“Kıyamet mutlaka gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur.
Ve Allah bütün kabirlerde olanları diriltecektir” (Hacc
-7), “ Öldükten, toprak olup kemiklerimiz çürüdükten
sonra yeniden mi bedenleneceğiz? – derlerdi. Geçmişteki
atalarımız da mı bedenlenecektir? De ki! Öncekiler ve
sonradakiler de malum günde, muayyen vakitte kesinlikle
bir araya getirileceklerdir.” (Vakıa -47), “Sur
üfürülür… Kabirlerinden çıkarak Rablerinin hükmüne
yönlenirler. – Eyvah bizi kabirlerimizden kim çıkarttı-
derler.” (Yasin -51), “İnsan bir spermden yaratıldığını
görmüyor da bize düşmanlığa kalkıyor. Yaratılışını
unutarak- çürümüş bu kemikleri kim canlandırır” diye
misal getiriyor. De ki! Onları ilkin kim yarattıysa,
o yaratmanın tüm sistemini bilir.” (Yasin -77/79),
“İnsan kendisinin kemiklerini bir araya
toplayamayacağımızı mı sanır, öyle mi? Evet, bizim,
onun parmak uçlarının bile aynı eski haline
getirmeye gücümüz yeter”. (Kıyamet -3/4), “ Allah
sizi de yerden ot bitirir gibi bitirmiştir. Sonra sizi
yine oraya döndürecek ve sizi yeniden çıkartacaktır”
(Nuh - 71)
“İnsanlar kuyruk sokumu kemiğinden meydana gelmiştir.
Kıyamet günü de yeniden ondan yaratılacaktır”/ “ Bir kez
daha yaratmak için Allah onu çürütmez, korur –peki o
nedir diyen ashaba cevap olarak da- o yerin asla
yiyemeyecek olduğu kuyruk sokumunda bulunan hardal
tanesi kadar çok küçük bir şeydir. İşte insanlar kıyamet
günü ondan haşrolunacaklardır (biteceklerdir) / “
(Bu bitme işinin nasıl gerçekleştirileceğiyle ilgili
olarak da hadislerde) Allah, Arşın altından erkek
menisine benzeyen gölge gibi, …bir su gönderir de gökten
yağmurlar kırk gün sürer. Su toprağın üstünü on iki
arşın kadar yükselecek. Sonra da Allah cesetlere emredip
onların etlerini, maddi bedenlerini yerin, topraktan
bitki bitmesi gibi bitirecek. En sonunda da ruhlara
emredip cesetlerin burun, ağız deliklerinden girerek
bedenlerine yerleşecek, toprağı yarıp dışarı
çıkacaklardır…” Hadis.
Bizler, Kuran ve hadislerin hangilerinin mecaz
hangilerinin gerçek ya da bir ifadenin hangi boyutta
gerçek hangi boyut itibariyle mecaz olduğunu anlamadıkça
bu verilerin hiçbirini hiçbir zaman
değerlendiremeyeceğiz. Tıpkı, Kuran’da Allah’ın iki
elinin olduğu yazmasına karşın bu iki elin, Onun İlim ve
Kudreti olduğuna, mahşerde kurulacak olan terazilerin
bakkal terazisi gibi iki kefeli ya da dijital olmayıp
Ruh bedenine kayıtlı olan artı ve eksi özellikli
bilgilerin, “data”ların o boyutça yine birimin kendi
bilincinde deşifre olmasına, hadislerde belirtilen Hz.
Adem’ in (as) boyunun bin arşın olmasının boyuyla ilgili
değil, onun bir özelliğine, …vb. işaret etmesi gibi.
Üstelik Kuranın kendisi, bunların bizler tarafından
hangi çağda olursak olalım, bulunduğumuz ilim düzeyi ne
olursa olsun, evrensel sistemin ve var edicisinin
anlaşılabilmesi için mecaz ve sembollerle anlatıldığını
açıkça vurgulamasına rağmen. Günümüze ait bir moleküler
boyut ve yasalarına veya atomik boyut ve yasalarına ait
ilgili bir bilgiyi bile, geçmişteki o dönem insanları
için mecazsal bir ifadeye dönüştüremezken ve olsa dahi
onların bu mecazlardan ne kadarını anlayacakları
meçhulken, gerek Kuran gerekse de Resulullah, bundan bin
dört yüz yıl önce, hem de çöl insanına, ondan sonra
gelecek tüm çağların durumunu, anlayışını ilim
düzeylerini göz önünde bulunduracak şekilde uygun cümle
ve kelimeleri kullanarak tüm evrensel sistemi ve bu
sistemin Hakikâtini mucizevi bir şekilde anlatmış ve
insanlara bu hakikâti yaşatmış, hala yaşatmaya da devam
etmektedirler. Ondan önce hiçbir dinde, gerçeklere dair
bu kadar geniş ve derinlikli bir açıklama, dolayısıyla
mecazsal ifadeler kullanılmamıştır. Aynı şekilde, “
mahşerde kabirlerden kalkma, çıkma, bitki gibi bitme,
…vs” ifadeleri de, diğer ayetlerin, hadislerin ve
bunları anlayabilecek çağımızın verilerinin bütününü göz
önüne alarak değerlendirdiğimizde, bunların da bazı
gerçekleri bize fark ettirmek üzere mecaz olarak
anlatıldıklarını görmekteyiz. Dolayısıyla burada
genel anlatımla, hangi çağda olursak olalım (tüm
çağlar için mecaz olma özelliğini korumaktadır) ölüm
ötesi boyutun var olduğunun, öyle ya da bu şekilde o
ortamda da maddi bir ortamın ve buradakinin kopyası olan
bir bedenin var olacağının, bir defa yaratmayı
gerçekleştiren varlığın ilim ve kudretinin bunu birden
fazla da yapabileceğinin mantıki delillerini
sunmaktadır, aklını işletecek olana. Ancak olaylara
özel anlamda, “bu işin sisteminin ne olduğu” ya da
“peki bu şeyler nasıl ve ne şekilde olmaktadır?”
diye sorduğumuzda ise, bunun cevaplarını anlatımdaki
sembollerin deşifresine bağlı olduğunu anlamaktayız.
Mesela, “sizi bitki bitirir gibi bitirdi ve gene
bitki gibi tekrardan bitirecektir…” ayetine bakacak
olursak, birinci diriltmenin ne ve nasıl olduğunun
cevabı, ikinci diriltmenin nasıl ve ne şekilde
olacağının işaretini bize vermektedir. Çünkü yaratan,
insanı ilkin topraktan biter gibi bitirmemiştir
ki, ikinci kez topraktan bitirsin. Oysa bizler ilk
yaratılışı anlatımlardaki mecazları hakikât sanarak,
tanrının iki elinin olup bu elleriyle (melekleri
devreden çıkartıp) gökten uzatarak toprakla suyu
karıştırması sonra ona şekil vermesi kıvama gelip sureti
tamam olunca da bu sefer de ayrı yerde kendi ruhundan
yarattığı bir ruhu (?) getirerek içine üflemesi ve Adem
(as)’ a can vermesi, belli bir süre geçince de Adem
(as)’ ın kaburga kemiğinde şişkinlik hissetmesi ve bunun
nedeninin ise Havva anamızın oluşmakta olduğunu anlaması
ve o da tamamen teşekkül edince üstündeki yükten
kurtulması daha sonra da insanlığın nesli başlaması …
vs. şeklinde anlatıldığı gibi düşünüyor sonra da Kuran
evrenseldir, bilimseldir, akıl mantığa uygundur deyip
kendimizi kandırmaya çalışıyor, ne Kuran’ı ne de
Resulullah’ı tam hakkıyla değerlendirip insanlığa bu
muhteşem değerleri anlatabiliyoruz. Eğer bunlar mecaz
değilse, o zaman mecazlar daha nasıl olmalıydı ve
Kuran’da bu mecazlar neresinde ve nasıl ifade
edilmişlerdir? Kuran’da bas bas, “Aklını kullananlar
için ayetler vardır”, “ Aklını kullanmayana Allah gökten
pislik yağdırır”, “Anlayasınız diye sembol ve mecazlarla
misaller getiriyoruz”, “Allah’ın sistem ve düzeninde
değişiklik yoktur” diyen yine Allah’ın bu
uyarılarına rağmen, bunları reddedercesine “illa da bu
anlatıldığı şekildedir” diyerek hâlâ cehalet ötesi
fikirleri rahatlıkla öne sürebiliyoruz. Halbuki, aklın
olması ve bu aklın işlev görmesi için bir sistemin
var olması şarttır. Görülemeyecek, algılanamayacak
bir sistemde hele hele sistemsiz sistemlerde akıl
işletilemez hatta akla da ihtiyaç olmazdı. Akıl,
algılamasa da iman yollu gelen bilgiler üzerinde
bağlantılar kurarak çıkarttığı sonuçları hissedip Aklı
Kül dediğimiz boyutu algılayıp yaşar hale gelmektedir
ki, artık Akıl, Aklı Küle dönüşmüş, Aklı Kül ismini
almıştır, dışarıdan bakan hala onu Akıl olarak görse de.
Zaten, “Allah’ın sistem ve düzeninde değişiklik
yoktur” ayetine dikkatle baktığımızda hiçbir zaman
algılanamayacak bir sistem var da o sistemde değişiklik
yoktur değil, sizin algıladığınız ilmini yaptığınız ya
da henüz algılayamasanız da algılanabilir sistemlerde
değişiklik yoktur demektir bu ifade. Yoksa, hiçbir zaman
algılanamayacak bir sistemde değişiklik olsa ne olur
olmasa ne olur, böyle bir ayetin, düşüncenin anlam ve
mantığı da olmazdı elbette. Eğer, Allah’ın bu
sözlerini bir tarafa bırakıp içi boş bir şekilde ezberi
olarak, “onun gücü her şeye yeter” deyip her
şekilde kendi koyduğu kuralların tersine, sistemsiz
sistemler oluşturduğunu düşünürsek, o zaman anlamamız
için anlatılmış olan sembol ve mecazları içeren
ayetlerin hükmünün de, Allah’ın bunları
gerçekleştirebilecek ilim ve güce sahip olması
dolayısıyla ortadan kalkması gerekirdi. Aynı mantıkla
bugün Allah dilerse savaş da olmaz, felaketler de olmaz
dersek, o zaman her gün savaşlar ve felaketlerle on
binlerce, yüz binlerce masum insan ve canlının yok
olmaması gerekirdi. Ama oluyor. Demek ki, böyle bir
şey varsa, bir sistem ve düzen var ve bu düzen var
olduğu için de bunlar meydana gelmektedir.
Konumuza tekrar dönersek, İnsan ve diğer canlılar, yine
Allah’ın İlim sıfatının zuhuru olan bir sistem içinde,
belli bir sistemle, bulunduğumuz boyutun kuralları
gereğince uzun süren dönüşümlerle meydana gelmiştir,
Mutlak Bilincin bir tasarımı, programının sonucu
olarak. Bunu, “ Dönüşebilmek ve Din –Bilim Soru Ve
Cevapları – 4 ve 12” adlı makalemizde yine ayetler
ışığında açıklamıştık. İnsansıdan İnsana olan dönüşüm
ise, Darvin’den yüz yıl önce yaşamış ve zamanın Gavsı
olarak bilinen Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın
“Marifetname” isimli kitabında açıkça anlatılmıştır.
Hatta ondan da önce aralarında Mevlana hazretleri de
olmak üzere diğer Keşif ve Fetih ehli de hayatın bir
anda oluşmadığını, bunun yerine, Özü Mutlak Bilince
dayanan bir şuursal yapının, bir üst bilince Kuantum
Sıçramalarıyla dönüşerek meydana geldiğini
açıklamışlardır. Çünkü evrenin her bir noktasında ve
boyutunda geçerli olan en temel evrensel yasa,
“dönüşümdür”. Bu yüzden materyalistlerin dediği gibi
cansızdan canlıya geçiş değil, her şeyin aslının
melek olması dolayısıyla, cansız bir nesne hiçbir zaman
var olmayıp, dönüşümler gerçekte hep, bir canlıdan yine
bir başka canlıya olmaktadır. Darwin’in ya da onun
takipçilerinin olayın cüzi, kısmi bir boyutunu görmeleri
ve bu nedenle olayı (aslında bilimsel bir kanıtta teşkil
etmeyen) tesadüf, şans gibi yanlış noktalara
bağlamaları, konuyu yanlış zeminlerde ifade etmeleri bu
gerçeği asla değiştirmez. Ayrıca önemli bir nokta,
İnsanın, Homo Saphiens’ten olan dönüşümünün de o
varlığın devamı niteliğinde olmayıp tamamıyla yoktan
var olmuş bir varlık olarak meydana gelmesidir,
genetiğinde ona ait bazı özellikleri barındırmış olsa
da. Ondan önceki diğer tüm varlık dönüşümler de
böyledir. Bugün hangi mertebeden, kariyerden ya da hangi
dinsel yapılanma içinde olursa olsun fark etmez,
insanların içindeki hayvansal dürtülere ait genetik
bilgilerinin ağır bastığı ve bu yüzden bu dürtülere
bağlı birtakım düşünce ve eylemlerde bulunduklarını,
buna karşın İnsan olmaya çalışanların ise
ne kadar az olduğunu çevremizde ve basından rahatlıkla
gözlemlemekteyiz. Oysa Dinsel kurallar, insansıdan
İnsana geçişin reçetesini bize sunmaktadır. Cennete ise
ancak, tüm bu hayvansal özelliklerden sıyrılabilen
İnsan girebilmektedir. Genelde sorulan ara formlara
gelince bunun cevabını, “Dalgalar Ve Özellikleri – 5
” yazımda anlatmıştım.
Şimdi, insan topraktan biter gibi bitmediğine, ama bu
ayet ve hadisler de doğru olduğuna göre, bunu kısaca
şöyle anlamalıyız: Topraktaki elementlerden meydana
gelen ve o elementleri içeren bir bitki nasıl kendi
yaşam şartları içinde belli bir sistemle meydana
geliyorsa, insan da onun daha da tekamül etmiş hali
olarak topraktaki aynı elementlerden yine kendi şartları
içinde bu boyutun kuralları ile Özdeki bir
Bilincin yönlendirmesiyle meydana gelmiştir. Ölümün
tadılmasıyla birlikte de tekrardan beden, meydana
geldiği toprağa geri dönerek yani, moleküllerine kadar
ayrışarak toprak maddesinin atom ve molekülleriyle bağ
oluşturup tamamen toprağa karışacak, belli uzun bir süre
sonra da güneşin dünyayı yutmasıyla onun hammaddesine
dönüşecektir. Ölümün tadılmasıyla birlikte ruh bedeniyle
yaşama devam eden birim ise, kabir alemi denilen ortamda
veri tabanı istikametinde somutumsu çeşitli yaşantılar
içinde belli bir süre kaldıktan sonra da, güneşin
dünyayı vurması esnasında, dünyanın manyetik alanının
kalkmasıyla serbest, başı boş hale gelen bu bilgi- data
yüklü manyetik bedenler, güneşin manyetik alanlarınca
çekilmeye başlanırlar. Çekirge sürüsünü andıran bu
manzaradaki insan ruhların durumu yine Kuran’da, “O
gün birbirlerine çarparak çalkalanacak (dalgalar halinde
birbirlerine girecek) şekilde bırakmışızdır”
(Kehf-99) şekliyle anlatılmaktadır.
Ayrıca ayette, “kemiklerin bir araya getirilmesi,
insanın parmak uçlarına varıncaya kadar tıpatıp
aynısının yaratılacağından” bahsetmesi de gerçekten
bedenin atomik, moleküler, hücresel ve cisimsel bir
biçimde tekrardan yaratılmasını değil, beyin tarafından
120. günde üretilen ve yaşamı boyunca algılayalım ya da
algılamayalım bedenle de ilgili her türlü tüm bilginin
en ince ayrıntısına kadar aynen yine beyin tarafından
ruha yüklenmesi ve ruhun her an bedenin gelişimiyle
şekillenmesi nedeniyle onun bire bir kopyası olduğunu, o
boyutun maddesel olarak algılanacağından ötürü ruh
bedenin de maddesel biçimde görüneceğini
anlatmaktadır. Zaten, toprağın, yerin (Arzın) sadece
bize göre maddesel olarak algılanan tek bir boyuttan
ibaret olmadığını, bunun ayetlerde belirtildiği üzere
yedi farklı boyutu olduğunu göz önüne alıp yine bize
göre şu an ışınsal olarak algılanan o boyutların, o
boyut algılayıcıları tarafından madde olarak
görüleceğini tekrar düşündüğümüzde, bu ayet ve hadisler
aynı anda O Boyut Bakış Açısına göre de tanımlama
yapmakta, dolayısıyla bu anlamda o ortamdaki süreçlerin
ve yaşanılacak olayların da maddesel bir nitelik
kazanacağını açıkça belirtmektedir. Özetle ölüm
ötesi boyutlardaki tüm süreçler o boyutça maddesel
olarak yaşanılacaktır. Keza yine hadsilerde açıkça
bildirildiği üzere, kabirde belli bir süreliğine
cesetleri parçalayan topraktaki yırtıcı hayvanların yanı
sıra, yine o kişiye cehennemde de dahil her an musallat
olup azap verecek olan onlarca başlı yılanların,
akreplerin, çıyanların, …vs gibi yırtıcı hayvanların
dev boyutlarda olması da yine olayın maddi beden
(ceset) boyutunda değil, ruh boyutunda gerçekleştiğini
ancak bunu maddesel, fiziksel olarak algılayıp
hissedeceğini, yaşayacağını açıklamaktadır. Bu varlıklar
ise, birim yaşarken beyninden yayınlanan tüm negatif,
olumsuz düşüncelerinin oluşturduğu dalgaların bedeni
çevresinde yani, kendi enerji alanını içinde kodlanmış
olarak bulunması ve birimin ölümüyle birlikte bunların
yine o birimin veri tabanınca değerlendirilerek vehmi
doğrultusunda o kişiyi korkutacak suretlere
bürünmesinden kaynaklanmaktadır. Aslında, pozitif ya da
negatif olan bu dalgalar her an oluşmakta olup bu
dalgaların üst üste binmesi sonucu güçlü olanın, insanı
olumlu ya da olumsuz yönde her an etkilemesi söz
konusudur. Beyin ölümüyle birlikte artık sabitlenen bu
suretler görünür hale gelmektedir ki, kabirde, mahşerde,
cehennemde, konuyla ilgili hadisler oldukça fazladır.
Yukarıdaki hardal tanesinden meydana gelme ile ilgili
hadisi çalakalem yorumlayan bazı araştırmacılar, insanın
bizatihi şu bedenle tekrardan yaratılacağını söyleyerek
bu hadisteki hardal tanesi kadar küçük olan şeyin D.N.A
zinciri olduğunu belirtmekte, böylece ayetteki mecazsal
ifadelerin gerçek olduğunu dile getirerek dinin bilimsel
olarak açıkladıklarını dile getirmektedirler, diğer
ayet ve hadisleri yok sayarak. Oysa buradaki
anlatımla Resulullah, holografik sistemin gereği olarak
bulunduğumuz boyuta yansımasını göstermek, örneklerini
vermek suretiyle de o olayın gerçekte ne olduğunu, neye
işaret ettiğini söylemekte ve böylece bizler için o
boyutlara kapı açmakta, sistemin algılanmasını,
anlaşılmasını amaçlamaktadır. Yani her zaman direkt
geçmiş dönem anlayışlarına ait mecazsal bilgilere göre
değil, gelecekteki dönem anlayışına ait bilgilere
dayanarak oluşturduğu mecazsal örneklerle de gerçeğe
işaret eden açıklamalarda bulunmuştur ki, sistemi ve
Özünü anlama açısından burası çok çok önemli bir
noktadır. Çünkü güneş (cehennem) büyüyüp dünyayı
buharlaştırıp yok edecektir ki, bu yok oluşta, değil
hücreler, moleküller (haliyle D.N.A), atomlar bile kendi
varlığını koruyamayarak dağılıp yüksek sıcaklıkta
serbest hareket eden parçacık ve fotonlara yani, plazma
dediğimiz hale dönüşecektir. Sonraki aşamalarında ise,
atom çekirdekleri bile dönüşümlere uğrayacaktır.
Dolayısıyla bu görüş, yine Kuran ve Resulullah’ın
söylemleriyle tamamen iflas etmektedir. Ancak hadis de
doğru olduğuna göre bunun bize anlatmak istediği şey,
insan dediğimiz varlık ölmüş olsa da ona ait olan tüm
veriler, genetik bilgiler (ki bu bilgiler de datalar
şeklindedir) yani, datalar hiçbir şekilde asla yok
olmazlar, bir başka şekilde muhafaza edilerek
korunmaktadırlar. Dolayısıyla burada dikkat edilmesi
gereken nokta, klasik fizik açısından mekanik olarak
olaya yaklaşarak “data”yı oluşturan, “data”yı yüklenen
yapının kendisi ve bu yapının yok olup olmaması değil,
Kuantum bakış açısından “data”nın kendisidir.
Yani, kişilere ait tüm bilgilerin, “data”lar halinde
korunduğunu bize söylemektedir. İşte hem kaçırılan nokta
hem de diğer ayet ve hadislerle olan bağlantı noktası
burasıdır. Dolayısıyla kişiden madde olarak hiçbir şey
kalmasa da ona ait olan bilgiler, her an her ortam ve
şartlarda korunduğu anlatılmaktadır. Bu olaya “Akaşalar”
adlı makalemizde de değinmiştik. Demin de dediğimiz gibi
120. günde oluşan ruh bedene dışarıdan ve içten gelen
tüm bilgiler yaşamı boyunca silinmesi hiçbir zaman
mümkün olmayan ruhtaki bellek dalgalarına “data”lar
halinde kayıt olmakta ve kabir aleminde bu datalar
istikametinde zevk yada azap verici şekilde yaşamına
devam etmektedir. Mahşerde ise, “Nefislerinizde
mevcut olan O, hâlâ görmüyor musunuz?”, Sizler
Nefislerinize hesap vereceksiniz, hesap görücü olarak
nefsiniz size yeter” ayeti hükmünce de sahip olduğu
bu “data”lardaki bilgiler istikametinde, dışarıdan
birinin değil, yine özünden gelen bir biçimde kendi
içinde kendi kendini hesaba çekecektir.
“Gölge gibi yağmurlar” derken de olayın, somut,
ortada gerçekleşen bir şekilde ya da zahirde anlatıldığı
gibi olmadığını bunun yerine soyut, görünmeyen, ortada
olmayan bir boyutta gerçekleştiğini ve boyutsal olarak o
ortama yansıdığını; “yağmurun erkek menisine benzeyen
bir sıvı olması” sözüyle ise, bu sıvıyı, hayat ve
can veren şey anlamında düşünüp dönüşümü
gerçekleştirecek hayat (can) denen enerjinin dışarıdan
bir yerden değil, Özden meleki boyuttan gelen bir
biçimde açığa çıkarak ruh bedenli bilinçlerin o ortamda
kendilerine gelmelerini ve o ortama uygun bir biçimde
yeniden yapılanmalarını (Baas olmalarını) sağladığı
anlatılmaktadır. Ve yine, “erkek menisi” tabirini
kullanarak, bir taraftan o dönem insanın gördüğü
bildiği, ilmine vakıf olduğu bir gerçekten yola çıkarak
bu olayı anlamalarını sağlamış diğer taraftan da, birimi
oluşturan menide nasıl ki, safha safha gelişerek önce
insan suretine sonra da dünya yaşamında çeşitli
aşamalarla hayatına devam etmesini sağlayan genetik
kodlar, bilgiler mevcutsa aynı şekilde bu meninin Arşın
altından çıkmasıyla da yani, tüm bu Baasın (yeniden
yapılanmanın) oluşumunu sağlayan sistemin, Arşın
altındaki, varlığını meleklerin oluşturduğu ve tüm
varlığa ait korunmuş bilgi kodlarının yer aldığı
Levhi-Mahfuz boyutundan, ilgili bilgi (data) yüklü
meleki kuvvelerce açığa çıkarak meydana geldiğini
belirtmektedir.
(Kaynakça: Allah / İnsan Ve Sırları – I / İnsan Ve Din /
Akıl Ve İman / Tek’in Seyri / Evrensel Sırlar – Ahmet
Hulusi / Darvin Ve Evrim Teorisi / Adım, Adım Homo
Sapiens’e / İnsanın Ardındaki Mutasyon - Ahmet Fevzi
Yüksel –
www.sufizmveinsan.com.) |