Yerler (Arz), Gökler (Sema) ve Kıyamet

8. Bölüm

Fiz.Müh. Kenan Keskin
 

Bununla birlikte yine hadislerde bildirilen, Azrail’in (as) ölüm anında kişinin ruhunu kabzedip tereyağından kıl çeker gibi kolayca, zahmet vermeden çıkarttıktan sonra onu, Rahmet meleklerine vermesi ve bu meleklerin de güzel kokulu, güzel giyimli, güzel ve parlak suretlerde görünüp devamlı hoş sözler söyleyerek, ipekten elbiseler içine koydukları birimin ruhunu tıpkı Miraçta olduğu gibi önce Arz katlarını geçerek birinci Ay Semasına kadar çıkartması ve Ay Semasındaki meleklerin, o getiren meleklere, kişi hakkında soru sormaları ve alınan cevaba göre Gök katlarına girmelerine izin vermeleri ve her bir Gök katında aynı şekilde bu diyalogların geçmesi, en sonunda da Allah’ın huzuruna getirilmesi, Allah’ın güzel sözlerle o kişinin akıbetini söylemesi ve akabinde tekrar bedenine iade edilmesini emretmesi ya da yine Azrail’in (as) kafir, kötü, habis olan bir insanın ruhunu, sanki içinden dikenli bir çalı çekiliyormuşçasına acı verir bir biçimde çekip çok çirkin ve korkutucu suretlerdeki gazap meleklerine vermesi,bu meleklerin de ateşten korlar içine koydukları bu insan ruhunu devamlı aşağılayan, hor görücü, kötü ve korku salan sözlerle devamlı ite-kakarak, vurarak Sema’ya çıkartmaları, ayrıca bu yolculuk sırasında bu ruhun pis koku yayması nedeniyle oradaki meleklerin burnunu tutarak geri gönderilmesini söylemeleri ve birinci kat Semaya geldiklerinde, yine aynı şekildeki diyaloglar sonucunda Gök katları girişine izin verilmemesi ve bunun üzerine de fırlatılıp atılarak bedenine iade edilmesi olayı, mekaniksel bir gezinti olmayıp tamamıyla Ruhun Bilincinde Meleki Kuvvelerle oluşan algılamalar, deşifreler, boyutsal yolculuklardır. Bedene iadesi ise, algılamadaki yoğunluğun tekrar beden boyutuna doğru olması şeklindedir. Keza, meleklerin kabirdeki mümin ruhlarını birinci, ikici, üçüncü, …vs. kat Semada yer alan Salih insanların ya da Resul ve Nebilerin yanına götürmesi, Mümin Ruhların onlarla konuşması, onlardan bilgi edinmesi de yine ruhun şuursal derinliklerinde yaşanılan gerçek hallerdir. Ancak, olayın gerçekte ruh boyutunda gerçekleşmesine, ilgili bu anlatımlarda da yine birtakım mecazların bulunmasına, katmanlar arası yolculuğun yine o melekler eşliğinde (meleki kuvvelerle) boyutsal yolculuk şeklinde ve boyutsal anlamlar taşımasına karşın, o meleklerin aynı anda birimin hemen dışında güzel ya da çok çirkin, çeşitli suretlerde görünüp o boyutta çeşitli azap ya da huzur vermeyecekleri anlamına gelmez. O ışınsal beden boyutunda da, bu boyutsal olmanın yanında, karşılarında gördükleri suretlerden bizatihi maddi olarak da etki göreceklerdir. Işınsal boyutta koku olmadığına göre, meleklerin pis kokudan rahatsız olmalarını da artık biz düşünebiliriz.

Kısacası, “ O gün görüşler çok keskindir” ayeti hükmünce beş duyudan sıyrılarak daha geniş ve derinlikli bir biçimde holografik algılamaya geçileceğinden tüm bu olaylar kademe kademe afakta ve enfüste bir bir yaşanılacak, böylece dıştan kendisine uygulanacak güzel, mutluluk ya da azap verici fiillerin yansımasını, boyutsal anlamda da yine o melekler tarafından şuursal olarak her bir boyut karşılığınca yaşayacaklardır. Azrail (a.s) ve hükmü altındaki melekler, ancak kabir boyutunda o birimi terk eder ve bir sonraki melekler olan Münker ve Nekir isimli iki meleğe bırakırlar. Bu arada, bilgilerin insan ruhunda kayıtlı olmasına ve kişi tarafından bu bilgilerin alenen görülmesine karşın böyle bir sorgulama işleminin, hadisleri inkar ettikleri için işin sistemine odaklanmayan birtakım insanların söylediği üzere anlamsız, mantıksız olmayıp kişinin kendinde, enfüsündeki sorgulama melekelerinin, birimin veri tabanındaki datalara uygun suretlere bürünüp afakında görünerek afakındaki ilgili işlevleri gerçekleştirmektedirler. Birimin tüm algılamalarını etkileyecek olan dıştaki bu görüntü ise, bilgilerin ruh (ışınsal) bedene holografik özellikle yüklenmesinin bir sonucu olarak gerçekleşmektedir. Bu nedenle kabirde sorgu suale çekecek olan Münker ve Nekir isimli iki meleğin kişiden kişiye değişen bir biçimde çok korkunç, iğrenç yaratık suretlerinde birimin görüş alanında belirmesi, kötü ve korkutucu ses tonlarıyla konuşup elindeki topuzlarla, ateşten sopalarla yere, oraya buraya vurup ses çıkararak yaklaşması ve sualin ardından o birime çok şiddetli vurarak, saldırarak azaplar vermesi ya da güzel, hoş suretlerde görünüp iyi şekillerde davranması olayı, mecaz olmayıp bizatihi Ruh bedenin algılamaları içinde gerçekleşecek olaylardır. Nasıl ki rüyalar, beynin kendi içindeki elektriksel aktivitenin sonucu olmasına karşın, bize üç boyutlu uzay içinde olaylar yaşatıyor, rüyadaki bedenlerimiz görülen şeylere bağlı olarak her tür şekle girip bizde kabuslar oluşturuyor ve bu esnada dışarıdan bize etki eden ya da gelen bir şey yoksa aynı şekilde, ruh bilincin bellek dalgalarındaki enerji-data hareketliliği de dışta bu suretleri ve acı veya tatlı olayları oluşturmaktadır. Böylece Resulullah, Kur’an’ı açıklayıcı olarak hadislerle de ölüm ötesi o boyutlarda geçerli olan yasaları, sistemi anlatmış ve bizim bu boyutta ne tür şeyler yaparsak, zarar görmeksizin o sistemle uyumlu bir biçimde yaşayabileceğimizin kurallarını göstermiştir, Kendisine lafta değil, tam manasıyla İman edene. Konumu, etiketi ne olursa olsun bunları reddettikleri ölçüde azabı bir bir tadacaklardır ya da tadacağız.

Bunun yanında, enfüsündekine afaktan ayna olan yine bu meleklerin, aldığı cevaba göre kişinin kabrini, kaburga kemiklerinin birbirlerine girecek şekilde daraltması ya da kabrini genişletmesi olayı da, ruhun kendini beden kabul etmesi sonucu algılamaların o boyuta yoğunlaşması, daraltılması veya genişletilmesi sonucu hissedilen bir durum olup bildiğimiz fiziki beden ve ortamla bir ilgisi yoktur, tamamıyla ruhun bilinci ile ilgili bir durumdur. Bu, olayın bir boyutuna işaret etmek için mecazsal bir anlatımken, bunun yanında bir diğer noktada da, kendini beden kayıtlarından kurtaramayan bu yüzden de sahip olduğu bellek dalgaları dolayısıyla hala bir beden zanneden ruhun, bedenin o ortam ve şartlarında olması ve çürümesi esnasında da (bedenle hiçbir bağı olmamasına karşın sanki bizatihi kendisine yapılıyormuşçasına), maddi bir azap da duyacaktır. Bu da geçmişte fiziki bir azaba işaretle, bedenin ister paramparça herhangi bir yerde, isterse de bir hayvanın karnında olsun fark etmez, ceset nerede, ne şekilde bulunursa bulunsun bu parçaların her birinin o azabı hissedeceği şeklinde ifade edilmiştir. Bu arada, yine hadiste belirtildiği gibi bu meleklerin aldığı yanlış cevaplar üzerine topuzlarla, …vs vurmasıyla insan ve cinler hariç tüm hayvanların duyduğu haykırışının, Arş’a kadar uzanması ise, bildiğimiz mekansal ve mekaniksel ses dalgalarının, mekansallıkla ilgisi olmayan boyutsal anlamdaki Arş’a kadar ulaşması değil, birimin o halinin Arş’a kadar meleklerce bilinmesi anlamındadır.

“Kıyamet gününde mahşer halkı yüz yirmi saf olacaktır. Her saffın uzunluğu kırk bin sene yürüyüş mesafesi genişliği ise, yirmi bin sene yürüyüş mesafesidir”/ “Günah işleyen ehliyle haşr olacaktır” (hadis)

Burada anlatılmak istenen şey ise, mahşerdeki insanların ana manada farklı idrak bloklarında yer alacağı, bir saffın genişliğinin ve uzunluğunun belli mesafede oluşu da, her bir idrak bloku içerisindeki dikey anlamda sayısız idrak seviyelerinin olduğunu ve bu aynı seviyede olanlarında yataysal anlamda farklı, farklı idrak genişliklerine sahip olacaklarını anlatmaktadır. Dolayısıyla yüz yirmi ya da kırk bin senelik ifadeler, belli bir oransallığı gösterecek biçimde beyinde canlandırma yapabilmek için mecazsaldır. Bu yüzdendir ki günah işleyenler, o günah ehli içinde kendi düzeylerinden bilinçlerle birlikte var olacaktır. Keza başka hadislerde de Şehitlerin, Muttakilerin, Velilerin, Resul ve Nebilerin kendi içindeki sınıflarla birlikte ayrı, ayrı sınıflar olarak ahiret ve cennette yer alacakları bildirilmektedir.

Resulullah, “Cennette atılan bir tırnak kadar veya çok küçük bir yere, bir şeye sahip olan, (cennetteki) bir kadının veya bir erkeğin yeryüzüne (Arza) zuhur etmesi takdirde, Arz ile Sema arasını güzel kokuyla dolduracak ya da yine tüm Arzı aydınlatacak” oluşuyla da bize, yine bir gerçeği işaret etmektedir. Cennet boyutu, tabanda Bilinç boyutlarına sıçrama yapan birimlerin kendi data-enerji gücü nispetinde o Bilincin özelliklerini yaşama boyutudur. Cennetlik olan insanların ekseriyatı da bu taban düzeyin sınırsız seviyelerinde yer almaktadırlar. Ayrıca bu boyut Nur boyutu olup Nari boyut, bu Nur boyutun kapsamı altındadır. Birim Nari boyut ve yapısından sıyrılıp Nur boyutuna dönüşüm yapmadan cennet boyutuna geçiş yapamaz. Nasıl ki maddesel boyutun ilim ve gücü, Nari boyut içinde Arz Boyutlarına sıçrama yapan bir birimi, kapsamı altına alamıyorsa aynı şekilde, gerek maddesel boyutumuzda, gerekse de Arz boyutlarında ne kadar geniş ve kapsamlı bir bilince ve güce sahip olunursa olunsun, Nur boyutunun en alt düzeyine sıçrama yapan bir birimi asla kapsamı altına alamaz. Yani, maddesel ya da Nari boyutta, ne kadar geniş bir bilinç, idrak ve kudrete sahip olunursa olunsun Nur boyutu indinde gerçekliğini yitirir. Bu nedenle, Arz boyutunda yer alıp Arz boyutlarına dönük bir bilinç sahibi olarak Güneş Sistemi içinde Arz boyutundaki şeytani cinlere sözünü geçiren Deccal lakaplı birim, bulunduğu bu boyut itibariyle en zirve ve geniş bilinçte bulunmuş olsa da, tabanda Nur bilinç boyutunda bulunan bir birimi etkilemesi ya da etkilemesine rağmen bir sonuç alması asla mümkün değildir. Çünkü bu birim, Arz boyutlarıyla kayıtlı değildir. Bunun daha iyi anlaşılması açısından iki boyutlu yüzey içinde yaşayan varlıklar içinden birinin üçüncü boyuta uzanan varlığını ve bilincini fark edip o boyuttan ikinci boyut ve varlığı değerlendirmesini, yanı sıra da bu iki boyuttaki varlıkların yada içlerinden birinin kendi boyutları içinde sonsuz güçlere sahip olarak ona her türlü etkide bulunduğunu göz önüne alırsak, bu etkilerin iki boyutlu yüzey içinde geçerli olup o varlığın ikinci boyuttaki izdüşümüne, yapısına karşılık gelse de üçüncü Boyuta, dolayısıyla o varlığa, asla ulaşamayacağını görürdük. Hatta kimi üst bilinç sahipleri ise, o etkiyi dahi yok edip o birimleri her türlü şekilde yönlendirebilmektedir de. Onu sorgulayan Kudüs valisine, “emir Semadan gelmeseydi senin gücün bana yetmezdi” diyen Hz İsa (as) da, “bedenime her türlü şeyi yapabilirsiniz, ama Ruhuma asla bir şey yapamazsınız” yani, Ruhuma, Bilincime asla ulaşamazsınız sözüyle yine bu duruma işaret etmektedir. Keza, gerek cehennem ortamında olmalarına karşın beden ve bedene ait bilinç kayıtlarından kurtulmalarından dolayı Eflatun ve onun gibilerinin (sayıları çok, çok azdır), gerekse de herkesle birlikte cehennem ortamından kaçmalarına rağmen Veli olarak isimlendirilen birimlerin, o ortamın yüksek yoğunluklu radyasyonunun neden olduğu ızdırap ve sıkıntılardan azap görmemelerinin nedeni de budur. Bu birimler daha evvelinden dünya yaşamında da manevi azaptan kurtulmuşlardır.

"Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya Semasına iner ve -Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım- der” (Hadis)

Öncelikle, neden Rab denmekte de “Hak”, “Allah” ya da “Hu” kelimesi söylenmemektedir. Rab nerededir ki, O’nun bir mekânı mı var ki, dünya Semasına iniyor? Rab her yerde ise, neden belli, sınırlı bir yere indiği söyleniyor? İnmekten mana nedir? Dünya Semasından kasıt nedir ve nerededir? Diğer Semalarla ne kast edilmektedir? Bunların dünya Semasıyla ayrıldığı yer, sınır neresidir? Onlarla ilişkisi nedir? “Gecenin son üçte biri” ne demektir? Hangi süreçtir? Her yerde hazır ve nazır olan Rab neden gecenin üçte ikisinde ortada yok? Eğer bu, anlatıldığı şekilde değil de “mecazdır” diyorsak, neden bunları günün bilimsel anlayışıyla yaklaşılıp çözmeye gayret göstermiyor ve bu şekildeki diğer ayet ve hadislere bu bakış açılarıyla yaklaşmıyor, anlatıldığı gibi anlıyor bunun sonucunda akıl ve mantık noktalarını terk ediyor, çelişkiler içine saplanıyoruz? Bu tür şeylerin anlamını deşifre etmek yerine, bunları söylemekle bunlar anlaşılır, bilinir hale geliyor mu? Bunların ne anlama geldiğini araştıracağımız, en azıyla ne olabileceğini düşüneceğimiz yerde modemod bunları tekrar edip kendimizi duygusal tatmin etmek, olayı çözümleyip hallediyor mu? Bu tatminin sistemde yeri var mı? Bunları papağan gibi tekrarlamakla ilim sahibi olunuyor mu? Yoksa ilmini aldığımız ya da soru olarak yönelttiğimiz kişilerin bilemedikleri için tüm bu ve benzeri ifadeleri, Tanrılarının yanına bilinmezliğe itip yada sır diyip sizi geçiştiriyorlar mı? Cevaplarında geçmişin değil, çağımızın ilimsel verileri ne kadar yer almaktadır? Hangi seviyeden olursak olalım egomuzu yenerek anlayış, idrak kapasitemize göre, “bunun böyle olduğunu düşünüyorum” ya da “şuan için bilemiyorum, araştırmam gerek” demek mi isabetli bir anlayıştır yoksa egomuzun esiri olarak belli bir yere geldiğimiz, zirveye oturduğumuzu düşünerek her şeyi bildiğimizden emin bir biçimde olayı kapatmak ya da tanımlanamaz olduğunu dillendirmek, hele, hele bu ifade hadis ise ret etmek veya etiketine güvenerek saçmalamak mı doğru bir davranıştır? “Allah aklını kullanmayana gökten pislik yağdırır” (Yunus-100) ayetine muhatap olmamak için yine ayetlerin açıkladığı gibi, “ hala aklınızı kullanmayacak mısınız?”, “Hala düşünmeyecek misiniz? ”, “Hala tefekkür etmeyecek misiniz?”, hükmünce Kuran ve hadisleri daha derin noktalardan anlamak istiyorsak her bir ayeti ve hadisi, hem kendi konuları içinde hem de bütünü göz önüne alarak, günümüz çağdaş bilimlerini de kapsayacak şekilde, en azıyla bu tür sorulara çevirip bu tür sorgulamalar ile konulara yaklaşıp bunun çözüm yollarına gitmek, onları çözmek durumundayız.

Şimdi bu hadisi kendi ilim ve kapasitemce açıklamaya çalışayım (soruların birçoğunu açıklamıştık). Bir ayette, “ant olsun geceye…” denerek, Allah’ın bir şeye boş yere yemin etmeyeceği göz önüne alındığında burada var olan, işlemekte olan bir sisteme işaret edildiğini görmekteyiz. Bu sistem ise, güneşin dünyanın arkasına geçmesiyle, dolaylı yoldan gerek elektronik cihazlara gerekse de, insan beyni üzerinde negatif özellikleri oluşturan (parazit yaratan) dalgalarının (ışınımlarının) kesintiye uğramasıdır (1). Kuran ve hadislerde geceleri nafile ibadet yapılmasının şiddetle önerilmesinin nedeni de budur. Nafile ibadet derken de bunun içine çeşitli adlardaki namazların, zikirlerin yanında düşünme ve tefekkür etmekte girmektedir ki, en üstün olanı da budur. İlki enerji yönlü getiri getirirken diğeri şuursal, ilimsel yönde insanda açılım yapar. Gecenin yaklaşık son üçte birlik diliminin önemli olmasının nedeni ise, güneşin parazitli dalgaların kesintiye uğramasıyla beynin rahat bırakılması sonucu beynin üçte ikilik dönem içinde kendine gelmesi, dinlenmesi ve son üçte birlik dilimi için potansiyel oluşturmasıdır. Ayrıca son üçte birlik sürecin başlangıcından sonu olan seher vaktine kadar olan sürede ve bilhassa seher vaktinde, beyindeki Rem dalgaları en güçlü ve yoğun olarak yayınlamakta, bunun yanında bu süreçte Astrolojik (Meleki) tesirler daha net olarak da değerlendirilmektedir. Böylece güneşin tekrar doğmasıyla parazitli dalgaların beyne ulaşma öncesindeki bu değerli zaman bölümünde beyin, huzurlu, sakin, stressiz, dingin bir biçimde randımanlı çalıştığı için Öz boyutlara daha kuvvetli yoğunlaşma sağlanmakta, Hakikatı olan derinliğindeki Rabbine yönelinmekte sonucunda da Rabbinin ilim ve Kudreti Özünden gelen bir biçimde dünya Semasında yani, birimin Bilincinden maddesel dünyasına açığa çıkmaktadır. Özetle, “Rabbin dünya Semasına inmesi” demek, o zaman dilimi boyunca birimin, Şuurunda Rabbini fark etmesi ve Rabbani güçleri harekete geçirmesidir. Elbette bu şart ve ortamda yapılan duanın bir kısmı hemen gerçekleşirken, bir kısmı da sistemde değerlendirilerek çok kısa süreler içinde sistemden tekrardan geri yansımak suretiyle birimin Arzında açığa çıkacaktır.

“Gökten (Semadan) pislik yağması” olayı ise, elbette sembolik bir anlatım olup gerçekte enfüsi ve afaki yönden gökten (semadan) ne pislik benzeri somut bir şeyin, ne de negatif bir enerji türü bir şeyin inmesi söz konusudur. Göğün, Bilinç, Gök Katlarının da Bilinç Boyutları olduğu göz önüne alarak, bu ayetin genel anlamda iki idrak grubunu muhatap aldığını söyleyebiliriz. Böylece, dini, dinsel kuralları kale almayan bu nedenle de beden ve bedene ait özelliklerini tatmine dönük düşünce ve fiilleri ortaya koyanlar ile din sistemi içinde yer alıp dinin asıl yanı olan şuursal yönünü yaşam modeli olarak görmeyen bu yüzden bu yolda çabalamayan, araştırmayan, irdelemeyen kısacası, akıl melekelerini kullanıp potansiyellerini harekete geçirmeyen birimlerin, Bilinç boyutlarından mahrum olmaları ve her geçen gün bu durumun veri tabanlarına perçinlenmesi ve bunun sonucunda bilinçlerinin kilitlenmesiyle, enfüsi ve afaki boyuttan gelen manaları, yine enfüs ve afaklarındaki veri tabanlarınca değerlendirilememesi anlatılmaktadır. Başka bir değişle, enfüsi ve afaki anlamda Semadan her an manaların yağmakta (yayınlanmakta) olduğunu, ama birimin enfüsü, dolayısıyla afaki veri tabanının sınırlı çalışması nedeniyle, bu manaları sınırsız bir biçimde değerlendirip gerçek evrensel boyutlarına dönüşüm yapamadığı için bulunduğu terkibi hali devam ettirmekte olduğu mecazi bir dille ifade edilmiştir.

Son olarak, Rab kelimesinin kullanılmasının nedenine gelince, bildiğimiz gibi Bilinç kavramı, yaratılmışlık boyutlarında geçerli olduğundan Ruh Adlı Melek için, İnsan için ya da var olan diğer varlıklar için kullanılır. Yaratılmamışlık boyutlarında yani, Allah içinse kullanılmaz. Çünkü Allah Bilinç sahibi bir varlık değildir. Allah İlim sahibidir, İlmiyle kendini bilir, değerlendirir. Bu yüzden birimsel ya da Mutlak anlamda Bilinç, Ef’al boyutu itibariyle kullanıldığından ve Ef’al boyutu da Rububiyet boyutu olup Rabb’ın hükmü altında olduğundan, hadiste doğal olarak bu boyuta işaretle Rab ismi kullanılmıştır. Ku’ran’da kimi yerde “Biz” veya “Rab”, kimi yerde de, “Hak” ya da “Allah”, “Hu (O)”, “Ben” isimleri kullanılmakta, bunlar da, bir Tanrının, bizler ve Sistem dışındaki (ötesindeki) hayali isimleri olmayıp Allah ismiyle bize bildirilenin çeşitli boyutlarında aldığı isimlerdir. Hangi boyut ve boyut bakışından kendini tanıtmak, bizlere bir şeyler anlatmak (vermek) istiyorsa ya da o ayet, hadis, hangi boyuta işaret ediyorsa, o boyuttaki isim kullanılmıştır. Mesela “Ben” derken, “Mutlak Benlik” yani, Sıfat Boyutunu, “Biz” derken de İlmindeki Meleki yani, Ef’al boyutunu bahsetmesi gibi. Şimdi de farklı bir başlık adı altında kaldığımız yerden konularımıza devam edelim…

Kenan Keskin

(1) Dalgalar Ve Özellikleri – 3 (Radyo Dalgaları)

(Kaynakça: Hz Muhammed Neyi Okudu / Allah / İnsan Ve Din / İnsan Ve Sırları- I, II /Kendini Tanı / Yenilen – Ahmet Hulusi / Beyin Dalgalarını Yönlendirmek Ve Kullanmak- Volkan Tolga, www.sufizmveinsan.com / Araştırma)

 

 

 
 
İstanbul - 07.10.2008
hologramk@yahoo.com
http://sufizmveinsan.com