Bununla birlikte yine hadislerde bildirilen, Azrail’in
(as) ölüm anında kişinin ruhunu kabzedip tereyağından
kıl çeker gibi kolayca, zahmet vermeden çıkarttıktan
sonra onu, Rahmet meleklerine vermesi ve bu meleklerin
de güzel kokulu, güzel giyimli, güzel ve parlak
suretlerde görünüp devamlı hoş sözler söyleyerek,
ipekten elbiseler içine koydukları birimin ruhunu tıpkı
Miraçta olduğu gibi önce Arz katlarını geçerek birinci
Ay Semasına kadar çıkartması ve Ay Semasındaki
meleklerin, o getiren meleklere, kişi hakkında soru
sormaları ve alınan cevaba göre Gök katlarına
girmelerine izin vermeleri ve her bir Gök katında aynı
şekilde bu diyalogların geçmesi, en sonunda da Allah’ın
huzuruna getirilmesi, Allah’ın güzel sözlerle o kişinin
akıbetini söylemesi ve akabinde tekrar bedenine iade
edilmesini emretmesi ya da yine Azrail’in (as) kafir,
kötü, habis olan bir insanın ruhunu, sanki içinden
dikenli bir çalı çekiliyormuşçasına acı verir bir
biçimde çekip çok çirkin ve korkutucu suretlerdeki gazap
meleklerine vermesi,bu meleklerin de ateşten korlar
içine koydukları bu insan ruhunu devamlı aşağılayan, hor
görücü, kötü ve korku salan sözlerle devamlı
ite-kakarak, vurarak Sema’ya çıkartmaları, ayrıca bu
yolculuk sırasında bu ruhun pis koku yayması nedeniyle
oradaki meleklerin burnunu tutarak geri gönderilmesini
söylemeleri ve birinci kat Semaya geldiklerinde, yine
aynı şekildeki diyaloglar sonucunda Gök katları girişine
izin verilmemesi ve bunun üzerine de fırlatılıp atılarak
bedenine iade edilmesi olayı, mekaniksel bir gezinti
olmayıp tamamıyla Ruhun Bilincinde Meleki Kuvvelerle
oluşan algılamalar, deşifreler, boyutsal yolculuklardır.
Bedene iadesi ise, algılamadaki yoğunluğun tekrar beden
boyutuna doğru olması şeklindedir. Keza, meleklerin
kabirdeki mümin ruhlarını birinci, ikici, üçüncü, …vs.
kat Semada yer alan Salih insanların ya da Resul ve
Nebilerin yanına götürmesi, Mümin Ruhların onlarla
konuşması, onlardan bilgi edinmesi de yine ruhun şuursal
derinliklerinde yaşanılan gerçek hallerdir. Ancak,
olayın gerçekte ruh boyutunda gerçekleşmesine,
ilgili bu anlatımlarda da yine birtakım mecazların
bulunmasına, katmanlar arası yolculuğun yine o melekler
eşliğinde (meleki kuvvelerle) boyutsal yolculuk
şeklinde ve boyutsal anlamlar taşımasına karşın, o
meleklerin aynı anda birimin hemen dışında güzel
ya da çok çirkin, çeşitli suretlerde görünüp o boyutta
çeşitli azap ya da huzur vermeyecekleri anlamına gelmez.
O ışınsal beden boyutunda da, bu boyutsal olmanın
yanında, karşılarında gördükleri suretlerden bizatihi
maddi olarak da etki göreceklerdir. Işınsal boyutta koku
olmadığına göre, meleklerin pis kokudan rahatsız
olmalarını da artık biz düşünebiliriz.
Kısacası, “ O gün görüşler çok keskindir” ayeti
hükmünce beş duyudan sıyrılarak daha geniş ve derinlikli
bir biçimde holografik algılamaya geçileceğinden
tüm bu olaylar kademe kademe afakta ve enfüste bir bir
yaşanılacak, böylece dıştan kendisine uygulanacak güzel,
mutluluk ya da azap verici fiillerin yansımasını,
boyutsal anlamda da yine o melekler tarafından şuursal
olarak her bir boyut karşılığınca yaşayacaklardır.
Azrail (a.s) ve hükmü altındaki melekler, ancak kabir
boyutunda o birimi terk eder ve bir sonraki melekler
olan Münker ve Nekir isimli iki meleğe bırakırlar. Bu
arada, bilgilerin insan ruhunda kayıtlı olmasına ve kişi
tarafından bu bilgilerin alenen görülmesine karşın böyle
bir sorgulama işleminin, hadisleri inkar ettikleri için
işin sistemine odaklanmayan birtakım insanların
söylediği üzere anlamsız, mantıksız olmayıp kişinin
kendinde, enfüsündeki sorgulama melekelerinin, birimin
veri tabanındaki datalara uygun suretlere bürünüp
afakında görünerek afakındaki ilgili işlevleri
gerçekleştirmektedirler. Birimin tüm algılamalarını
etkileyecek olan dıştaki bu görüntü ise, bilgilerin ruh
(ışınsal) bedene holografik özellikle yüklenmesinin
bir sonucu olarak gerçekleşmektedir. Bu nedenle
kabirde sorgu suale çekecek olan Münker ve Nekir isimli
iki meleğin kişiden kişiye değişen bir biçimde çok
korkunç, iğrenç yaratık suretlerinde birimin görüş
alanında belirmesi, kötü ve korkutucu ses tonlarıyla
konuşup elindeki topuzlarla, ateşten sopalarla yere,
oraya buraya vurup ses çıkararak yaklaşması ve sualin
ardından o birime çok şiddetli vurarak, saldırarak
azaplar vermesi ya da güzel, hoş suretlerde görünüp iyi
şekillerde davranması olayı, mecaz olmayıp bizatihi
Ruh bedenin algılamaları içinde gerçekleşecek
olaylardır. Nasıl ki rüyalar, beynin kendi içindeki
elektriksel aktivitenin sonucu olmasına karşın, bize üç
boyutlu uzay içinde olaylar yaşatıyor, rüyadaki
bedenlerimiz görülen şeylere bağlı olarak her tür şekle
girip bizde kabuslar oluşturuyor ve bu esnada dışarıdan
bize etki eden ya da gelen bir şey yoksa aynı şekilde,
ruh bilincin bellek dalgalarındaki enerji-data
hareketliliği de dışta bu suretleri ve acı veya
tatlı olayları oluşturmaktadır. Böylece Resulullah,
Kur’an’ı açıklayıcı olarak hadislerle de ölüm ötesi o
boyutlarda geçerli olan yasaları, sistemi anlatmış ve
bizim bu boyutta ne tür şeyler yaparsak, zarar
görmeksizin o sistemle uyumlu bir biçimde
yaşayabileceğimizin kurallarını göstermiştir,
Kendisine lafta değil, tam manasıyla İman edene. Konumu,
etiketi ne olursa olsun bunları reddettikleri ölçüde
azabı bir bir tadacaklardır ya da tadacağız.
Bunun yanında, enfüsündekine afaktan ayna olan yine bu
meleklerin, aldığı cevaba göre kişinin kabrini, kaburga
kemiklerinin birbirlerine girecek şekilde daraltması ya
da kabrini genişletmesi olayı da, ruhun kendini beden
kabul etmesi sonucu algılamaların o boyuta yoğunlaşması,
daraltılması veya genişletilmesi sonucu hissedilen bir
durum olup bildiğimiz fiziki beden ve ortamla bir ilgisi
yoktur, tamamıyla ruhun bilinci ile ilgili bir
durumdur. Bu, olayın bir boyutuna işaret etmek
için mecazsal bir anlatımken, bunun yanında bir diğer
noktada da, kendini beden kayıtlarından kurtaramayan bu
yüzden de sahip olduğu bellek dalgaları dolayısıyla hala
bir beden zanneden ruhun, bedenin o ortam ve şartlarında
olması ve çürümesi esnasında da (bedenle hiçbir bağı
olmamasına karşın sanki bizatihi kendisine
yapılıyormuşçasına), maddi bir azap da duyacaktır. Bu da
geçmişte fiziki bir azaba işaretle, bedenin ister
paramparça herhangi bir yerde, isterse de bir hayvanın
karnında olsun fark etmez, ceset nerede, ne şekilde
bulunursa bulunsun bu parçaların her birinin o azabı
hissedeceği şeklinde ifade edilmiştir. Bu arada, yine
hadiste belirtildiği gibi bu meleklerin aldığı yanlış
cevaplar üzerine topuzlarla, …vs vurmasıyla insan ve
cinler hariç tüm hayvanların duyduğu haykırışının, Arş’a
kadar uzanması ise, bildiğimiz mekansal ve mekaniksel
ses dalgalarının, mekansallıkla ilgisi olmayan boyutsal
anlamdaki Arş’a kadar ulaşması değil, birimin o halinin
Arş’a kadar meleklerce bilinmesi anlamındadır.
“Kıyamet gününde mahşer halkı yüz yirmi saf olacaktır.
Her saffın uzunluğu kırk bin sene yürüyüş mesafesi
genişliği ise, yirmi bin sene yürüyüş mesafesidir”/
“Günah işleyen ehliyle haşr olacaktır”
(hadis)
Burada anlatılmak istenen şey ise, mahşerdeki insanların
ana manada farklı idrak bloklarında yer alacağı, bir
saffın genişliğinin ve uzunluğunun belli mesafede oluşu
da, her bir idrak bloku içerisindeki dikey anlamda
sayısız idrak seviyelerinin olduğunu ve bu aynı seviyede
olanlarında yataysal anlamda farklı, farklı idrak
genişliklerine sahip olacaklarını anlatmaktadır.
Dolayısıyla yüz yirmi ya da kırk bin senelik ifadeler,
belli bir oransallığı gösterecek biçimde beyinde
canlandırma yapabilmek için mecazsaldır. Bu yüzdendir ki
günah işleyenler, o günah ehli içinde kendi
düzeylerinden bilinçlerle birlikte var olacaktır. Keza
başka hadislerde de Şehitlerin, Muttakilerin, Velilerin,
Resul ve Nebilerin kendi içindeki sınıflarla birlikte
ayrı, ayrı sınıflar olarak ahiret ve cennette yer
alacakları bildirilmektedir.
Resulullah, “Cennette atılan
bir tırnak kadar veya çok küçük bir yere, bir şeye sahip
olan, (cennetteki) bir kadının veya bir erkeğin
yeryüzüne (Arza) zuhur etmesi takdirde, Arz ile Sema
arasını güzel kokuyla dolduracak ya da yine tüm Arzı
aydınlatacak” oluşuyla da bize, yine bir
gerçeği işaret etmektedir. Cennet boyutu, tabanda Bilinç
boyutlarına sıçrama yapan birimlerin kendi
data-enerji gücü nispetinde o Bilincin özelliklerini
yaşama boyutudur. Cennetlik olan insanların ekseriyatı
da bu taban düzeyin sınırsız seviyelerinde yer
almaktadırlar. Ayrıca bu boyut Nur boyutu olup Nari
boyut, bu Nur boyutun kapsamı altındadır. Birim Nari
boyut ve yapısından sıyrılıp Nur boyutuna dönüşüm
yapmadan cennet boyutuna geçiş yapamaz. Nasıl ki
maddesel boyutun ilim ve gücü, Nari boyut içinde Arz
Boyutlarına sıçrama yapan bir birimi, kapsamı altına
alamıyorsa aynı şekilde, gerek maddesel boyutumuzda,
gerekse de Arz boyutlarında ne kadar geniş ve kapsamlı
bir bilince ve güce sahip olunursa olunsun, Nur
boyutunun en alt düzeyine sıçrama yapan bir birimi asla
kapsamı altına alamaz. Yani, maddesel ya da Nari
boyutta, ne kadar geniş bir bilinç, idrak ve kudrete
sahip olunursa olunsun Nur boyutu indinde gerçekliğini
yitirir. Bu nedenle, Arz boyutunda yer alıp Arz
boyutlarına dönük bir bilinç sahibi olarak Güneş Sistemi
içinde Arz boyutundaki şeytani cinlere sözünü geçiren
Deccal lakaplı birim, bulunduğu bu boyut itibariyle en
zirve ve geniş bilinçte bulunmuş olsa da, tabanda Nur
bilinç boyutunda bulunan bir birimi etkilemesi ya da
etkilemesine rağmen bir sonuç alması asla mümkün
değildir. Çünkü bu birim, Arz boyutlarıyla kayıtlı
değildir. Bunun daha iyi anlaşılması açısından iki
boyutlu yüzey içinde yaşayan varlıklar içinden birinin
üçüncü boyuta uzanan varlığını ve bilincini fark edip o
boyuttan ikinci boyut ve varlığı değerlendirmesini, yanı
sıra da bu iki boyuttaki varlıkların yada içlerinden
birinin kendi boyutları içinde sonsuz güçlere sahip
olarak ona her türlü etkide bulunduğunu göz önüne
alırsak, bu etkilerin iki boyutlu yüzey içinde geçerli
olup o varlığın ikinci boyuttaki izdüşümüne, yapısına
karşılık gelse de üçüncü Boyuta, dolayısıyla o varlığa,
asla ulaşamayacağını görürdük. Hatta kimi üst bilinç
sahipleri ise, o etkiyi dahi yok edip o birimleri her
türlü şekilde yönlendirebilmektedir de. Onu
sorgulayan Kudüs valisine, “emir Semadan gelmeseydi
senin gücün bana yetmezdi” diyen Hz İsa (as) da,
“bedenime her türlü şeyi yapabilirsiniz, ama Ruhuma asla
bir şey yapamazsınız” yani, Ruhuma, Bilincime asla
ulaşamazsınız sözüyle yine bu duruma işaret etmektedir.
Keza, gerek cehennem ortamında olmalarına karşın beden
ve bedene ait bilinç kayıtlarından kurtulmalarından
dolayı Eflatun ve onun gibilerinin (sayıları çok, çok
azdır), gerekse de herkesle birlikte cehennem ortamından
kaçmalarına rağmen Veli olarak isimlendirilen
birimlerin, o ortamın yüksek yoğunluklu radyasyonunun
neden olduğu ızdırap ve sıkıntılardan azap
görmemelerinin nedeni de budur. Bu birimler daha
evvelinden dünya yaşamında da manevi azaptan
kurtulmuşlardır.
"Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya
Semasına iner ve -Kim bana dua ediyorsa ona icabet
edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim
bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım- der”
(Hadis)
Öncelikle, neden Rab denmekte de “Hak”, “Allah” ya da
“Hu” kelimesi söylenmemektedir. Rab nerededir ki, O’nun
bir mekânı mı var ki, dünya Semasına iniyor? Rab her
yerde ise, neden belli, sınırlı bir yere indiği
söyleniyor? İnmekten mana nedir? Dünya Semasından kasıt
nedir ve nerededir? Diğer Semalarla ne kast
edilmektedir? Bunların dünya Semasıyla ayrıldığı yer,
sınır neresidir? Onlarla ilişkisi nedir? “Gecenin son
üçte biri” ne demektir? Hangi süreçtir? Her yerde hazır
ve nazır olan Rab neden gecenin üçte ikisinde ortada
yok? Eğer bu, anlatıldığı şekilde değil de “mecazdır”
diyorsak, neden bunları günün bilimsel anlayışıyla
yaklaşılıp çözmeye gayret göstermiyor ve bu şekildeki
diğer ayet ve hadislere bu bakış açılarıyla yaklaşmıyor,
anlatıldığı gibi anlıyor bunun sonucunda akıl ve mantık
noktalarını terk ediyor, çelişkiler içine saplanıyoruz?
Bu tür şeylerin anlamını deşifre etmek yerine, bunları
söylemekle bunlar anlaşılır, bilinir hale geliyor mu?
Bunların ne anlama geldiğini araştıracağımız, en azıyla
ne olabileceğini düşüneceğimiz yerde modemod bunları
tekrar edip kendimizi duygusal tatmin etmek, olayı
çözümleyip hallediyor mu? Bu tatminin sistemde yeri
var mı? Bunları papağan gibi tekrarlamakla ilim sahibi
olunuyor mu? Yoksa ilmini aldığımız ya da soru
olarak yönelttiğimiz kişilerin bilemedikleri için tüm bu
ve benzeri ifadeleri, Tanrılarının yanına bilinmezliğe
itip yada sır diyip sizi geçiştiriyorlar mı?
Cevaplarında geçmişin değil, çağımızın ilimsel verileri
ne kadar yer almaktadır? Hangi seviyeden olursak olalım
egomuzu yenerek anlayış, idrak kapasitemize göre,
“bunun böyle olduğunu düşünüyorum” ya da “şuan
için bilemiyorum, araştırmam gerek” demek mi
isabetli bir anlayıştır yoksa egomuzun esiri olarak
belli bir yere geldiğimiz, zirveye oturduğumuzu
düşünerek her şeyi bildiğimizden emin bir biçimde olayı
kapatmak ya da tanımlanamaz olduğunu dillendirmek,
hele, hele bu ifade hadis ise ret etmek veya etiketine
güvenerek saçmalamak mı doğru bir davranıştır?
“Allah aklını kullanmayana gökten pislik yağdırır”
(Yunus-100) ayetine muhatap olmamak için yine ayetlerin
açıkladığı gibi, “ hala aklınızı kullanmayacak
mısınız?”, “Hala düşünmeyecek misiniz? ”,
“Hala tefekkür etmeyecek misiniz?”, hükmünce Kuran
ve hadisleri daha derin noktalardan anlamak istiyorsak
her bir ayeti ve hadisi, hem kendi konuları içinde hem
de bütünü göz önüne alarak, günümüz çağdaş bilimlerini
de kapsayacak şekilde, en azıyla bu tür sorulara çevirip
bu tür sorgulamalar ile konulara yaklaşıp bunun çözüm
yollarına gitmek, onları çözmek durumundayız.
Şimdi bu hadisi kendi ilim ve kapasitemce açıklamaya
çalışayım (soruların birçoğunu açıklamıştık). Bir
ayette, “ant olsun geceye…” denerek, Allah’ın bir
şeye boş yere yemin etmeyeceği göz önüne alındığında
burada var olan, işlemekte olan bir sisteme işaret
edildiğini görmekteyiz. Bu sistem ise, güneşin dünyanın
arkasına geçmesiyle, dolaylı yoldan gerek elektronik
cihazlara gerekse de, insan beyni üzerinde negatif
özellikleri oluşturan (parazit yaratan) dalgalarının
(ışınımlarının) kesintiye uğramasıdır (1). Kuran
ve hadislerde geceleri nafile ibadet yapılmasının
şiddetle önerilmesinin nedeni de budur. Nafile ibadet
derken de bunun içine çeşitli adlardaki namazların,
zikirlerin yanında düşünme ve tefekkür etmekte
girmektedir ki, en üstün olanı da budur. İlki enerji
yönlü getiri getirirken diğeri şuursal, ilimsel yönde
insanda açılım yapar. Gecenin yaklaşık son üçte birlik
diliminin önemli olmasının nedeni ise, güneşin parazitli
dalgaların kesintiye uğramasıyla beynin rahat
bırakılması sonucu beynin üçte ikilik dönem içinde
kendine gelmesi, dinlenmesi ve son üçte birlik dilimi
için potansiyel oluşturmasıdır. Ayrıca son üçte birlik
sürecin başlangıcından sonu olan seher vaktine kadar
olan sürede ve bilhassa seher vaktinde, beyindeki Rem
dalgaları en güçlü ve yoğun olarak yayınlamakta, bunun
yanında bu süreçte Astrolojik (Meleki) tesirler daha net
olarak da değerlendirilmektedir. Böylece güneşin tekrar
doğmasıyla parazitli dalgaların beyne ulaşma öncesindeki
bu değerli zaman bölümünde beyin, huzurlu, sakin,
stressiz, dingin bir biçimde randımanlı çalıştığı için
Öz boyutlara daha kuvvetli yoğunlaşma sağlanmakta,
Hakikatı olan derinliğindeki Rabbine yönelinmekte
sonucunda da Rabbinin ilim ve Kudreti Özünden gelen bir
biçimde dünya Semasında yani, birimin Bilincinden
maddesel dünyasına açığa çıkmaktadır. Özetle, “Rabbin
dünya Semasına inmesi” demek, o zaman dilimi
boyunca birimin, Şuurunda Rabbini fark etmesi ve Rabbani
güçleri harekete geçirmesidir. Elbette bu şart ve
ortamda yapılan duanın bir kısmı hemen gerçekleşirken,
bir kısmı da sistemde değerlendirilerek çok kısa süreler
içinde sistemden tekrardan geri yansımak suretiyle
birimin Arzında açığa çıkacaktır.
“Gökten (Semadan) pislik yağması”
olayı ise, elbette sembolik bir anlatım olup gerçekte
enfüsi ve afaki yönden gökten (semadan) ne pislik
benzeri somut bir şeyin, ne de negatif bir enerji türü
bir şeyin inmesi söz konusudur. Göğün, Bilinç, Gök
Katlarının da Bilinç Boyutları olduğu göz önüne alarak,
bu ayetin genel anlamda iki idrak grubunu muhatap
aldığını söyleyebiliriz. Böylece, dini, dinsel kuralları
kale almayan bu nedenle de beden ve bedene ait
özelliklerini tatmine dönük düşünce ve fiilleri ortaya
koyanlar ile din sistemi içinde yer alıp dinin asıl yanı
olan şuursal yönünü yaşam modeli olarak görmeyen bu
yüzden bu yolda çabalamayan, araştırmayan, irdelemeyen
kısacası, akıl melekelerini kullanıp potansiyellerini
harekete geçirmeyen birimlerin, Bilinç boyutlarından
mahrum olmaları ve her geçen gün bu durumun veri
tabanlarına perçinlenmesi ve bunun sonucunda
bilinçlerinin kilitlenmesiyle, enfüsi ve afaki boyuttan
gelen manaları, yine enfüs ve afaklarındaki veri
tabanlarınca değerlendirilememesi anlatılmaktadır. Başka
bir değişle, enfüsi ve afaki anlamda Semadan her an
manaların yağmakta (yayınlanmakta) olduğunu, ama
birimin enfüsü, dolayısıyla afaki veri tabanının sınırlı
çalışması nedeniyle, bu manaları sınırsız bir biçimde
değerlendirip gerçek evrensel boyutlarına dönüşüm
yapamadığı için bulunduğu terkibi hali devam ettirmekte
olduğu mecazi bir dille ifade edilmiştir.
Son olarak, Rab kelimesinin kullanılmasının nedenine
gelince, bildiğimiz gibi Bilinç kavramı, yaratılmışlık
boyutlarında geçerli olduğundan Ruh Adlı Melek için,
İnsan için ya da var olan diğer varlıklar için
kullanılır. Yaratılmamışlık boyutlarında yani, Allah
içinse kullanılmaz. Çünkü Allah Bilinç sahibi bir varlık
değildir. Allah İlim sahibidir, İlmiyle kendini
bilir, değerlendirir. Bu yüzden birimsel ya da
Mutlak anlamda Bilinç, Ef’al boyutu itibariyle
kullanıldığından ve Ef’al boyutu da Rububiyet boyutu
olup Rabb’ın hükmü altında olduğundan, hadiste doğal
olarak bu boyuta işaretle Rab ismi kullanılmıştır.
Ku’ran’da kimi yerde “Biz” veya “Rab”,
kimi yerde de, “Hak” ya da “Allah”, “Hu
(O)”, “Ben” isimleri kullanılmakta, bunlar
da, bir Tanrının, bizler ve Sistem dışındaki
(ötesindeki) hayali isimleri olmayıp Allah ismiyle bize
bildirilenin çeşitli boyutlarında aldığı isimlerdir.
Hangi boyut ve boyut bakışından kendini tanıtmak,
bizlere bir şeyler anlatmak (vermek) istiyorsa ya da o
ayet, hadis, hangi boyuta işaret ediyorsa, o boyuttaki
isim kullanılmıştır. Mesela “Ben” derken,
“Mutlak Benlik” yani, Sıfat Boyutunu, “Biz”
derken de İlmindeki Meleki yani, Ef’al boyutunu
bahsetmesi gibi. Şimdi de farklı bir başlık adı altında
kaldığımız yerden konularımıza devam edelim…
Kenan Keskin
(1) Dalgalar Ve Özellikleri – 3 (Radyo Dalgaları)
(Kaynakça: Hz Muhammed Neyi Okudu / Allah / İnsan Ve Din
/ İnsan Ve Sırları- I, II /Kendini Tanı / Yenilen –
Ahmet Hulusi / Beyin Dalgalarını Yönlendirmek Ve
Kullanmak- Volkan Tolga,
www.sufizmveinsan.com / Araştırma) |