Yerler (Arz), Gökler (Sema) ve Kıyamet

7. Bölüm

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

“ İkan sahipleri için, Yeryüzünde (Arzda, Afakta) ayetler vardır. Nefislerinizde de (Enfüsünüzde de). Hâlâ görmüyor musunuz?” (51- 20, 21) / “Ayetlerimizi Enfüste ve Afakta göstereceğiz” (41-53)

“Enfüs” ve “Afak” ne demektir? Arzda (Afakta), Nefislerinizde (Enfüste) ayetin olması ne anlama gelmektedir? İman sahipleri için değil de, neden ikan sahipleri için ayetler vardır? Ayet göstermenin anlamı nedir? Neden ve niçin gösterilmektedir? Kim gösterecektir? Hangi şartlarda bu olay gerçekleşecektir? Gösterince insanlarda ne olacak, ne değişecektir? Bunun sistemi nedir? Eğer bu soruların cevabını verirsek bu ayetlerin anlamını da çözmüş olacağız.

Afak, Allah’ın İlminde yarattığı sistem ve düzendir. Afakta göstermek yani Seyir ise, bu sistem düzeni fark etmek ve tanımaktır. Enfüs ise, birimin kendi Hakikâti, Nefsi, Mutlak Benliği ve bu Benliğin Bilincidir. Enfüste göstermek (Seyir) de, bu Hakikâtin Benliğini, Bilincini tanımaktır. Kuranda bir takım ayetler seyri Enfüsi ile ilgili iken diğer kısmı da seyri Afaki ile ilgilidir, birimin bu seyri kendi bünyesinde hacmi kadar yaşaması için. Ancak şunu da hemen belirtmek gerekir ki, afaka veya evrene bakmak Allah’ı bilmeyi, tanımayı getirmez. Sadece onun sonsuz ve sınırsızlığını hissettirir. Bunun için birimin enfüsünü (nefsini) bilip tanıması şarttır. Bunu yaparken ya da seyrin tam olabilmesi için de enfüs ve afaki seyrin eşit düzeyde ve tam olması gerekir. Şimdi bunları biraz daha açalım.

Gerçekte, klasik fiziğin bakışıyla bir afaki boyut ve bu afaki boyuttan tamamıyla ayrı, bağımsız bir de enfüsi boyut yoktur. Çünkü mistik veriler ve bu verileri çok iyi açıklayan kuantum fiziğine göre, enfüsi boyutun var kıldığı bir afaki boyut söz konusudur. Bu, evrensel anlamda da böyledir, birimsel anlamda da böyledir. Geçmişte anlattığımız verileri de göz önüne alarak, evrensel anlamda enfüs, yaratılmamış boyuttaki Salt Data ve bu Datanın sahip olduğu tüm özellikleri içinde barındıran Arş’ın altındaki enerji-data boyutu iken, afaki boyut da, bunun projeksiyonuyla oluşmuş alem içere alemlerdir. Birimsel anlamda ise, birimin hem Bütünü oluşturan Salt Datanın (99 Esmanın salt halinin) belli oranlardaki (terkiplerdeki) yapısı olması ve holografik özellik dolayısıyla da içinde yer aldığı enerji-data boyutunun tümünü bünyesinde barındırması, hem bu tüme ait işletim sisteminin kendi bulunduğu boyut itibariyle ortaya koyması ve hem de algılamaların algılayıcılar tarafından oluşturulması nedeniyle, bu terkiplerindeki, birimsel enerji-dataların oluşturduğu bir enfüsü, bu birimsel enerji- datalarının projekte ettiği ve de içinde yer alıp yaşadığı bir de afaki boyutu vardır. Yine bu nedenlerden ötürü birim, ilgili çalışmalarla birimsel seyirden sıyrılarak, derinliğindeki bu evrensel seyre açılımı nispetinde dönüşüm yapabilmektedir (1). İşte bu evrensel kimliği derece, derece ortaya koyabilenler “İkan Ehli” olarak adlandırılmışlardır.

Bununla birlikte ayette de belirtildiği üzere, Kuran’ın (ayetlerin) aslının, anasının, “Levhi Mahfuzdaki” “Ümmül Kitapta” yani, tüm boyutlarıyla varlığın, mahfuz olmuş Levhde (evrensel Levhada) bilgi (data)-enerji formu şeklinde bulunması ve açığa çıkan yada çıkmayan her şeyin bu “Ümmül Kitap” da olması, daha doğrusu bunların, “Ümmül Kitabın” kendisi olması, kainatın, evrenin ve Allah’a ait olan tüm özelliklerin insanın enfüsünde ve afakında ne şekilde bulunduğunu, görünen ve görünmeyen tüm her şeyin Allah’ın nasıl ve ne şekilde ayetleri olduğunu,  bütün her şeyin Kuran’da yine nasıl ve ne şekilde mevcut olduğunu, dolayısıyla İbni Abbas’ın, “ Vallahi devemin yularını kaybetsem onu bile Kuran’da bulacağımı umuyorum” sözünü ve “İnsan ve Kuran ikiz kardeştir” ya da “Kuran İnsanın sırrı, İnsan da Kuranın sırrıdır” ifadelerinin ne anlama geldiğini bize açıklamaktadır. Bu yüzden önemli olan, “Semada (Gök Katlarında) ve Arzda (Yer Katlarında) nice ayetler vardır ki onlar, o alametlerin üstüne basıp geçerler ve onlardan yüz çevirirler” (Yusuf/150) ayeti hükmünce bu ayetleri enfüs ve afakımızda fark ediştir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, enfüsün projektesi olsa da tüm boyutlarıyla afak, eşittir, enfüs değildir. Afak, aynıyla enfüstür ama enfüs, afaktan ibaret değildir. Enfüsün varlığa dönük yönü olduğu gibi, Öze dönük yönü de mevcuttur ki, mesela afakı meydana getiren işlevler ile açığa çıkmamış ve hiçbir zaman çıkmayacak olan boyut ve verilerin enfüste yer alması gibi.

Enfüs ve Afakta ayet, ayetleri göstermek ise, birimin kendisinde mevcut olan ayetlerin işaret ettiği enfüs ya da afaki boyutları okumak, müşahede etmek, görmek, anlamak demektir. Gerçekte Kuran’ı Okumak, onu anlamak demek, elimizdeki metni, meali ya da eldeki birtakım doneleri kullanıp bir bağlantı oluşturarak tercümesini anlamak değil, kendi enfüsümüz ve afakımızda var olan kitabın aslı, orijini “Ümmül Kitabı” kapasitemiz nispetinde okumaktır ki, onu bir defa okuyan birimler, her anında o kitabı okumaya devam etmekte daha doğrusu o kitabı yaşamakta, o kitaba göre yaşamına yön vermekte bunun sonucunda Allah’ı ve yaratmış olduğu Sistemi en iyi bilenler olarak bizlere Kuran’ın ve hadislerin sırlarını açıklamaktadırlar. Kuran’ın, İbadetlerin eda edilmesinden mana da budur. Resul ve Nebiler önce Ümmül Kitabı okur sonra da okudukları bu evrensel Dataları (Bilgileri), açığa çıktığı toplumun anlayış, idrak, ilim seviyesine uygun bir şekle dönüştürerek o toplumun diliyle tüm bu sistemleri açıklar, okudukları boyuta göre de bu boyutta sistemini oluştururlar. Bu yüzden Resulullah’ın, Hira mağarasında kendisinden okunması istenen ve Cebrail’in (as) sıkmasıyla yani, kendindeki Meleki kuvvelerle Enfüsünde ve Afakında okuduğu kitap da bu “Ümmül Kitap” idi. Yeri gelmişken, “Ümmül Kitap” tüm Kâinatı anlatır. Kuran ise, bizim güneş sistemimizin içinde geçerli olan ve bu sistem içindekileri anlatır. Yani, güneş sistemi içinde Arz boyutlarında yaşayan diğer canlılar için de dizayn edilmiş, onlar içinde “datalar” halinde kodlanmış bir kitaptır. Bu yüzden Kuran her ne kadar “Ümmül Kitaba” ait şifreleri barındırsa da, “Ümmül Kitap” bir okyanussa, Kuran ondaki sadece bir damladır. Tıpkı güneş sistemimizin, Kâinatta bir damla olması gibi.

Birimlere, içinde ve dışında ayetlerin gösterilmesi de iki şekilde olmaktadır. Birincisi, ilgili birimlerin Şuursal dönüşüm anında, ikincisi ise, birimlerin fiziki ölümü tadışı anıyla. İlkinde, “ölmeden önce ölme” ile şuursal anlamda dönüşüme uğrayanlar, açılımları oranında, Afaki yönüyle Arz boyutlarını yani, gerek maddesel boyut ve katmanlarını gerekse diğer Arz boyut ve katmanlarını müşahede ederken, enfüsi olarak da bilinç boyutlarını, Ruhül Kudsü, Ruhu Azamı müşahede ederler. İkinci grupta ise, “her ölen kişi gözünü miraca diker” hadisi hükmünce, ölümü tadan birimler, kendi arınmışlıkları oranında kendi Özüne doğru yolculuğa çıkarak yine Işınsal ve Bilinç boyutlarını kendi varlıklarında müşahede ederler. Mümin ruhları, bu müşahedenin sonucunda nerede doğru yaptığını nerelerde hata yaptığını, neleri kazanıp neleri kaybettiklerini o boyutça anlarken, sonlarının güzel bir biçimde noktalanacağını görürken, Şaki (cehennemlik) olan Ruhlar da kendi scalaları içinde yine tüm bu aşamaları, dışında değil, kendi enfüs ve afakında algılar, dünyada tüm yaptıklarının o boyutça karşılıklarını, kötü olarak sonlanacak sonlarını görerek müşahede ederler. Yani, enfüs ve afaki görüş her boyut ve o boyut içinde de geçerlidir. Bizim beş duyumuzda nasıl ki, bir afaki görüş bir de iç dünyamız varsa, Cinlerin de bir afaki ve enfüsi boyutları vardır. İnsan ölüm ötesi geçişinde dünyadakinden kat be kat daha net ve keskin, latif olarak sahip olduğu ruhtaki bu afaki görüşle Cinlerin (Nari) boyutunu algılarken, sahip olduğu Enfüsi görüşle de Nur (Meleki) boyutu dolayısıyla, cehennemi, cehennem boyutunun varlıkları olan zebanileri, cennetleri, cennetin içindeki varlıkları algılar. Şimdi de, bana gönderilen bu konuyla ilgili bazı hadisleri anlamaya çalışalım:

“ Sura üfürülünce, Allah’ın diledikleri hariç, göklerde ve yerde kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacaktır. Sonra ona bir defa daha üfürülünce, hemen ayağa kalkıp, bakakalacaklardır”, (Zümer- 68) / “ (Mahşerde) Allah’ın ilk yaratmaya başladığı yer insanın baş tarafıdır” (hadis) / “İki Sur üfürülüşü arasında kırk yıl vardır” (hadis)/  “Sur, Nur’dan yapılmış bir boynuzdur. Bütün yaratıkların ruhları onun içindedir. Sur borusunun üzerinde ise, Ruh sayısınca delikler vardır” (hadis) / “ Yer (Arz) başka bir yerle (Arzla), Semalar da başka bir Sema (Yer) ile yer değiştirdiğinde tüm insanlar Vahit ve Kahhar olan Allah’ın huzuruna çıkarlar” (İbrahim-48) / “Gözleri zillet ve dehşetten düşmüş olarak, sanki yayılan çekirgeler gibi, kabirlerinden çıkarlar” (Kamer-7) / “O gün yer yarılıp ondan süratle çıkarlar. Bu bir Haşirdir ki, bize kolaydır” (Kaf-44) / “… Sonra sizi bir defa çağırdığı zaman derhal kabirlerinizden çıkarsınız” (Rum-25)

“…Önce İsrafil Arz (Yer) İle Sema (Gök) arasında durur. Sonra Sur’a üfürür, Arz ehli ile Sema ehli ölür… Sonra (Allah’ın “geride kim kaldı?” sorusu üzerine) Azrail, başta ölümsüz olan Allah’ın sonra da sırasıyla Arşı taşıyanların, Cebrail’in, Mikail’in, İsrafil’in ve kendisinin diri kaldığını söyler. Ve yine Allah, her defasında tek tek sırasıyla Cebrail’in, Mikail’in, Arşı taşıyıcısı olan meleklerin ve en sonunda da, Arşın, İsrafil’in elinden Sur’u almasıyla İsrafil’in ölmesini emreder ve öylece de olur. Sonra Azrail de yaratılmış bir varlık olduğundan onun da ölmesi emredilir ve o da ölür. Geride ise, Vahit ve Kahhar olan Allah kalır ve tekrardan, önce Arşın taşıyıcıları sonra da sırasıyla Azrail, Cebrail, Mikail, İsrafil dirilir. Sonra Allah, insan ruhlarını alıp Surun içine koyar ve İsrafil’e diriltmesi için Sur’a üflemesini emreder, bu emirle de ruhlar çekirgeler gibi çıkıp Yer ile Gök arasını doldurur, en sonunda (ayette de aynen belirtildiği üzere) topraktan bitki gibi biten cesetlerin içine girerler, tekrardan kendine gelen cesetler de üstündeki toprağı yararak dirilirler…” (hadis).

Görüldüğü üzere, burada da işin Hakikâtine işaretle yine sembolik anlatımlar kullanılmıştır. Çünkü bildiğimiz gibi göz boyutuna hitap eden ya da somut anlatımlar insan beyninde (veri tabanında) çok daha iyi yer etmekte, gerçeğine çok daha iyi yaklaşım sağlamaktadırlar. Bu yüzden başka anlatımlardaki mesela, soyut olan amellerin cisimleşerek somut olarak bilinen bir terazide tartılması sözüyle, bu boyutta soyut olan bir şeyin o boyutta somut olarak algılanıp bilgilerin somut bir biçimde deşifre edilip sonuçlarının bizatihi yaşanacağı anlatılırken, mahşerde tekrardan bedenlenmesi esnasında kişilerin, ilkin kafasının yaratılacağı söylenerek de, mahşerde dirilmenin şuursal olarak uyanma, kendine gelme olduğu, mahşerdeki fiziksel dönüşümün ise, Ruhun kendi boyutu içinde Baası olduğu dile getirilmektedir. Aynı şekilde Meleklerin, gerçekte bildiğimiz şartlandığımız şekilde suretleri ve yapıları olmadıkları için gerek Sur, gerekse de Sura üfleme olayı da anlatıldığı şekilde gerçek olmayıp bununla bize bir şeyler anlatılmaya çalışılmaktadır. Bu anlatımı ise bizler çağdaş bilimler eşliğinde daha yeni ve iyi bir şekilde anlamaya başlıyoruz. Bildiğimiz gibi Nur boyutu, meleklerin bulunduğu boyut olup holografik özelliğe sahip olarak her bir şeyin kendisinde, boyutlarında aynen mevcuttur. Dolayısıyla hangi boyut olursa olsun tüm varlık bu Nur boyutunun kapsamı altındadır. Tüm varlığın (eşyanın) Hakikâti de zaten Nur değil miydi? Bu nedenle ruhlar, aynı zamanda İsrafil’in (a.s) da kapsamı ve varlığı içindedir. Ve sayısınca delik olması, üflenen nefesin onu üfleyenden ayrı olmaması ya da İsrafil isimli meleğin ağırlıklı sahip olduğu manaların o ruhlarda da aynen mevcut olması dolayısıyla, dönüşümleri sonucu birimlere yeni bir yaşam için hayat verme işleminin, Özlerindeki Nur boyutundan, boyutsal olarak açığa çıkmak suretiyle gerçekleşeceğini anlatmaktadır. Bununla birlikte hadisteki kırk  yıl olayı da tamamıyla mecaz olup   “olaylar çok uzun süreçler alsa da, belli bir zaman sonra…” anlamını taşımaktadır. Meleklerin ölümüne gelince, “ her Nefs ölümü tadacaktır” ayeti cinler ve insanlar için söylenmiştir. Tıpkı, “insanları ve cinleri bana kulluk etsinler diye yarattım” deyip melekleri işin içine katmaması gibi. Çünkü Kuran, İnsan ve Cinlere gelmiştir. Melekler zaten Mutluk Kulluk halindedirler. Bu yüzden meleklerin ölümü asla söz konusu değildir. Hadislerde geçen ölümleri ise, meleklerin her şeyin aslı, orijini olması, bunun yanında, ölümün tadılacak bir şey olması ve bu yüzden yaşamın bir halden diğer başka bir hale dönüşmesi nedeniyle bu dönüşüme işaretle meleklerin ilgili boyut ve bu boyuttaki yapı ve olayları sona erdirmeleri, işlevlerini tamamlamaları anlamındadır. A.K. El CÎli, “İnsanı Kamil” isimli kitabında meleklerin ölümü hakkında bu durumu, “meleklerin zikirlerinde inkita etmeleri” şeklinde açıklamıştır. Ayrıca bu ifadeler de, hiyerarşik bir biçimde Allah’a ait olan hükümlerin Arş’ın üstündeki boyuttan geldiğini, zaman geçerli olmadığı için de işlevlerin “an” içinde, hem boyutsal hem de aynı boyut içinde öncelik ve sonralıkla gerçekleştiğini anlatmaktadır. Burada Arş’ın ölümsüz oluşu, Arş denilen şeyin, Manaların (Esmaların), Ef’al boyutu olarak açığa çıktığı, dönüşüme uğradığı boyut arasındaki sınır olması nedeniyle, ezeli ve ebedi olarak mevcut olduğunu anlatmaktadır. Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz üzere.   

İsrafil’in (as), “Yer ile Gök arasında durup Sura üflemesi” de boyutsal anlamda olup bu ifadeyle tüm sistem ve boyutlarda işlevleri olan bu meleğin, güneş sistemimizde gerçekleştireceği işlemler anlatılırken, “mahşerdeki ruhların Yer ile Gök arasını doldurması” da mekânsal anlamda olup ruhların, Arz boyutları içindeki Dünyanın, ikiz boyutundaki yapısı üzerinde oluşları anlatılmaktadır. “Yer ve Gök ehlinin tamamının öldükten sonra Allah’ın Baki kalmasını” ise, zamana kayıtlı olan insanların bakış açılarına göre oluşturulmuş bu mecazi anlatım şeklinde düşünürsek, Allah’a bir zaman ve bir mekân atfetmiş, Onu bizim gibi bir varlık durumuna indirgemiş oluruz ki, böyle bir şey elbette tamamıyla yanlıştır. Oysa Allah, kendi varlığında, kendi varlığındaki sonsuz Esmasıyla (özellikleriyle) var ettiği tüm sonsuz boyut ve sınırsız yapılara, bir Bütün olarak yine “an” içinde sahip ve tüm bunları her an kesintisiz bir biçimde hükmü altında bulundurduğu için her an Vahit ve Kahhardır. Eğer bir gün gelecek, Ef’al boyutu ortadan kalkacak dersek, Ef’alin, Allah’ın Esmasına (varlığına) dayanması nedeniyle Allah’ın kendisinin ortadan kalkacağı anlamına gelir ki, böyle bir şey olmayacağından O’nun Vahit ve Kahhar oluşu, Ef’al (Çokluk, yaratılmışlık) boyutuyla birliktedir. Daha önceki yazılarımızda da dediğimiz üzere, Allah, Kâinat’ı İlim ve Kudretiyle ilminde, İlim ve Kudretinin gereği olarak yine ezeli (öncesiz) ve ebedi (sonrasız) olarak yaratmıştır. Kısacası olay, zaman ve mekân içermeyen boyutta, boyutların var olması şeklinde düşünülmelidir. Aksi bir durum ise, ancak gelecek bir zamanda (dolayısıyla varlıkların yaratılmadığı geçmişteki bir zamanda), kendi varlığı dışında yarattığı mekân-zamanların ve bu mekân-zamanlardaki varlıkların tümünün yok olmasına bağlı olarak bir başına kalan bir Tanrı (Tanrısal anlayış) için geçerlidir, Tanrıbilimcilerin belirttikleri üzere. Başka bir deyişle, Tekliği, yarattığı zamana, mekâna ve varlıklara göre sınırlanan bir yaratıcı. Bununla birlikte, kendi varlığı dışında, bir mekânda ve zamanda olan bir yaratma işlemi, kendisiyle bu mekân arasında bir sınır oluşturacağından Tanrının da bir mekânı olduğu ve o mekânda hep yalnız yaşadığı gibi, yine mantıksız ve yanlış bir anlam ortaya çıkmaktadır. Bu yüzden Kuran ve Resulullah’ın bize bildirmiş olduğu Allah (ve haliyle yaratmış olduğu Sistem) kavramıyla, kendi beşer kafamıza göre yarattığımız, kendimiz gibi düşünen, Kuran, Resulullah ve çağdaş bilimlerin onca verilerine rağmen bilemediklerimizi, anlayamadıklarımızı bizler için anlaşılır kılmayan bir Tanrı (ve onunla oluşan bir sistem) kavramı arasındaki farkı çok iyi görmek gerekiyor.

 

(Kaynakça: Yenilen, İnsan Ve Din, Kendini Tanı,
Hz Muhammed Neyi Okudu, Akıl Ve İman, İslam’ın Temel Esasları; Ahmed Hulusi)

(1)
  Bkz. Din-Bilim Soru Ve Cevapları – 9 ve 10

 

 

 
 
İstanbul - 23.09.2008
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com