Ufocular Resulullah’ın Cebraili (a.s) görmesini de
Uzaylı kavramıyla açıklamaktadırlar. Bu konuyla ilgili
bazı Hadislerdeki ifadeler ise şöyledir:
“ Bir defasında yürümekte iken, Semadan bir ses
işittim. Başımı kaldırınca ne göreyim. Hira Dağında
iken bana gelen Melek. Arz ile Sema arasında bir
Kürsü üzerinde oturup duruyor. Ondan çok ürktüm,
hemen eve gidip – beni örtün, beni örtün- dedim” / “
Resulullah Onu asıl suretinde görmek istediğinde o
sırada her yerde bir karaltı olur. Sonra o karaltı
yükselip her yeri sarmaya başlar. Bu Cebrail idi.
Resulullah onu görünce hemen düşüp bayılır. En sonunda
Cebrail tekrardan eski suretine bürünerek onu ayıltır” /
“ Bir defasında da Cebrail’i altı yüz kanadıyla tüm
Sema’yı kaplar şeklinde görmüştür” / “ Bir başka
zaman da Cebrail’i kanadıyla tüm Sema’nın etrafını
yeşil bir kumaşın örtmesi gibi kaplamış olarak
görür”
Ufocular bu hadislere de yüzeysel olarak bakarak burada
anlatılanları, geçmişin Germen, Fin, eski Yunandaki,
…vs. Avrupa’da ya da Uzak doğu dinlerinde veya dünyanın
çeşitli yerlerindeki Şamanizmde ifade edilen Tanrının
veya Tanrıların Bulut şeklinde ya da Kartal, Kuğu, …vs.
hayvan şeklinde insanlara görünmesi ve devamlı bu
suretleri değiştirmeleri olayıyla birleştirerek gerçekte
Cebrail’in (a.s) da onların bir tür devamı olan uzaylı
olduğunu iddia etmektedirler. Dolayısıyla ufocular
Resulullah’ın, Vahyi, aslında Kuran ve hadislere ters
bir biçimde bir melek şeklindeki Tanrı olan Ufolardaki
Uzaylılardan aldığını dile getirmekte yanı sıra da
Resulullah’ın uzaylıları göremeyeceği, onlara güç, takat
getiremeyecek konumda güçsüz olduğunu belirtmektedirler.
Böylece İslam Dininin de Putperestlikle (Paganizmle)
aynı kefeye koyarak temelde farklı şeyler
olmadıklarını, onun farklı bir şekle bürünmüş bir devamı
olduğunu, dolayısıyla Paganizmi ön plana çıkartarak
hariçteki güçlere, suretlere, kudret atfedilmiş
nesne (gök cisimler de dahil) ve varlıklara ya da
bunların ruhlarına tapınmanın doğruluğunu insanlarda
yerleştirmekte, bu tapınılacak şeylerin de Kendileri
yani, gerçekte Cin olan Uzaylılar olduğunu
vurgulamaktadırlar. Aramıza gelecek olan Deccal Lakaplı
Şeytaniyet Vasıflı İnsan da kendisinin gerçek Tanrı
olduğunu iddia edip insanları kendisine tapındırmayacak
mıydı? (1)
Oysa diğer hadislere baktığımızda sadece Cebrail için
değil, diğer “Sema Melekleri” için de aynı benzetmelerin
kullanıldığını görmekteyiz. Mesela, insanların ve
Cinlerin, Azrail (a.s)’ da görmeye güçlerinin
yetmeyeceği, belirli sayıdaki kanatlarını açtığında tüm
batıyı, doğuyu yani Arzı ve Sema’yı kapladığı ve tüm her
şeyi içine aldığı öyle ki, bütün Arz ve içindekiler onun
kucağına konsa, çok büyük bir çöldeki bir kum tanesi
mesafesinde kalacağı, Yerler, Gökler ve içindekilerini
yutmak için izin verilse bunu bir anda yapabileceği
anlatılmaktadır. Yine Resulullah Miraç olayında,
Kürsünün üstünde oturan bir Meleğin yanından
geçerken bütün dünya ve içindekilerinin onun dizleri
önünde oturduğunu görmüş, bunun kim olduğunu Cebrail
(a.s)’ a sorduğunda da onun Azrail (a.s) olduğu cevabını
almıştır. Bunun gibi benzetmeler kaynaklarda epeyce
vardır. Oysa, Kur’anın açık bir ayetinde, bazı ayetlerin
(elbette hadislerin de) bizler tarafından anlaşılması
için mecaz ve sembolik anlatımlar oldukları, dolayısıyla
bazılarının ise, ifadelerin işaret ettiği anlamlar
öncelikli temel alınarak zahirin değerlendirilmesi
gerektiğini bu yüzden eğer bu mecazlar ya da ifadeler
hakikat sanılırsa yani, öylece anlatıldığı gibi kabul
edilirse kesinlikle çelişkilerin, kaotik düşüncelerin ve
haliyle yanlış yorumların açığa çıkacağını bunla
birlikte yine Kuran ve Hadislerin bize bildirdiği
Şeytaniyet vasıflı Cinlerin de bunları kullanarak, bu
gerçek dışı düşünce ve yorumlarda paylarının olacağını
bize açıkça bildirilmiştir.
Cebrail’in (a.s) altı yüz kanatlı oluşunu
“ Enerji- Melek II”
yazımızda değinmiştik. Burada da “Sema”, mekânsal
anlamda “Gök” değil, tüm “Arz” boyutlarını kapsayan
“Evrensel Bilinç Boyutudur”. Dolayısıyla hadis,
Cebrail’in (a.s) tüm Evrene dönük olarak sayısız
sistemlerde işlevlerde bulunduğunu anlatmaktadır.
Cebrail’i(a.s) asıl suretiyle görme esnasında bayılma
olayı ise (burada görme ve duyma fiziki göze, kulağa
dayalı bir görme, duyma değil, Bilincin gözüyle,
kulağıyla yani, Basiretle Onu mana boyutunda mana
suretleri halindeki asıl yapısıyla müşahede etmesidir
ki, bunu da beş duyuda yaşayan bir birimin bünyesinin
kaldırması mümkün değildir.) bu esnada
“tüm her yerin kararması”
şekil ve suretten, maddi boyut algılamasından
geçildiğini de ifade etmektedir. Çünkü Din denilen şey,
hayali, varsayımlara dayanan bir kurgu değildir, İnsan
biyolojisini, kimyasını da içine alan Evrensel Sistem Ve
Düzenin adıdır. Bilinç boyutlarına adapte olunması için
bedenin tüm kimyasının da ona göre çalışması,
hazırlanması gerekmektedir. Tasavvuf çalışmalarında
yüklü ibadetlerin yapılmasının bir nedeni de budur.
Kaldı ki, Resulullah bunun da ötesinde diğer tüm
Resullerden farklı olarak Cebrail’i (a.s) tamamıyla
Suretsiz olarak görmüştür ki, diğer Resullerde bu
görüşün sadece bilgisi vardır.
Kuran ve Hadislerin işaret ettiği Din bize, “Sema
Meleklerinin” tamamen sınırsız olarak her bir zerrede
mevcut olduğunu, tüm her şeyi kapsadığını
bildirmektedir. Her bir “Sema Meleğinin” evrenin her bir
noktasında bizatihi var olması ise, Klasik
Fiziğin ve bizim buna dayalı olarak yorumlarımızın
tamamen aksine, aralarında ayrıcı bir sınırın olmadığını
gösterir. Çünkü olay Klasik fiziğin kapsamı
dışında Kuantum Boyutları açısından ele alındığından bu
durumun tamamıyla Boyutsal olarak düşünülmesi
gerekmektedir. Bunu daha iyi anlamak için Hologram
plakasını göz önüne alabiliriz. Nasıl ki, birbirinden
farklı ve ayrık gibi görünen nesneler, plakada bir bütün
olarak onun her bir noktasında aynen kayıtlı ise, aynı
şekilde Sema Melekleri de o Evrensel Plakanın her bir
zerresinde aynen bulunurlar. Farklılığı oluşturan şey
ise, “Esma Bileşimlerinin” farklı oluşu,
dolayısıyla görev alanlarının farklılığı ile ilgilidir.
Bu yüzden açığa çıktıkları tüm evren ve boyutlarda, o
boyutun varlıklarında da bu özelliği yansıtırlar.
Cebrail’in (a.s) ya da Azrail’in (a.s)
“Sema ile Arz arasındaki Kürsünün”
üstünde bulunmasını (oturmasını) başka bir yazıda
açıklamak üzere size bırakıyorum.
Buna karşın uzaylıların melek kavramı bundan tamamıyla
farklı olarak insan beş duyusuna, şartlanmalarına, değer
yargıları ve duygularına hitap eder bir biçimde
tamamıyla Klasik Fizik kapsamında bir mekânda
yerleşik olmakla birlikte, asıl yapılarıyla da yan
yana gelebilen, maddesel dünyamıza (Klasik Fiziğe dayalı
Boyuta) ait olan bilim ve teknolojiye gereksinim duyan
varlıklara dönüşmekte, sonuçta da mecazi anlatımlar
zaman anlayışımıza uygun bir biçimde biçimlendirilerek
üstün vasıflı, bilgili uzaylı kahramanlar şeklinde yalan
yanlış tekrardan bize pompalanmaktadır. Özetle
Cebrail’i (a.s) öz yapılarıyla görme, mekânsal bir olay
olmayıp Boyutsal olması, bunun yanında Meleki boyutların
tüm boyutları ihtiva etmesi ve bu meleklerin aynı
zamanda Holografik esasa göre birimin Özündeki güçler,
Kuvveler olması, Resulullah tarafından anlatılanların,
O’nun Bilinç Boyutlarında gerçekleştiğini, Bilincin
Özelliklerinin meleki kuvvelerle sistemde açığa
çıktığını bize gösterir. Tıpkı Hz. Ayşe’nin Resulullah’ı
bir defasında
“ayağının yerde vücudunun ise ta Arş’a kadar uzandığını
görmesi”
olayının, yine Klasik Fizik açısından değil, Kuantum
Fiziği açısından O’nu Bilinç Boyutlarında derinliğine
müşahede etmesi gibi. Zaten gerçekten Klasik Fizik
açısından böyle bir şey olsaydı o dönemdeki tüm
insanların da Cebrail’i (a.s) bu şekilde görmesi
gerekirdi ya da diyelim ki olay gece olmuşsa o zamanda
Resulullah’ın karanlıktan yine onu görmemesi icap
ederdi.
Demek ki olay, derinliğine nüfuz edemeyip yüzeysel
olarak konulara yaklaşan, bu yüzden de benzer olayların
detaylarını kendi anlayışlarına uygun olarak dolduran ve
sonuçta da olayı farklı noktalara çekip çarpıtan
uzaylıların ya da ufocuların dediği gibi, Klasik fizik
boyutlarınca dışta fiziki bir olay olmayıp söyledikleri
tamamıyla uydurma ve gerçek dışıdır. Bu arada çok önemli
bir nokta da, Resulullah’ın temelde bu müşahedenin
sonucunda ya da yansıması olarak, aynı anda beş duyu
algılamaları içinde Afakta bizatihi tasvir edildiği
şekilde görmesi, duyması da söz konusu olabilmektedir
ki, bu dahi onun beyni dışında geçekleşen bir şey
değildir. Ayrıca görmeyebilir de (bu yüzden boyutsal
anlamı öncelik taşımaktadır). Dolayısıyla birazcık
analiz edildiğinde başta Cebrail (a.s) olmak üzere
Meleklerin, Resulullah zamanında çok çok nadir olarak
insan suretine girip insanlara görünmelerinin (ki
Resulullah da beş duyuda büyük çoğunlukla insan
suretinde görmüştür), hatta yine Kuran ve Hadislerde
açıkça belirtildiği üzere onların yardımcılarıyla savaşa
katılmalarının ve kâfirlerin de bunları görüp o
meleklerce darp edilip öldürülmelerinin ya da diğer
benzer olayların, uzaylıların söylemleriyle, kesinlikle
aynı şeyler olmadıkları çok rahatlıkla görülmektedir.
Bunun oluşum sistemini ise Klasik fizik değil, yine
Kuantum Fiziği bize açıklayarak evrenin her bir
boyutunda ve noktasında mekânsız ve yönsüz bir biçimde
enerji halinde var olan bu yapıların, dilediğinde insan
algısı içine girecek şekilde ilgili frekanslardaki
dalgalara kodlama yapıp insan beyninde beş duyunun tüm
ihtiyacını karşılayacak şekilde açığa çıkabileceğini
söyler. Ancak bu yapılar aynı zamanda, Afaki boyut
(Boyutlar) yanında her birimin Özünde de bir fiil güç,
kudret olarak mevcut olduğundan, maddeyi de
yapılandırdığından, bizlerde ve nesnelerde oluşturmak
istedikleri her tür etkiyi zaman içinde ya da bir anda
meydana getirebilir, savaşlarda bir kısım insanlara
görünürken bir kısım insanlara da görünmeyecek
şekillerde insanları öldürebilirler. Yani olay,
uzaylıların aksine, Meleklerin temelde Klasik fiziğin
geçerli olduğu boyutta olmamalarından ötürü Kuantum
boyutlarından Klasik boyutları etkilemeleriyle meydana
gelmektedir.
Tıpkı Hz İsa’yı (a.s) ele veren ve kaldığı odayı bularak
Romalı askerlerden önce içeri giren Yahuda İskaryot’un,
“bir anda” Melekler tarafından Hz İsa’ya (a.s)
benzetilmesi olayında olduğu gibi. Dolayısıyla bu
hadislerde de ne uçan araçlarla, ışıklı cisimlerle
ilgili, ne de o uçan araçlardan gelen, imasını içeren
varlık türleriyle ilgili bir açıklama var. Bu esnada hiç
kimse böyle bir şey de görmemiştir. Yine çok ilginçtir
ki, çarpıttıkları eski metinlerdeki uzaylılara ait
olaylar çok sayıda olmasına karşın, uzaylılar,
Resulullah zamanında böylesi fazla miktarda görüntü ve
olayları sergilememektedirler. Miraç’da İsra
hadisesini yani, Kudüs’e bir anda gidişini “Burak” ile
“Allah’ın huzuruna çıktı” denilen olaydaki yükselmesini
sağlayan “Refrefin” ise gerçekte bilimden,
bilimsellikten haber olmamaları nedeniyle
“İlahiyatçıların” ya reddettikleri ya da ufocular gibi
Klasik Fizik açısından kabul ettikleri türden bir şey
olmadığını, olmasının bile bilimsel anlamda mümkün
olamayacağını bunun yerine Kuantum Fiziği açısından
bunun ne anlama geldiğini de çeşitli makalelerimizde
oldukça değinmiştik.
Ayrıca cinlerin, burada melekleri de Tanrılaştırma,
birer Tanrı olarak göstermeleri de söz konusudur. Tıpkı
cinlerin eski dönemlerdeki insanlara farklı suretlerde
görünerek onları kandırmaları gibi. Böylece insanlar,
Tanrılarla özdeşleşen Melekler adı altında çeşitli
putları İlah edinmişlerdi. Şimdi de bunlar, uzaylılarla
biçim olarak yer değiştirmiş olsalar da ana kavram
olarak yine aynı durumu devam ettirmektedirler. Tüm
tarih boyunca, görünerek ya da görünmeksizin insanları
çeşitli tanrılar edinmelerini sağlayan bu varlıklara
karşı Resulullah başta Kelimei Tevhid olmak üzere ilgili
birçok açıklamalarıyla temel olarak “tanrı, tanrılık
kavramı ve ona dayalı sistemler yoktur, sadece Allah
vardır” diyerek sistemin ne dışında ne de içinde bir
tanrı ve tanrılık kavramının kesinlikle mevcut
olmadığını söylemiş böylece bu sözüyle o ana kadar olan
bu tür anlayışları tamamıyla iptal ettiği gibi, geleceğe
dönük olarak da böyle bir şeyin asla olamayacağını bize
açıkça bildirmiştir.
Bu yüzden geçmişte ve gelecekteki zaman dilimlerinde bir
tanrı gelmemiş ve gelmeyecektir de. Kendisini birtakım
akla hayale gelmeyecek olağanüstü olaylar eşliğinde
gökyüzünden gelen Tanrı olarak lanse ederek, bugün tüm
bunlara deli saçması diyenler de dahil olmak üzere
insanlığın çok büyük çoğunluğunu çok güçlü bir biçimde
etkileyip peşinden sürükleyecek, iman edenleri de baskı
altında tutarak oldukça zorlayacak olan Deccal lakaplı
birimin sonu da daha önceki lokalize benzerleriyle aynı
olacaktır, yine Resulullah’ın açıklamalarına göre. Bu
nedenle Resullah’ın anlattığı farkın, farkına varmamız
gerekir, çağdaş bilimler eşliğinde yeniden. Aksi takdir
de imtihan vesilesi olarak belli bir süreliğine izin
verilecek o Tanrı ve onun birer kuvveleri olan
güçlü sınıftaki şeytanların çok güçlü (yoğun) enerji
alanında bunları değerlendirmeye çalışmak kolay
kolay mümkün olamayacaktır. Ayrıca bunu Deccal’in
bizatihi açığa çıkacağı dönem için değil, her an
yapmamız gerekir. Çünkü Deccaliyet, yaşamın her anında
karşımıza çıkarken, ölüm anındaki sekaret halinde de,
insanların imanını almaya gelecek olan şeytanların türlü
türlü oyunları olarak karşımıza dikilecektir. Bu nedenle
Deccal olayı, sınırlı bir zaman dilimi dışında, her
“an’a” yayılmış olan bir kavramdır.
“Allah Yedi kat Göğü (Sema) ve Yerden de (Arzdan da)
onların bir mislini yaratmıştır, emir aralarından nazil
olmaktadır”
bu ayetin yorumunu
“ Yerler, Gökler Ve Kıyamet – 2”
ve
“Din- Bilimde Astroloji Gerçeği - 3”
yazılarımızda açıklamıştık. Ancak Ufocular bu ayetin de
üzerine atlayarak yukarıdaki söylemlerinin devamı olarak
“emri taşıyanların”
gerçekte birer Melek olan uzaylı varlıklar olduklarını
iddia etmektedirler. Oysa İslam verilerine baktığımızda
bununla tamamıyla ters olan durumlar ortaya çıkmaktadır.
Mesela bu varlıklar, biyolojik varlıklar olarak devamlı
ya da uzun sürelerle maddi formda yaşam sürmekte,
maddesel boyutun değerlerine, ortam ve şartlarına bağlı
olarak hareket etmekte, sayısız insanlara görünmekte,
bir de onlarla irtibata geçmektedirler. Halbuki
melekler, Kuantsal varlıklar olup insan türü, çeşitli
maddi, molekül yapılı biyolojik canlılar suretinde
ortaya çıkıp (var olup) yaşam sürdürmezler, maddi boyut
ve katmanlarının (molekül, atom, parçacık- enerji,
…vs.), Nari boyut ve katmanlarının hiçbir değerine,
şartlarına kayıtlı değillerdir ve gereksinimde
duymazlar. Sadece ve sadece Resul ve Nebilere ve de o
Resul ve Nebilere bağlı olarak çeşitli amaç
doğrultusunda çok kısa bir süreliğine görünürler, o
kadar. Birimler bunu bile fark edemedikleri için yine bu
Resul ve Nebilerce onların o surette bize görünen
melekler oldukları söylenmiştir. Ayrıca melekler yine,
Kuantsal boyutun varlıkları olduklarından bu uzaylılar
gibi bir gezegende o gezegeninin şartlarına bağlı olarak
yerleşik yaşayıp da bir de oralardan buralara hem de
yine maddi dünyaya ait araçlarla mekânsal bir
yolculuk yapmazlar. Böyle bir şeyi düşünmek bile çok
büyük fahiş hatadır. Üstelik uzaylılar melekse, melekler
ihtiyaç duydukları bilgilere zaman ve mekâna ihtiyaç
duymaksızın
“Levhi Mahfuzdan bir anda Okuyarak”
ulaşırken, onlar zaman ve mekân içinde yer alan
dünyamızdaki canlı, cansız varlıklar üzerinde uzun süren
incelemeler, araştırmalar yapmakta, üstelik bunu da
birimler, canlılar üzerinde zor kullanmak suretiyle
onları sınırlı yapıdaki gemilerine alıp götürerek ya da
kaçırarak gerçekleştirmektedirler.
Halbuki, en temel Enerji Boyutunun varlıkları olmaları
sebebiyle Meleklerde, uzaylılardaki gibi hiç Bilim ve
Teknoloji kavramları olur mu? Cinlerin kendilerinde bile
yokken, Melekler Bilim ve Teknolojiye hiç ihtiyaç
duyarlar mı? Bizim ve maddesel dünya için gerekli olan
bilim ve teknoloji üzerinde çalışıp, kafa yorup Bilim ve
Teknolojiyi geliştirirler mi? Onlarda hiç çalışma olur
mu? Ayrıca bu, meleklerin daha önceleri, bunlardan
yoksun ilkel varlıklar oldukları anlamına gelmez mi?
Zaman ve mekân dışı boyutlarda var olan, hele hele de
Sema Melekleri, O teknolojik araçların içinde hapis olup
zamana bağlı mekânsal hareket ederler mi?
Elbette onlar açısından olur. Tanrıyı bile sınırlayıp
gemi içinde getirdiklerine göre. Açıklamaya çalıştığımız
şeyler, kendi felsefelerini tamamıyla açıklayan Ciltli
Kutsal kitaplarında, üstelik Cebrail (a.s) da nasıl
basite alarak şöyle ifade edilmektedir,
“ Bizler tanrının düzen kurucu mekânizma elçileri
olarak, sizlere bu yolla yardımcıyız. Sizlerin
uçan daire (ufo) dediğiniz Diskler, bizlerin iletişim
aracıdır…” / “ Şu an kitap boyutu bir üst realiteye
bağlandığı için Mustafa Mollamız diğer kanallara
yardımcı atanmıştır. Alfa boyutunda bulunan tüm
kanalların frekans güçlerine göre, değişik toplumlara
sempatize oldukları isimler verilmektedir. İslami
boyutta kullanıldığı isim Mustafa Molla’dır… Aslında
kendisi Cebrail’dir.” / “ Bu dönemde, birleşik alan
mucibince cinler- periler- şeytanlar dediğiniz
varlıklar, çok ileri teknolojilerin hüküm sürdüğü
boyutlarda Meleklerle iç içe bir bütün olarak
yaşamaktadırlar”.
Bununla birlikte uzaylılar dişi ve erkekten oluşmakta,
maddi canlılar gibi doğup, üremekte ve ölmektedirler.
Hatta bu cinsiyet atfetme olayı meleklerle de sınırlı
olmayıp her şeye ve Allah’a da atfetmekte ve bunu da
uzaylılar kendi kutsal kitaplarında bizatihi şöyle
demektedirler,
“ Özde her şey dişidir. Gözde ve fiiliyatta erkektir.
Bunu asla unutmayın. Bütün peygamberler ve hatta
tanrılar bile dişidir”.
Kendilerinin indirdiğini iddia ettikleri Kur’an ise buna
asırlar öncesinden şöyle cevap vermektedir,
“Allah’ı bırakan şirk ehlinin Rab kabul ettikleri,
dişi tanrılardır ve onlar ancak inatçı şeytana (cinlere)
kulluk etmektedirler” (4- 117).
Halbuki meleklerde cinsiyet yoktur. Bu anlamda doğma,
üreme ve ölme de yoktur. Onlardaki doğum, yaşam ve ölme
kavramlarını, bu hallerin ne anlama geldiğini
“Enerji- Melek”
ve
“ Yerler, Gökler Ve Kıyamet- 7”
isimli makalelerimizde detaylarıyla değinmiştik. Çok
ilginçtir ömürlerinin de 800- 1200 yıl olduklarını
söylemektedirler, tamı tamına Cinlerin bize göre olan
ömürleri gibi. Bu uzun ömürleriyle de insanlara olan bu
yönlü üstünlüklerini dile getirmektedirler.
(Kaynakça: Ruh, İnsan, Cin / Kendini Tanı / İnsan Ve
Sırları I /Allah / Akıl Ve İman / Neyi Okudu / Yenilen /
İnsan Ve Din – Ahmed Hulusi / Kur’ anda İnsan – 11-
Ahmed Fevzi Yüksel)
(1) bkz. Metafiziksel Yanılgılar - 30 |