Yerler (Arz), Gökler (Sema) ve Kıyamet

6. Bölüm

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“Kıyamet mutlaka gelecektir. Onda hiçbir şüphe yoktur. Ve Allah bütün kabirlerde olanları diriltecektir” (Hacc -7), “ Öldükten, toprak olup kemiklerimiz çürüdükten sonra yeniden mi bedenleneceğiz? – derlerdi. Geçmişteki atalarımız da mı bedenlenecektir? De ki! Öncekiler ve sonradakiler de malum günde, muayyen vakitte kesinlikle bir araya getirileceklerdir.” (Vakıa -47), “Sur üfürülür… Kabirlerinden çıkarak Rablerinin hükmüne yönlenirler. – Eyvah bizi kabirlerimizden kim çıkarttı- derler.” (Yasin -51), “İnsan bir spermden yaratıldığını görmüyor da bize düşmanlığa kalkıyor. Yaratılışını unutarak- çürümüş bu kemikleri kim canlandırır” diye misal getiriyor. De ki! Onları ilkin kim yarattıysa, o yaratmanın tüm sistemini bilir.” (Yasin -77/79), “İnsan kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır, öyle mi? Evet, bizim, onun parmak uçlarının bile aynı eski haline getirmeye gücümüz yeter”. (Kıyamet -3/4), “ Allah sizi de yerden ot bitirir gibi bitirmiştir. Sonra sizi yine oraya döndürecek ve sizi yeniden çıkartacaktır” (Nuh - 71)

“İnsanlar kuyruk sokumu kemiğinden meydana gelmiştir. Kıyamet günü de yeniden ondan yaratılacaktır”/ “ Bir kez daha yaratmak için Allah onu çürütmez, korur –peki o nedir diyen ashaba cevap olarak da- o yerin asla yiyemeyecek olduğu kuyruk sokumunda bulunan hardal tanesi kadar çok küçük bir şeydir. İşte insanlar kıyamet günü ondan haşrolunacaklardır (biteceklerdir) / “ (Bu bitme işinin nasıl gerçekleştirileceğiyle ilgili olarak da hadislerde) Allah, Arşın altından erkek menisine benzeyen gölge gibi, …bir su gönderir de gökten yağmurlar kırk gün sürer. Su toprağın üstünü on iki arşın kadar yükselecek. Sonra da Allah cesetlere emredip onların etlerini, maddi bedenlerini yerin, topraktan bitki bitmesi gibi bitirecek. En sonunda da ruhlara emredip cesetlerin burun, ağız deliklerinden girerek bedenlerine yerleşecek, toprağı yarıp dışarı çıkacaklardır…” Hadis.

Bizler, Kuran ve hadislerin hangilerinin mecaz hangilerinin gerçek ya da bir ifadenin hangi boyutta gerçek hangi boyut itibariyle mecaz olduğunu anlamadıkça bu verilerin hiçbirini hiçbir zaman değerlendiremeyeceğiz. Tıpkı, Kuran’da Allah’ın iki elinin olduğu yazmasına karşın bu iki elin, Onun İlim ve Kudreti olduğuna, mahşerde kurulacak olan terazilerin bakkal terazisi gibi iki kefeli ya da dijital olmayıp Ruh bedenine kayıtlı olan artı ve eksi özellikli bilgilerin, “data”ların o boyutça yine birimin kendi bilincinde deşifre olmasına, hadislerde belirtilen Hz. Adem’ in (as) boyunun bin arşın olmasının boyuyla ilgili değil, onun bir özelliğine, …vb. işaret etmesi gibi. Üstelik Kuranın kendisi, bunların bizler tarafından hangi çağda olursak olalım, bulunduğumuz ilim düzeyi ne olursa olsun, evrensel sistemin ve var edicisinin anlaşılabilmesi için mecaz ve sembollerle anlatıldığını açıkça vurgulamasına rağmen. Günümüze ait bir moleküler boyut ve yasalarına veya atomik boyut ve yasalarına ait ilgili bir bilgiyi bile, geçmişteki o dönem insanları için mecazsal bir ifadeye dönüştüremezken ve olsa dahi onların bu mecazlardan ne kadarını anlayacakları meçhulken, gerek Kuran gerekse de Resulullah, bundan bin dört yüz yıl önce, hem de çöl insanına, ondan sonra gelecek tüm çağların durumunu, anlayışını ilim düzeylerini göz önünde bulunduracak şekilde uygun cümle ve kelimeleri kullanarak tüm evrensel sistemi ve bu sistemin Hakikâtini mucizevi bir şekilde anlatmış ve insanlara bu hakikâti yaşatmış, hala yaşatmaya da devam etmektedirler. Ondan önce hiçbir dinde, gerçeklere dair bu kadar geniş ve derinlikli bir açıklama, dolayısıyla mecazsal ifadeler kullanılmamıştır. Aynı şekilde, “ mahşerde kabirlerden kalkma, çıkma, bitki gibi bitme, …vs” ifadeleri de, diğer ayetlerin, hadislerin ve bunları anlayabilecek çağımızın verilerinin bütününü göz önüne alarak değerlendirdiğimizde, bunların da bazı gerçekleri bize fark ettirmek üzere mecaz olarak anlatıldıklarını görmekteyiz. Dolayısıyla burada genel anlatımla, hangi çağda olursak olalım (tüm çağlar için mecaz olma özelliğini korumaktadır) ölüm ötesi boyutun var olduğunun, öyle ya da bu şekilde o ortamda da maddi bir ortamın ve buradakinin kopyası olan bir bedenin var olacağının, bir defa yaratmayı gerçekleştiren varlığın ilim ve kudretinin bunu birden fazla da yapabileceğinin mantıki delillerini sunmaktadır, aklını işletecek olana. Ancak olaylara özel anlamda, “bu işin sisteminin ne olduğu” ya da “peki bu şeyler nasıl ve ne şekilde olmaktadır?” diye sorduğumuzda ise, bunun cevaplarını anlatımdaki sembollerin deşifresine bağlı olduğunu anlamaktayız.

Mesela, “sizi bitki bitirir gibi bitirdi ve gene bitki gibi tekrardan bitirecektir…” ayetine bakacak olursak, birinci diriltmenin ne ve nasıl olduğunun cevabı, ikinci diriltmenin nasıl ve ne şekilde olacağının işaretini bize vermektedir. Çünkü yaratan, insanı ilkin topraktan biter gibi bitirmemiştir ki, ikinci kez topraktan bitirsin. Oysa bizler ilk yaratılışı anlatımlardaki mecazları hakikât sanarak, tanrının iki elinin olup bu elleriyle (melekleri devreden çıkartıp) gökten uzatarak toprakla suyu karıştırması sonra ona şekil vermesi kıvama gelip sureti tamam olunca da bu sefer de ayrı yerde kendi ruhundan yarattığı bir ruhu (?) getirerek içine üflemesi ve Adem (as)’ a can vermesi, belli bir süre geçince de Adem (as)’ ın kaburga kemiğinde şişkinlik hissetmesi ve bunun nedeninin ise Havva anamızın oluşmakta olduğunu anlaması ve o da tamamen teşekkül edince üstündeki yükten kurtulması daha sonra da insanlığın nesli başlaması … vs. şeklinde anlatıldığı gibi düşünüyor sonra da Kuran evrenseldir, bilimseldir, akıl mantığa uygundur deyip kendimizi kandırmaya çalışıyor, ne Kuran’ı ne de Resulullah’ı tam hakkıyla değerlendirip insanlığa bu muhteşem değerleri anlatabiliyoruz. Eğer bunlar mecaz değilse, o zaman mecazlar daha nasıl olmalıydı ve Kuran’da bu mecazlar neresinde ve nasıl ifade edilmişlerdir? Kuran’da bas bas, “Aklını kullananlar için ayetler vardır”, “ Aklını kullanmayana Allah gökten pislik yağdırır”, “Anlayasınız diye sembol ve mecazlarla misaller getiriyoruz”, “Allah’ın sistem ve düzeninde değişiklik yoktur” diyen yine Allah’ın bu uyarılarına rağmen, bunları reddedercesine “illa da bu anlatıldığı şekildedir” diyerek hâlâ cehalet ötesi fikirleri rahatlıkla öne sürebiliyoruz. Halbuki, aklın olması ve bu aklın işlev görmesi için bir sistemin var olması şarttır. Görülemeyecek, algılanamayacak bir sistemde hele hele sistemsiz sistemlerde akıl işletilemez hatta akla da ihtiyaç olmazdı. Akıl, algılamasa da iman yollu gelen bilgiler üzerinde bağlantılar kurarak çıkarttığı sonuçları hissedip Aklı Kül dediğimiz boyutu algılayıp yaşar hale gelmektedir ki, artık Akıl, Aklı Küle dönüşmüş, Aklı Kül ismini almıştır, dışarıdan bakan hala onu Akıl olarak görse de.

Zaten, “Allah’ın sistem ve düzeninde değişiklik yoktur” ayetine dikkatle baktığımızda hiçbir zaman algılanamayacak bir sistem var da o sistemde değişiklik yoktur değil, sizin algıladığınız ilmini yaptığınız ya da henüz algılayamasanız da algılanabilir sistemlerde değişiklik yoktur demektir bu ifade. Yoksa, hiçbir zaman algılanamayacak bir sistemde değişiklik olsa ne olur olmasa ne olur, böyle bir ayetin, düşüncenin anlam ve mantığı da olmazdı elbette. Eğer, Allah’ın bu sözlerini bir tarafa bırakıp içi boş bir şekilde ezberi olarak, “onun gücü her şeye yeter” deyip her şekilde kendi koyduğu kuralların tersine, sistemsiz sistemler oluşturduğunu düşünürsek, o zaman anlamamız için anlatılmış olan sembol ve mecazları içeren ayetlerin hükmünün de, Allah’ın bunları gerçekleştirebilecek ilim ve güce sahip olması dolayısıyla ortadan kalkması gerekirdi. Aynı mantıkla bugün Allah dilerse savaş da olmaz, felaketler de olmaz dersek, o zaman her gün savaşlar ve felaketlerle on binlerce, yüz binlerce masum insan ve canlının yok olmaması gerekirdi. Ama oluyor. Demek ki, böyle bir şey varsa, bir sistem ve düzen var ve bu düzen var olduğu için de bunlar meydana gelmektedir.     

Konumuza tekrar dönersek, İnsan ve diğer canlılar, yine Allah’ın İlim sıfatının zuhuru olan bir sistem içinde, belli bir sistemle, bulunduğumuz boyutun kuralları gereğince uzun süren dönüşümlerle meydana gelmiştir, Mutlak Bilincin bir tasarımı, programının sonucu olarak. Bunu, “ Dönüşebilmek ve Din –Bilim Soru Ve Cevapları – 4 ve 12” adlı makalemizde yine ayetler ışığında açıklamıştık. İnsansıdan İnsana olan dönüşüm ise, Darvin’den yüz yıl önce yaşamış ve zamanın Gavsı olarak bilinen Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın “Marifetname” isimli kitabında açıkça anlatılmıştır. Hatta ondan da önce aralarında Mevlana hazretleri de olmak üzere diğer Keşif ve Fetih ehli de hayatın bir anda oluşmadığını, bunun yerine, Özü Mutlak Bilince dayanan bir şuursal yapının, bir üst bilince Kuantum Sıçramalarıyla dönüşerek meydana geldiğini açıklamışlardır. Çünkü evrenin her bir noktasında ve boyutunda geçerli olan en temel evrensel yasa, “dönüşümdür”. Bu yüzden materyalistlerin dediği gibi cansızdan canlıya geçiş değil, her şeyin aslının melek olması dolayısıyla, cansız bir nesne hiçbir zaman var olmayıp, dönüşümler gerçekte hep, bir canlıdan yine bir başka canlıya olmaktadır. Darwin’in ya da onun takipçilerinin olayın cüzi, kısmi bir boyutunu görmeleri ve bu nedenle olayı (aslında bilimsel bir kanıtta teşkil etmeyen) tesadüf, şans gibi yanlış noktalara bağlamaları, konuyu yanlış zeminlerde ifade etmeleri bu gerçeği asla değiştirmez. Ayrıca önemli bir nokta, İnsanın, Homo Saphiens’ten olan dönüşümünün de o varlığın devamı niteliğinde olmayıp tamamıyla yoktan var olmuş bir varlık olarak meydana gelmesidir, genetiğinde ona ait bazı özellikleri barındırmış olsa da. Ondan önceki diğer tüm varlık dönüşümler de böyledir. Bugün hangi mertebeden, kariyerden ya da hangi dinsel yapılanma içinde olursa olsun fark etmez, insanların içindeki hayvansal dürtülere ait genetik bilgilerinin ağır bastığı ve bu yüzden bu dürtülere bağlı birtakım düşünce ve eylemlerde bulunduklarını, buna karşın İnsan olmaya çalışanların ise ne kadar az olduğunu çevremizde ve basından rahatlıkla gözlemlemekteyiz. Oysa Dinsel kurallar, insansıdan İnsana geçişin reçetesini bize sunmaktadır. Cennete ise ancak, tüm bu hayvansal özelliklerden sıyrılabilen İnsan girebilmektedir. Genelde sorulan ara formlara gelince bunun cevabını, “Dalgalar Ve Özellikleri – 5 ” yazımda anlatmıştım.

Şimdi, insan topraktan biter gibi bitmediğine, ama bu ayet ve hadisler de doğru olduğuna göre, bunu kısaca şöyle anlamalıyız: Topraktaki elementlerden meydana gelen ve o elementleri içeren bir bitki nasıl kendi yaşam şartları içinde belli bir sistemle meydana geliyorsa, insan da onun daha da tekamül etmiş hali olarak topraktaki aynı elementlerden yine kendi şartları içinde bu boyutun kuralları ile Özdeki bir Bilincin yönlendirmesiyle meydana gelmiştir. Ölümün tadılmasıyla birlikte de tekrardan beden, meydana geldiği toprağa geri dönerek yani, moleküllerine kadar ayrışarak toprak maddesinin atom ve molekülleriyle bağ oluşturup tamamen toprağa karışacak, belli uzun bir süre sonra da güneşin dünyayı yutmasıyla onun hammaddesine dönüşecektir. Ölümün tadılmasıyla birlikte ruh bedeniyle yaşama devam eden birim ise, kabir alemi denilen ortamda veri tabanı istikametinde somutumsu çeşitli yaşantılar içinde belli bir süre kaldıktan sonra da, güneşin dünyayı vurması esnasında, dünyanın manyetik alanının kalkmasıyla serbest, başı boş hale gelen bu bilgi- data yüklü manyetik bedenler, güneşin manyetik alanlarınca çekilmeye başlanırlar. Çekirge sürüsünü andıran bu manzaradaki insan ruhların durumu yine Kuran’da, “O gün birbirlerine çarparak çalkalanacak (dalgalar halinde birbirlerine girecek) şekilde bırakmışızdır” (Kehf-99) şekliyle anlatılmaktadır.

Ayrıca ayette, “kemiklerin bir araya getirilmesi, insanın parmak uçlarına varıncaya kadar tıpatıp aynısının yaratılacağından” bahsetmesi de gerçekten bedenin atomik, moleküler, hücresel ve cisimsel bir biçimde tekrardan yaratılmasını değil, beyin tarafından 120. günde üretilen ve yaşamı boyunca algılayalım ya da algılamayalım bedenle de ilgili her türlü tüm bilginin en ince ayrıntısına kadar aynen yine beyin tarafından ruha yüklenmesi ve ruhun her an bedenin gelişimiyle şekillenmesi nedeniyle onun bire bir kopyası olduğunu, o boyutun maddesel olarak algılanacağından ötürü ruh bedenin de maddesel biçimde görüneceğini anlatmaktadır. Zaten, toprağın, yerin (Arzın) sadece bize göre maddesel olarak algılanan tek bir boyuttan ibaret olmadığını, bunun ayetlerde belirtildiği üzere yedi farklı boyutu olduğunu göz önüne alıp yine bize göre şu an ışınsal olarak algılanan o boyutların, o boyut algılayıcıları tarafından madde olarak görüleceğini tekrar düşündüğümüzde, bu ayet ve hadisler aynı anda O Boyut Bakış Açısına göre de tanımlama yapmakta, dolayısıyla bu anlamda o ortamdaki süreçlerin ve yaşanılacak olayların da maddesel bir nitelik kazanacağını açıkça belirtmektedir. Özetle ölüm ötesi boyutlardaki tüm süreçler o boyutça maddesel olarak yaşanılacaktır. Keza yine hadsilerde açıkça bildirildiği üzere, kabirde belli bir süreliğine cesetleri parçalayan topraktaki yırtıcı hayvanların yanı sıra, yine o kişiye cehennemde de dahil her an musallat olup azap verecek olan onlarca başlı yılanların, akreplerin, çıyanların, …vs gibi yırtıcı hayvanların dev boyutlarda olması da yine olayın maddi beden (ceset) boyutunda değil, ruh boyutunda gerçekleştiğini ancak bunu maddesel, fiziksel olarak algılayıp hissedeceğini, yaşayacağını açıklamaktadır. Bu varlıklar ise, birim yaşarken beyninden yayınlanan tüm negatif, olumsuz düşüncelerinin oluşturduğu dalgaların bedeni çevresinde yani, kendi enerji alanını içinde kodlanmış olarak bulunması ve birimin ölümüyle birlikte bunların yine o birimin veri tabanınca değerlendirilerek vehmi doğrultusunda o kişiyi korkutacak suretlere bürünmesinden kaynaklanmaktadır. Aslında, pozitif ya da negatif olan bu dalgalar her an oluşmakta olup bu dalgaların üst üste binmesi sonucu güçlü olanın, insanı olumlu ya da olumsuz yönde her an etkilemesi söz konusudur. Beyin ölümüyle birlikte artık sabitlenen bu suretler görünür hale gelmektedir ki, kabirde, mahşerde, cehennemde, konuyla ilgili hadisler oldukça fazladır.    

Yukarıdaki hardal tanesinden meydana gelme ile ilgili hadisi çalakalem yorumlayan bazı araştırmacılar, insanın bizatihi şu bedenle tekrardan yaratılacağını söyleyerek bu hadisteki hardal tanesi kadar küçük olan şeyin D.N.A zinciri olduğunu belirtmekte, böylece ayetteki mecazsal ifadelerin gerçek olduğunu dile getirerek dinin bilimsel olarak açıkladıklarını dile getirmektedirler, diğer ayet ve hadisleri yok sayarak. Oysa buradaki anlatımla Resulullah, holografik sistemin gereği olarak bulunduğumuz boyuta yansımasını göstermek, örneklerini vermek suretiyle de o olayın gerçekte ne olduğunu, neye işaret ettiğini söylemekte ve böylece bizler için o boyutlara kapı açmakta, sistemin algılanmasını, anlaşılmasını amaçlamaktadır. Yani her zaman direkt geçmiş dönem anlayışlarına ait mecazsal bilgilere göre değil, gelecekteki dönem anlayışına ait bilgilere dayanarak oluşturduğu mecazsal örneklerle de gerçeğe işaret eden açıklamalarda bulunmuştur ki, sistemi ve Özünü anlama açısından burası çok çok önemli bir noktadır. Çünkü güneş (cehennem) büyüyüp dünyayı buharlaştırıp yok edecektir ki, bu yok oluşta, değil hücreler, moleküller (haliyle D.N.A), atomlar bile kendi varlığını koruyamayarak dağılıp yüksek sıcaklıkta serbest hareket eden parçacık ve fotonlara yani, plazma dediğimiz hale dönüşecektir. Sonraki aşamalarında ise, atom çekirdekleri bile dönüşümlere uğrayacaktır. Dolayısıyla bu görüş, yine Kuran ve Resulullah’ın söylemleriyle tamamen iflas etmektedir. Ancak hadis de doğru olduğuna göre bunun bize anlatmak istediği şey, insan dediğimiz varlık ölmüş olsa da ona ait olan tüm veriler, genetik bilgiler (ki bu bilgiler de datalar şeklindedir) yani, datalar hiçbir şekilde asla yok olmazlar, bir başka şekilde muhafaza edilerek korunmaktadırlar. Dolayısıyla burada dikkat edilmesi gereken nokta, klasik fizik açısından mekanik olarak olaya yaklaşarak “data”yı oluşturan, “data”yı yüklenen yapının kendisi ve bu yapının yok olup olmaması değil, Kuantum bakış açısından “data”nın kendisidir. Yani, kişilere ait tüm bilgilerin, “data”lar halinde korunduğunu bize söylemektedir. İşte hem kaçırılan nokta hem de diğer ayet ve hadislerle olan bağlantı noktası burasıdır. Dolayısıyla kişiden madde olarak hiçbir şey kalmasa da ona ait olan bilgiler, her an her ortam ve şartlarda korunduğu anlatılmaktadır. Bu olaya “Akaşalar” adlı makalemizde de değinmiştik. Demin de dediğimiz gibi 120. günde oluşan ruh bedene dışarıdan ve içten gelen tüm bilgiler yaşamı boyunca silinmesi hiçbir zaman mümkün olmayan ruhtaki bellek dalgalarına “data”lar halinde kayıt olmakta ve kabir aleminde bu datalar istikametinde zevk yada azap verici şekilde yaşamına devam etmektedir. Mahşerde ise, “Nefislerinizde mevcut olan O, hâlâ görmüyor musunuz?”, Sizler Nefislerinize hesap vereceksiniz, hesap görücü olarak nefsiniz size yeter” ayeti hükmünce de sahip olduğu bu “data”lardaki bilgiler istikametinde, dışarıdan birinin değil, yine özünden gelen bir biçimde kendi içinde kendi kendini hesaba çekecektir.

 “Gölge gibi yağmurlar” derken de olayın, somut, ortada gerçekleşen bir şekilde ya da zahirde anlatıldığı gibi olmadığını bunun yerine soyut, görünmeyen, ortada olmayan bir boyutta gerçekleştiğini ve boyutsal olarak o ortama yansıdığını; “yağmurun erkek menisine benzeyen bir sıvı olması” sözüyle ise, bu sıvıyı, hayat ve can veren şey anlamında düşünüp dönüşümü gerçekleştirecek hayat (can) denen enerjinin dışarıdan bir yerden değil, Özden meleki boyuttan gelen bir biçimde açığa çıkarak ruh bedenli bilinçlerin o ortamda kendilerine gelmelerini ve o ortama uygun bir biçimde yeniden yapılanmalarını (Baas olmalarını) sağladığı anlatılmaktadır. Ve yine, “erkek menisi” tabirini kullanarak, bir taraftan o dönem insanın gördüğü bildiği, ilmine vakıf olduğu bir gerçekten yola çıkarak bu olayı anlamalarını sağlamış diğer taraftan da, birimi oluşturan menide nasıl ki, safha safha gelişerek önce insan suretine sonra da dünya yaşamında çeşitli aşamalarla hayatına devam etmesini sağlayan genetik kodlar, bilgiler mevcutsa aynı şekilde bu meninin Arşın altından çıkmasıyla da yani, tüm bu Baasın (yeniden yapılanmanın) oluşumunu sağlayan sistemin, Arşın altındaki, varlığını meleklerin oluşturduğu ve tüm varlığa ait korunmuş bilgi kodlarının yer aldığı Levhi-Mahfuz boyutundan, ilgili bilgi (data) yüklü meleki kuvvelerce açığa çıkarak meydana geldiğini belirtmektedir.

(Kaynakça: Allah / İnsan Ve Sırları – I / İnsan Ve Din / Akıl Ve İman / Tek’in Seyri / Evrensel Sırlar – Ahmet Hulusi /  Darvin Ve Evrim Teorisi / Adım, Adım Homo Sapiens’e / İnsanın Ardındaki Mutasyon - Ahmet Fevzi Yüksel – www.sufizmveinsan.com.)      

 

 

 
 
İstanbul - 19.08.2008
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com