Toplumda Kadının Yeri


Ocak 1998'de Umre ziyareti için Medine'deydik. Üç günlük mescit aşinalığının getirdiği muhabbeti benliğimizde yaşayarak, ihramlarımızı giyip "lebbeyk" dualarıyla Mekke'ye uçtuk.

Mevsim kış olmasına karşın, hava sıcak sayılırdı. Ama bizi asıl şaşırtan, iliklerimize kadar işleyen sağanak yağmurdu...

Umre'ye gelenlerin çoğunluğu teravih namazlarını Kâbe'nin bir numaralı imamı Abdül Rahman'a tâbi olarak edâ ederken, biz tavaf yapıyorduk. Zira, o sırada hiç kalabalık olmuyordu... Üstelik teravih namazı da farz değildi...

Hakk'ın bizlere ihsan ettiği ruhaniyetle, 9 Ocak'ta, İstanbul'a döndüğümüzde gördük ki; basın, iyi niyetli, duygusal yapısı her halinden belli olan bir müftüyü diline dolamış, sansasyon bu ya; onun kadınlarla erkeklerin aynı safta cenaze namazı kılabilecekleri hususundaki fetvasını pek muteber bulmuştu...

Bu arada, kadınların aybaşı haliyle namaz kılıp oruç tutabilecekleri, namazda Türkçe Kur'an okunmasının gerektiği, ölülerin ardından Kur'an okunamayacağı yolundaki görüşler de epeyce taraftar toplamıştı...

Ve bir türlü çözüme kavuşturulmayan baş örtüsü konusu vardı!..

Düşünüyorum;

Diktatörlük ve Krallık rejimi dışında, yani Demokrasi ile idare edilen ülkelerde, insanların başkalarının hakkını gasp etmeden, uygarca yaşamanın gereği, uymak zorunda bulundukları kurallar olmalı. Zira, yaşadığımız tüm oluşlar bir nizam ve sistem içinde gerçekleşiyor.

Bu şartlar, "serapa sistem" olan mistik alan için de geçerlidir. Ferdi hürriyet anlayışı, kaidelerin üstüne asla çıkamaz.

Cenâb-ı Hak,

"... ve len tecide li sünnetillahi tebdiylâ" (48/23)

(Allah'ın kanunlarında asla değişiklik yoktur) ayeti ile anlatılanlara ışık tutarken, sadece kendisinin sistemlerle sınırlanıp kayıt altına alınamayacağını, "Allah sistemlerden ganidir." hükmüyle açıklamıştır.

Gelelim Kadın ile ilgili hususlara..

Bakara Suresi'nin 30. ayeti, kadın-erkek ayrımı olmaksızın insanın halife olduğunu vurgular. Kadındaki Halifelik vasfı dikkate alındığında, konu yüzeysel tartışmaları bertaraf eden bir derinlik kazanmaktadır. Kur'an'da buna paralel başka örnekler de bulabilirsiniz;

"Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, o nefisten eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının... (Nisa/1)

"Sizi tek bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de aynı nefisten var eden Allah'tır." (Araf/189)

Vurgulanmak istenen, öz'deki vasıfların, kadın-erkek ayrımı gözetilmeksizin insana monte edildiğidir.

Efendimiz bir hadisinde:

"Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi: Kadın, Güzel koku ve Namaz ki, gözümün aydınlığı ona konmuştur" diyor.

Dikkat edilirse, kadın Rahman anlamına gelen güzel koku ile ikame edilen namaz arasında zikredilmektedir. Bu kadar önemle üzerinde durulmasının sebebi, bedene dönük mânâların tafsiliyle meydana gelmesi ve dünya üzerinde kaba anlamda, cinsel birleşme ile ilâhî vuslata köprü teşkil eden bir yapı olmasıdır.

Resülullah (a.s.) kendisine sevdirilenlerden biri olan kadının yerini, insanlık basamağında ve sistem içinde bizzat tayin etmiştir.

O;

Sıcakların kişileri çıldırttığı, şeref ve haysiyetin sadece simge haline geldiği, çeşitli putlara tapınmanın ve güçsüz bir kadına tecavüz etmenin olağan sayıldığı ortamda, kadınlara sahip çıkmış, onurlandırılmaları için çaba göstermiş, tabiri caizse, onlar için mutlak bir koruyuculuk hüviyetine bürünmüştür.

"Kadının elindeki iplik eğirme aleti, Allah yolunda çalışan mücahidin elindeki oktan daha güzeldir."

"Ensar kadınları ne hayırlı kadınlardır. Hâyâları, onları, dinlerini öğrenmekten alıkoymuyor." şeklindeki sözleri, kadınları taltif eden, yücelten, üretime ve erdeme ulaştıran fevkalâde güzel örneklerdir.

Geriye baktığımızda, sahâbi kadınlarının sosyal faaliyetlere katıldığına, çeşitli işlerde görev aldığına tanık olmaktayız.

Bazıları, süt annelik, berberlik, doktorluk, muallimlik gibi işleri de yapmışlardır. Hz. Ömer (r.a) zamanında da, okuma-yazma bilen bir kadının zabıta tayin edildiğini değişik kaynaklardan öğrenmekteyiz.

"İki kadının şahitliği, bir erkek şahide karşılık teşkil eder." mealindeki hadisi de aslında İslâm dininin kadına verdiği değeri belgelemektedir.

Mutlak referansımız olan Efendimiz Aleyhisselât ın hareketlerini inceliyoruz; kadını seviyor, değerli görüyor, himâye ediyor, bir eşya mesabesinde görmüyor, koruyor; ancak onlara karşı davranışlarında sistemin kanunlarına uygun farklı incelikler sergiliyor...

Örneğin; Eşleri dışındaki kadınlarla tokalaşmıyor, yan yana olmaları gerekiyorsa, kadının erkeğin sol tarafında yer almasını, aksi halde üç adım arkadan takip etmesini salık veriyor..

Kur'an'da kadının kimlerle yemek yiyip, kimlerin evine serbestçe girebileceği açıkça belirtilmiştir.(Bak: Nur/61)

Resülullah (s.a.v);

"Kadınlarla iyi geçinin, onlar, eğri kaburga kemiği gibidir, zorlarsanız kırılırlar." şeklindeki hadisi; onların değişken bir yaratılış hikmeti ile var olduklarını işaret ediyor.

Tasavvuf ilmi kadının Kudretle, erkeğin Hikmetle zahir olduğunu vurgular.

Bir erkeğin kırk yılda yapamadığını kırk günde yapabilen kadın, kırk günde oluşturduğu güzel bir işi de, zorlanmaya gelmeyen yapısıyla dört dakikada yerle bir edebilir. Zira, duygulandığı anda, beyinde devreye giren menfi hücre sayısı, erkeklere nispetle sekiz misli fazladır.

Erkek ise, belki kırk senede o noktaya varabilir; ama kırk senede de olsa yaptığı işi kolay kolay bozmaz...

Sezgi gücü çok yüksek olmasına rağmen kadının, kazandıklarını, bir anda kaybetmesi işten bile değildir...

Biyolojik bedenin zorunlukları ve hormonal faaliyetlerinin erkekten farklı oluşu onda belirli sınırlılıkları oluşturur. Bu, doğanın, Allah'ın kanunudur.

Sözü edilen halleri aşabilen kadınlar da vardır.

Resülullah Efendimiz bir hadisinde;

"Erkeklerden kemâle eren çoktur, kadınlardan ise şu dördü kemâle ulaşmıştır; İsa'nın annesi Meryem, Firavun'un iman eden karısı Asiye, benim eşim Hatice ve kızım Fatıma.." demektedir.

Ümmü Habibe Efendimiz (s.a.v)'in hanımlarından Safiyye, Ümmü Seleme, Rabia Sultan, kızı Ümmü Gülsüm ve isimlerini yazamadığımız diğerleri de terkibiyet sınırlarını yıkmış olanlarıdır...

Özellikle belirtmek isterim, her devirde arınmışlık vasfını yakalamış ve insanlık basamağına adım atmış yirmi iki kadın Velî bulunmaktadır.

Kudret sıfatının zuhûr kapısı olan kadını anlayabilmek kolay bir iş değildir. Onu çözemeyenin, "Her an yeni bir şan'da" olan Allah'ı tanıması, anlayabilmesi olanaksızdır.

Bu bilgileri göz ardı ederek, kadını sadece bir seks aracı olarak görmek ve sistemin dışında değerlendirmek akıldışı bir tespittir.

Konuyu; saptırıp, feminist duygularla erkeklere ihtiyacı olmadığını düşünenler ise, toplum içi olaylarda kadınlara öncelik tanınmasından yanadır..

Bu geçmişte de böyleydi, şimdi de değiştiğini göremedik...

Güzel bir örneğini Titanic filminde izledik; facia sırasında, kadınlara yaşam hakkı tanınırken, erkekler geriye bırakılarak ölüme terk edilmedi mi?

Hani kadın erkek eşitliği vardı? Şurası unutulmamalı;

Kadını alıp baştâcı eden, sonra da ayaklar altına alıp çiğneyen zihniyet, mutlaka buhranlara sürüklenir.

Nasıl ki, bir Hükümet protokolünde her isteyenin Cumhurbaşkanı yanında yer alması düşünülemiyorsa, mâbed içinde veya dışında uygulanan bir törende de var oluş prensipleri doğrultusunda, kadının yeri, erkeğin arkasında olmalıdır.

Kadın Cuma namazına katılabileceği gibi, cenaze namazına da katılabilir, ancak arka saflarda olmak kaydıyla.. Fıtrat dinine göre;

Onun ilahi düzendeki yeri, erkek ile belli noktada. bütünleşmektir, esasen varoluş gâyesi de budur.

Baş örtüsü meselesine değindiğimizde de, iki ayrı görüşle karşılaşıyoruz. Biri, başını örtmeyen hanımı "Müslüman" saymıyor, diğeri de baş örtülü olanı umacı gibi görmekte ısrar ediyor.

Zaman ötesi boyutlarda hazırlanan ve yirmi üç yılda tamamlanan Kur'an tebliğinin on yedinci yılında, vahiy kanalıyla gelen örtünme emri, İslâmı seven kadınların baş örtmelerinin yararlı olacağı hakkındadır. (Nur/31)

Resulullah (a.s.) tesettüre önem vermiş, ancak örtünmeyen bir kadının Cennet'e giremeyeceğini asla söylememiştir.

Baş örtüsüne karşı çıkmak, ferdi hürriyete karşı çıkmak anlamını taşır. İnsanların inançları istikâmetinde "topluma zarar verdiği düşüncesiyle" yaşama hakkını kısıtlamak mantıklı bir davranış biçimi değildir.

Diğer taraftan başını örtmeyen kadını inançsız bir kişi kabul etmek ve ona çeşitli yakıştırmalar yaparak bu yolda yapacağı çalışmalara mânî olmak, hattâ kâfir ilan etmek de, vahyin insanlığa sunduğu "dinde zorlama yoktur" hükmünü dikkate almadan, görüntüde inanmış gibi davranan, hüküm ve akılla değil, duyguları istikametinde tavırlar ortaya koyan, bunun tabiî neticesini de yaşayan insana sonuçta mutlaka zarar verecektir.

Allah Muin'imiz olsun!..

İstanbul
afyuksel@hotmail.com
sufafy@hotmail.com

http://sufizmveinsan.com

(Bu yazı aylık Yeni Dünya Dergisinin Aralık '98, Temmuz '99 sayılarında ve Akşam Gazetesinin okuyucu ile sohbet köşesinde yayınlanmıştır.)