“ İkan sahipleri için, Yeryüzünde (Arzda, Afakta)
ayetler vardır. Nefislerinizde de (Enfüsünüzde de). Hâlâ
görmüyor musunuz?”
(51- 20, 21)
/ “Ayetlerimizi Enfüste ve Afakta göstereceğiz”
(41-53)
“Enfüs” ve “Afak” ne demektir? Arzda (Afakta),
Nefislerinizde (Enfüste) ayetin olması ne anlama
gelmektedir? İman sahipleri için değil de, neden ikan
sahipleri için ayetler vardır? Ayet göstermenin anlamı
nedir? Neden ve niçin gösterilmektedir? Kim
gösterecektir? Hangi şartlarda bu olay gerçekleşecektir?
Gösterince insanlarda ne olacak, ne değişecektir? Bunun
sistemi nedir? Eğer bu soruların cevabını verirsek bu
ayetlerin anlamını da çözmüş olacağız.
Afak, Allah’ın İlminde yarattığı sistem ve düzendir.
Afakta göstermek yani Seyir ise, bu sistem düzeni fark
etmek ve tanımaktır. Enfüs ise, birimin kendi Hakikâti,
Nefsi, Mutlak Benliği ve bu Benliğin Bilincidir. Enfüste
göstermek (Seyir) de, bu Hakikâtin Benliğini, Bilincini
tanımaktır. Kuranda bir takım ayetler seyri Enfüsi ile
ilgili iken diğer kısmı da seyri Afaki ile ilgilidir,
birimin bu seyri kendi bünyesinde hacmi kadar yaşaması
için. Ancak şunu da hemen belirtmek gerekir ki, afaka
veya evrene bakmak Allah’ı bilmeyi, tanımayı getirmez.
Sadece onun sonsuz ve sınırsızlığını hissettirir. Bunun
için birimin enfüsünü (nefsini) bilip tanıması şarttır.
Bunu yaparken ya da seyrin tam olabilmesi için de enfüs
ve afaki seyrin eşit düzeyde ve tam olması gerekir.
Şimdi bunları biraz daha açalım.
Gerçekte, klasik fiziğin bakışıyla bir afaki boyut ve bu
afaki boyuttan tamamıyla ayrı, bağımsız bir de enfüsi
boyut yoktur. Çünkü mistik veriler ve bu verileri çok
iyi açıklayan kuantum fiziğine göre, enfüsi boyutun
var kıldığı bir afaki boyut söz konusudur. Bu,
evrensel anlamda da böyledir, birimsel anlamda da
böyledir. Geçmişte anlattığımız verileri de göz önüne
alarak, evrensel anlamda enfüs, yaratılmamış boyuttaki
Salt Data ve bu Datanın sahip olduğu tüm özellikleri
içinde barındıran Arş’ın altındaki enerji-data boyutu
iken, afaki boyut da, bunun projeksiyonuyla oluşmuş alem
içere alemlerdir. Birimsel anlamda ise, birimin hem
Bütünü oluşturan Salt Datanın (99 Esmanın salt halinin)
belli oranlardaki (terkiplerdeki) yapısı olması ve
holografik özellik dolayısıyla da içinde yer aldığı
enerji-data boyutunun tümünü bünyesinde barındırması,
hem bu tüme ait işletim sisteminin kendi
bulunduğu boyut itibariyle ortaya koyması ve hem de
algılamaların algılayıcılar tarafından oluşturulması
nedeniyle, bu terkiplerindeki, birimsel enerji-dataların
oluşturduğu bir enfüsü, bu birimsel enerji- datalarının
projekte ettiği ve de içinde yer alıp yaşadığı bir de
afaki boyutu vardır. Yine bu nedenlerden ötürü birim,
ilgili çalışmalarla birimsel seyirden sıyrılarak,
derinliğindeki bu evrensel seyre açılımı nispetinde
dönüşüm yapabilmektedir (1). İşte bu evrensel
kimliği derece, derece ortaya koyabilenler “İkan
Ehli” olarak adlandırılmışlardır.
Bununla birlikte ayette de belirtildiği üzere, Kuran’ın
(ayetlerin) aslının, anasının, “Levhi Mahfuzdaki”
“Ümmül Kitapta” yani, tüm boyutlarıyla varlığın,
mahfuz olmuş Levhde (evrensel Levhada) bilgi
(data)-enerji formu şeklinde bulunması ve açığa çıkan
yada çıkmayan her şeyin bu “Ümmül Kitap” da olması,
daha doğrusu bunların, “Ümmül Kitabın” kendisi olması,
kainatın, evrenin ve Allah’a ait olan tüm özelliklerin
insanın enfüsünde ve afakında ne şekilde bulunduğunu,
görünen ve görünmeyen tüm her şeyin Allah’ın nasıl ve ne
şekilde ayetleri olduğunu, bütün her şeyin Kuran’da
yine nasıl ve ne şekilde mevcut olduğunu,
dolayısıyla İbni Abbas’ın, “ Vallahi devemin yularını
kaybetsem onu bile Kuran’da bulacağımı umuyorum”
sözünü ve “İnsan ve Kuran ikiz kardeştir” ya da
“Kuran İnsanın sırrı, İnsan da Kuranın sırrıdır”
ifadelerinin ne anlama geldiğini bize açıklamaktadır. Bu
yüzden önemli olan,
“Semada (Gök Katlarında) ve Arzda (Yer Katlarında) nice
ayetler
vardır ki onlar, o alametlerin
üstüne
basıp geçerler ve onlardan yüz çevirirler”
(Yusuf/150) ayeti hükmünce bu ayetleri enfüs ve
afakımızda fark ediştir. Ancak şunu da belirtmek gerekir
ki, enfüsün projektesi olsa da tüm boyutlarıyla afak,
eşittir, enfüs değildir. Afak, aynıyla enfüstür ama
enfüs, afaktan ibaret değildir. Enfüsün varlığa dönük
yönü olduğu gibi, Öze dönük yönü de mevcuttur ki, mesela
afakı meydana getiren işlevler ile açığa çıkmamış ve
hiçbir zaman çıkmayacak olan boyut ve verilerin enfüste
yer alması gibi.
Enfüs ve Afakta ayet, ayetleri göstermek ise, birimin
kendisinde mevcut olan ayetlerin işaret ettiği enfüs ya
da afaki boyutları okumak, müşahede etmek, görmek,
anlamak demektir. Gerçekte Kuran’ı Okumak, onu anlamak
demek, elimizdeki metni, meali ya da eldeki birtakım
doneleri kullanıp bir bağlantı oluşturarak tercümesini
anlamak değil, kendi enfüsümüz ve afakımızda var olan
kitabın aslı, orijini “Ümmül Kitabı” kapasitemiz
nispetinde okumaktır ki, onu bir defa okuyan
birimler, her anında o kitabı okumaya devam etmekte daha
doğrusu o kitabı yaşamakta, o kitaba göre yaşamına yön
vermekte bunun sonucunda Allah’ı ve yaratmış olduğu
Sistemi en iyi bilenler olarak bizlere Kuran’ın ve
hadislerin sırlarını açıklamaktadırlar. Kuran’ın,
İbadetlerin eda edilmesinden mana da budur. Resul ve
Nebiler önce Ümmül Kitabı okur sonra da okudukları bu
evrensel Dataları (Bilgileri), açığa çıktığı toplumun
anlayış, idrak, ilim seviyesine uygun bir şekle
dönüştürerek o toplumun diliyle tüm bu sistemleri
açıklar, okudukları boyuta göre de bu boyutta
sistemini oluştururlar. Bu yüzden Resulullah’ın,
Hira mağarasında kendisinden okunması istenen ve
Cebrail’in (as) sıkmasıyla yani, kendindeki Meleki
kuvvelerle Enfüsünde ve Afakında okuduğu kitap da bu
“Ümmül Kitap” idi. Yeri gelmişken, “Ümmül Kitap” tüm
Kâinatı anlatır. Kuran ise, bizim güneş sistemimizin
içinde geçerli olan ve bu sistem içindekileri anlatır.
Yani, güneş sistemi içinde Arz boyutlarında yaşayan
diğer canlılar için de dizayn edilmiş, onlar içinde
“datalar” halinde kodlanmış bir kitaptır. Bu yüzden
Kuran her ne kadar “Ümmül Kitaba” ait şifreleri
barındırsa da, “Ümmül Kitap” bir okyanussa, Kuran ondaki
sadece bir damladır. Tıpkı güneş sistemimizin, Kâinatta
bir damla olması gibi.
Birimlere, içinde ve dışında ayetlerin gösterilmesi de
iki şekilde olmaktadır. Birincisi, ilgili birimlerin
Şuursal dönüşüm anında, ikincisi ise, birimlerin fiziki
ölümü tadışı anıyla. İlkinde, “ölmeden önce ölme”
ile şuursal anlamda dönüşüme uğrayanlar, açılımları
oranında, Afaki yönüyle Arz boyutlarını yani, gerek
maddesel boyut ve katmanlarını gerekse diğer Arz boyut
ve katmanlarını müşahede ederken, enfüsi olarak da
bilinç boyutlarını, Ruhül Kudsü, Ruhu Azamı müşahede
ederler. İkinci grupta ise, “her ölen kişi gözünü
miraca diker” hadisi hükmünce, ölümü tadan birimler,
kendi arınmışlıkları oranında kendi Özüne doğru
yolculuğa çıkarak yine Işınsal ve Bilinç boyutlarını
kendi varlıklarında müşahede ederler. Mümin ruhları, bu
müşahedenin sonucunda nerede doğru yaptığını nerelerde
hata yaptığını, neleri kazanıp neleri kaybettiklerini o
boyutça anlarken, sonlarının güzel bir biçimde
noktalanacağını görürken, Şaki (cehennemlik) olan Ruhlar
da kendi scalaları içinde yine tüm bu aşamaları, dışında
değil, kendi enfüs ve afakında algılar, dünyada tüm
yaptıklarının o boyutça karşılıklarını, kötü olarak
sonlanacak sonlarını görerek müşahede ederler. Yani,
enfüs ve afaki görüş her boyut ve o boyut içinde de
geçerlidir. Bizim beş duyumuzda nasıl ki, bir afaki
görüş bir de iç dünyamız varsa, Cinlerin de bir afaki ve
enfüsi boyutları vardır. İnsan ölüm ötesi geçişinde
dünyadakinden kat be kat daha net ve keskin, latif
olarak sahip olduğu ruhtaki bu afaki görüşle Cinlerin
(Nari) boyutunu algılarken, sahip olduğu Enfüsi görüşle
de Nur (Meleki) boyutu dolayısıyla, cehennemi, cehennem
boyutunun varlıkları olan zebanileri, cennetleri,
cennetin içindeki varlıkları algılar. Şimdi de, bana
gönderilen bu konuyla ilgili bazı hadisleri anlamaya
çalışalım:
“ Sura üfürülünce, Allah’ın diledikleri hariç, göklerde
ve yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacaktır. Sonra
ona bir defa daha üfürülünce, hemen ayağa kalkıp,
bakakalacaklardır”, (Zümer- 68) / “ (Mahşerde) Allah’ın
ilk yaratmaya başladığı yer insanın baş tarafıdır”
(hadis) / “İki Sur üfürülüşü arasında kırk yıl vardır”
(hadis)/ “Sur, Nur’dan yapılmış bir boynuzdur. Bütün
yaratıkların ruhları onun içindedir. Sur borusunun
üzerinde ise, Ruh sayısınca delikler vardır” (hadis) / “
Yer (Arz) başka bir yerle (Arzla), Semalar da başka bir
Sema (Yer) ile yer değiştirdiğinde tüm insanlar Vahit ve
Kahhar olan Allah’ın huzuruna çıkarlar” (İbrahim-48) /
“Gözleri zillet ve dehşetten düşmüş olarak, sanki
yayılan çekirgeler gibi, kabirlerinden çıkarlar”
(Kamer-7) / “O gün yer yarılıp ondan süratle çıkarlar.
Bu bir Haşirdir ki, bize kolaydır” (Kaf-44) / “… Sonra
sizi bir defa çağırdığı zaman derhal kabirlerinizden
çıkarsınız” (Rum-25)
“…Önce İsrafil Arz (Yer) İle Sema (Gök) arasında durur.
Sonra Sur’a üfürür, Arz ehli ile Sema ehli ölür… Sonra
(Allah’ın “geride kim kaldı?” sorusu üzerine) Azrail,
başta ölümsüz olan Allah’ın sonra da sırasıyla Arşı
taşıyanların, Cebrail’in, Mikail’in, İsrafil’in ve
kendisinin diri kaldığını söyler. Ve yine Allah, her
defasında tek tek sırasıyla Cebrail’in, Mikail’in, Arşı
taşıyıcısı olan meleklerin ve en sonunda da, Arşın,
İsrafil’in elinden Sur’u almasıyla İsrafil’in ölmesini
emreder ve öylece de olur. Sonra Azrail de yaratılmış
bir varlık olduğundan onun da ölmesi emredilir ve o da
ölür. Geride ise, Vahit ve Kahhar olan Allah kalır ve
tekrardan, önce Arşın taşıyıcıları sonra da sırasıyla
Azrail, Cebrail, Mikail, İsrafil dirilir. Sonra Allah,
insan ruhlarını alıp Surun içine koyar ve İsrafil’e
diriltmesi için Sur’a üflemesini emreder, bu emirle de
ruhlar çekirgeler gibi çıkıp Yer ile Gök arasını
doldurur, en sonunda (ayette de aynen belirtildiği
üzere) topraktan bitki gibi biten cesetlerin içine
girerler, tekrardan kendine gelen cesetler de üstündeki
toprağı yararak dirilirler…” (hadis).
Görüldüğü üzere, burada da işin Hakikâtine işaretle yine
sembolik anlatımlar kullanılmıştır. Çünkü
bildiğimiz gibi göz boyutuna hitap eden ya da somut
anlatımlar insan beyninde (veri tabanında) çok daha iyi
yer etmekte, gerçeğine çok daha iyi yaklaşım
sağlamaktadırlar. Bu yüzden başka anlatımlardaki
mesela, soyut olan amellerin cisimleşerek somut olarak
bilinen bir terazide tartılması sözüyle, bu boyutta
soyut olan bir şeyin o boyutta somut olarak algılanıp
bilgilerin somut bir biçimde deşifre edilip sonuçlarının
bizatihi yaşanacağı anlatılırken, mahşerde tekrardan
bedenlenmesi esnasında kişilerin, ilkin kafasının
yaratılacağı söylenerek de, mahşerde dirilmenin şuursal
olarak uyanma, kendine gelme olduğu, mahşerdeki fiziksel
dönüşümün ise, Ruhun kendi boyutu içinde Baası olduğu
dile getirilmektedir. Aynı şekilde Meleklerin, gerçekte
bildiğimiz şartlandığımız şekilde suretleri ve yapıları
olmadıkları için gerek Sur, gerekse de Sura üfleme olayı
da anlatıldığı şekilde gerçek olmayıp bununla bize bir
şeyler anlatılmaya çalışılmaktadır. Bu anlatımı ise
bizler çağdaş bilimler eşliğinde daha yeni ve iyi bir
şekilde anlamaya başlıyoruz. Bildiğimiz gibi Nur boyutu,
meleklerin bulunduğu boyut olup holografik özelliğe
sahip olarak her bir şeyin kendisinde, boyutlarında
aynen mevcuttur. Dolayısıyla hangi boyut olursa olsun
tüm varlık bu Nur boyutunun kapsamı altındadır. Tüm
varlığın (eşyanın) Hakikâti de zaten Nur değil miydi? Bu
nedenle ruhlar, aynı zamanda İsrafil’in (a.s) da
kapsamı ve varlığı içindedir. Ve sayısınca delik
olması, üflenen nefesin onu üfleyenden ayrı olmaması ya
da İsrafil isimli meleğin ağırlıklı sahip olduğu
manaların o ruhlarda da aynen mevcut olması dolayısıyla,
dönüşümleri sonucu birimlere yeni bir yaşam için hayat
verme işleminin, Özlerindeki Nur boyutundan, boyutsal
olarak açığa çıkmak suretiyle gerçekleşeceğini
anlatmaktadır. Bununla birlikte hadisteki kırk yıl
olayı da tamamıyla mecaz olup “olaylar çok uzun
süreçler alsa da, belli bir zaman sonra…” anlamını
taşımaktadır. Meleklerin ölümüne gelince, “ her Nefs
ölümü tadacaktır” ayeti cinler ve insanlar için
söylenmiştir. Tıpkı, “insanları ve cinleri bana
kulluk etsinler diye yarattım” deyip melekleri işin
içine katmaması gibi. Çünkü Kuran, İnsan ve Cinlere
gelmiştir. Melekler zaten Mutluk Kulluk halindedirler.
Bu yüzden meleklerin ölümü asla söz konusu değildir.
Hadislerde geçen ölümleri ise, meleklerin her şeyin
aslı, orijini olması, bunun yanında, ölümün
tadılacak bir şey olması ve bu yüzden yaşamın bir halden
diğer başka bir hale dönüşmesi nedeniyle bu dönüşüme
işaretle meleklerin ilgili boyut ve bu boyuttaki yapı
ve olayları sona erdirmeleri, işlevlerini tamamlamaları
anlamındadır. A.K. El CÎli, “İnsanı Kamil”
isimli kitabında meleklerin ölümü hakkında bu durumu,
“meleklerin zikirlerinde inkita etmeleri” şeklinde
açıklamıştır. Ayrıca bu ifadeler de, hiyerarşik bir
biçimde Allah’a ait olan hükümlerin Arş’ın üstündeki
boyuttan geldiğini, zaman geçerli olmadığı için de
işlevlerin “an” içinde, hem boyutsal hem de aynı boyut
içinde öncelik ve sonralıkla gerçekleştiğini
anlatmaktadır. Burada Arş’ın ölümsüz oluşu, Arş denilen
şeyin, Manaların (Esmaların), Ef’al boyutu olarak açığa
çıktığı, dönüşüme uğradığı boyut arasındaki sınır olması
nedeniyle, ezeli ve ebedi olarak mevcut olduğunu
anlatmaktadır. Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz
üzere.
İsrafil’in (as), “Yer ile Gök arasında durup Sura
üflemesi” de boyutsal anlamda olup bu ifadeyle tüm
sistem ve boyutlarda işlevleri olan bu meleğin, güneş
sistemimizde gerçekleştireceği işlemler anlatılırken,
“mahşerdeki ruhların Yer ile Gök arasını doldurması”
da mekânsal anlamda olup ruhların, Arz boyutları
içindeki Dünyanın, ikiz boyutundaki yapısı üzerinde
oluşları anlatılmaktadır. “Yer ve Gök ehlinin
tamamının öldükten sonra Allah’ın Baki kalmasını”
ise, zamana kayıtlı olan insanların bakış açılarına göre
oluşturulmuş bu mecazi anlatım şeklinde düşünürsek,
Allah’a bir zaman ve bir mekân atfetmiş, Onu bizim gibi
bir varlık durumuna indirgemiş oluruz ki, böyle bir şey
elbette tamamıyla yanlıştır. Oysa Allah, kendi
varlığında, kendi varlığındaki sonsuz Esmasıyla
(özellikleriyle) var ettiği tüm sonsuz boyut ve sınırsız
yapılara, bir Bütün olarak yine “an” içinde sahip ve tüm
bunları her an kesintisiz bir biçimde hükmü altında
bulundurduğu için her an Vahit ve Kahhardır. Eğer bir
gün gelecek, Ef’al boyutu ortadan kalkacak dersek,
Ef’alin, Allah’ın Esmasına (varlığına) dayanması
nedeniyle Allah’ın kendisinin ortadan kalkacağı anlamına
gelir ki, böyle bir şey olmayacağından O’nun Vahit ve
Kahhar oluşu, Ef’al (Çokluk, yaratılmışlık) boyutuyla
birliktedir. Daha önceki yazılarımızda da dediğimiz
üzere, Allah, Kâinat’ı İlim ve Kudretiyle ilminde, İlim
ve Kudretinin gereği olarak yine ezeli (öncesiz) ve
ebedi (sonrasız) olarak yaratmıştır. Kısacası olay,
zaman ve mekân içermeyen boyutta, boyutların var olması
şeklinde düşünülmelidir. Aksi bir durum ise, ancak
gelecek bir zamanda (dolayısıyla varlıkların
yaratılmadığı geçmişteki bir zamanda), kendi varlığı
dışında yarattığı mekân-zamanların ve bu
mekân-zamanlardaki varlıkların tümünün yok olmasına
bağlı olarak bir başına kalan bir Tanrı (Tanrısal
anlayış) için geçerlidir, Tanrıbilimcilerin
belirttikleri üzere. Başka bir deyişle, Tekliği,
yarattığı zamana, mekâna ve varlıklara göre sınırlanan
bir yaratıcı. Bununla birlikte, kendi varlığı dışında,
bir mekânda ve zamanda olan bir yaratma işlemi,
kendisiyle bu mekân arasında bir sınır oluşturacağından
Tanrının da bir mekânı olduğu ve o mekânda hep yalnız
yaşadığı gibi, yine mantıksız ve yanlış bir anlam ortaya
çıkmaktadır. Bu yüzden Kuran ve Resulullah’ın bize
bildirmiş olduğu Allah (ve haliyle yaratmış olduğu
Sistem) kavramıyla, kendi beşer kafamıza göre
yarattığımız, kendimiz gibi düşünen, Kuran, Resulullah
ve çağdaş bilimlerin onca verilerine rağmen
bilemediklerimizi, anlayamadıklarımızı bizler için
anlaşılır kılmayan bir Tanrı (ve onunla oluşan bir
sistem) kavramı arasındaki farkı çok iyi görmek
gerekiyor.
(Kaynakça:
Yenilen, İnsan Ve Din, Kendini Tanı,
Hz Muhammed Neyi Okudu, Akıl Ve İman, İslam’ın Temel
Esasları; Ahmed Hulusi)
(1)
Bkz. Din-Bilim Soru Ve Cevapları – 9 ve 10 |