Parreira futbol dünyasında bilinen bir isim, belli bir kariyeri var.
1994 Dünya Kupası karşılaşmalarında takımı Brezilya'yı dünya
şampiyonu yaptı ve oradan İspanya'nın Valencia takımının teknik
direktörlüğüne getirildi; ama maalesef başarılı olamadı. Son Dünya Kupasında da
öyle...
Ali Şen'in başkanlığı döneminde Fenerbahçe
teknik direktörlüğünde bulundu.
Takımda belli bir oyun düzeni kurdu.. 3 - 5 - 2 sistemi ile
takımlarla mücadele edecekti. Başlangıçta hayli başarılı oldu ve beş
antrönerlerle işi götürdü.. Diğer takımlar kendini bulmaya başladığı anda, Parreria'nın
oyun planı geçersiz kalmaya başladı. Hele son maçlarda takım iyice oyundan düştü,
şöyle ki; defansı sağlam tutayım derken gol yendiğinde ofansif futbola geçiliyor,
ancak kontratak futbola yatkın her takım Fenerbahçe için tehlikeli oluyordu. En
son lig maçları, kupa maçı ve iki Galatasaray yenilgisi bunun en açık
göstergesiydi...
Belirli başarısızlıklarına karşın, iki yıl öncesi Trabzon
karşılaşması onun futbol konusundaki kariyerini ve bilgisini somutlaştıran bir
örnek oldu.
Parreira Trabzon’u maçın ilk 20 dakikasında
sahasında gol atamazsa takım oyununun bozulabileceğini düşündü. İstatistikler bunu
gösteriyordu. Müdafayı sağlam tutmalıydı. Telaşsız gösterişsiz görev adamı Saffet'i
geri dörtlüye sol tarafa, önüne de Högh'ü koyarak Trabzonun sağ kanattan
yapacağı akınları önledi.
Fenerbahçe’yi yirmi dakikada rakip sahada göremedik,
bilahere kontraatak futboluyla gol aramaya başladı. Esasen Fenerbahçe
forvetlerinin hissedemediği bir şey vardı. Trabzon kalecisi Metin'in
kendisine gelen her topu kalesine alabilecek bir fiziki moral çöküntüsü içindeydi...
İki top geldi ikisi de gol oldu... Trabzon yorulduğu ve oyundan düştüğü
anlarda Perreira'nın üç oyuncuyu birden değiştirmesi çok akılcıydı, önce
beraberliği sonra galibiyeti yakaladı.. Gerçekten enfes bir şekilde oyunu takip etti
ve OKU’DU... Trabzon'a bir beraberlik bile yetecekti, ama maç boyunca
uyguladığı taktiklerle oyuna hiç bir katkıda bulunamayan Şenol Güneş abondone
olmuş bir boksör gibi bu hususu düşünemedi ve takımına ikinci gölü de yedirterek
maçın sonucu tayin etti.
Açık bir şekilde belirtmek gerekirse, Şenol hoca oyunu ‘Oku’yamadı
diyebiliriz.
Fenerbahçe’nin şampiyonluğa ulaşırken oynadığı
müsabakanın bir öyküsüydü bu...
Çarpıcı bir örnekte, son olarak oynanan Fenerbahçe-Galatasaray
maçından verelim;
Fatih Terim, İtalya dönüşü yorgun olan takımında, Fener
maçı için en azından bir iki değişiklik yaparak takımı rahatlatması, Baliç’i
tutabilmek için ağır defans oyuncularının yerine hareketli süratli -Fatih
gibi- adamları koyması gerekirken bunu yapmadı. İlk yirmi dakika durum 2 - 0 olunca,
iş işten geçtikten sonradır ki, ikinci yarı Fatih’i alarak dengeyi
sağlamayı düşündü...
Şayet Fenerbahçe’den oyuncu atılmasaydı sahadan mağlup
ayrılması işten bile değildi. Aslında kulübede oturup ta bu kadar yanlışı
göremeyen birine teknik direktör değil de, futbol adamı denmesi dahi olağan
dışıdır.
Terim aynı hatayı Juventus ile
oynanan revanş maçında da yaptı. Aşılamaz juve defansından 3 kişinin Hakanı
kilitlemesi, çırpınan Hakanın yanına Arif gibi bir
silahşörü varken sürmemesi; Onun oyunu oku'ması konusundaki görüşlerini bir kez
daha gözler önüne seriyordu.
3.12.98 tarihli Sabah Gazetesinin entellektüel
yazarı Hıncal Uluç bakın neler diyor;
"Ah Fatih Hoca Ah"
Juventusu ikinci defa elimizden kaçırırken bu
kez sorumlu Fatih hocaydı. Takımı ayağa kaldıracak değişikliklerin
Hasan ve Tolunay'ın yerine Suat ve Arif'in
girmesi olacağını 10 yaşındaki çocuklar bile farketmişken o ısrarla değişikliği
yapmadı.
Arif'e top oynadığı Hakan,
telaş içinde "yanıma yakınıma bas bas bağırırken......
Kısaca; Fatih Terim de saha içi ve saha dışı oyunu ‘Oku’yamadı,
değerlendiremedi...
Bu yazdıklarımdan gaye, olaylarla “konuyu” güncelleştirip
sizlere bir şeyler anlatabilmek..
Ne demek ‘Oku’mak?..
Ele verilmiş bir kitap veya benzeri bir şey olmaksızın ‘oku’mak
mümkün müdür?..
Kimler ‘oku’yabilir ?..
Okuma yazma bilmeyen ‘oku’yabilir mi?..
Bir Prof. ‘oku’yabilir mi?..
Şimdi bu soruların yanıtlarını bulmaya çalışalım.
A'lak Suresinin baştan beş ayeti, Kur'an'ın ilk
tenezzül eden ayetleri olarak kabul edilmektedir. Bu konuda Sahihi Buhari'den
nakledilen Hadis şöyledir;
"Hz.Resulullah’a ilk gelen vahiy, uykuda sadık rüya
halindeydi. Ne zaman bir rüya görse mutlaka gün aydınlığı gibi açık bir şekilde
çıkardı. Sonra O'na yalnız başına kalmak hoş gösterildi ve O Hira dağındaki
mağaraya çekilerek sayısı belirli gecelerde orada kulluk etmekteydi. Ve bu esnada
ailesine yaklaşmamakta ve onlara uğramamaktaydı... Beraberinde yemeğinide
götürmekteydi, sonra tekrar azığını almakta ve tekrar gitmekteydi.. Nihayet Hira
mağarasında geldi Hak O'na... Yaklaşan Melek; "OKU" dedi, O ise ben
okuyamam dedi..
Allah Resulü buyurdu ki;
Melek beni aldı ve sıktı, öyle ki beni son derece yordu ve
bıraktı sonra dedi ki; "OKU" ben ise; okuyamam dedim. İkinci defa beni
aldı sıktı ve son derece yordu. Sonra bıraktı ve "OKU" dedi. Ben
okuyamam deyince üçüncü defa aldı ve sıktı, sonra dedi ki;
Bismillahirrahmanirrahim... İkra’ bismi rabbik’elleziy halak...
Yaratan Rabbının adıyla oku...
-
Halakal insane min alak...
O, İnsanı pıhtılaşmış kandan yarattı
-
İkra’, ve rabbükel ekrem...
Oku, Rabbin nihayetsiz Kerem sahibidir...
-
Elleziy alleme Bil Kalem ;...
Ki O, Kalemle öğretti...
-
Alleme insane ma lem ya’lem...
İnsana bilmediğini öğretti...
Ayet-i Kerimeden anlaşıldığı üzere Cebrail isimli melek;
“İkra” yani “Oku!” dedi..
Bu ikili konuşma esnasında Rasûlulah'ın eline verilmiş
herhangi bir yazılı metin yoktu!..
Okumanın gerekli olduğunu bildiği halde ve tam okuyamamanın
getirdiği sıkıntı içinde cevap verdi Efendimiz;
-"Oku"yabilenlerden değilim!... ‘Oku'yamıyorum...
İkinci sıkma fayda vermedi ve nihayet üçüncü defa sıktı Cebrail ve ayetler
nazil olmaya başladı...
Şimdi ‘okuma niteliğinin’ okuma - yazma ile alakasının
olmadığına değinerek, konuyu değişik açılardan inceleyelim;
Şuna dikkat etmeliyiz, Cebrail isimli Meleğin okumasını
istediği şey, sistemin çalışma tarzıdır ve Allah Resulü bunun bilincine sahiptir.
Ancak Hz.Muhammed henüz Nübüvvet kemalatı olmadığı için özündeki
vasıfları kuvveden fiile çıkaramıyordu, yani kullanamıyordu. İşte ‘Oku’yamaması
bu anlamdaydı...
‘Oku’ hitabını aldığında da;
"Okumamın gerekli olduğunu biliyorum, bunun bilincindeyim
fakat özümde mevcut bu gücü kullanamıyorum" manasında "Okuyabilenlerden
değilim" dedi.
Mele-i Ala’nın yeryüzündeki temsilcisine okuma
kolaylaştırıldı..
Neyle?... Cebrail'in onu sıkmasıyla...
Burada konuyu bedenin kaburgalarının birbirine geçer şekilde
sıkılması biçiminde düşünmeyelim. Her ne kadar mecazi yollu, Cebrail’in Hz.Muhammed’i
sıktığı ifade edilse de, bu hal onun ‘Halife’ olması nedeniyle kendisinde
mevcut isimlerin, manalarının dışına taşması, yani diğer isimlerin de kuvveden
fiile çıkmasının temin edilmesidir.
Kesinlikle anlamamız gereken nokta; "Oku"
dendiğinde, yazılı bir kağıt veya metin olmaması (bu hususu çok yanlış
anlıyoruz) ve bu hüküm ile sistemin çalışma tarzının müşahade edilmesidir.
"Sıkma" dan kasdedilen ise, fiziki bir sıkma
değil, okumayı kolaylaştıracak manaları kuvveden fiile çıkartacak olan Cebrail
Aleyhisselamın beyne uygun frekanslarda impals göndermesidir.
Örneğin;
Kafanız bin türlü problemlerle doludur, bu nedenle
sıkkınsınızdır. Sağa sola başvurup meseleyi çözmek istersiniz. Tam o sırada size
bir yardım gelir, olaylar birbiri ardına, zincirleme çözülür ve rahatlayıp derin
bir Oh! çekersiniz. Artık sıkıntıdan kurtulmuşsunuzdur. İşte sıkma-rahatlatma
olayını bunun gibi düşünmek gerekiyor. Tabi ki bu işlemi Cebrail (a.s.)
yapmaktadır.
Ve Hz. Muhammed Oku'du... okuduğu şey sistemdi.. "velen
tecide li sünnetallahi tebdila" (Fetih/23) hükmü ile konu bütünüyle
açıklık kazanıyor. Burada bahsi geçen “Sünnetillah” kelimesini Evrensel
anlamda kullanmanın gereğini düşünelim ve duygusallıkla Allah Resulü’nün
halka dönük güzel ahlakı ile bağdaştırmayalım. Zira o apayrı bir konu (1)
‘Sünnetillah’ kelimesi, Allahın sistemdeki kanunları
anlamına gelmektedir. “Orijini itibariyle” değişiklik olmaz diyor Ayet-i
Kerime...
"Allah'ın kanunlarında değişiklik olmaz"
Bu gerçeği bilincinde buldu,
Gücünü de..
Ve ona göre tedbirini aldı,
İkra ile
Efendimiz...
(1)-(Bak. “O’nun
Ahlakı” Ahmet F.Yüksel Yeni Dünya)
(Bu yazı, yerel basın
organı Pendik gazetesinde ve aylık
Yeni Dünya Dergisinde yayınlanmıştır.)
|