Yerler (Arz), Gökler (Sema) ve Kıyamet

3. Bölüm

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“Rabbin katında bir günün bin yıl olması, Meleklerin ve Ruhun elli bin yıllık yolu, bir günde almaları, mahşerde tekrardan Baas olan ruhların dünya hayatını çok, çok kısa süre olarak algılamaları…” ile ilgili ayetleri “Metafiziksel Yanılgılar- 23, Din-Bilim Soru Ve Cevapları-6, 10, 15 başlıklı yazımızda açıkça değinmiştik. Şimdi de, Arş kavramını görmeye çalışalım.

“Arşı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunan melekler Rablerini hamd ile tespih ederler, Ona iman ederler” (Müminun-7)/ “ Melekler Onun etrafındadır, O Gün Rabbinin Arşını, bunların da üstünde sekiz Melek taşır” (Hakka-17)/ “Melekler, Arşın etrafını çevirmiş oldukları halde Rablerini Hamd ile överken görürsün” (Zümer-75) / “O çok büyük Arşın sahibi olan Allah’tan başka ilah yoktur (yani, ilah yoktur sadece Allah vardır) (Tevbe-129)” / “Arşı Su üzerindeyken Gökleri ve Yeri altı günde yaratandır (Hud-7)” / “Göklerin ve Yerin Rabbi Arş’ın da Rabbi olan Allah onların uydurdukları noksan sıfatlardan yücedir, münezzehtir” (Zuhruf-82)/ “ Şüphesiz ki sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan ve sonrada işleri yerli yerince idare ederek Arşa istiva edendir” (Yunus- 3) / “Allah görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten sonra Arş üzerine istiva eden (kurulan), Güneşi ve Ay’ı emrine boyun eğdirendir” (Rad-2) / “Rabbin, Rahmanın Arş üzerine bağdaş kurması, oturması” (hadis) / “Dünya Seması ile ondan sonra ki gelen Semanın arası beş yüz senedir. Her iki semanın arası böylece beş yüz senedir. Yedinci sema ile Kürsünün arası da beş yüz senedir. Kürsü ile Suyun (Denizin) arası da beş yüz senedir. Arş ise suyun üstündedir. Arş’ın üstünde de Allah vardır” (hadis) / “Rahmanın Arşa asılı olması…” (hadis) / “Her şeyin bir gölgesi vardır. Allah’ın gölgesi de Arş’ tır” / “ Kulum anlattım sana ki Arş, senin gölgendir”, “Müminin Kalbi Allah’ın Arş’ıdır” (Kutsi hadis).

Arş: üstünlük, ulvilik, yüksek yer, yükseklik, yüksek şey, taht, tavan, çatı, Kubbe... anlamlarında kullanılmaktadır. Bu kavram Yahudi ve Hıristiyanlıkta da geçmekte olup mesela, Eski ve Yeni Ahitin toplu olarak yer aldığı kutsal kitabın İncil bölümünde Arş, Tanrının ezelden beri üzerinde oturduğu ve evrenin en yüksek noktasında yer alan Taht ya da “Kralın Tahtı” anlamında kullanılmıştır. Ayrıca bu Arş ile ilgili, her iki bölümde yer alan diğer benzetmeleri toplu olarak baktığımızda ise, gök kubbede bulunan bu taht (Arş) pembe mavi karışımı gök yakutu rengindedir. Kalın bulutlarla örtülü olan bu tahtın (Arş’ın) altında billurdan, çok latif ve berrak hayat ırmağı (suyu) çıkmakta olup secde eden meleklerle, göksel, güçler, varlıklar bu tahtın etrafında bulunmakta, onu kuşatmaktadırlar. Ayrıca bu melekler aslan, dana, kuş gibi çeşitli hayvan suretlerinde olduğu gibi, bir tanesi de insan suretinde bulunarak bu tahtın etrafında yer almaktadır. Tanrı da kurulduğu bu tahtın üstünden evreni ve insanı yönetmektedir, melekleriyle. İslam kaynaklarında ise, yukarıda belirttiğimiz ve aşağıda belirteceğimiz ifadeler yanında yine çeşitli hadisler ve bu hadislere dayalı yorumlara göre, Arş’ın Nurdan ama bunlar sarı, kırmızı ve yeşil yakuttan yaratılmış çok büyük Nurani bir cisim olduğu veya beyaz renkli Nurdan, Nur suyundan yaratıldığı, bazı yönleriyle dört, bazı yönleriyle de sekiz sütuna sahip olan Arş’ın, Koç, Aslan, Öküz, Kartal… ve İnsan suretli, ayakları yerde, başları Yedinci Kat Göğün üzerinde olan melekler tarafından taşındığı da bildirilmektedir. İlgili hadisin birinde de “Arz ile Sema arasında (at gidişiyle) 73 yıllık mesafenin olduğu ve her bir Sema arasının da bu mesafede bulunduğu, Yedinci Semanın ötesinde bir denizin olduğu ve bu denizin altı ile üstü arasındaki mesafenin de iki sema arası mesafede olduğu ve bunun da ilerisinde Sekiz yabani keçi suretinde Meleklerin ve bu meleklerin sırtında da Arş’ın yer aldığı ve bu Arş’ın altı ve üstü arasındaki mesafenin de yine iki Sema arası uzaklık kadar olduğu, Allah’ın ise, tüm bunların fevkinde olduğu” anlatılmaktadır.

Geçmişte bu konularla ilgili açıklamalara baktığımızda, bu konu gerçekten bilinsin ya da bilinmesin, dönemin anlayışına uygun olarak mecazların yine mecazlarla açıklandığını görmekteyiz. İşin üzücü yanı, Hıristiyan ve Yahudileri bir kenara bırakırsak İslam dünyasının bunlara kıyasla çok daha fazla veriye sahip olmasına karşın, sanki ilimsel veriler hiç gelişmemiş, evrensel gerçekler hiç değişmemişçesine dini literatürde evrensel sistemle ilgili açıklamalar, bugün Hıristiyan ve Yahudi dünyasında da olduğu gibi geçmiş dönemdekilerle aynı şekilde değerlendirilmekte, geçmişte kimin ne dediği, falanca kişinin nasıl görüş belirttiği, kimin kime nasıl karşı çıktığı, ...gibi sonuç getirmeyen, konuyu açıklamayan ezberler ortaya konarak, bunlardan bahsetmekle o konunun anlaşıldığı, halledildiği ve bunu yapmanın ilimden sayıldığı imajı verilmekte, hâlâ 20 yy. devrim niteliğindeki bilgiler yanında. Bu arada, bugün din çevrelerince Batlamyus ya da benzeri model düşünülmüyor elbette, ancak evrenin mekânsal anlamda daha büyük olduğu, bir merkezi olmadığı, yapısının neden meydana geldiği...vs bilinmesine karşın, günümüze ait olan bu bilgiler, maalesef hâlâ eskiye ait düşünce biçimiyle değerlendirilmeye devam etmektedir. Yani, işin şekli, bakılan şeyin yapısı değişti; ama o şeye bakış açısı, değerlendirme biçimi asla değişmedi. Bu nedenle, mecazları hangi dönemde olursa olsun değerlendirebilenler, bununla anlatılmak istenen Hakikâtlere ulaşırken, bunları değerlendiremeyenler de (günümüz de dahil, insanlığın çok büyük çoğunluğu), yine mekâniksel anlayışlarla olaya yaklaşmak suretiyle dünyadan yola çıkarak merkezde dünya, bu dünyanın etrafında yedi gök ve ötesinde ne olduğu belli olmayan bir Kürsü, daha da ilerisinde meleklerin (üzerinde) taşıdığı Arş, Arş’ın üzerinde de bir tanrı yer almakta olup bulunduğu bu mekândan evreni ve insanları izleyerek canı istediğinde bu yarattıklarına müdahale edip koyduğu sistemlere ters de gelebilecek şekillerde, dilediğince yönetmektedir. Oysa bu Gök ve Yerle ilgili ifadeler lokal, yerel kısıtlı bir anlayışın ürünü olmayıp gerçekte, hiçbir yerde (noktada) merkezi olmayan evrende, Dünya (Arz) derken, bilinen maddesel boyutumuzu, diğer Arz katlarıyla da, diğer ışınsal boyutları, Gök (Sema) katları derken de Bilinç boyutlarını, Kürsü derken sistemimize ait Ruh boyutunu, tüm Sistemlerin ana kaynağı olarak da Ruhu Azam boyutunu, Su (Deniz) ifadesiyle ise, bu Evrensel Enerji Okyanusunu günün bilimsel anlayışının da ötesinde, Evrensel Anlayışı anlatan bir ifade olduğunu bize göstermektedir, Kuran ve Resulullah açıklamaları. Burada şunu da belirtmek gerekir ki, her bir Sema katı, Arz katı genel anlamda Yedi farklı boyut halinde olsa da her bir katman, kendi içinde sonsuz boyutlara sahiptir.

Yerler, Semalar, Kürsü ve Arş ile ilgili açıklamalarımıza, “Enerji- Melek”, “Arz-Arş” isimli makalelerimizde değinmiştik. Bu yüzden, tekrar aynı şeylerden bahsetmek yerine, eksik kalan bazı noktalara değinmek istiyorum. Bildiğimiz gibi Arş, somut ya da soyut olan bir varlığın, üzerinde bulunduğu, ona dayandığı, ona değdiği… bir şey olmayıp Allah ismi ile anlatılmak istenen varlığın sahip olduğu, Zatına ait isimlerinin kuvveden fiile çıktığı ve Ef’al dediğimiz çokluk boyutunu meydana getirdiği, yani bu dönüşümün olduğu soyut, hayali bir sınırdır. Ya da başka bir deyişle, manalarının bulunduğu boyut ile bu manaların projeksiyonuyla oluşan çokluk boyutu arasındaki sınırdır, Arş. Misal olması açısından, hologram plakası ile bu plakanın projeksiyonuyla oluşan suretler boyutu arasındaki sınırı siz nasıl tanımlarsanız, buradaki sınırı da öyle düşünmemiz gerekir. Burada kullanılan çokluk boyutu, yine mekâniksel anlamda düşündüğümüz gibi, enerji ve bu enerjinin yoğunlaşmasıyla oluşan maddesel boyut, maddesel suretler boyutu olmayıp tüm bunların kaynağı olan ve Özsel ya da Allah’a ait tüm özelliklerinin aynen yüklendiği Ruhu Azam Boyutudur ya da Enerji- Data boyutudur. Bu yüzden Ayanı Sabite, Arşın üzerindeki bir boyutken, Levhi Mahfuz Arşın altındaki bir boyuttur. Ayrıca, Arş’ın boyutsal bir kavram olması sebebiyle, mekânsal anlamda çevresinin, etrafının olamayacağı için bu tür ifadeleri de boyutsal anlamda düşünüp “çevresi ve etrafında” yerine, “Arş’ın alt boyutlarında yer almaları” şeklinde değerlendirmeliyiz. Böylece, “Meleklerin Arşın etrafını çevrelemesi, Arş’ı yüklenmesi, Arş’ı taşıması, Arş’a yakın bulunması,... vs” gibi ifadeler de gerçeğine yaklaşım olması açısından mecazi ifadeler olup Allah’a ait özellikler boyutuna yakın olmaları nedeniyle Hakikâtini bilmeleri, Hakikâtini tanımaları daha doğrusu Allah’a, Allah’ın özelliklerine kapasitelerince ayna olduklarını belirtmektedir (bu ayna oluşları nedeniyle, her birime ait Arş’ın olması söz konusudur). Kulu oldukları Rablerini Hamd ile tespih ederek yani, Allah’ı değerlendirebilen,(1) kendilerini bilen ve bu bilmeleri sonucunda varlıkta oluşlar meydana getiren ve bu sistemleri hükmü altında tutan Meleklerden olduklarını anlatmaktadır, Ruh Adlı Meleğin Suretleri olarak.

Bildiğimiz üzere, kendini bilen melekler olduğu gibi, yine meleki boyutta ancak, kendini bilmeyen, Üst Bilinç yapılı Meleklerin İlim-İrade ve Kudretiyle var olup hareket eden, sadece kendisine verilen görevleri yerine getiren ya da günümüz diliyle sadece kendisine yüklenen datalar istikametinde enerji- data boyutunda ve dolayısıyla bunun projekte boyutlarında yer alarak oluşlar, oluşumlar, görevler ifa eden melekler de bulunmaktadır. Bu arada nasıl ki, Allah’a ait tüm özellikler Ruh adlı meleğe yüklenmişse, holografik sistemin gereği olarak aynı şekilde kendini bilen Meleklerde de tüme ait bilgiler, özellikler mevcuttur, bir üst boyut tarafından kendilerine yüklenilen. Ruh adlı meleğin bir altında Ruhul Kudüs ve Onun da bir alt boyutundan başlamak üzere Kendi Özündekine Vakıf yani, O’na ait İlim ve Kudretle bilinçli olarak hareket eden Melekler hiyerarşik biçimde sıralanmaktadır. Gerek Ruhul Kuds, gerekse de kendini bilen Melekler sonsuzdur. Aynı idrak seviyesinde Hakikâtini bilen bu meleklerin birbirlerinden olan farklılıkları ise, açığa çıktığı boyut ya da etki ettiği alanla, kapsamla ilgili olmasıdır. Ancak bu sonsuz oluşu da, yan yana oluşlar şeklinde değil, boyutsal anlamda düşünmemiz gerekir.

Bununla birlikte, Arş’ın üstünde çokluk boyutu yoktur. Sırf manalar, Allah’ın isimleri mevcuttur. Arş’ın üstünde çokluk, ancak bir varsayım olarak vardır. Arşın altında çokluk boyutudur derken de gerçekte herkesin bildiği gibi çokluk anlamında olmayıp, çokluk olarak algılanan boyut anlamındadır, bu çokluğu algılayan birimler tarafından. Kısacası, Ef’al boyutu itibariyle de varlık Tek olduğundan gerçekte bu boyut itibariyle de bölünme –parçalanma söz konusu olamaz. Rabbin, Rahmanın Arş’ın üzerinde bulunması, yer alması, o noktaya asılı kalması...vs gibi kavramlar ise, tüm Kâinatın (Efal boyutunun) kaynağı olan meleki boyutun, bu isimler ile var olup varlığını bu isimlerle devam ettiğini ve hükmünü yürütenin, bulunduğu boyutun bakış açısına göre Rab yada Rahmanın elinde olduğunu anlatmaktadır. “Arş’ın, Allah’ın gölgesi olması” da, İsimlerini yansıttığı boyut olması nedeniyledir. İnsan kalbinin yani, Şuurunun Allah’ın Arş’ı olması da Allah’ın bu isimlerini ancak İnsanın açığa çıkartıp yansıtabileceğini ifade etmektedir ki, bu yüzden Arş, bu özelliğe sahip olan “Kulun gölgesi” durumunda olmaktadır. Bununla birlikte Resulullah’ın, “Kıyamet gününde bazı İnsanların Arş’ın gölgesinde gölgeleneceğini ve kendilerine Nurdan Kürsüler kurulacağını” belirterek Arş’ın Allah İsimlerinin (özelliklerinin) Ruh Adlı Melek adı altında açığa çıktığı sınır olması dolayısıyla, boyutsal sınırın gölgesinde gölgelenenlerin Bilincinin bu Ruhun bilinci olan Kozmik Bilinç olduğunu idraklerince fark edip bu Öz Bilincin kuvveleriyle (melekeleriyle) hareket eden, yaşam ve olaylara bu boyuttan yön verebilen birimler olduğunu, bu yüzden de kıyamette, gerek mahşer sırasında uzun süreçlerde gerekse de cehennemden kaçarken içinde bulunacakları maddi ve manevi çok sıkıntılı ortam ve durumdan hiç etkilenmeyeceklerini, diğer insanlar gibi kaçışı, çok uzun süreçleri yaşamayacaklarını anlatmaktadır.

Arş’ın alt, üst, sağ, sol gibi yönlerinin, ağırlığının olduğunu, gölgesi, köşeleri, sütunları bulunduğu bunun yanında gökyüzünde kubbe şeklindeki büyük ve değerli bir nesne, cisim olduğunu ve birbirlerinden çok, çok uzakta yer alan bu sütunları üzerinde ise, Kelimei Tevhidin yazılı olduğu yanı sırada Arş’ı taşıyan Meleklerin bir tanesinin bile, kulak yumuşaklığı ile ensesi arasındaki uzaklığın at gidişiyle yetmiş üçyıllık mesafe olduğu anlatılırken, diğer benzer hadiste de Keçi suretli böyle bir Meleğin, ayağı ile topuğu arasındaki mesafenin yine bu kadar mesafede olduğu bildirilmektedir ki, tüm bunlar da mecazdır, insan beyninde yer etmesi, anlayabilmesi için birer somut nesneymişçesine. Öncellikle, Yedi Sema (keza, madde ötesi yer boyutları) Kürsü, Arş Somut değil, gerçekte Soyut yapılar olup algıladığımız Somut boyutta çıktıları, bu çıktıların Soyut boyuta olan işaretleri bulunmaktadır. Bu yüzden Arş’ın her yöne doğrultusunun olması her şeyi kapsaması, her yerde, her noktada, her boyutta bir fiil mevcut olması, her mekânda bulunması itibariyle de mekânsız, dolayısıyla zamansız yani, zamanın işlemediği vurgulanmaktadır.

Ağırlığının olması, her boyut ve mekânda etkinliğinin her an devam etmekte olduğu anlatılmaktadır. Sütunlarının çok geniş olması, yine Arş’ın boyutsal ve mekânsal olarak sonsuzluğa uzandığına işaret ederken, onu taşıyan sütunlarında Kelime-i Tevhidin yazılı olması bu kavramın temellerinin bunun anlamına yani, “Tanrı yoktur, Var olan Yalnız Allah’tır” anlamına dayandığını böylece Arşın alt boyutundaki varlık (çokluk) boyutunun da, Arş’ın üstündeki özelliklerin ve gerçeğin izdüşümü olduğunu, bu yüzden bu boyutta bile Allah’ın varlığı dışında bir varlığın olmadığını, varlığın gerçekte yok olarak mevcut olduğunu ve Arş’a ulaşmanın ancak bu Kelimenin anlamının birim tarafından idrak edilip bilincinde açığa çıkartmasıyla mümkün olabileceğini, Meleklerin Kelime-i Tevhidin yazılı olduğu sütunları taşımasının ise, Allah’ı tanıyan, kendini bilen Meleklerden olduğunu, Evrensel boyutlarda geçerli olan tüm Sistemlerde görev aldıklarını anlatmaktadır. Bunun yanında, yine bu meleklerin boylarının yerden Yedi kat Göğün üzerine uzanması, varlıklarının Öz boyutlara uzandığını, aslan, öküz, kartal, insan suretlerinde olmaları, Bilinçli, Şuurlu, çok güçlü, kudretli, her noktaya, yere uzanabilen, hareket edebilen, etkinliğini gösterebilen ve beşeri duygu ve şartlanmalara sahip olmadıklarını, …vs. belirtmektedir.

Diğer hadiste de yine, hitap ettiği insanların yaşam tarzlarına, anlayacakları türden ve diğer açıklamalara da tamamlayıcı olacak şekilde bu melekleri, “Yabani Keçi” şeklinde dile getirerek bu hayvanın inatçı, dediğini yapan, doğada serbest dolaşan, …vs. özelliklerini göz önüne aldığımızda bu Meleklerin, holografik sistemin gereği olarak tümün özelliklerine sahip bir fert  olarak dilediğini yapan, ortaya koydukları şeylerden etkilenmeyen, gücünü her şeye geçiren, …vs. ve diğer hadiste de bundan farklı olarak sekizinin de keçi olduğunu belirterek her biri farklı çıkışlar ortaya koysa da hepsinin temelde aynı özelliklere sahip olduğu vurgulanmaktadır. Yakuttan, Nur’dan, …vs gibi tanımlamalar da, bu şeylerin çok, çok değerli, pozitif şeyler olması sebebiyle Arş’ın da çok çok değerli olduğu aynı zamanda da soyut ve somut arasında ama ne soyut ne de somut olan bir şey olduğu anlatılmak istenmektedir. Gerek Arz ile Sema arası gerek, Semalar arası gerek, yedi Sema ötesi mesafeler, gerekse de, Meleklerin boyları, kulak boyun ya da ayak, topuk arası uzaklıklar, büyüklükleri bedenin ayrı ayrı bölümleri örnek gösterilerek bir yöne doğru değil de tüm yöne doğru olarak, bir taraftan Afaki yönüyle insan hafsalasının alamayacağı devasa mesafelere, devasa boyutlardaki yapılara sahip oldukları (ki bununla ilgili günümüz verileri de insanları şok edecek düzeydedir) ve böyle yapılar şeklinde, (galaksi ve ötesi) sınırsız yapılarda açığa çıktıkları belirtilirken, diğer taraftan da mekânsallığa ait mesafe kavramıyla birbirinden olan uzaklıkların ve yapıların, gerçekte boyutsal anlama işaret etmesi dolayısıyla, bunların Enfüsi boyuttan da (Bilinç boyutunun kendi içinde de) sınırsızlığa uzandıklarını anlatmaktadır.

Burada bir soru karşımıza çıkıyor o da, gerek bir önceki yazıda gerekse de bu yazıda yer alan, hiyerarşik bakış açısının Arz’dan başlayarak, Semalar, Kürsü, Kürsülere, denize (Suya) ve Arş’a kadar uzanması olayı, nasıl oluyor da boyutsal bir kavram olan Arş’ı içine alabilmektedir? Başka bir deyişle, mekânsal olan bir hiyerarşik genişleme, nasıl oluyor da boyutsallıkla anlaşılabilen Arş’a uzanabilmektedir? Bunun cevabı, Afaki yönden  hiyerarşik durumu tanımlarken aslında olayın sadece mekânsal (maddesel) yönü değil, aynı anda Bilinç boyutlarındaki hiyerarşik durumu da ele alınmaktadır. Böylece Afaki yönüyle hiyerarşik durum, sonsuz ve sınırsızlığa ve nihayetinde Arş’a uzanırken, Enfüsi yönüyle de (Bilinç boyutunun kendi içinde de) Öze doğru sonsuz sınırsız Bilinç boyutlarına, Ruh boyutuna ve nihayetinde Arş boyutuna ulaşılmış olmaktadır. Bu yüzden Arş’ın altı ve üstü arasında var olan mesafeyi de boyutsal anlamda düşünme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Böylece daha önceki yazı ve açıklamalarımızı göz önüne alıp düşünerek, Yedi Sema ötesindeki Denizi, melekleri ve bunların sırtındaki Arş’ı ve Arş’ın üst ve altındaki mesafe ile Allah’ın Arş’ın fevkinde oluşunu, Afaki ve Enfüsi boyutlar açısından açıklamasını sanırım yapabiliriz.

Bunun yanında başka bir hadiste de, Cebrail (as) ın ve İblisin de birer Arşı olduğundan bahsedilmektedir ki, …

 

(1) Hamd: bir anlamda da, “değerlendirme” demektir.

(Kaynakça: Gavsiye Açıklaması, Akıl Ve İman, Kendini Tanı, İnsan Ve Din – Ahmet Hulusi / Hadisler, Sorular, Yorumlar – 11 – Ahmed Fevzi Yüksel/ İslam Ansiklopedisi, 3. Cilt, Syf. 407 / Özün Özü- M. İbnül Arabi / İnsanı Kamil – A. K. İ. Cili / Kütübü Sitte- Hadis Kitabı)

 

 

 
 
İstanbul - 04.06.2008
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com