Ufocular’ın delil olarak gösterdikleri iki ayette ise
şöyle denmektedir:
“Eğer Gökten (Semadan) bir parça düşer görseler, birbiri
üstüne yığılmış bir buluttur, derler” (52 / 44) / “O gün
Gök (Sema) beyaz bulutlarla yarılır ve Melekler bölük
bölük indirilir. O günde mülk ve tasarruf Hak olan
Allah’a mahsustur. Kâfirler içinse çok zor bir gündür”
(25/ 25 -26)
İkinci ayetin yorumuna Kuantum fiziğiyle ilgili
yazacağımız ayrı bir makalede değineceğim. Ayrıca burada
da yine mahşer ortamındaki durumdan bahsedilmekte olup
bunun açıklamasını bir önceki bölümde yapmıştık. Birinci
ayeti ise ufocular, güya görülen ufoların
değerlendirilemeyip bunlar bulut olarak anlaşıldığı,
kabul edildiği için Tanrının insanlara kızdığı ve
uyardığını belirtmektedirler. Böyle bir açıklama; konuya
yaklaşmak bir yana, gülünç olmaktan öteye gitmemektedir.
Öncelikle burada anlatılan olay tamamıyla mecazi bir
ifadedir, fiziki anlamda değildir. Bunun anlamı ise,
Enfüsi olarak Bilinç Boyutlarından şuurumuza gelen
gerçekleri fark edemeyip bu gerçekleri, veri tabanımıza
göre hep şartlanmalı olarak değerlendirmemizdir. Bir
başka açıdan baktığımızda ise, Allah’ın Esmasıyla yüklü
olan ve her an hem bizi, hem de tüm dünya üzerindeki her
şeyi etkileyen Kozmik Işınların (Astrolojik tesirlerin),
bizde ve diğer terkibi yapılı varlıklarda, nesnelerde
neler meydana getirmekte olduğunu fark edemeyip bunun
yerine sınırlı veri tabanımız nedeniyle, bu ışınların
meydana getirdiği oluşumlardan, sadece algı sınırlarımız
içindeki sonuçlarını görüp değerlendirdiğimizi ve
hep bu sınırlı değerlere göre hüküm verdiğimizi
anlatmaktadır. Başta kendimiz olmak üzere diğer
varlıklardaki dönüşümleri, değişimleri, oluşumları fark
edip seyredebilmemiz içinse, gelen bu tesirleri, terkibi
kayıtlarımızdan sıyrılarak yani taban değerde de olsa
yeterli bir veri tabanıyla değerlendirme yapmamız
gerektiğini bildirmektedir (bkz. Din- Bilim de
Astroloji Gerçeği – (1), Dalgalar Ve Özellikleri 5/6
)
Dolayısıyla bu bakış açısı, ayetin onların anladığı
anlamda uzaylılarla bir ilgisinin olmadığını bunun
yanında aslında aleyhinde bir açıklama olduğunu da bize
göstermektedir. Çünkü ayet, Cinlerin bırakın bize
saptırarak verdikleri bilgileri, Arz boyutları içinde
Çokluk boyutuna dönük yaşamalarından ötürü, otomatik
olarak kendilerinin de “Tüme, Bütüne ait” yanlış, tam
isabetli olmayan değerlendirmelerde bulunduklarını, bu
yüzden de isteseler de, gerçekten de doğru, iyi, dürüst
bir biçimde bize yaklaşmış, kendilerini öylece açmış
olsalar da yine de, başta Allah Kavramı olmak üzere
İslami verileri, tabanda bile bize anlatamayacaklarını,
Sistem ve Düzeni temelde de olsa gösteremeyeceklerini
açıkça vurgulamaktadır. Melek olmadıklarının en büyük
delilerinden biri de, bugüne kadar hiçbir meleğin,
direkt insan topluluklarıyla muhatap olmayıp onlara
görünmeyip bilgiler vermedikleri bunun yerine, Bütüne
ait mesajları yani, İlahi Hükümleri yine insanlar
arasından sıyrılan istidatlı ve kabiliyetli insanlar
aracılığıyla toplumlara iletilmesini sağlamalarıdır.
Uzaylıların aksine bunun, açıkladığımız şekilde olduğuna
dair birçok ayet vardır, mesela:
“Dediler ki: "Bu nasıl Rasûldür ki, yemek yiyor ve
çarşılarda gezip dolaşıyor... O'na, bir melek inzâl
edilmesi, beraberinde bir uyarıcı olması gerekmez miydi?"
(25/7) / "Eğer doğru sözlü isen, bize meleklerle
gelmeliydin? Biz melekleri bil-Hak (Hak olarak) inzâl
ederiz... O vakitte onlara zaten göz açtırılmaz!” (15
/7- 8).
(1)
Bu arada “ Boyutlar Ve Maddeleşmeler – 8”
başlıklı makalemizde, diğer Kutsal Kitaplardaki
ifadeleri de içerecek şekilde gerek Kuran gerekse de
Hadislerde geçen “Bulut” kelimesinin, kendileri
açısından ispat niteliğinde olduğunu ve ufolara işaret
ettiklerini söylemiyorlar mıydı? Görüldüğü gibi
gerçeği saptırarak güdük, basit ve gülünç yorumlarla
devamlı insanları aldatmaya çalışmaktadırlar.
“ Nefsimi elinde tutan Allah hakkı için, gece ve gündüz
oluşumu bitmeden bu Din mutlaka şu yıldızın varacağı
yere kadar ulaşacaktır” / “ Yaklaşın ey Ferruh
oğulları eğer İlim Süreyya yıldızında da olsa,
içinizden ona ulaşıp bu İlmi alacak kimseller olacaktır”
(Hadis)
Ufocular uzayda etli kemikli canlıların varlığına
ilişkin bu iki hadisi de örnek göstererek yeryüzünden, o
yıldız sisteminde yaşayan tıpkı bizim gibi maddi türdeki
canlıların yanına, gelişen uzay teknolojilerimizle
tabakadan tabakaya yani, ışık hızına ve ötesi hızlara
geçerek o uzak mesafelere gideceğimizi, oralara
yerleşeceğimizi, onları irşat edeceğimizi ve onları da
Müslüman yapacağımızı, kıyametin ise ancak bundan sonra
kopacağını söylemektedirler. Hatta bazıları da, ışık
hızına yakın ve ötesindeki hızlar için bu araçlarımızın
da tabak (Ufo) şeklinde olacağını dolayısıyla bugün
bizleri ziyaret eden ufoların da gerçekte bizi ziyaret
eden torunlarımız olduğunu belirterek hiçbir temeli
olmayan boş söylemlerde bulunmaktadırlar (zamanda
yolculuk etmeleri olayına sonradan değineceğiz). Eğer
Kıyamet olayını Ayet ve Hadislerin tam tersine, tüm
Kâinatın yok olması gibi bilimsel anlamda da yanlış
bir düşünceye göre değerlendirirsek bu temel kabulü,
yine bununla bağlantılı tüm ayet ve hadislere
yapıştırarak onları yorumlamaya kalkar, kendimizi
zanlara dayanan boş hayaller içinde Sistem dışı dünyalar
içinde bulur ve bunların bizi götüreceği noktadaki
sonuçlarını da maalesef acı bir şekilde yaşarız.
Ufocular hep yaptıkları gibi, bir ayeti, bir hadisi
cevaplamaya çalıştıklarında bununla birlikte ortaya
çıkan birçok soruyu bir kısmıyla ya da tamamen cevapsız
bırakmaktadırlar. Mesela, madem sayısız sistemlerde
maddi yaşamlar var ise, o zaman neden sadece bir yıldız
sistemindeki canlılara odaklanılmış, onlar düşünülmüş,
önemsenmiş olsun. Bunun neresi mantıklı ve anlamlıdır.
Üstelik diğer uzaylılar buralara kadar gelip bilgiler
alabiliyorsa, onlar neden buraya gelip bilgi alamıyorlar
da bizler oraya bilgilendirmek için gitmek zorunda
kalıyoruz? Sadece onlar için neden böylesi mecburiyetler
içinde oluyoruz? Ayrıca, o sistemdeki varlıkların bir an
için teknolojik olarak çok güçlenmediklerini düşünürsek,
bizi ziyaret eden diğer sistemlerdeki (hep
dillendiredurdukları) iyiliksever, insancıl özelliklere
sahip uzaylıların bize verdiklerini iddia ettikleri
dini, o üstün teknikleriyle neden onlara vermiyorlar ya
da veremiyorlar? Dinin kaynağı onlarsa (bizi ziyaret
etmekte olan uzaylılarsa), bizim onlara ilim götürmemiz
ve bu yüzden onların yıllarca bizi beklemeleri ne kadar
mantıklı? Bunun yanında, kendisi Miraçla, değil bir
yıldızı, yüz milyarlarca yıldız sistemlerini barındıran
yine sonsuz sayıdaki galaksileri, evrenleri, evren içre
evrenleri zamansız boyutta bir “an” içinde müşahede
etmiş olan ve bunun sonucunda da bunun bizler için de
yaşanılması gereken bir olay olduğunu ve bu yüzden de
“Namaz Müminin Miracıdır”
diyen Resulullah,
Bütünden, tüm verilerden kopuk olarak, Dini bir yıldız
sistemiyle kayıtlayacak (sınırlayacak) şekilde hiç
böylesine bir şeyden bahseder mi? ...vs. Görüldüğü üzere
Kuran ve Resulullah’tan bihaber olanların, bu verileri
günün bilimsel anlayışıyla değerlendiremeyenlerin,
hiçbir konuda yaklaşım sağlamaları asla mümkün
görünmemektedir.
Oysa bu hadisi,
“Kıyamette güneşin batıdan doğacağı”
hadisiyle açıklamaya çalışırsak yani, Nesil Kıyameti
yaklaştığında Kuran ve Hadislerin sırlarını açıklayacak
olan İlimin Batıdan bizlere ulaşacağını düşünürsek, bu
çok değerli sözlerin de ne anlama geldiğini rahatlıkla
çözebiliriz. Öncelikle bu hadisler ufocuların anladığı
gibi gerçek anlamda değil, mecazi ifadelerdir.
Dolayısıyla bunu
“mekansal anlamda bir yere ulaşılması”
yerine (ki, bunun mantıklı olmadığına önceki yazıda
değinmiştik)
“ boyutsal anlamda açığa çıkma, zahire ulaşma”
şeklinde düşünürsek, Soyut olarak algılanan Dinin,
Zahiri boyutlardaki yansıması olan Çağdaş Zahiri
İlimlerle, başka bir deyişle, günümüz Çağdaş Bilimin
Verileriyle baştan aşağı değerlendirileceğini, böylece
Din denilen şeyin, tüm boyutlardaki kapsamının, görünür
boyut ve katmanlarını da içerdiğinin anlaşılacağı,
anlatılmış olmaz mı?
Başka bir açıdan baktığımızda ise, Resulullah bir
taraftan
“bu İlmin bir gün gelecek tüm yeryüzüne yayılacağını”
anlatırken diğer taraftan da, evrenselliğe işaret
eden Zahiri örnekleme (misal) ile Dinin evrensel bir şey
olduğuna dikkâti çekerek,
“ Dinin o yıldız sistemine ulaşmasıyla”
bizlere, yıldız ve yıldızların ne anlama geldiklerinin,
bunların neler olduklarının, sistemde ne tür işlevlerde
bulunduklarının, temel mekanizmayla bizlerle, diğer tüm
nesne ve varlıklarla ve hatta bunların birbirleriyle ne
şekilde bağlantılı olup bir Bütünsellik
oluşturduklarının, Astrolojik sistemler olarak bizleri
ve diğer tüm varlığı nasıl ve ne şekillerde
etkilediklerinin gelişen Çağdaş Bilimlerce
anlaşılacağını, çünkü, bizim Din diye düşündüğümüz şeyin
emir ve yasaklardan kurulu tapınma amacına dönük hayali,
soyut bir şey olmayıp Evrensel Sistem ve Düzen olduğunu,
dolayısıyla Dinin, yani Sistemin yeryüzüyle sınırlı
olmadığını, sonsuz evrene doğru uzandığını bu yüzden
bizim ibadet adı altındaki çalışmalarımızın bu Sistem
içinde yeri olan çalışmalar olduğunu yanı sıra da yine
çağdaş bilimlerin tespit edeceği üzere Varlığın,
Sistemin, daha da Özünde yer alan Ana Tekil bir yapıya
ve O Tek’in özelliklerine dayandığını (varlığını bu
Tek’in özelliklerinden aldığını) haliyle Onun İlim ve
Kudreti ile yine O’nun İlminde var olduğunun
keşfedileceğini, bunun sonucunda ise, varlığın,
dolayısıyla Tanrının bu Tek’in indinde sınırlı ve bir
hayalden ibaret olduğunun anlaşılacağını böylece de
insanların Tanrı inancına dayalı olan Şirk anlayışından
bilgi yönlü de olsa kurtulacağını ve gereken yönde
harekete geçeceğini bin dört yüz yıl öncesinden bizlere
bildirmektedir.
Bu nedenle Ahir zamanda açığa çıkacak olan bu
gerçeklerle insanların akın akın bu Dini kabul etmek
durumunda kalacağını, belirtmektedir. Keza buna benzer
bir başka bir hadis de
“İslam artmaya, şirk ve ehli de azalmaya devam eder;
sonunda iki kadın zulümden başka bir şeyden korkmadan
yolculuk eder. Nefsim elinde olan (Allah)’a yemin olsun
ki, günler ve geceler geçecek, sonunda bu din bu
yıldızın ulaştığı yere ulaşacaktır” / “ Bu din,
gecenin ve gündüzün ulaştığı yere (tüm yeryüzüne)
ulaşacaktır”
şekliyle değinilerek
bizim
söylediklerimizi onaylamaktadır.
Bu hadisteki ifadelerin, insanların oralara kadar
gitmesiyle bir ilgisinin olmadığına ilişkin çok önemli
bir nokta da,
“Hayır! O şerefli bir Kur’an’dır. Levhi Mahfuzdadır”
(85/22) / “Allah dilediğini imha eder, dilediğini de
yerinde bırakır. Ana kitap (Ümmül Kitap) O'nun
katındadır” (13/39)
ayetlerinin işaret ettiği üzere
Kuranın aslının, “Ümmül Kitap” yani, “Levhi
Mahfuz” Boyutunda kayıtlı olan, “Evrenin tüm
Bilgi Kodları” olması, (2), (3) Kuran’ın ise,
sadece bizim güneş sistemimizdeki İnsan ve tüm Cin
türlerine gelmiş olmasıdır. Bu yüzden
“ İnsan yokken Kur’ an vardı”
ifadesindeki “Kur’an”, Kur’an’ın boyutsal
derinliğindeki “Ümmül Kitap” yönüne işaret etmektedir
ki, o her boyut ve zamanda aynıyla mevcuttur.
Yani, okuduğumuz Kur’an bizim sistemimiz içindeki İnsan
ve Cinlerin anlayacakları şekilde düzenlenmiştir ki,
buna daha önceki yazılarımızda daha detayıyla
değinmiştik. Diğer sistemdeki bize nispetle maddi
olmayan tüm canlılara da, yine çeşitli birimler
tarafından (açılımları oranında) “Levhi Mahfuzdan”
Okunan ve kendi boyutlarına uygun bir biçimde
dönüştürülen bilgiler istikametinde, gerekli
bilgilendirmeler, yönlendirilmeler yapılmaktadır. Bu
nedenle uyum, rezonans kurulamayacağı için, sayısız
sistemlerdeki varlıkların ne bizim Kuran’a ne de
birinin, diğerinde açığa çıkan verilere ihtiyacı vardır.
Olsa bile bu onlara bir şey ifade etmez. Başka bir
sisteme ait olan verilerle bir yerlere varamazlar.
Üstelik bu söylediğimiz şeyin aksi,
“Allah’ın her an yeni bir yaratışta oluşuna da terstir”.
Çünkü Allah,
“Sistemde asla değişiklik yoktur”
ayeti hükmünce “Levhi Mahfuzdaki” aynı bilgileri,
“Her an yeni bir yaratışta (tecellide) olarak”
farklı, farklı çıktılar, uyarlamalarla açığa
çıkartmaktadır. Tıpkı yeryüzündeki Resul ve Nebilerin
aynı “Levhi Mahfuzdaki bilgileri” farklı farklı diller
ve şekillerde içinde bulundukları toplumlara aktarmaları
gibi. Bu nedenle Kur’an’ın, birimi “Ümmül Kitab” a
ulaştırması, her şeyin Kur’an’da olması ayrı bir şeydir,
sadece bizim sisteme göre dizayn edilmesi apayrı bir
şeydir. Çünkü bizler kendi anlayış çerçevesinden,
bizlere göre işaret içeren ifadelerden yola çıkarak
“Ümmül Kitab”a ulaşırken, bir başka sistemdeki varlıklar
da kendi boyutlarınca işaretler içerenden yola çıkarak
yine aynı “Ümmül Kitab” a ulaşıp açılımları oranında onu
değerlendirirler. Şunu da kesin olarak belirtmek gerekir
ki, “İnsanın” Halife seçilmesi dolayısıyla, İkiz
Kardeşi olduğu “İnsana”, kendisini anlatan Kur’an’ın,
“Ümmül Kitab” ı en derin ve en geniş kapsamıyla
anlatması, onu diğer sistemlerde açığa çıkanların en
üstünü kılmaktadır.
Birinci hadisle bağlantılı olan ikinci hadise
baktığımızda ise, öncelikle Süreyya yıldızı, bugün Boğa
Burcu içindeki “Ülker takım yıldızı” olarak
bilinen ve bizden yaklaşık 440 ışık yılı uzaklığında çok
parlak görünen yıldız grubudur. Yedi parlak yıldız hemen
gözümüze çarptığından buna “Yedi Kız kardeş” ismi de
verilmektedir. Ayrıca bu hadiste de, orada yaşayan
birtakım maddi yapılı canlılar var da, ileride
teknolojinin gelişmesiyle buradan oralara kadar gidip
oradan ilim tahsil edecek, onlardan ilim alacak
birtakım insanların olacağı anlatılmamaktadır.
Tıpkı,
“İlim Çin’de de olsa gidip alın”
ya da
“ İlim Müminin yitiğidir, nerede bulursa alır”
hadislerindeki İlmin elde edilmesi (alınması) için Çin’e
ya da başka bir yere gidilmeyip oradan gelen İlmin
değerlendirilmesinde olduğu gibi. Aynı şekilde tüm
evreni anlamak için evrenin her yerine gitmek yerine
(böyle bir şey imkânsızdı) uydular aracılığıyla uzaydan
gelen, görünen ya da görünür olmayan dalga boylarını
incelemek veya yeryüzünde maddenin özüne doğru onu
parçalamak yeterlidir. Ferruhoğulları ile de, Arap
olmayan Müslümanlar kast edilerek bu Müslümanların,
“Ya Ali, herkes Allah’a bir yoldan yakin elde etmeye
çalışır. Sen Allah’a Aklıyla Yakin elde edenlerden ol”
hadisi uyarınca, Batıdan açığa çıkacak olan Çağdaş
Bilimlerdeki verilerin, aynı şeyin farklı bir
anlatımı olan Dinsel Verilerde nasıl karşılık bulduğunu
göstereceklerini, bu anlamda bir birleştirme
yapacaklarını anlatmaktadır.
Halbuki, kendilerini, güneşimize en yakın yıldız olan 4
ışık yılı mesafedeki Alfa Century den, diğer bazı takım
yıldızlardaki sistemlere kadar ve hatta galaksimiz dışı
galaksilerden, insanlığa, yaşam başta olmak üzere
çeşitli konularda yol ve çözümler önermek, evrensel
sistem ve yaratıcısı konusunda, …vs. bilgilendirmek için
dünyamıza ziyaret edenlerin bir kısmının da kendilerinin
Pleiades yani Ülker takım yıldızındaki sistemlerden
geldiklerini belirtmektedirler. Demek ki, Ülker takım
yıldızından buralara kadar gelebiliyorlarmış. Güneş
sistemimiz dışına çıkamayan sistemimizdeki Cinlerin,
başka sistemlerden geldikleri yalanını ortaya koyarak
sahip oldukları ilim ve güçler dolayısıyla, hiçbir
şeyden kayıtlanmadıkları, haliyle hiçbir engelin
kendilerini durduramadıkları ve durduramayacağı,
dolayısıyla evrenin herhangi bir yerine rahatlıkla
gidebilen, evrenin her yerine uzanabilen canlılar
olduklarını lanse etmelerinin bir sebebi ise dünya
yüzeyiyle sınırlı yaşayan insanlara nispet edip onlardan
üstün olduklarını dile getirerek kendi egolarını tatmin
etmeleridir.
Zaten yukarıdaki hadislere tekrardan baktığımızda
ufocuların söylediklerinin aksine, oradaki bizim gibi
maddesel varlıkların olmayacağı ve oraya mekansal
yolculukların yapılamayacağı bir yönüyle yine açıkça
görülmektedir. Çünkü onlar gibi düz bir mantıkla baksak
dahi birinci hadiste, bütün İlimleri bünyesinde
barındıran Din denilen şeyin oradaki insanlara
ulaştırılmasından, onların bizlere muhtaç olmalarından
bahsedilirken ikinci hadiste ise bunun tam tersi olarak
bizim onlara ihtiyacımız olduğundan, bizim
bilgilerimizin üstündeki ilimin orada bulunduğundan ve o
İlmi elde etmek için gidilmesi gerekliliğinden
bahsedilmektedir. Görüldüğü üzere, eğer düşünmeden,
tefekkür etmeden bu hadisleri de yüzeysel olarak
okuduğumuz takdirde, çelişkileri ve gerçekte anlatılmak
istenen şeyleri görmeksizin “uzayda bizim gibi, bize
benzer varlıklar var ve bizleri ziyaret edenler de
onlar, dolayısıyla uzaylılar fenomeni ve felsefeleri
doğrudur”, …vb gibisinden kabullere girer en sonunda da
uzaylılar suretinde kendilerini gösteren “Şeytaniyet
Vasıflı Cinlerin” istedikleri, amaçladıkları gibi
“insanı dinden eden, imandan çıkaran” noktalara
saplanmış oluruz.
Kenan Keskin
(Kaynakça: Ruh, İnsan, Cin / Yenilen / İnsan Ve Din /
Akıl Ve İman / Kendini Tanı / Tek’in Seyri / Ney’i Okudu
/ İnsan Ve Sırları I, II – Ahmed Hulûsi )
(1) Ayrıca bkz.
(6/ 9), ( 17/ 94- 95 )
(2)
“Ne yerde, ne de gökte zerre kadar hiç bir şey Rabbinin
gözünden kaçmaz. Ne zerreden daha küçük, ne de ondan
daha büyük! Ancak bunların hepsi apaçık bir
kitaptadır (Ümmül Kitap’tadır)” (10/61) /
“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi
bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir
kitapta (Ümmül Kitap’ta) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu
Allah'a göre kolaydır “(57/22)
(3) Yerler, Gökler Ve Kıyamet – 7 |