“Rabbin
katında bir günün bin yıl olması, Meleklerin ve Ruhun
elli bin yıllık yolu, bir günde almaları, mahşerde
tekrardan Baas olan ruhların dünya hayatını çok, çok
kısa süre olarak algılamaları…”
ile ilgili ayetleri
“Metafiziksel Yanılgılar- 23, Din-Bilim Soru Ve
Cevapları-6, 10, 15
başlıklı yazımızda açıkça değinmiştik. Şimdi de, Arş
kavramını görmeye çalışalım.
“Arşı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunan
melekler Rablerini hamd ile tespih ederler, Ona iman
ederler” (Müminun-7)/ “ Melekler Onun etrafındadır, O
Gün Rabbinin Arşını, bunların da üstünde sekiz Melek
taşır” (Hakka-17)/ “Melekler, Arşın etrafını çevirmiş
oldukları halde Rablerini Hamd ile överken görürsün” (Zümer-75)
/ “O çok büyük Arşın sahibi olan Allah’tan başka ilah
yoktur (yani, ilah yoktur sadece Allah vardır) (Tevbe-129)”
/ “Arşı Su üzerindeyken Gökleri ve Yeri altı günde
yaratandır (Hud-7)” / “Göklerin ve Yerin Rabbi Arş’ın da
Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan
yücedir, münezzehtir” (Zuhruf-82)/ “ Şüphesiz ki sizin
Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonrada
işleri yerli yerince idare ederek Arşa istiva edendir”
(Yunus- 3) / “Allah görmekte olduğunuz gökleri direksiz
olarak yükselten sonra Arş üzerine istiva eden
(kurulan), Güneşi ve Ay’ı emrine boyun eğdirendir” (Rad-2)
/ “Rabbin, Rahmanın Arş üzerine bağdaş kurması,
oturması” (hadis) /
“Dünya Seması ile ondan sonra ki gelen Semanın arası beş
yüz senedir. Her iki semanın arası böylece beş yüz
senedir. Yedinci sema ile Kürsünün arası da beş yüz
senedir. Kürsü ile Suyun (Denizin) arası da beş yüz
senedir. Arş ise suyun üstündedir. Arş’ın üstünde de
Allah vardır” (hadis) /
“Rahmanın Arşa asılı olması…” (hadis) / “Her şeyin bir
gölgesi vardır. Allah’ın gölgesi de Arş’ tır” / “ Kulum
anlattım sana ki Arş, senin gölgendir”, “Müminin Kalbi
Allah’ın Arş’ıdır” (Kutsi hadis).
Arş: üstünlük, ulvilik, yüksek yer, yükseklik, yüksek
şey, taht, tavan, çatı, Kubbe... anlamlarında
kullanılmaktadır. Bu kavram Yahudi ve Hıristiyanlıkta da
geçmekte olup mesela, Eski ve Yeni Ahitin toplu olarak
yer aldığı kutsal kitabın İncil bölümünde Arş, Tanrının
ezelden beri üzerinde oturduğu ve evrenin en yüksek
noktasında yer alan Taht ya da “Kralın Tahtı” anlamında
kullanılmıştır. Ayrıca bu Arş ile ilgili, her iki
bölümde yer alan diğer benzetmeleri toplu olarak
baktığımızda ise, gök kubbede bulunan bu taht (Arş)
pembe mavi karışımı gök yakutu rengindedir. Kalın
bulutlarla örtülü olan bu tahtın (Arş’ın) altında
billurdan, çok latif ve berrak hayat ırmağı (suyu)
çıkmakta olup secde eden meleklerle, göksel, güçler,
varlıklar bu tahtın etrafında bulunmakta, onu
kuşatmaktadırlar. Ayrıca bu melekler aslan, dana, kuş
gibi çeşitli hayvan suretlerinde olduğu gibi, bir tanesi
de insan suretinde bulunarak bu tahtın etrafında yer
almaktadır. Tanrı da kurulduğu bu tahtın üstünden evreni
ve insanı yönetmektedir, melekleriyle. İslam
kaynaklarında ise, yukarıda belirttiğimiz ve aşağıda
belirteceğimiz ifadeler yanında yine çeşitli hadisler ve
bu hadislere dayalı yorumlara göre, Arş’ın Nurdan ama
bunlar sarı, kırmızı ve yeşil yakuttan yaratılmış çok
büyük Nurani bir cisim olduğu veya beyaz renkli Nurdan,
Nur suyundan yaratıldığı, bazı yönleriyle dört, bazı
yönleriyle de sekiz sütuna sahip olan Arş’ın, Koç,
Aslan, Öküz, Kartal… ve İnsan suretli, ayakları yerde,
başları Yedinci Kat Göğün üzerinde olan melekler
tarafından taşındığı da bildirilmektedir. İlgili hadisin
birinde de “Arz
ile Sema arasında (at gidişiyle) 73 yıllık mesafenin
olduğu ve her bir Sema arasının da bu mesafede
bulunduğu, Yedinci Semanın ötesinde bir denizin olduğu
ve bu denizin altı ile üstü arasındaki mesafenin de iki
sema arası
mesafede olduğu ve bunun da ilerisinde Sekiz yabani keçi
suretinde Meleklerin ve bu meleklerin sırtında da Arş’ın
yer aldığı ve bu Arş’ın altı ve üstü arasındaki
mesafenin de yine iki Sema arası uzaklık kadar olduğu,
Allah’ın ise, tüm bunların fevkinde olduğu”
anlatılmaktadır.
Geçmişte bu konularla ilgili açıklamalara baktığımızda,
bu konu gerçekten bilinsin ya da bilinmesin, dönemin
anlayışına uygun olarak mecazların yine mecazlarla
açıklandığını görmekteyiz. İşin üzücü yanı, Hıristiyan
ve Yahudileri bir kenara bırakırsak İslam dünyasının
bunlara kıyasla çok daha fazla veriye sahip olmasına
karşın, sanki ilimsel veriler hiç gelişmemiş, evrensel
gerçekler hiç değişmemişçesine dini literatürde evrensel
sistemle ilgili açıklamalar, bugün Hıristiyan ve Yahudi
dünyasında da olduğu gibi geçmiş dönemdekilerle aynı
şekilde değerlendirilmekte, geçmişte kimin ne dediği,
falanca kişinin nasıl görüş belirttiği, kimin kime nasıl
karşı çıktığı, ...gibi sonuç getirmeyen, konuyu
açıklamayan ezberler ortaya konarak, bunlardan
bahsetmekle o konunun anlaşıldığı, halledildiği ve bunu
yapmanın ilimden sayıldığı imajı verilmekte, hâlâ 20 yy.
devrim niteliğindeki bilgiler yanında. Bu arada, bugün
din çevrelerince Batlamyus ya da benzeri model
düşünülmüyor elbette, ancak evrenin mekânsal anlamda
daha büyük olduğu, bir merkezi olmadığı, yapısının neden
meydana geldiği...vs bilinmesine karşın, günümüze ait
olan bu bilgiler, maalesef hâlâ eskiye ait düşünce
biçimiyle değerlendirilmeye devam etmektedir.
Yani, işin şekli, bakılan şeyin yapısı değişti; ama o
şeye
bakış açısı,
değerlendirme biçimi asla değişmedi.
Bu nedenle,
mecazları hangi dönemde olursa olsun
değerlendirebilenler, bununla anlatılmak istenen
Hakikâtlere ulaşırken, bunları değerlendiremeyenler de
(günümüz de dahil, insanlığın çok büyük çoğunluğu), yine
mekâniksel anlayışlarla olaya yaklaşmak suretiyle
dünyadan yola çıkarak merkezde dünya, bu dünyanın
etrafında yedi gök ve ötesinde ne olduğu belli olmayan
bir Kürsü, daha da ilerisinde meleklerin (üzerinde)
taşıdığı Arş, Arş’ın üzerinde de bir tanrı yer almakta
olup bulunduğu bu mekândan evreni ve insanları izleyerek
canı istediğinde bu yarattıklarına müdahale edip koyduğu
sistemlere ters de gelebilecek şekillerde, dilediğince
yönetmektedir. Oysa
bu Gök ve Yerle ilgili ifadeler lokal, yerel kısıtlı bir
anlayışın ürünü olmayıp gerçekte, hiçbir yerde (noktada)
merkezi olmayan evrende, Dünya (Arz) derken, bilinen
maddesel boyutumuzu, diğer Arz katlarıyla da, diğer
ışınsal boyutları, Gök (Sema) katları derken de Bilinç
boyutlarını, Kürsü derken sistemimize ait Ruh boyutunu,
tüm Sistemlerin ana kaynağı olarak da Ruhu Azam
boyutunu, Su (Deniz) ifadesiyle ise, bu Evrensel Enerji
Okyanusunu
günün bilimsel anlayışının da ötesinde,
Evrensel Anlayışı
anlatan bir ifade olduğunu bize göstermektedir, Kuran ve
Resulullah açıklamaları. Burada şunu da belirtmek
gerekir ki, her bir Sema katı, Arz katı genel anlamda
Yedi farklı boyut halinde olsa da her bir katman, kendi
içinde sonsuz boyutlara sahiptir.
Yerler, Semalar, Kürsü ve Arş ile ilgili
açıklamalarımıza, “Enerji- Melek”, “Arz-Arş” isimli
makalelerimizde değinmiştik. Bu yüzden, tekrar aynı
şeylerden bahsetmek yerine, eksik kalan bazı noktalara
değinmek istiyorum. Bildiğimiz gibi Arş, somut ya da
soyut olan bir varlığın, üzerinde bulunduğu, ona
dayandığı, ona değdiği… bir şey olmayıp Allah ismi ile
anlatılmak istenen varlığın sahip olduğu, Zatına ait
isimlerinin kuvveden fiile çıktığı ve Ef’al dediğimiz
çokluk boyutunu meydana getirdiği, yani bu dönüşümün
olduğu soyut, hayali bir sınırdır. Ya da başka bir
deyişle, manalarının bulunduğu boyut ile bu manaların
projeksiyonuyla oluşan çokluk boyutu arasındaki
sınırdır, Arş. Misal olması açısından, hologram plakası
ile bu plakanın projeksiyonuyla oluşan suretler boyutu
arasındaki sınırı siz nasıl tanımlarsanız, buradaki
sınırı da öyle düşünmemiz gerekir. Burada kullanılan
çokluk boyutu, yine mekâniksel anlamda düşündüğümüz
gibi, enerji ve bu enerjinin yoğunlaşmasıyla oluşan
maddesel boyut, maddesel suretler boyutu olmayıp tüm
bunların kaynağı olan ve Özsel ya da Allah’a ait tüm
özelliklerinin aynen yüklendiği Ruhu Azam Boyutudur ya
da Enerji- Data boyutudur. Bu yüzden Ayanı Sabite, Arşın
üzerindeki bir boyutken, Levhi Mahfuz Arşın altındaki
bir boyuttur. Ayrıca, Arş’ın boyutsal bir kavram olması
sebebiyle, mekânsal anlamda çevresinin, etrafının
olamayacağı için bu tür ifadeleri de boyutsal anlamda
düşünüp “çevresi ve etrafında” yerine, “Arş’ın alt
boyutlarında yer almaları” şeklinde değerlendirmeliyiz.
Böylece,
“Meleklerin Arşın etrafını çevrelemesi, Arş’ı
yüklenmesi, Arş’ı taşıması, Arş’a yakın bulunması,...
vs”
gibi ifadeler de gerçeğine yaklaşım olması açısından
mecazi ifadeler olup Allah’a ait özellikler boyutuna
yakın olmaları nedeniyle Hakikâtini bilmeleri,
Hakikâtini tanımaları daha doğrusu Allah’a, Allah’ın
özelliklerine kapasitelerince ayna olduklarını
belirtmektedir (bu ayna oluşları nedeniyle, her birime
ait Arş’ın olması söz konusudur). Kulu oldukları
Rablerini Hamd ile tespih ederek yani, Allah’ı
değerlendirebilen,(1)
kendilerini bilen ve bu bilmeleri sonucunda varlıkta
oluşlar meydana getiren ve bu sistemleri hükmü altında
tutan Meleklerden olduklarını anlatmaktadır, Ruh Adlı
Meleğin Suretleri olarak.
Bildiğimiz üzere, kendini bilen melekler olduğu gibi,
yine meleki boyutta ancak, kendini bilmeyen, Üst Bilinç
yapılı Meleklerin İlim-İrade ve Kudretiyle var olup
hareket eden, sadece kendisine verilen görevleri yerine
getiren ya da günümüz diliyle sadece kendisine yüklenen
datalar istikametinde enerji- data boyutunda ve
dolayısıyla bunun projekte boyutlarında yer alarak
oluşlar, oluşumlar, görevler ifa eden melekler de
bulunmaktadır. Bu arada nasıl ki, Allah’a ait tüm
özellikler Ruh adlı meleğe yüklenmişse, holografik
sistemin gereği olarak aynı şekilde kendini bilen
Meleklerde de tüme ait bilgiler, özellikler mevcuttur,
bir üst boyut tarafından kendilerine yüklenilen. Ruh
adlı meleğin bir altında Ruhul Kudüs ve Onun da bir alt
boyutundan başlamak üzere Kendi Özündekine Vakıf yani,
O’na ait İlim ve Kudretle bilinçli olarak hareket eden
Melekler hiyerarşik biçimde sıralanmaktadır. Gerek Ruhul
Kuds, gerekse de kendini bilen Melekler sonsuzdur. Aynı
idrak seviyesinde Hakikâtini bilen bu meleklerin
birbirlerinden olan farklılıkları ise, açığa çıktığı
boyut ya da etki ettiği alanla, kapsamla ilgili
olmasıdır. Ancak bu sonsuz oluşu da, yan yana oluşlar
şeklinde değil, boyutsal anlamda düşünmemiz gerekir.
Bununla birlikte, Arş’ın üstünde çokluk boyutu yoktur.
Sırf manalar, Allah’ın isimleri mevcuttur. Arş’ın
üstünde çokluk, ancak bir varsayım olarak vardır.
Arşın altında çokluk boyutudur derken de gerçekte
herkesin bildiği gibi çokluk anlamında olmayıp,
çokluk olarak algılanan boyut anlamındadır, bu
çokluğu algılayan birimler tarafından. Kısacası, Ef’al
boyutu itibariyle de varlık Tek olduğundan gerçekte bu
boyut itibariyle de bölünme –parçalanma söz konusu
olamaz. Rabbin, Rahmanın Arş’ın üzerinde bulunması, yer
alması, o noktaya asılı kalması...vs gibi kavramlar ise,
tüm Kâinatın (Efal boyutunun) kaynağı olan meleki
boyutun, bu isimler ile var olup varlığını bu isimlerle
devam ettiğini ve hükmünü yürütenin, bulunduğu boyutun
bakış açısına göre Rab yada Rahmanın elinde olduğunu
anlatmaktadır.
“Arş’ın, Allah’ın gölgesi olması”
da, İsimlerini yansıttığı boyut olması nedeniyledir.
İnsan kalbinin yani, Şuurunun Allah’ın Arş’ı olması da
Allah’ın bu isimlerini ancak İnsanın açığa çıkartıp
yansıtabileceğini ifade etmektedir ki, bu yüzden Arş, bu
özelliğe sahip olan
“Kulun gölgesi”
durumunda olmaktadır. Bununla birlikte Resulullah’ın,
“Kıyamet gününde bazı İnsanların Arş’ın gölgesinde
gölgeleneceğini ve kendilerine Nurdan Kürsüler
kurulacağını”
belirterek Arş’ın Allah İsimlerinin (özelliklerinin) Ruh
Adlı Melek adı altında açığa çıktığı sınır olması
dolayısıyla, boyutsal sınırın gölgesinde gölgelenenlerin
Bilincinin bu Ruhun bilinci olan Kozmik Bilinç olduğunu
idraklerince fark edip bu Öz Bilincin kuvveleriyle
(melekeleriyle) hareket eden, yaşam ve olaylara bu
boyuttan yön verebilen birimler olduğunu, bu yüzden de
kıyamette, gerek mahşer sırasında uzun süreçlerde
gerekse de cehennemden kaçarken içinde bulunacakları
maddi ve manevi çok sıkıntılı ortam ve durumdan hiç
etkilenmeyeceklerini, diğer insanlar gibi kaçışı, çok
uzun süreçleri yaşamayacaklarını anlatmaktadır.
Arş’ın alt, üst, sağ, sol gibi yönlerinin, ağırlığının
olduğunu, gölgesi, köşeleri, sütunları bulunduğu bunun
yanında gökyüzünde kubbe şeklindeki büyük ve değerli bir
nesne, cisim olduğunu ve birbirlerinden çok, çok uzakta
yer alan bu sütunları üzerinde ise, Kelimei Tevhidin
yazılı olduğu yanı sırada Arş’ı taşıyan Meleklerin bir
tanesinin bile, kulak yumuşaklığı ile ensesi arasındaki
uzaklığın at gidişiyle yetmiş üçyıllık mesafe olduğu
anlatılırken, diğer benzer hadiste de Keçi suretli böyle
bir Meleğin, ayağı ile topuğu arasındaki mesafenin yine
bu kadar mesafede olduğu bildirilmektedir ki, tüm bunlar
da mecazdır, insan beyninde yer etmesi, anlayabilmesi
için
birer somut nesneymişçesine.
Öncellikle, Yedi Sema (keza, madde ötesi yer boyutları)
Kürsü, Arş Somut değil, gerçekte Soyut yapılar olup
algıladığımız Somut boyutta
çıktıları, bu çıktıların Soyut boyuta olan işaretleri
bulunmaktadır. Bu yüzden Arş’ın her yöne doğrultusunun
olması her şeyi kapsaması, her yerde, her noktada, her
boyutta bir fiil mevcut olması, her mekânda bulunması
itibariyle de mekânsız, dolayısıyla zamansız yani,
zamanın işlemediği vurgulanmaktadır.
Ağırlığının olması, her boyut ve mekânda etkinliğinin
her an devam etmekte olduğu anlatılmaktadır.
Sütunlarının çok geniş olması, yine Arş’ın boyutsal ve
mekânsal olarak sonsuzluğa uzandığına işaret ederken,
onu taşıyan sütunlarında Kelime-i Tevhidin yazılı olması
bu kavramın temellerinin bunun anlamına yani,
“Tanrı yoktur, Var olan Yalnız Allah’tır”
anlamına dayandığını böylece Arşın alt boyutundaki
varlık (çokluk) boyutunun da, Arş’ın üstündeki
özelliklerin ve gerçeğin izdüşümü olduğunu, bu yüzden bu
boyutta bile Allah’ın varlığı dışında bir varlığın
olmadığını, varlığın gerçekte yok olarak mevcut olduğunu
ve Arş’a ulaşmanın ancak bu Kelimenin anlamının birim
tarafından idrak edilip bilincinde açığa çıkartmasıyla
mümkün olabileceğini, Meleklerin Kelime-i Tevhidin
yazılı olduğu sütunları taşımasının ise, Allah’ı
tanıyan, kendini bilen Meleklerden olduğunu, Evrensel
boyutlarda geçerli olan tüm Sistemlerde görev
aldıklarını anlatmaktadır. Bunun yanında, yine bu
meleklerin boylarının yerden Yedi kat Göğün üzerine
uzanması, varlıklarının Öz boyutlara uzandığını, aslan,
öküz, kartal, insan suretlerinde olmaları, Bilinçli,
Şuurlu, çok güçlü, kudretli, her noktaya, yere
uzanabilen, hareket edebilen, etkinliğini gösterebilen
ve beşeri duygu ve şartlanmalara sahip olmadıklarını,
…vs. belirtmektedir.
Diğer hadiste de yine, hitap ettiği insanların yaşam
tarzlarına, anlayacakları türden ve diğer açıklamalara
da tamamlayıcı olacak şekilde bu melekleri,
“Yabani Keçi”
şeklinde dile getirerek bu hayvanın inatçı, dediğini
yapan, doğada serbest dolaşan, …vs. özelliklerini göz
önüne aldığımızda bu Meleklerin, holografik sistemin
gereği olarak tümün özelliklerine sahip bir fert olarak
dilediğini yapan, ortaya koydukları şeylerden
etkilenmeyen, gücünü her şeye geçiren, …vs. ve diğer
hadiste de bundan farklı olarak sekizinin de keçi
olduğunu belirterek her biri farklı çıkışlar ortaya
koysa da hepsinin temelde aynı özelliklere sahip olduğu
vurgulanmaktadır. Yakuttan, Nur’dan, …vs gibi
tanımlamalar da, bu şeylerin çok, çok değerli, pozitif
şeyler olması sebebiyle Arş’ın da çok çok değerli olduğu
aynı zamanda da soyut ve somut arasında ama ne soyut ne
de somut olan bir şey olduğu anlatılmak istenmektedir.
Gerek Arz ile Sema arası gerek, Semalar arası gerek,
yedi Sema ötesi mesafeler, gerekse de, Meleklerin
boyları, kulak boyun ya da ayak, topuk arası uzaklıklar,
büyüklükleri bedenin ayrı ayrı bölümleri örnek
gösterilerek bir yöne doğru değil de tüm yöne doğru
olarak, bir taraftan
Afaki yönüyle
insan hafsalasının alamayacağı devasa mesafelere, devasa
boyutlardaki yapılara sahip oldukları (ki bununla ilgili
günümüz verileri de insanları şok edecek düzeydedir) ve
böyle yapılar şeklinde, (galaksi ve ötesi) sınırsız
yapılarda açığa çıktıkları belirtilirken, diğer taraftan
da mekânsallığa ait mesafe kavramıyla birbirinden olan
uzaklıkların ve yapıların, gerçekte boyutsal anlama
işaret etmesi dolayısıyla, bunların
Enfüsi boyuttan da
(Bilinç boyutunun kendi içinde de) sınırsızlığa
uzandıklarını anlatmaktadır.
Burada bir soru karşımıza çıkıyor o da, gerek bir önceki
yazıda gerekse de bu yazıda yer alan, hiyerarşik bakış
açısının Arz’dan başlayarak, Semalar, Kürsü, Kürsülere,
denize (Suya) ve Arş’a kadar uzanması olayı, nasıl
oluyor da boyutsal bir kavram olan Arş’ı içine
alabilmektedir? Başka bir deyişle, mekânsal olan bir
hiyerarşik genişleme, nasıl oluyor da boyutsallıkla
anlaşılabilen Arş’a uzanabilmektedir? Bunun cevabı,
Afaki yönden hiyerarşik durumu tanımlarken aslında
olayın sadece mekânsal (maddesel) yönü değil, aynı anda
Bilinç boyutlarındaki hiyerarşik durumu da ele
alınmaktadır. Böylece Afaki yönüyle hiyerarşik durum,
sonsuz ve sınırsızlığa ve nihayetinde Arş’a uzanırken,
Enfüsi yönüyle de (Bilinç boyutunun kendi içinde de) Öze
doğru sonsuz sınırsız Bilinç boyutlarına, Ruh boyutuna
ve nihayetinde Arş boyutuna ulaşılmış olmaktadır. Bu
yüzden Arş’ın altı ve üstü arasında var olan mesafeyi de
boyutsal anlamda düşünme zorunluluğu ortaya
çıkmaktadır. Böylece daha önceki yazı ve
açıklamalarımızı göz önüne alıp düşünerek, Yedi Sema
ötesindeki Denizi, melekleri ve bunların sırtındaki
Arş’ı ve Arş’ın üst ve altındaki mesafe ile Allah’ın
Arş’ın fevkinde oluşunu, Afaki ve Enfüsi boyutlar
açısından açıklamasını sanırım yapabiliriz.
Bunun yanında başka bir hadiste de, Cebrail (as) ın ve
İblisin de birer Arşı olduğundan bahsedilmektedir ki, …
(1)
Hamd: bir anlamda da, “değerlendirme”
demektir.
(Kaynakça: Gavsiye Açıklaması, Akıl Ve
İman, Kendini Tanı, İnsan Ve Din – Ahmet Hulusi /
Hadisler, Sorular, Yorumlar – 11 – Ahmed Fevzi Yüksel/
İslam Ansiklopedisi, 3. Cilt, Syf. 407 / Özün Özü- M.
İbnül Arabi / İnsanı Kamil – A. K. İ. Cili / Kütübü
Sitte- Hadis Kitabı) |