Bunun yanında ufocular bir taraftan, uzaylıların bizim
bile hayal edemeyeceğimiz güçlere sahip olduklarını dile
getirirken diğer bir taraftan da uzaylıların kaza
yaparak düştüklerini ve içindeki varlıkların ele
geçirildiklerini dile getirmektedirler. Oysa melekler
varlığın ana yapısı, orijini ve daima Mutlak
Kulluklarını yerine getiren varlıklar olduklarından
onlarda hata, kusur, eksik, yanlış, …vs. gibi kavramlar
olmaz ve bu türden şeyleri de yapamazlar. Buna karşın
burada ise melekler, hata, yanlış, şuur kaybı
(kesintisi), güç zafiyetinde bulunan, üstelik otopsiyle
de incelenen varlıklar haline dönüştürülmüş canlılar
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da melekler hakkındaki
söylemlerinin, dolayısıyla uzaylılar konusunun doğru
olmadığının ispatıdır. Ele geçirilen ya da geçen
maddesel yapılı uzaylı varlıklarla ilgili detaylı
açıklamayı da zamanı gelince yazacağım bir başka
makalede değineceğim.
Ufocuların en büyük kanıt olarak gösterdikleri
iddialarından bir de, kaçırılan insanlara uzaylılar
tarafından maddesel çip takıldığı ve bunların
ameliyatlarla çıkartılarak laboratuarlarda
incelendiğidir. Ve bir de bu malzemeler, dünyada
bulunmayan elementler içermekteymiş. Öncelikle bu
implant ya da benzeri türden şeyler kaçırılan insanların
hepsinde değil, sadece %30’ unda görünmekte olup
bunların da büyük çoğunluğunun neler oldukları, o vücut
bölgelerine nasıl yerleştiği,
“Boyutlar Ve Maddeleşmeler - 3 ”
yazımızda değinmiştik. Şimdi ise olayı başka bir açıdan
açıklamaya çalışalım. Evet, böylesi malzemeler
bulunmuştur. Ama bunlar birkaç milimetre boyutlarında
çok çok küçük parçalar olup tamamıyla çip olmaktan öte,
çip havası verilmiş malzemelerdir. Bunlar çalışan
malzemeler de değillerdir. Çalıştırılabilmiş de
değillerdir. Öyle basit düzeneklerdir ki (düzenek
oldukları bile tartışmalıdır), bizim en basit dijital
devreler bile onun yanında çok karmaşık kalmakta,
dolayısıyla üstün teknolojilere ulaşmış toplumlara ait
olmaktan çok çok öte olmaktadırlar. Bunlar o kadar
alelade şeylerdir ki, ufoların varlığına inanan ve bu
malzemeleri çıkartan doktorun kendisi dahi bunların çip
olduklarından tamamıyla emin olmadığını, bunun yerine
kendi kanaati yorumu olduğunu da açıkça ifade
etmektedir.
Bunların dünyada bulunmayan elementler içermesine
gelince, öncelikle evrende bulunan tüm elementler
eksiksiz olarak tüm dünyada da aynıyla mevcuttur. Ancak
bunların oranları farklıdır. Kimi kullanılabilecek
bollukta bulunurken kimi, (radyoaktif elementler ya da
altın gibi) az miktarlarda bulunup bir de çok büyük
hacim içine dağıldığından zahmetli çalışmalarla elde
edilmektedir. Kimi ise, bu miktardan da az. Ama bir
araya getirilse idi yine bize göre oldukça fazla miktar
olurdu. Eğer gerçekten iddia ettikleri gibiyse (bunların
sayısı, uzaylı olayların sayısına oranla yok denecek
kadar öyle azdır ki, bu da bu işlerin onlara ait
olmadığını kanıtlamaktadır) bunlar, bir üst
boyutumuzda yaşayan ışınsal varlıklarca rahatlıkla
tespit edilip birkaç miligram düzeyinde implatın geri
kalan bölümüyle birlikte vücuda ışınlanmasıyla
gerçekleştirilmektedir. Onların böylesi ve hatta daha da
büyük özelliklere sahip olduklarını önceki yazılarımızda
detaylarıyla çokça bahsetmiştik. Bunun yanında, Cinlere
izin verildiğinde, koskoca tahtları, nesneleri
ışınlayabileceklerinin ya da bir zamanlar önce saraylar,
ibadethaneler, kazanlar, heykeller, havuzlar …vs.
yapabildiklerinin, Kur’an’da açıkça ifade edilmekte
olduğunu da hatırlamakta fayda var. Ayrıca, dünyada
bulunmayan elementler içinde (ki, bunların büyük
çoğunluğu da bunlar teşkil etmektedir) çok daha yüksek
proton sayılarına eşit olan radyoaktif elementlerin de
(kararsız atomlarda) mevcut olduğunu, bunların yarılanma
ömürlerinin de birkaç saniye mertebesinde hatta daha da
kesirli düzeylerinde bulunduğunu, yanı sıra bu atomların
ancak yüksek enerjili laboratuvarlarda yine çok kısa
süreliğine oluşturulduğunu da göz önüne aldığımızda,
bunların kullanılamayacağı da açıktır (bkz.
“Dalgalar Ve Özellikleri – 8, 9”).
Bunun yanında bir iddia da bu implantların zamanla
büyümeleri ve takılma amaçları. Eğer bunlar gerçekten
büyüyorsa, bunu da yapmaları anlattığımız sistemle gayet
kolaydır. Takılma amaçları ise o insanları takip etme,
düşünce ve davranışlarını inceleme imiş. Bir defa
milyarlarca insan arasından yok denecek kadar az insanı
incelemelerinin mantığı yok. İkinci olarak,
bunu yapabiliyorlarsa bu aynı zamanda onların, o beyni
her tür şekilde yönlendirmeleri, diledikleri şekilde
kullanmaları anlamına da gelir ki acı verir biçimde
insanları zorla kaçırmalarını, alıkoymalarını, onlara
ameliyatlar yapmalarını (bunların ne şekilde olduklarını
da ilgili yazı dizimizde açıklamıştık) göz önüne
aldığımızda, bu varlıkların iyi niyetli olmadıklarını da
rahatlıkla görebiliriz. Zaten Cinler devamlı olarak,
“Ey Cin topluluğu insanların ekseriyatını hükmünüz
altına adlınız”
ayeti hükmünce beyinlere gönderdikleri birtakım
dalgalarla yapageldikleri şeyleri bu sefer de uzaylı
kisvesi altında,
“biz sizleri her an takip edip izliyor, sizleri
kontrolümüz altında tutuyor, her tür şeyi yapacak
durumda bulunuyor, dolayısıyla size hükmediyoruz ve
sizin de buna karşı durma durumunuz, güç ve şansınız
yok, …vs”
imajını insanlarda oluşturmaya çalışmaktadırlar.
Bunların uzaylı olmadıklarını gösteren açık bir örnek de
bazı insanların uzaylılarla hiçbir ilgisi olmayacak
şekilde tıpkı gerçek bir hayat öyküsünden alınan “Akıl
Oyunları” filminde olduğu gibi, istihbarat birimlerince
kendilerinin takip edildiğini ve ameliyatlarla çipler
takıldığını, …vs. söyleyen ve bunları gerçek dünyada
olan şeylermişçesine bire bir yaşayan insanlarla,
uzaylılar tarafından kaçırıldığını iddia eden insanlar
arasındaki ayrımın olmamasıdır. Söylemleri o kadar
benzerdir ki, aralarındaki farklılık
gözlemlenememektedir. Bir nedenle o kişilerin uygun hale
gelen beyinlerinde de oynama yapan, uzaylı kimliğine
bürünmemiş yine bu ışınsal varlıklardır.
Ele geçtiği söylenen ya da insan vücutlarından alınan
örneklerin cinler tarafından farklı şekillere sokularak
bizden üstün bir ırka ait parçalarmış havası
verilmesinin sistemi ise (ki, bunlarda oldukça az ve
küçük materyallerdir), tamamıyla dünyada bulunan
nesnelerin (materyallerin) atomik düzenleriyle oynamak
suretiyle onları farklı bir maddesel yapıymış imajı
verilmesiyle oluşmaktadır. Tıpkı siyah renkli olan
karbon elementinin (bizim boyutumuzun kurallarınca
zahmet veren işlemlerle) yüksek ışı ve basınç altında
cam gibi parlak olan Elmasa dönüştürülmesi gibi. Bunlar
yeryüzünün derinliklerindeki yüksek ısı ve basınç
altında doğal olarak da ortaya çıkmaktadır. Oysa ikisi
de karbon atomundan oluşmaktadır. İlki, gelen ışığı
soğurup dışarıya ışın vermediğinden siyah görünürken,
dönüşmüşü olan elmas ise, gelen ışığın tümünü yansıtarak
parlak beyaz görüntü vermektedir. Bu sırada dönüşümle
materyallerin dayanıklılığı, ısı ve erime
sıcaklılıkları, …vb. özellikleri de değişmektedir.
Özetle, Cinlerin Nari boyutta bulunmanın avantajıyla,
ışınsal boyuttan bu tür materyallerin atomlarının
sıralama düzenini etkileyerek yani bir atomun, diğer
atomlarla olan bağ sayısını farklılaştırılmasını,
atomlar arası mesafelerin değiştirilmesini sağlayarak
materyalleri başka başka şekillere sokmak suretiyle
dünya dışına ait, bizlerce de yapılamayan, dünyada
örneği mümkün olmayan malzemeler haline
getirmektedirler. Konuya ışık tutması açısından buna
benzer bir olay da aynı cins atomlardan meydana
gelmiş moleküllere sahip maddelerin atom sayılarındaki
farklılıkların o nesnelerde oluşturdukları büyük
değişikliklerdir. Mesela, margarinle, plastik
arasında olan durum gibi. Bildiğimiz üzere her ikisi de
karbon, oksijen ve hidrojenden oluşmasına karşın,
birinin her bir molekülü, diğerinden bir karbon ve dört
hidrojen atomu daha fazla atom yani bağlantı
içermektedir.
Dolayısıyla uzaylıların
temsilcilerine verildiği iddia edilen bu tür şeylerin de
aynı şekilde o kişilerin bilgisizliği, yetersizliği
nedeniyle ( ki, diğer tüm insanlar içinde bu böyledir)
herhangi bir ayrımı yapamayacaklarından ya da sıradan
bir nesneyi bile öyle şeylermiş gibi kabul
edeceklerinden bunlar otomatikman Cinlerin
aldatmacasından öteye gidememektedir. Tekrar ediyorum,
bunlar dikkate alınmayacak sayıda az olup bunların
çoğu da iddiaların ötesinde bilinen malzemelerken, çok
cüzi bir kısmı da anlattığımız şekillere dönüştürülmüş
olup mensupları tarafından görüntülerde olduğu gibi çok
sayıda şeylermiş şeklinde dillendirilmektedir.
Eğer gerçekten var iseler ve kendilerini gerçekten
bizlere kanıtlamak istiyorlarsa, on binlerce, yüz
binlerce insana görüntü vermeleri ya da onlarla yakın
temasa geçmeleri yerine, bizatihi açığa çıkıp bugüne
kadar yapageldikleri uyduruk ve işe yaramaz, çok
acemice şeyleri değil de bizde olmayan, karmaşık bir
cihazı, aleti bize vermeleri ve bunun çalıştığını ve işe
yaradığını göstermeleri daha mantıklı değil midir?
Bugüne kadar sergilediklerinin, beklenilenin aksine
inandırıcılıklarını kaybetmelerine neden olması
sebebiyle, yöntemlerinin yanlışlığı, amaçlarına
ulaşamadıkları ortaya çıkmışken bunu denemeleri dağa
akıllıca değil midir? O zaman insanlık onları daha kolay
kabul edeceğinden onların amaçladığı şeyler hemen
oluşmaz mı? Olay bu kadar mantıklı ve basitken? Demek
ki, onlardan daha düşük yetenekli biz insanlar bu çok
basit bir şeyi düşünebilirken, o üstün bilgi, yetenek ve
güce sahip uzaylılar düşünemiyorsa onların uzaylı
olmadığı hemen görülebilmektedir. Böyle bir cihazı,
zamanın hiçbir döneminde somut olarak bizlere
veremedikleri gibi gelecekte bir fiil açığa çıkacakları
zamanda da bunu asla veremeyeceklerdir.
Ayrıca Ufocular, önceki ayetlere ek olarak
“ Görmüyor musun ki, Allah’ın yarattığı her şeyin
gölgesi sağa-sola uzayarak huşu ile Allah’a secde
ediyor”
ayetini de, engin uzayda bulunan gezegenlerdeki maddi
bedenli hayatın varlığına bağlayarak o varlıkların,
Tanrının has kulları olan bu uzaylılar olduğunu
dillendirmektedirler. Bu ayetin yorumunu
“ Yerler, Gökler Ve Cehennem – 4”
başlıklı makalemizde açıklamıştık.
Bu ayeti, o makaledeki bir başka ayet olan
“Göklerde (Semada) ve Yerde (Arzda) kim varsa, ister
istemez kendileri de gölgeleri de sabah, akşam
secde eder ”
(13- 15)
ayeti ile birlikte düşündüğümüzde, ayette belirtilen
“nesnelerin gölgesi”
tabiriyle, varlığın sahip olduğu ikiz yapıları kast
edilmektedir. Her bir nesnenin aslında aysbergin görünür
yönü olduğunu, alt boyutlarında onunla bağlantılı İkiz
bir enerji yapısının bulunduğunu daha önceleri
söylemiştik. Bu nedenle,
“her bir nesne gölgesinin sağa-sola huşu ile hareket
ederek secde etmesiyle”,
bu ikiz yapıların bulundukları boyut itibariyle atıl
olmayıp yapmış oldukları hareketlerle boyutsal olarak da
bir üst boyuttaki hükmün, bir alt boyutu olan maddesel
boyutta açığa çıkışını sağlamakta olduğu
anlatılmaktadır.
Bir başka açıdan baktığımızda
da, Bilinç boyutlarından gelen hükümlerin Arz
boyutlarından boyut boyut inerek maddi alemdeki açığa
çıkışı bildirilmektedir. Hükmün her bir Arz katmanında
açığa çıkışı ve o boyuttaki oluşumları da bu şekilde
düşünmek gerekir. Görüldüğü gibi bu ayette de sınırlı
sayıdaki planetlerde yaşayan uzaylılarla ilgili bir
şeyden bahsedilmemekte, bunu yerine sınırsız, sonsuz
tüm varlığın, ikiz yapılarıyla bir bütün olarak mevcut
olup aynı anda hareket etmekte olduğu anlatılmaktadır.
Ancak burada insan ve ikiz yapısı bir farklılık arz
etmektedir, o da insanın ikiz yapısı olan birimsel
Ruhunun, bedeninden önce değil, bedeni oluştuktan sonra
anne karnında 120. günde meydana gelmektedir.
Yine aynı şekilde ufocular,
“Andolsun
ki, Ademoğullarını
(şuur boyutunda yaratılmışın oğullarını)
ikramlarla şerefli kıldık! Onları karada
(beden)
ve denizde (bilinç boyutunda)
taşıdık... Onları temiz-yararlı yaşam gıdalarıyla
besledik... Onları yarattıklarımızın birçoğundan
üstün tuttuk!” (17- 70)
ayetinin de dünya dışı maddesel yaşama ait en büyük
delillerinden birini teşkil ettiğini dile getirerek
insandan üstün olarak yaratılan varlıkların, bizi
ziyaret etmekte olan uzaylılar olduğunu
belirtmektedirler. Elbette ayet doğrudur. İnsandan
birtakım üstün varlıklar var. Ama bunlar ufocuların
iddia ettikleri varlıklar olmayıp, ayet ve hadislerin
işaret ettiği üzere bu üstün özellikli varlıklar
Meleklerdir. Daha doğrusu,
“Allah’ın öylesine Muheymin Melaikesi vardır ki, onlar
sayısız varlıkların, meleklerin varlığından bihaberdir”
hadisinin belirttiği üzere
Meleklerin en üst sınıfını oluşturan
“Müheymin”
ismiyle işaret edilen Meleklerdir. Bu melekler, Hz
Adem’e secde emri almamış, alması da mümkün olmayan,
Allah’ın Zatına dönük, her an Zati Tecellileri yaşayan
Galaktik boyut ve Boyutlardaki yapılardır. Buna,
“Arz- Arş - 5”
ve
“Dalgalar Ve Özellikleri – 5 ”adlı
yazımızda daha detaylı değinmiştik. Yaratılanlar içinde
en şerefli mahluk olan “İnsan” yani, “İnsanı Kamiller”
(bizim gibi sıradan insanları kast etmiyorum)
Yeryüzünde, Arz üzerinde “Halife” olarak seçilmişlerdir.
Bu nedenle de “Yeryüzü Halifeleri” olarak
adlandırılırlar. Tasarruf alanı Güneş Sistemiyle
sınırlıdır.
Özü itibariyle aynı yapı olmasına karşın, Zahiri olarak
güç, kudret, tasarruf alanı itibariyle Müheymin yapılı
Melekler, “Yeryüzü Halifelerinden” üstündür. Yeryüzü
meleklerini algılayabilen ama onlara söz geçiremeyen
Cinlerin, Müheymin yapılı Meleklerin bir alt boyutunda
yer alan Mukarreb ismiyle işaret edilen ve Sıfat
Tecellilerini yaşayan Melek türlerini (Cebrail, Azrail,
Mikail, İsrafil, …vs.) bile algılayıp değerlendirmeleri
asla mümkün değilken, nerede kaldı “Muheymin” yapılı
varlıkları değerlendirmeleri. Eğer bu mümkün olsaydı
Kuran ve Hadislerde Cinlerin de Halife olduğu söylenirdi
ki, onların Halife olma özelliğinden kesinlikle
bahsedilmediği gibi, Halife olamayacakları da açıkça
belirtilmektedir. Halifelik kavramı, oldukça geniş bir
konu. Halifelerin kendi içinde de idrak düzeyleri,
Kemalat farklılıkları, görev alanları mevcuttur. Konumuz
olmadığı için bunu ilgili eserlerden okuyabilirsiniz.
Dolayısıyla Cinler ya da uzaylılar akıllarının
eremeyeceği, bilemeyeceği gerçeklerden yoksun bir
biçimde kendilerini onların yerine koyarak ya da
koydurtarak (mesajlarından bunu açıkça anlıyoruz)
insanlığı yanlış yönlendirmeye ve aldatmaya
çalışmaktadırlar. Kısacası, Cinlerin (uzaylıların)
bizden öğrenecekleri çok şeyler var, bizlerin onlardan
değil.
Görüldüğü üzere, meleklerin kaç sınıftan oluştuğunu,
evrende ve tüm varlıkta ne tür işlevlerde bulunduğunu,
hangi boyuttaki İnsanın (Halifenin), hangi tür melekten
üstün olduklarını ya da ifadelerin hangi bakış açısı
(boyut) temel alınarak yapıldığını bilemeyen insanların,
bu ve benzeri ayet ve hadislerin yorumlarını yapması
asla mümkün değildir. Konuştukları ancak kendi
hayalleri, zanlarıdır. Ama en azından meleklerin genel
olarak bilinen vasıf ve özelliklerinden gitmek suretiyle
bunların ufolar ya da farklı suretlerde açığa çıkan
varlıklar olmadıklarını yine de anlayabilirlerdi.
Maalesef bilinçleri öyle kilitlenmiş durumdadırlar ki,
bunu bile yapamamaktadırlar.
Kenan Keskin
(Kaynakça: Ruh, İnsan, Cin / İnsan Ve Sırları- II /
Kendini Tanı/ Tek’in Seyri / Akıl Ve İman / B Meali –
Ahmed Hulusi) |