| 
						 
						
						Bununla birlikte yine hadislerde bildirilen, Azrail’in 
						(as) ölüm anında kişinin ruhunu kabzedip tereyağından 
						kıl çeker gibi kolayca, zahmet vermeden çıkarttıktan 
						sonra onu, Rahmet meleklerine vermesi ve bu meleklerin 
						de güzel kokulu, güzel giyimli, güzel ve parlak 
						suretlerde görünüp devamlı hoş sözler söyleyerek, 
						ipekten elbiseler içine koydukları birimin ruhunu tıpkı 
						Miraçta olduğu gibi önce Arz katlarını geçerek birinci 
						Ay Semasına kadar çıkartması ve Ay Semasındaki 
						meleklerin, o getiren meleklere, kişi hakkında soru 
						sormaları ve alınan cevaba göre Gök katlarına 
						girmelerine izin vermeleri ve her bir Gök katında aynı 
						şekilde bu diyalogların geçmesi, en sonunda da Allah’ın 
						huzuruna getirilmesi, Allah’ın güzel sözlerle o kişinin 
						akıbetini söylemesi ve akabinde tekrar bedenine iade 
						edilmesini emretmesi ya da yine Azrail’in (as) kafir, 
						kötü, habis olan bir insanın ruhunu, sanki içinden 
						dikenli bir çalı çekiliyormuşçasına acı verir bir 
						biçimde çekip çok çirkin ve korkutucu suretlerdeki gazap 
						meleklerine vermesi,bu meleklerin de ateşten korlar 
						içine koydukları bu insan ruhunu devamlı aşağılayan, hor 
						görücü, kötü ve korku salan sözlerle devamlı 
						ite-kakarak, vurarak Sema’ya çıkartmaları, ayrıca bu 
						yolculuk sırasında bu ruhun pis koku yayması nedeniyle 
						oradaki meleklerin burnunu tutarak geri gönderilmesini 
						söylemeleri ve birinci kat Semaya geldiklerinde, yine 
						aynı şekildeki diyaloglar sonucunda Gök katları girişine 
						izin verilmemesi ve bunun üzerine de fırlatılıp atılarak 
						bedenine iade edilmesi olayı, mekaniksel bir gezinti 
						olmayıp tamamıyla Ruhun Bilincinde Meleki Kuvvelerle 
						oluşan algılamalar, deşifreler, boyutsal yolculuklardır. 
						Bedene iadesi ise, algılamadaki yoğunluğun tekrar beden 
						boyutuna doğru olması şeklindedir. Keza, meleklerin 
						kabirdeki mümin ruhlarını birinci, ikici, üçüncü, …vs. 
						kat Semada yer alan Salih insanların ya da Resul ve 
						Nebilerin yanına götürmesi, Mümin Ruhların onlarla 
						konuşması, onlardan bilgi edinmesi de yine ruhun şuursal 
						derinliklerinde yaşanılan gerçek hallerdir. Ancak, 
						olayın gerçekte ruh boyutunda gerçekleşmesine,
						ilgili bu anlatımlarda da yine birtakım mecazların 
						bulunmasına, katmanlar arası yolculuğun yine o melekler 
						eşliğinde (meleki kuvvelerle) boyutsal yolculuk 
						şeklinde ve boyutsal anlamlar taşımasına karşın, o 
						meleklerin aynı anda birimin hemen dışında güzel 
						ya da çok çirkin, çeşitli suretlerde görünüp o boyutta 
						çeşitli azap ya da huzur vermeyecekleri anlamına gelmez. 
						O ışınsal beden boyutunda da, bu boyutsal olmanın 
						yanında, karşılarında gördükleri suretlerden bizatihi 
						maddi olarak da etki göreceklerdir. Işınsal boyutta koku 
						olmadığına göre, meleklerin pis kokudan rahatsız 
						olmalarını da artık biz düşünebiliriz. 
						
						
						Kısacası, “ O gün görüşler çok keskindir” ayeti 
						hükmünce beş duyudan sıyrılarak daha geniş ve derinlikli 
						bir biçimde holografik algılamaya geçileceğinden 
						tüm bu olaylar kademe kademe afakta ve enfüste bir bir 
						yaşanılacak, böylece dıştan kendisine uygulanacak güzel, 
						mutluluk ya da azap verici fiillerin yansımasını, 
						boyutsal anlamda da yine o melekler tarafından şuursal 
						olarak her bir boyut karşılığınca yaşayacaklardır. 
						Azrail (a.s) ve hükmü altındaki melekler, ancak kabir 
						boyutunda o birimi terk eder ve bir sonraki melekler 
						olan Münker ve Nekir isimli iki meleğe bırakırlar. Bu 
						arada, bilgilerin insan ruhunda kayıtlı olmasına ve kişi 
						tarafından bu bilgilerin alenen görülmesine karşın böyle 
						bir sorgulama işleminin, hadisleri inkar ettikleri için 
						işin sistemine odaklanmayan birtakım insanların 
						söylediği üzere anlamsız, mantıksız olmayıp kişinin 
						kendinde, enfüsündeki sorgulama melekelerinin, birimin 
						veri tabanındaki datalara uygun suretlere bürünüp 
						afakında görünerek afakındaki ilgili işlevleri 
						gerçekleştirmektedirler. Birimin tüm algılamalarını 
						etkileyecek olan dıştaki bu görüntü ise, bilgilerin ruh 
						(ışınsal) bedene holografik özellikle yüklenmesinin 
						bir sonucu olarak gerçekleşmektedir. Bu nedenle 
						kabirde sorgu suale çekecek olan Münker ve Nekir isimli 
						iki meleğin kişiden kişiye değişen bir biçimde çok 
						korkunç, iğrenç yaratık suretlerinde birimin görüş 
						alanında belirmesi, kötü ve korkutucu ses tonlarıyla 
						konuşup elindeki topuzlarla, ateşten sopalarla yere, 
						oraya buraya vurup ses çıkararak yaklaşması ve sualin 
						ardından o birime çok şiddetli vurarak, saldırarak 
						azaplar vermesi ya da güzel, hoş suretlerde görünüp iyi 
						şekillerde davranması olayı, mecaz olmayıp bizatihi 
						Ruh bedenin algılamaları içinde gerçekleşecek 
						olaylardır. Nasıl ki rüyalar, beynin kendi içindeki 
						elektriksel aktivitenin sonucu olmasına karşın, bize üç 
						boyutlu uzay içinde olaylar yaşatıyor, rüyadaki 
						bedenlerimiz görülen şeylere bağlı olarak her tür şekle 
						girip bizde kabuslar oluşturuyor ve bu esnada dışarıdan 
						bize etki eden ya da gelen bir şey yoksa aynı şekilde, 
						ruh bilincin bellek dalgalarındaki enerji-data 
						hareketliliği de dışta bu suretleri ve acı veya 
						tatlı olayları oluşturmaktadır. Böylece Resulullah, 
						Kur’an’ı açıklayıcı olarak hadislerle de ölüm ötesi o 
						boyutlarda geçerli olan yasaları, sistemi anlatmış ve 
						bizim bu boyutta ne tür şeyler yaparsak, zarar 
						görmeksizin o sistemle uyumlu bir biçimde 
						yaşayabileceğimizin kurallarını göstermiştir, 
						Kendisine lafta değil, tam manasıyla İman edene. Konumu, 
						etiketi ne olursa olsun bunları reddettikleri ölçüde 
						azabı bir bir tadacaklardır ya da tadacağız. 
						
						
						Bunun yanında, enfüsündekine afaktan ayna olan yine bu 
						meleklerin, aldığı cevaba göre kişinin kabrini, kaburga 
						kemiklerinin birbirlerine girecek şekilde daraltması ya 
						da kabrini genişletmesi olayı da, ruhun kendini beden 
						kabul etmesi sonucu algılamaların o boyuta yoğunlaşması, 
						daraltılması veya genişletilmesi sonucu hissedilen bir 
						durum olup bildiğimiz fiziki beden ve ortamla bir ilgisi 
						yoktur, tamamıyla ruhun bilinci ile ilgili bir 
						durumdur. Bu, olayın bir boyutuna işaret etmek 
						için mecazsal bir anlatımken, bunun yanında bir diğer 
						noktada da, kendini beden kayıtlarından kurtaramayan bu 
						yüzden de sahip olduğu bellek dalgaları dolayısıyla hala 
						bir beden zanneden ruhun, bedenin o ortam ve şartlarında 
						olması ve çürümesi esnasında da (bedenle hiçbir bağı 
						olmamasına karşın sanki bizatihi kendisine 
						yapılıyormuşçasına), maddi bir azap da duyacaktır. Bu da 
						geçmişte fiziki bir azaba işaretle, bedenin ister 
						paramparça herhangi bir yerde, isterse de bir hayvanın 
						karnında olsun fark etmez, ceset nerede, ne şekilde 
						bulunursa bulunsun bu parçaların her birinin o azabı 
						hissedeceği şeklinde ifade edilmiştir. Bu arada, yine 
						hadiste belirtildiği gibi bu meleklerin aldığı yanlış 
						cevaplar üzerine topuzlarla, …vs vurmasıyla insan ve 
						cinler hariç tüm hayvanların duyduğu haykırışının, Arş’a 
						kadar uzanması ise, bildiğimiz mekansal ve mekaniksel 
						ses dalgalarının, mekansallıkla ilgisi olmayan boyutsal 
						anlamdaki Arş’a kadar ulaşması değil, birimin o halinin 
						Arş’a kadar meleklerce bilinmesi anlamındadır. 
						
						
						
						“Kıyamet gününde mahşer halkı yüz yirmi saf olacaktır. 
						Her saffın uzunluğu kırk bin sene yürüyüş mesafesi 
						genişliği ise, yirmi bin sene yürüyüş mesafesidir”/ 
						“Günah işleyen ehliyle haşr olacaktır” 
						
						(hadis) 
						
						
						Burada anlatılmak istenen şey ise, mahşerdeki insanların 
						ana manada farklı idrak bloklarında yer alacağı, bir 
						saffın genişliğinin ve uzunluğunun belli mesafede oluşu 
						da, her bir idrak bloku içerisindeki dikey anlamda 
						sayısız idrak seviyelerinin olduğunu ve bu aynı seviyede 
						olanlarında yataysal anlamda farklı, farklı idrak 
						genişliklerine sahip olacaklarını anlatmaktadır. 
						Dolayısıyla yüz yirmi ya da kırk bin senelik ifadeler, 
						belli bir oransallığı gösterecek biçimde beyinde 
						canlandırma yapabilmek için mecazsaldır. Bu yüzdendir ki 
						günah işleyenler, o günah ehli içinde kendi 
						düzeylerinden bilinçlerle birlikte var olacaktır. Keza 
						başka hadislerde de Şehitlerin, Muttakilerin, Velilerin, 
						Resul ve Nebilerin kendi içindeki sınıflarla birlikte 
						ayrı, ayrı sınıflar olarak ahiret ve cennette yer 
						alacakları bildirilmektedir.  
						
						
						Resulullah, “Cennette atılan 
						bir tırnak kadar veya çok küçük bir yere, bir şeye sahip 
						olan, (cennetteki) bir kadının veya bir erkeğin 
						yeryüzüne (Arza) zuhur etmesi takdirde, Arz ile Sema 
						arasını güzel kokuyla dolduracak ya da yine tüm Arzı 
						aydınlatacak” oluşuyla da bize, yine bir 
						gerçeği işaret etmektedir. Cennet boyutu, tabanda Bilinç 
						boyutlarına sıçrama yapan birimlerin kendi 
						data-enerji gücü nispetinde o Bilincin özelliklerini 
						yaşama boyutudur. Cennetlik olan insanların ekseriyatı 
						da bu taban düzeyin sınırsız seviyelerinde yer 
						almaktadırlar. Ayrıca bu boyut Nur boyutu olup Nari 
						boyut, bu Nur boyutun kapsamı altındadır. Birim Nari 
						boyut ve yapısından sıyrılıp Nur boyutuna dönüşüm 
						yapmadan cennet boyutuna geçiş yapamaz. Nasıl ki 
						maddesel boyutun ilim ve gücü, Nari boyut içinde Arz 
						Boyutlarına sıçrama yapan bir birimi, kapsamı altına 
						alamıyorsa aynı şekilde, gerek maddesel boyutumuzda, 
						gerekse de Arz boyutlarında ne kadar geniş ve kapsamlı 
						bir bilince ve güce sahip olunursa olunsun, Nur 
						boyutunun en alt düzeyine sıçrama yapan bir birimi asla 
						kapsamı altına alamaz. Yani, maddesel ya da Nari 
						boyutta, ne kadar geniş bir bilinç, idrak ve kudrete 
						sahip olunursa olunsun Nur boyutu indinde gerçekliğini 
						yitirir. Bu nedenle, Arz boyutunda yer alıp Arz 
						boyutlarına dönük bir bilinç sahibi olarak Güneş Sistemi 
						içinde Arz boyutundaki şeytani cinlere sözünü geçiren 
						Deccal lakaplı birim, bulunduğu bu boyut itibariyle en 
						zirve ve geniş bilinçte bulunmuş olsa da, tabanda Nur 
						bilinç boyutunda bulunan bir birimi etkilemesi ya da 
						etkilemesine rağmen bir sonuç alması asla mümkün 
						değildir. Çünkü bu birim, Arz boyutlarıyla kayıtlı 
						değildir. Bunun daha iyi anlaşılması açısından iki 
						boyutlu yüzey içinde yaşayan varlıklar içinden birinin 
						üçüncü boyuta uzanan varlığını ve bilincini fark edip o 
						boyuttan ikinci boyut ve varlığı değerlendirmesini, yanı 
						sıra da bu iki boyuttaki varlıkların yada içlerinden 
						birinin kendi boyutları içinde sonsuz güçlere sahip 
						olarak ona her türlü etkide bulunduğunu göz önüne 
						alırsak, bu etkilerin iki boyutlu yüzey içinde geçerli 
						olup o varlığın ikinci boyuttaki izdüşümüne, yapısına 
						karşılık gelse de üçüncü Boyuta, dolayısıyla o varlığa, 
						asla ulaşamayacağını görürdük. Hatta kimi üst bilinç 
						sahipleri ise, o etkiyi dahi yok edip o birimleri her 
						türlü şekilde yönlendirebilmektedir de. Onu 
						sorgulayan Kudüs valisine, “emir Semadan gelmeseydi 
						senin gücün bana yetmezdi” diyen Hz İsa (as) da, 
						“bedenime her türlü şeyi yapabilirsiniz, ama Ruhuma asla 
						bir şey yapamazsınız” yani, Ruhuma, Bilincime asla 
						ulaşamazsınız sözüyle yine bu duruma işaret etmektedir. 
						Keza, gerek cehennem ortamında olmalarına karşın beden 
						ve bedene ait bilinç kayıtlarından kurtulmalarından 
						dolayı Eflatun ve onun gibilerinin (sayıları çok, çok 
						azdır), gerekse de herkesle birlikte cehennem ortamından 
						kaçmalarına rağmen Veli olarak isimlendirilen 
						birimlerin, o ortamın yüksek yoğunluklu radyasyonunun 
						neden olduğu ızdırap ve sıkıntılardan azap 
						görmemelerinin nedeni de budur. Bu birimler daha 
						evvelinden dünya yaşamında da manevi azaptan 
						kurtulmuşlardır. 
						
						
						
						"Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya 
						Semasına iner ve -Kim bana dua ediyorsa ona icabet 
						edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim 
						bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım- der” 
						(Hadis) 
						
						
						Öncelikle, neden Rab denmekte de “Hak”, “Allah” ya da 
						“Hu” kelimesi söylenmemektedir. Rab nerededir ki, O’nun 
						bir mekânı mı var ki, dünya Semasına iniyor? Rab her 
						yerde ise, neden belli, sınırlı bir yere indiği 
						söyleniyor? İnmekten mana nedir? Dünya Semasından kasıt 
						nedir ve nerededir? Diğer Semalarla ne kast 
						edilmektedir? Bunların dünya Semasıyla ayrıldığı yer, 
						sınır neresidir? Onlarla ilişkisi nedir? “Gecenin son 
						üçte biri” ne demektir? Hangi süreçtir? Her yerde hazır 
						ve nazır olan Rab neden gecenin üçte ikisinde ortada 
						yok? Eğer bu, anlatıldığı şekilde değil de “mecazdır” 
						diyorsak, neden bunları günün bilimsel anlayışıyla 
						yaklaşılıp çözmeye gayret göstermiyor ve bu şekildeki 
						diğer ayet ve hadislere bu bakış açılarıyla yaklaşmıyor, 
						anlatıldığı gibi anlıyor bunun sonucunda akıl ve mantık 
						noktalarını terk ediyor, çelişkiler içine saplanıyoruz? 
						Bu tür şeylerin anlamını deşifre etmek yerine, bunları 
						söylemekle bunlar anlaşılır, bilinir hale geliyor mu? 
						Bunların ne anlama geldiğini araştıracağımız, en azıyla 
						ne olabileceğini düşüneceğimiz yerde modemod bunları 
						tekrar edip kendimizi duygusal tatmin etmek, olayı 
						çözümleyip hallediyor mu? Bu tatminin sistemde yeri 
						var mı? Bunları papağan gibi tekrarlamakla ilim sahibi 
						olunuyor mu? Yoksa ilmini aldığımız ya da soru 
						olarak yönelttiğimiz kişilerin bilemedikleri için tüm bu 
						ve benzeri ifadeleri, Tanrılarının yanına bilinmezliğe 
						itip yada sır diyip sizi geçiştiriyorlar mı? 
						Cevaplarında geçmişin değil, çağımızın ilimsel verileri 
						ne kadar yer almaktadır? Hangi seviyeden olursak olalım 
						egomuzu yenerek anlayış, idrak kapasitemize göre, 
						“bunun böyle olduğunu düşünüyorum” ya da “şuan 
						için bilemiyorum, araştırmam gerek” demek mi 
						isabetli bir anlayıştır yoksa egomuzun esiri olarak 
						belli bir yere geldiğimiz, zirveye oturduğumuzu 
						düşünerek her şeyi bildiğimizden emin bir biçimde olayı 
						kapatmak ya da tanımlanamaz olduğunu dillendirmek, 
						hele, hele bu ifade hadis ise ret etmek veya etiketine 
						güvenerek saçmalamak mı doğru bir davranıştır? 
						“Allah aklını kullanmayana gökten pislik yağdırır” 
						(Yunus-100) ayetine muhatap olmamak için yine ayetlerin 
						açıkladığı gibi, “ hala aklınızı kullanmayacak 
						mısınız?”, “Hala düşünmeyecek misiniz? ”, 
						“Hala tefekkür etmeyecek misiniz?”, hükmünce Kuran 
						ve hadisleri daha derin noktalardan anlamak istiyorsak 
						her bir ayeti ve hadisi, hem kendi konuları içinde hem 
						de bütünü göz önüne alarak, günümüz çağdaş bilimlerini 
						de kapsayacak şekilde, en azıyla bu tür sorulara çevirip 
						bu tür sorgulamalar ile konulara yaklaşıp bunun çözüm 
						yollarına gitmek, onları çözmek durumundayız. 
						
						
						Şimdi bu hadisi kendi ilim ve kapasitemce açıklamaya 
						çalışayım (soruların birçoğunu açıklamıştık). Bir 
						ayette, “ant olsun geceye…” denerek, Allah’ın bir 
						şeye boş yere yemin etmeyeceği göz önüne alındığında 
						burada var olan, işlemekte olan bir sisteme işaret 
						edildiğini görmekteyiz. Bu sistem ise, güneşin dünyanın 
						arkasına geçmesiyle, dolaylı yoldan gerek elektronik 
						cihazlara gerekse de, insan beyni üzerinde negatif 
						özellikleri oluşturan (parazit yaratan) dalgalarının 
						(ışınımlarının) kesintiye uğramasıdır (1). Kuran 
						ve hadislerde geceleri nafile ibadet yapılmasının 
						şiddetle önerilmesinin nedeni de budur. Nafile ibadet 
						derken de bunun içine çeşitli adlardaki namazların, 
						zikirlerin yanında düşünme ve tefekkür etmekte 
						girmektedir ki, en üstün olanı da budur. İlki enerji 
						yönlü getiri getirirken diğeri şuursal, ilimsel yönde 
						insanda açılım yapar. Gecenin yaklaşık son üçte birlik 
						diliminin önemli olmasının nedeni ise, güneşin parazitli 
						dalgaların kesintiye uğramasıyla beynin rahat 
						bırakılması sonucu beynin üçte ikilik dönem içinde 
						kendine gelmesi, dinlenmesi ve son üçte birlik dilimi 
						için potansiyel oluşturmasıdır. Ayrıca son üçte birlik 
						sürecin başlangıcından sonu olan seher vaktine kadar 
						olan sürede ve bilhassa seher vaktinde, beyindeki Rem 
						dalgaları en güçlü ve yoğun olarak yayınlamakta, bunun 
						yanında bu süreçte Astrolojik (Meleki) tesirler daha net 
						olarak da değerlendirilmektedir. Böylece güneşin tekrar 
						doğmasıyla parazitli dalgaların beyne ulaşma öncesindeki 
						bu değerli zaman bölümünde beyin, huzurlu, sakin, 
						stressiz, dingin bir biçimde randımanlı çalıştığı için 
						Öz boyutlara daha kuvvetli yoğunlaşma sağlanmakta, 
						Hakikatı olan derinliğindeki Rabbine yönelinmekte 
						sonucunda da Rabbinin ilim ve Kudreti Özünden gelen bir 
						biçimde dünya Semasında yani, birimin Bilincinden 
						maddesel dünyasına açığa çıkmaktadır. Özetle, “Rabbin 
						dünya Semasına inmesi” demek, o zaman dilimi 
						boyunca birimin, Şuurunda Rabbini fark etmesi ve Rabbani 
						güçleri harekete geçirmesidir. Elbette bu şart ve 
						ortamda yapılan duanın bir kısmı hemen gerçekleşirken, 
						bir kısmı da sistemde değerlendirilerek çok kısa süreler 
						içinde sistemden tekrardan geri yansımak suretiyle 
						birimin Arzında açığa çıkacaktır. 
						
						
						
						“Gökten (Semadan) pislik yağması” 
						
						olayı ise, elbette sembolik bir anlatım olup gerçekte 
						enfüsi ve afaki yönden gökten (semadan) ne pislik 
						benzeri somut bir şeyin, ne de negatif bir enerji türü 
						bir şeyin inmesi söz konusudur. Göğün, Bilinç, Gök 
						Katlarının da Bilinç Boyutları olduğu göz önüne alarak, 
						bu ayetin genel anlamda iki idrak grubunu muhatap 
						aldığını söyleyebiliriz. Böylece, dini, dinsel kuralları 
						kale almayan bu nedenle de beden ve bedene ait 
						özelliklerini tatmine dönük düşünce ve fiilleri ortaya 
						koyanlar ile din sistemi içinde yer alıp dinin asıl yanı 
						olan şuursal yönünü yaşam modeli olarak görmeyen bu 
						yüzden bu yolda çabalamayan, araştırmayan, irdelemeyen 
						kısacası, akıl melekelerini kullanıp potansiyellerini 
						harekete geçirmeyen birimlerin, Bilinç boyutlarından 
						mahrum olmaları ve her geçen gün bu durumun veri 
						tabanlarına perçinlenmesi ve bunun sonucunda 
						bilinçlerinin kilitlenmesiyle, enfüsi ve afaki boyuttan 
						gelen manaları, yine enfüs ve afaklarındaki veri 
						tabanlarınca değerlendirilememesi anlatılmaktadır. Başka 
						bir değişle, enfüsi ve afaki anlamda Semadan her an 
						manaların yağmakta (yayınlanmakta) olduğunu, ama 
						birimin enfüsü, dolayısıyla afaki veri tabanının sınırlı 
						çalışması nedeniyle, bu manaları sınırsız bir biçimde 
						değerlendirip gerçek evrensel boyutlarına dönüşüm 
						yapamadığı için bulunduğu terkibi hali devam ettirmekte 
						olduğu mecazi bir dille ifade edilmiştir. 
						
						
						Son olarak, Rab kelimesinin kullanılmasının nedenine 
						gelince, bildiğimiz gibi Bilinç kavramı, yaratılmışlık 
						boyutlarında geçerli olduğundan Ruh Adlı Melek için, 
						İnsan için ya da var olan diğer varlıklar için 
						kullanılır. Yaratılmamışlık boyutlarında yani, Allah 
						içinse kullanılmaz. Çünkü Allah Bilinç sahibi bir varlık 
						değildir. Allah İlim sahibidir, İlmiyle kendini 
						bilir, değerlendirir. Bu yüzden birimsel ya da 
						Mutlak anlamda Bilinç, Ef’al boyutu itibariyle 
						kullanıldığından ve Ef’al boyutu da Rububiyet boyutu 
						olup Rabb’ın hükmü altında olduğundan, hadiste doğal 
						olarak bu boyuta işaretle Rab ismi kullanılmıştır. 
						Ku’ran’da kimi yerde “Biz” veya “Rab”, 
						kimi yerde de, “Hak” ya da “Allah”, “Hu 
						(O)”, “Ben” isimleri kullanılmakta, bunlar 
						da, bir Tanrının, bizler ve Sistem dışındaki 
						(ötesindeki) hayali isimleri olmayıp Allah ismiyle bize 
						bildirilenin çeşitli boyutlarında aldığı isimlerdir. 
						Hangi boyut ve boyut bakışından kendini tanıtmak, 
						bizlere bir şeyler anlatmak (vermek) istiyorsa ya da o 
						ayet, hadis, hangi boyuta işaret ediyorsa, o boyuttaki 
						isim kullanılmıştır. Mesela “Ben” derken, 
						“Mutlak Benlik” yani, Sıfat Boyutunu, “Biz” 
						derken de İlmindeki Meleki yani, Ef’al boyutunu 
						bahsetmesi gibi. Şimdi de farklı bir başlık adı altında 
						kaldığımız yerden konularımıza devam edelim… 
						
						
						Kenan Keskin 
						
						
						
						(1) Dalgalar Ve Özellikleri – 3 (Radyo Dalgaları) 
						
						
						
						(Kaynakça: Hz Muhammed Neyi Okudu / Allah / İnsan Ve Din 
						/ İnsan Ve Sırları- I, II /Kendini Tanı / Yenilen – 
						Ahmet Hulusi / Beyin Dalgalarını Yönlendirmek Ve 
						Kullanmak- Volkan Tolga,
						
						www.sufizmveinsan.com / Araştırma)  |