300 Spartalı
Kerem Güler
 
 

Tür:Aksiyon/Savaş

Yönetmen:Zack Snyder

Senaryo:Zack Snyder,Kurt Jonstad

Michael Gordon,Michael Gordon,Frank Miller

Görüntü Yönetmeni:Larry Fong

Müzik:Tyler Bates

Süre:91 dk.

Yapım:ABD,2007

Oyuncular:Gerard Butler(Kral Leonidas),David Wenham(Dilios),Lena Headey(Kraliçe Gorgo),Rodrigo Santoro(Pers Kralı Xerxes)

Nerde o Gladyatör Nerde o Sin City?

Karşımızda perdelerimizi yine kan rengine çeviren hem bir çizgi roman adaptasyonu hem de epik dönem savaşlarını anlatan bir yapım var. Kısaca yapımın konusuna değinecek olursak Sparta kralı Leonidas’ın seçkin ve korkusuz 300 askeriyle Yunanistan’ın kuzeyindeki

Sıcak Geçit’i kendilerinden sayıca üstün Pers ordusuna karşı savunması anlatılıyor.Tarihte

“Thermopylae” savaşı olarak geçen bu olayı yine Frank Miller’ın çizgi romanında yarattığı

evren üzerinden ve yönetmen Zack Snyder’ın kamerasından yansıdığı şekilde izliyoruz.

Özellikle yapımla ilgili incelemeler,eleştirilere bakıldığında yapımın en öne çıkan ve olumlu

anlamda övülen teknik yönü olacaktır.Yapımı görmeden önce,hatta çeşitli fragmanları izlediğimde tahminimin hiç de yanlış olmadığı ortaya çıkmış oldu.Yapımda kullanılan teknik,

görsel efektler,kamera çekim teknikleri hemen herkesin takdir ettiği noktalar oldu.Yeşil veya

mavi ekran önünde yapılan çekimler,bunlara sonradan eklenen özel efektler,arka plan için tercih edilen renk tercihleri gibi sinemanın teknik anlamda geldiği son noktayı vurgulaması,

artık sinema sanatında neredeyse imkansızın yada bir diğer deyişle her şeyin yapılabileceğinin

sinyallerini veriyordu.Gerçi bu çığır açıcı yenilikleri başka ve daha nitelikli(hem hikaye anlatımı hem de teknik anlamda) yapımlarda fark etmiştik.Şüphesiz ki sinema sanatı da diğer

alanlar gibi büyük bir hızla durmadan gelişiyor ve bu teknik gelişmenin birçok olumlu yanının dışında kanımca göz ardı edilmemesi gereken olumsuz bir yönü de var.Artık hayal gücünün(bilinçte oluşturulan kurguların) yaratmak isteyeceği neredeyse her şey beyaz perdede rahatlıkla canlandırabiliyor.Öte yandan bu gelişme daha yapay,sanal sunumları da

öne çıkarmakta,bunun sonucu da filmlerde görmeye alışık olduğumuz doğallığı,sıcaklığı

ortadan kaldırmakta.Elbetteki bu gibi yapımlarda bu olmazsa olmaz bir unsur.Oyunculuklara bakıldığında doğal olarak kral Leonidas’ı canlandıran Gerard Butler,kraliçeyi canlandıran

Lena Headey,hikaye yi onun ağzından dinlediğimiz Leonidas’ın 300 seçkin askerinden biri

olan David Wenham(Dilios) ı görüyoruz..Ama ne yazık ki bunların hepsini topladığımız da seyircisini direkt olarak savaş meydanının ortasına atan ve soluksuz bir aksiyon sunan bu yapımda izleyici ne döneme ait olan detaylara ne de karakterlere karşı empati oluşturamıyor.

Hatta bir anlamda bu yapımda karakter gelişimine dair pek bir şey bulmak mümkün değil.Şayet bir çizgi roman sever veya bu seriyi sever biri değilseniz  bu saydığımız noktalar  daha belirgin olacaktır.Yalnız unutulmaması gereken ve kanımca filmde tam bir tanrılaşmış(!) benliğe bürünmüş olan Pers kralı Xerxes’i canlandıran Meksika asıllı oyuncu Rodrigo

Santoro’yu atlamamak gerek.1.90 boyunda olan aktör filmde çok gözükmemesine rağmen yine birçok izleyicinin gözden kaçırdığı gizler barındırıyor.Oyuncu seçiminde diğer oyuncular tartışılabilir ama Santoro Xerxes için tam oturmuş.Karizmatik sesi(kendi sesi olup film için ses tonunda değişiklik yapılmış),devasa cüssesi ve büyük elleriyle Xerxes’e hayat veriyor. Filmde aslen Spartalı olan Ephialtes adlı kambur ve cüzamlı gibi görünen bu karakter hikayenin tüm gidişini değiştiriyor.Leonidas’a ihanet edip Xerxes’e gizli geçidin yerini söylüyor.Karşılığında Xerxes ona istediği zenginlik,güç,kadın ve hatta Leonidas’ın ona vermediği kahramanlık ve statüyü vaat ediyor.İşte özellikle büyük çoğunluk aslına uygun ve güzel koreograflanmış savaş sahnelerine,aksiyona ve kahramanca direnen Spartalılara yoğunlaşmışken,özellikle Xerxes karakterinin mekanında Ephialtes adlı karakterle

olan konuşmaları dikkatimi çekti.Kendisini bir kraldan ziyade bir tanrı(!) olarak gören,

elinde her gücü bulunduran Xerxes bana çok değişik şeyler anımsattı.İnsana nefsinin her

güzel gördüğünü yada her istediğini(özellikle para,güç,kadın) vaat eden,onları kendi gerçeklerinden uzaklaştırıp köleleştiren,körleştiren,kendilerini tanrılaştıran ve bundan bir ordu oluşturan ve şu an içinde bulunduğumuz dünyada da hakimiyetini yavaş yavaş oluşturan bu

‘deccaliyet’ düşüncesi bu yapımın içinde barındırdığı en büyük sır noktası kanımca.

Denilebilir ki bu tür bir yapımla bunun ne alakası var! Açıkçası bu benim paylaştığım objektif bir görüş.Müziklerine gelince aksiyondan,bağrışmalardan,kılıç-kalkan seslerinin birbirine karıştığı sahnelerin neredeyse filmin tamamına yayıldığını düşünürsek daha tematik,sahnelerin temposunu desteklemeye çalışan bir müzik oluşumu görüyoruz.

Fakat teknik detaylara gösterilen özenin aynını müzik çalışması için söylemek zor.Maalesef

burada bir Gladyatör’deki ihtişamı ve dramatik yapıyı destekleyen bir müzik göremiyoruz.

Müzik filmin ayrılmaz bir parçası ve destekçisi.İkisi bir elmanın iki yarısı gibi.

Yadsınamayacak bir diğer gerçek ise müzik çoğu zaman öyle büyük bir etki yapabiliyor ki,

hem izleyicisini o kurgulanmış düşünce evreninin tam içine sokuyor,karakterlerin duygularını bire bir aktarıp hissettiriyor hem de yapıtın bütünüyle bir empati kurmanızı sağlamlaştırıyor.

Sonuç olarak ister karakter gelişimi olsun,ister dramatik yapısı ve hikaye anlatımı,izleyen

ister istemez bir solukta tükenen,giriş-gelişme-sonuç olması gerekirken ‘gelişmeyi’ es

geçmiş hissi veren yalın aksiyon-şiddet içeren sığ bir yapımla karşı karşıya kalıyor.

Kılıçlı,kalkanlı savaşlar çoktan bitti.Şimdi düşüncelerin gücü savaşmakta!..’ 

 
 

 

 
 

İstanbul - 11.04.2007
http://sufizmveinsan.com
Kerem Güler
otaku.g@gmail.com