allah’ı ve İslam’ı kendi saçmalıklarına alet etmektedirler. Oysa bizim yorumumuz değil, direkt kendi açıklamalarına göre felsefelerine ve yaptıklarına baktığımızda durumun hiç de böyle olmadığını açıkça görmekteyiz. Öyle ki Hz. Resulullah’ın işaret ettiği Allah kavramının tamamıyla dışında, Allah kulu ötesinde, panteizme dayalı bir biçimde Tanrı rolüne girdikleri hatta, Tanrıyı bile insanlar arasına gönderen güçler olduğunu artık gizleme gereği bile duymaksızın fütursuzca söylemektedirler (bkz. “Boyutlar Ve Maddeleşmeler – 7 / “ Metafiziksel yanılgılar - 30 ” ) Bu ayetin yorumuna baktığımızda ise, gerek Kuantsal boyutta gerekse de Yer Semaları içinde yer alan tüm varlıkların yani, Meleklerin, Cin kökenli tüm canlıların ve insanların, ana kaynağı olan Esma Terkibine, dolayısıyla Esmalara dayanması ve bu İsimler tarafından yoktan meydana getirilmesi nedeniyle de her an Esma mertebesindeki isimlerle varlığını devam ettirmektedir ki, Allah, zerreden tüm kâinata kadar her boyuttaki varlığı, hem yoktan var etmesi hem de var ettiği bu varlıkların hayatiyetlerinin devamı anlamında her an yeni, yeni yaratışta bulunmakta, bir yarattığını, en küçük zaman dilimi olan “an” da bile bir daha asla tekrar yaratmamaktadır. Bu yüzden Allah’ta asla tekrar yoktur (bkz. Din – Bilim Soru Ve Cevapları – 8) Görüldüğü gibi burada da uzaylılarla ilgili bir şey bahsedilmemektedir. 

“Sur’ a üfürüldüğü gün “Allah’ın dilediği müstesna” Göklerde ve Arzda bulunanlar hep dehşete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler” (27/87)

Buradaki ayette de Sur’a üfürülmesi, Kıyamet aşaması yani, güneş sistemiyle ilgili bir olay anlatılmakta olup gerek insan, gerekse de diğer gezegen ve uydularının ikizlerinde yaşayan varlıkların o günün zor şartları içindeki durumları anlatılmaktadır. “Müstesna olanlar”, bu durumdan etkilenmeyenler yani, Dünya yaşamında Bilinç Boyutundaki gerçeklerle yaşama haline geçen ve bu yüzden,  kendini maddi ve manevi cehennem ortamından kurtaran birimlerle, meleklerdir. Elbette bu ayetin de Bilinç Boyutu açısından bir açıklaması vardır. Buna karşın, uzaylıların tebliğlerinin rehberliğinde düşünen ve hareket eden ufocular ise, burada  “müstesna olanlar” ile uzaylıların kast edildiğini, dolayısıyla sahip oldukları üstün teknolojileri ve yetenekleri ile kıyamet sırasında etkilenmeksizin o ortamda bulunacakları ve o ortamdan yine bu üstün teknoloji ve sahip oldukları özelliklerle kurtulacaklarını, kaçacaklarını ima etmektedirler. Onlara göre dehşete kapılacak olanlar ise tahmin edebileceğiniz gibi biz insanlar olacaktır. Yani, kıyamette cehenneme insanları atmak için biricik Tanrılarına yardım edecek olanlar da kendileri olacağı imasında bulunmaktadırlar. Zaten, uzaylıların kendilerini Melek olarak tanıtmalarının bir nedeni de cehennem ortamında da insanları arındıracak olanların meleklerin bir türü olması nedeniyle, hemen onların yerine geçerek İnsanlara azap verme, acı çektirme işlevini kendilerinin gerçekleştirecekleri imajını oluşturmakta, böylece de egolarını tatmin ederek, aşağılamaya çalıştıkları insanlardan intikam almaktadırlar.

Evet, ayette gerçekten uzaylılardan bahsedilmektedir, ancak asıl yapıları itibariyle yani, şeytani vasıflı cinler olarak, uğrayacakları azaplarla birlikte. Ummadıkları ve hiç karşılaşmayı düşünmedikleri o günde, mutlaka dehşete kapılacak, yaptıklarının karşılığını alacaklardır. Görüldüğü gibi tüm “Sema ve Katlarında” canlıların olması ayrı bir şeydir, Resul ve Nebilerin, hatta “Hakikatı Muhammediye” yönüyle tüm Âlemlere, Kâinata, RAhmed olarak Arzda açığa çıkmış olan Hz. Muhammed’ den (s.a.v) bile üstün olduklarını dillendiren Uzaylıların ve felsefelerinin var olması apayrı bir şeydir. Aslında yapıları gereği alçak, küçük olarak gördükleri İnsan neslinden, kendilerini de uyarmak için gelmiş olan Kâinatın Efendisini böyle görmeleri, onlar (Cinler) açısından manidardır.

Gerek başka ilgili ayetlerdeki ifadelerde, gerekse de buradaki  “Müstesna olanların”  uzaylılar olmadığının, bunun imkansız oluşunun bir sebebi de, onların kendilerini ve felsefelerini ispatlamak için inanmadıkları şeyleri delil göstermeye kalkışmalarıdır. Başka bir deyişle, buradaki ayette ölüm ötesi boyut ve gerçeğinden, mahşerden, hesap gününden, Baas yani, birimlerin fiziki olarak form değiştirmelerinden, dolayısıyla cehennem ve cennet boyutlarından bahsedilmektedir. Oysa uzaylıların verdiği tebliğlerde ve ona inananların söylemlerinde Reenkarnasyon inancı mevcut olup bu yüzden Kuran ve hadislerde bildirilenlere tamamıyla ters olarak, kesinlikle ölüm ötesi hayat ve buradaki gerçekler yer almamaktadır. Deccal lakaplı, kendini Tanrı olarak lanse edecek kişi de, ölüm ötesi hayatın olmadığını Cennetin ve Cehennemin burada, dünya üzerinde maddesel zevkler ve mahrumiyetler, acılar olarak yer aldığını dillendirerek insanları kendine bağlamaya çalışacaktır, insan hayallerindeki cenneti yaşatmak için. Görüldüğü üzere burada da kendini uzaylı olarak tanıtan cinler, süper şeytanlık vasıflarını kullanarak inanmadıkları, inanmalarının da asla mümkün olmayacağı, sistemin işleyişini onlardan tamamıyla farklı anlatan “İslami verileri” örnek göstererek, kendilerinin İslam dininden olduğu izlenimini vermekte sonucunda da insanları aldatmaya ve kendilerine bağlamaya çalışmaktadırlar ki, onların en büyük çelişkilerinden biri de budur.

Sizler tabakadan tabakaya bindirileceksiniz (geçeceksiniz). O halde onlara ne oldu ki, iman etmiyorlar. Kendilerine Kur’ an okunduğunda Secde etmiyorlar” (84/ 19- 20)

Uzaylılara inananlar bu ayete de sahip çıkarak şöylece yanlış yorumlamaktalar: Uzaydan gelen varlıklar kendilerine inanan insanları yanlarına alarak hep birlikte Göklerdeki tabakaları (katmanları) yani gezegen yörüngelerini, …vs aşıp kendi sistemlerine, dünyalarına ve hatta belli bir mekânı olan ve İnsan Suretinde olması nedeniyle Tanrının bile çok büyük bir koruma ve hizmetli ordusuyla yaşadığı (ki, kendinden daha üstün bir varlık olmadığına göre kimden korunuyorsa (?)) o muhteşem, görkemli yere götüreceklermiş. İşte bunun için Gök katlarını, güneş sistemi ötesindeki sistemlerin oluşturduğu sistemleri, tabakaları (katmanları), o üstün hızlı araçlarıyla bir bir geçerek yaşam sürdükleri güneş sistemlerine ulaşacaklarmış ya da şu anda bile ulaştırıyorlarmış. “Ulaşacaklar” dedik, çünkü Tanrı, zamanı gelince de o tabaka tabaka halindeki gök katlarını aşıp yanımıza, kendi sureti üzerine yarattığı biz insanlar arasına gelecek ve kendine inananlarla tekrar yaşadığı yere geri dönecekmiş, bizatihi uzaylıların dediği gibi. Görüldüğü gibi yine, ayet, hadis ve bunlarda belirtilen vasıflardaki İslam Alimlerine göre değil, insanların anlayışına uygun olarak “Gök katları” mekânsal olarak ele alınarak bir de Tanrıya mekân- zaman atfedilerek bu yerler, arasında gidip gelinecek şeymiş gibi anlatılmakta, böylece tamamıyla yanlış ve gerçek dışı hayaller insanlara sunulmaktadır. Ne hikmetse, çok üstün bilgilere sahipler, ama Kuantum Fiziğinden ve Sisteminden bihabermişçesine konuşmaktadırlar. Çünkü eğer Kuantum düşüncesine göre konuşsalardı böylesine fahiş hataları dile getirmezlerdi (“Allah’ın, Ademi (İnsanı) kendi sureti üzeri yaratmasının” gerçekte ne anlama geldiğine daha sonra değineceğiz).

“Tabakadan tabakaya bindirileceksiniz” ifadesi, bize birçok şeyi izah etmektedir. En basit anlamıyla, insanlığın mekânsal olarak güneş sistemi içindeki gök katlarına, gezegen ve uydularını incelemek için oralara uydular göndereceklerini, daha da önemlisi tüm evreni anlamak, görmek içinse oralara kadar gitmek yerine (ki, böyle bir şey tamamıyla imkânsızdır) yerdeki ve uzaydaki gözlem uydularıyla tüm evreni tabaka, tabaka gözlemleyerek evrenin varlığını, ne olduğunu, nasıl meydana geldiğini araştıracaklarını anlatmaktadır, insanların uzay gemileriyle güneş sistemi dışına yapabilecekleri seyahatleri değil. Yani evreni anlamak için bir araçla bir yerlere gitmek gerekmiyor. Zaten böyle bir seyahatle ne evreni anlamak, ne de bir yerlere ulaşmak bilimsel anlamda mümkün. Bunun yanında ayet, Teorik (matematiksel) fiziğin gelişerek gerek maddenin katmanları anlamında gerekse de paralel evrenler anlamında, “tabakadan tabakaya” geçileceğini böylece, tüm varlığın aslının, Afaki gözlemler ve parçacık düzeyine yönelik geliştirilen teknolojiler yardımıyla, bunların bize vereceği ip uçlarıyla bulunacağını da belirtmektedir.   

İkinci anlamda ise, uzaylıların daha başta inkâr edip inanmadıkları, ölümle birlikte hem maddi hem de şuursal anlamda (elbette dikey değil yatay bir genişleme şeklinde) bulunduğumuz bu boyuttan farklı bir boyuta ve o boyut içinde de farklı boyutlara geçiş, dönüşüm yapacağımız anlatılmaktadır. Burada da uzaylılar, olayı mekânsallığa dayandırarak ölüm ötesi gerçekleri kapatmaya, insanları hep bu maddesel boyutlara dönük olarak düşündürüp bu boyutlara dönük fiiller yaptırmaya, dolayısıyla insanların kendi bilinçlerini ölüm ötesine dönük olarak kullanmamaları için bloke etmeye çalışmaktadırlar. Zaten, uzaylıların yukarıda da değindiğimiz üzere soyut kavramları beş duyumuza göre somut şeylermiş olarak göstermelerinin, kendilerinin bu soyut şeyleri somut olarak üstlenmelerinin ve insanları etkileyecek şekilde somutumsu görünmelerinin en büyük sebebi de, bizleri maddesel boyutlarla şartlandırıp kayıtlanmamızı istemeleridir ki, her konuda bunu çok iyi başarmaktadırlar da. Zaten ayette de, “ Ey Cin topluluğu insanların ekseriyatını (büyük çoğunluğunu) hükmünüz altına aldınız” (6/128) / Ant olsun ki İblis'in onların (insanların) hakkındaki zannı doğru çıktı da, iman edenler dışındakiler ona tâbi oldular ” (34/20) denmiyor mu?

Bu ayet ikinci anlamda da, dünya yaşamında her bir insanda ve diğer canlılarda potansiyel olarak var olan bir güçle, dikey yükselme sonucu “Şuursal bir Sıçrama” yapılabileceğini ve böylece birim, direkt Özüne ve oradan da Hiçliğine doğru, tabaka tabaka yani, mertebeden mertebeye, kemalattan  kemalata geçebileceğini bize anlatmaktadır. Şüphesiz, bunu kapasitesince yaşayan her bir birim, tüm nesnelerin, gezegenlerin, yıldızların, galaksilerin, …vs. kısacası maddesel boyutun, geldiği noktaya, en alt Enerji Seviyesine doğru maddi plandan boyut boyut, katman katman dönüşüme uğradığını da, “an” içinde “anlar”da seyreder. Bu durum, her bir Arz boyutundaki durum ve kendi içindeki oluşumlar içinde geçerlidir ki, ayetin bize vermek istediği mesajlardan biri de budur. Ancak bu olay, Kâinat’ın bizatihi yok olması anlamında değildir. Kâinat, daha doğrusu sonsuz Arz ve Katmanları asla yok olmaz, Kâinat asla yok edilemez. Ama şu anda bile birimin İlminde (Sema yani, Bilinç Boyutlarınca) yok hükmünde kabul edilebilir. Dolayısıyla bu olayı, boyutsal anlamda düşünmek gerekir.

(Bkz. “Kuantum Teorisi – II”/ Yerler, Gökler ve Kıyamet – 4” / “Din-Bilim Soru ve Cevapları – 10”).

(1) Altın Çağ Bilgi Kitabı -17. Fasikül, Sayfa, 151- 152 / (2) 34. Fasikül, Sayfa – 319

(Kaynakça: Ruh, İnsan, Cin / İnsan Ve Sırları I, II / Allah / Evrensel Sırlar / Yenilen – Ahmed Hulusi)

 

 
 
Kenan Keskin
İstanbul - 29.04.2009
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com