|
Mushaf'a(Kur'an'a) Abdestsiz Dokunulup Dokunulmayacağı Problemi Doç.Dr.
Hasan Elik 1949 yılında Tokat'ta doğan Hasan ELİK , ilk,orta ve lise tahsilini İstanbul'da tamamladıktan sonra, 1976 yılında İstanbul İlahiyat Fakültesi'nden mezun oldu. 1977 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı’nca ilmî araştırmalar yapmak üzere Suudi Arabistan'a gönderildi. Mekke Abdülaziz Üniversitesi Arap Dili Enstitüsü'nü “pekiyi” dereceyle bitirdikten sonra , adı geçen üniversitede Tefsir ve Hadis branşlarında master ve doktora yaptı. Almanya , Hollanda ve Mısır’da kısa süreli etüdler yaptı , çeşitli konferanslar verdi. "Kur’an’ın Korunmuşluğu" , "İslam Gerçeği” adlı kitaplarla yurtiçi ve yurtdışında yayımlanmış çeşitli makalelerin yazarı olan Hasan E L İ K , 1990 yılında beri Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde Öğretim görevlisi olarak görev yapmakta olup "Bütün değerler gibi, dinin de insan için olduğu " temel görüşüne sahiptir. Kendisine Mushaf'a (Kur'an'a) Abdestsiz Dokunulup Dokunulmayacağı konusundaki tesbitlerini sorduk. Aşağıda Sayın Elik’in yanıtlarını sunuyoruz: Sözlü bir hitab olan ilahi kelam Kur'an'ın yazıya geçirilerek teknik anlamda kitaplaşmış şekline “Mushaf” diyoruz. Kutsal kelamı ihtiva eden Mushaf'a abdestsiz dokunulup dokunulamayacağı daha ilk zamanlardan itibaren tartışma konusu olmuştur.Tefsir kaynaklarında, Hadis mecmualarında ve özellikle fıkıh kitaplarında bu tartışma uzun uzadıya yer almıştır. Günümüzde de bu tartışma hâlâ sürmekte olup, ilim adamları konuyla ilgili olarak ortaya net bir görüş koymadıklarından bu durum halk arasında da çeşitli tartışmalara ve sıkıntılara sebep olmaktadır. Özellikle Kur’an ögretimiyle meşgul olan kurumlarda sıkıntı daha yoğun olarak yaşanmaktadır. Erkek öğrenci ve öğreticiler abdest alarak Kur'an okuduklarında problem onlar açısından çözülmüş olmaktadır. Ancak bayan öğretici ve öğrencilerin özel durumları itibariyle sorun abdestle de çözülmediğinden onların her ay, beş on gün süre ile Mushaf’a dokunmamaları ve ezberden de olsa Kur'an okumamaları gerektiği aksi davranışın günah, hatta haram olduğu iddia edilmektedir. 1998 Ramazan ayında Diyanet İşleri Başkanı, bir TV kanalında Kur'an’ın abdestli okunması gerektiğini, ancak Kur’an kurslarındaki bayanlara özel durumları itibariyle zarureten cevaz verdiklerini söylemiştir. Başkanın bu açıklamalarından da problemin devam ettiği anlaşılmaktadır. Mushaf'a abdestsiz dokunulabilir mi? Yoksa ona dokunmak için mutlaka abdesli mi olmak gerekir ? Tartışmasının kaynağını "Ona temizlenmiş/ arınmış olanlardan başkası dokunamaz"(Vakı'a, 56/79) anlamındaki Âyet oluşturmaktadır. Ancak söz konusu Âyet zamir bağlantısıyla kendinden önceki iki Âyet’e (Vakı'a, 56/77-78) gönderme yaptığından bu üç Âyet birlikte değerlendirilmiştir. Âyetler şunlardır: "İnnehu leKur'anun Kerim. *Fi kitabil meknun. * La yemessuhu ille'l-mutahharun." Âyetlerin
motomot çevirisi şöyledir : "Şüphesiz o kerim olan bir Kur'an’
dır, ona ancak arınmış / temizlenmiş olanlar dokunubilir". Bu Âyetlerde
geçen "Kitab-ı Meknun = korunmuş kitab" , "mutahharun =arınmış olanlar" ,
"mess=dokunmak" lafızları
, ihtilafın temelini oluşturan kavramlardır. Bazı din bilginleri , söz konusu Âyetlerden hareketle Mushaf'a abdestsiz dokunulmayacağı iddiasında bulunurken bazıları da bu Âyetlerin başka bir anlam ifade ettiğini savunarak Mushaf'a abdestsiz dokunulabileceğini söylemişlerdir. Kur'an ‘ın bütünlüğü içerisinde konumuzla ilgili olan Âyetleri incelediğimizde, müfessirlerin çoğunun hilafı kanaate ulaştık ki o da şudur: "Kitab-ı
Meknun’dan maksat, bizim kanaatimize göre ne bazı müfessirlerin dediği
gibi "Levh-i Mafhuz "dur, ne de diğerlerinin dediği gibi
Mushaf' tır. Bize göre bu Âyet’te ifade edilmek istenen şey ,
Kur'an'ın uydurma bir beşer sözü olmayıp vahiy yoluyla yeryüzüne
ulaşmış ilahi bir kelam olduğudur. Zaten bu tema Kur'an'ın temel
konularından birisi olup bir çok Âyet’te değişik usluplarla ifade
edilmiştir; örneğin Necm,53/2-4. Âyet’te:"O Kur'an Muhammed' in
sapıtarak kendinden uydurduğu söz olmayıp kesinlikle bir
vahiydir" şeklinde ifade edilirken, Bakara, 2/2. Âyette "bu
kitab'ın ilahi bir vahiy olduğuna hiç şüphe yoktur"şeklinde
ifade edilmiştir. Aynı mânâ Buruc,85/21-22. Âyette "O (Kur'an
),sağlam / katıksız vahiy yoluyla bir okumadır.
Abese,80/11-16. Âyet’te "O Kur'an şerefli elçiler yoluyla
gelen ve ancak dinleyenlerin öğüt alacakları yüce bir vahiydir"
denilirken, Hakka,69/40. Âyette :"Şüphesiz ki O Kur'an Şerefli
bir elçinin sözüdür” şeklinde ifade edilmiştir. Âyet’te geçen "El-Mutahharun" kavramı ise , ne önceki (78.)Âyete "Levh-i Mahfuz" diye mânâ verenlerin söyledikleri gibi" Gökteki Melekler"dir,ne de mezkur Âyeti, “elimizdeki Mushaf” şeklinde tefsir edenlerin söyledikleri gibi abdestli mü'minlerdir. Bize göre "el-Mutahharun” kavramıyla ifade edilen "temizlenmiş/arınmış"olanlardan maksat, abdest, gusül gibi maddi ve formel anlamda bedensel olarak temizlenmiş olanlar değil, bu ifade ile kastedilen temizlik manevi,ruhi bir temizliktir ki, söz konusu kavramın Kur'an bütünlüğünde ifade ettiği Kur'an'ı okuma ve dinlemenin şartları Kur'an'a göre şekli,formel şartlar olmayıp onu anlamayı sağlayacak olan kalbi ve zihni konsantrasyondur. Kur'an , şirk ve küfürde ısrar ederek iman yoluyla kendini temizlemeyenler için pis / necis / kirli ifadelerini, kullanmaktadır.(Tevbe.9/28) göre Âyetin mânâsı, şirk ve küfürden uzaklaşarak Kur'an'ı kabul edip ona olumlu ve önyargısız yaklaşanlar, yani iman edenler ancak bu Kur'an’dan yararlanabilirler demektir. Nitekim ünlü Arap filoloğu ve Kur'an dilbilimcisi Ferra (207/822), Âyet’te geçen "mess" kavramına istifade etmek /yararlanmak ; "Mutahharun" kavramına da iman mânâsı vererek bu Âyeti şöyle yorumlamaktadır : "Kur'an’dan faydalanıp zevk alanlar, ancak ona inananlardır". Bu görüşün altını çiziyoruz. Kur'an dil bilimcisi Ragıp İsfahani (502/1108)de aynı kavramlara şu mânâyı vererek bize göre fevkalede ilginç ve isabetli bir görüşle söz konusu Âyeti şöyle yorumlamaktadır : "Kur'an’ın gerçeklerine ancak nefsini temizleyenler,fesat ve bozgunculuktan kendini kurtaranlar ulaşabilirler". Fahrettin Razi'ye göre "Mutahharun" lafzının mânâsı,”temiz kılınmış” , “arındırılmış” şeklinde olmaktadır. Yani kendi kendini temizleyen değil , Allah tarafından temiz kılınmış, temiz olarak yaratılmış ve temiz olarak yaşatılan anlamındadır ki onlar da meleklerdir. Müfessir İbnü'l-Arabi(543/1148) (Muhyiddin İbnü'l- Arabi değil) de bu görüşün isabetli olduğunu teyit etmektedir. Ayrıca Müslim’ deki şu Hadis de bu yaklaşımı desteklemektedir . "Allah'ı Rab, İslam'ı din, Hz. Muhammed'i de Resul olarak kabul edenler iman zevkini yaşarlar" Kur'an-ı Kerim'e baktığımızda değişik uslup ve kelimelerle bu mânâyı ifade eden çok sayıda Âyet görürüz örneğin" Bu Kitap,ancak sorumluluğunu idrak edenler (Müttakiler)için bir yol göstericidir. (Bakara,2/2);"Kur'an ancak inananlar (Mü'min in )için yol gösterici ve onlar için ruhi bir şifadır. (Fussilet,41/44) : "Bu Kitap güzel iş yapanlar(Muhsinin) için rahmet ve yol göstericidir. "(Lokman,31//3)Dikkât edilirse bu Âyetlerde birbirine yakın mânâlar ifade eden "muttakin", "Mu'minin", "muhsinin" gibi kavramlar kullanılmıştır. Bize göre "mutahharun" kavramı da bunlardan birisidir. Buna karşın Kur'an'ın "Kâfirler" için (Hakka,69/50); "zalimler için"(İsra,17/82); "Şakiler için"(A'la,87/17) bir yük ve sıkıntı kaynağı olduğu ifade edilmektedir. Burada üzerinde durulması gereken konu şudur: Bu temayı işleyen Âyetlerin anlam örgüsü ve mânâ akışı iki boyutlu olup bunlardan birisi "icabî" , yani kabul edenlerin , ondan istifade edeceği boyut , diğeri de "selbî " , yani Ku'an'ı inkâr edenlerin ondan yararlanamayacağı boyuttur. İşte incelemekte olduğumuz (Vakı'a , 56\77-79 ) Âyetler de bu özelliği taşıyan Âyetlerdendir. Muhammed
Abduh da bu konuda şunları söylüyor: Kur'an'ın insanlar için rehber
oluşu , ona bizzat gönül verenler içindir. Ona ilgi duymayanlar ve
Allah'a inanmayanlar için olmayıp , onun gösterdiği yola tabi olanlar
içindir. Kur'n'ın yol gösterici niteliğinden istifade edecek olanlar ,
Allah’a inanıp Kur'an'ın gösterdiği yoldan gidenlerdir. " M.
Abduh şöyle devam ediyor: " Kuranın öğüt oluşu , iradelerini
doğru yola , gerçek ve adalet yoluna yöneltenler içindir. Kendini bu
yoldan alıkoyup yanlış yola sapanlar için Kur'an'ın bir etkisi olmaz.
Zira, kişinin doğru yolu bulması , onun istek ve ilgisine bağlıdır.
Biz de Abduh’un görüşüne katılarak diyoruz ki : Kutsal
kitaplar ilahi vahiy olmaları itibariyle
elbette ki çok önemlidirler. Ancak bu kitaplardan yararlanmak için
M.Pcktkhall’ın da dediği gibi onlara inanmak önşarttır. Demek ki bu
Âyet’lerde üzerinde durulan konu , Kur’an’ın ilahi bir vahiy olduğu
, ancak bu vahiyden istifade etmenin yolunun da -müşriklerin yaptığı
gibi onu yalanlamak değil- ona diri bir kalple olumlu yaklaşmak olduğudur.
Zira Kitaplar , ölü kalpler için bir
şey ifade etmezler. Onlar diri kalplerle buluştuğu zaman bir anlam
ifade ederler. " Bu mânâda
Kur'an , Rasulullah'ın ölüleri değil dirileri uyarmak için geldiğini
söylüyor. ( Yasin 36\ 70 ) Zemahşeri : "Diri olanlardan maksat, akıllı
olup düşünenlerdir. Gafil olanlar tıpkı ölüler gibidir."
diyor. Kur'an birçok yerde bu gerçeğe işaret ederek gerçekleri “büyü
, kehanet efsane” olarak nitelendiren , vahiy fikrini ve risalet
olgusunu peşinen reddeden kimseler için yapılacak bir şey olmadığını
birçok vecihlerde açıklayarak : "Vahiy gökyüzünden elleriyle
tutabilecekleri somut bir kağıt parçası halinde indirilse " (Enam
6\7) ; "Gökyüzüne bir kapı açılsa ve inkârcılar oraya çıkarak
göğün harikalarını doğrudan müşahede etseler bile , önyargı ve
inkâra şartlanmış olan bu kimselerin asla ikna edilemeyeceğini "
(Hicr 13\14-15) çok kesin ve net biçimde ortaya koymaktadır. http://afyuksel.com |
||