“Damar tıkayan kolesterol değil, şeker!”
Gazetelerden kesip buzdolabına astığınız bütün “kibrit
kutusu kadar” reçetelerini çöpe atın! Prof.Dr. Kenan
Demirkol, A’dan Z’ye akıllı beslenmenin matematiğini
anlatıyor... Şeker, vücudumuzu, demir paslanır gibi
paslandırıyor, eskitiyor; çocuklarımızın hücrelerini 12
yaşında yaşlandırıyor. Şekeri, gıda sanayiinden söküp
atmak zor ama, işe evlerimizin kapısından
başlayabiliriz!
Prof. Dr.
Kenan Demirkol
genel cerrah. Muayenehanesinin kapısında “prof.”
yazmıyor. “Ben üniversitede hocayım, burada hekim”
diyor. Söz bir ara “kronometreli doktorlara” geldiğinde,
yani 15 dakika muayene süresini aşınca ikinci vizite
ücretini alanlara çok şaşırdı. Çünkü kendisi saat
takmıyor, “dalgınlıkla saatime bakar da hastayı tedirgin
ederim” diye. Uzmanlık alanı, beslenmeyle yakından
ilgili olan sindirim sistemi organları. Ancak Demirkol
bir “akıllı beslenme” uzmanı. Bunu bir insanın tüm
bedenine ilişkin olduğu kadar, siyasi ve toplumsal
boyutlarıyla da ele alıyor. Peki beslenme nedir? İlk
aklımıza gelen, şişmanlık-zayıflık. Özellikle kadınlarda
modasına göre sıfır bedenle, 90-60-90 arasında değişen
ölçülerde olmak ya da olmamak. Doğru mudur? “Kibrit
kutusu kadar” reçetelerini bir yana bırakıp, Demirkol’a:
“Neden düşmandır şu ünlü üç beyaz?” diye sorduk. O,
şekerle başladı.
“ŞEKER TÜKETİMİYLE HASTALIK ARTIŞ EĞRİSİ PARALEL”
DEMİRKOL-
Kısmen ya da tümüyle beslenme alışkanlıkları sonucu
oluşan kronik, aslında önlenebilir hastalıklar, çok
büyük bir toplum sağlığı sorunu haline gelmiştir. ABD’de
20 yaş üstü erişkinlerin yüzde 65’i ya şişman ya daha da
ileri aşamada. 64 milyon insanın koroner kalp hastalığı,
11 milyon insanın şeker hastalığı, 37 milyonun
kolesterol yüksekliği vardır. Ülkemizde kalp hastalığı
sıklığı bu boyuta henüz gelmemiş gözükse bile, şeker
hastası sayısının dört milyon olduğu göz önünde
bulundurulursa, yakın zamanda vahim bir tablo ile karşı
karşıya kalacağımız açıktır.
Ne zaman ki şeker pancarından şeker üretilmesi Avrupa’da
ortaya çıktı, soğuk iklimlerde de şekere dönüşebilecek
bir besin maddesi keşfedildi, toplumların şeker tüketimi
arttı. Toplumların şeker tüketiminin artış eğrisiyle,
hastalıkların artış eğrisi bire bir örtüşüyor. Çünkü;
şeker sadece kalorisiyle, şişmanlatıcı etkisiyle zarar
vermiyor, doğrudan kimyasal yapısıyla da çok tehlikeli.
“Şeker yiyeyim oradan aldığım kaloriyi başka yerden
kısarım” demek çok yanlış. İnsan vücudunun şeker
almasına gereksinim yoktur.
“12 YAŞINDA YAŞLANDIRIYOR”
-
Çocukların enerjiye ihtiyacı var diye belli miktarlarda
yemeleri doğru değil mi?
-
Asla doğru değil.
-
Peki enerji ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız?
-
Taş devri döneminde insanlar hayvan avlar ve bitki
toplar.
Şeker sadece meyvede var. Meyve esas olarak bir kültür
bitkisi. Doğal ortam sebze ağırlıklıdır. İnsan eli ne
kadar fazla değmişse bir gıda maddesine, o oranda
olumsuzlaşıyor. O dönemde, insanların kan şekeri 60
dolayındaymış. Bu devirlere geldikçe şekerle tanışıyor
ve alışkanlıkları değişiyor. Dolayısıyla ortalama kan
şekeri de değişiyor. Şimdi 100’lerdeyiz, 120’de şeker
hastalığı. Biliyorsunuz şimdi şeker hastalığı iki türlü.
Bir doğumsal genetik özelliklerle alakalı tip 1 diabet.
Bir de edimsel tip 2 diabet. Pankreas organının artık
yeterince insülin üretememesiyle ortaya çıkar. Yaşlanma
süreci olarak kabul edilir. 60’lı yaşlarda görülmesi
beklenir. Ama şu anda 12 yaşındaki çocuklarda tip 2
diabet var. Sağlıklı beslenmede şekerin hiç yeri yok.
Tamamen bir damak alışkanlığıdır.
“KANSER HÜCRESİ DE ŞEKERLE BESLENİYOR”
- Ama, beyin sadece glikozla beslenmiyor mu?
- Doğru. Ancak, bu glikozu her türlü karbonhidrat içeren
bitkiden vücut elde ediyor. Kanser hücresi de şekerle
besleniyor. Özellikle kemoterapi gören asla şeker
yememeli.
Şeker pancarından veya şeker kamışından elde ettiğimiz
şeker ‘sakaroz’, iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik
moleküldür. Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve
fruktoza ayrışır. Glikoz kan şekerimizin de adıdır.
Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. Vücudumuz
şekerin zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen
insülin salgılar. Çok fazla miktarda şeker yemişsek,
gereğinden fazla insülin salgılanır. İnsülin o şekeri
hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen
enerjiye dönüştürür. Ama insan vücudu çok tasarruflu bir
biyolojik bünye. Çok az enerjiyle çok işler yapabilir.
Mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. Bu
fazla şeker, insülin aracılığı ile ya kas ve
karaciğerdeki şeker depolarına götürülecek ki,
vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır. Orası da
sürekli doludur, hiç boş kalmıyoruz çünkü. İnsülin bu
şekeri alacak ve yağa dönüştürecek. Dolayısıyla sizin
yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde
yağlanmalara sebep olacak. İnsülin salgılandığı için bir
de tokluk hormonu salgılanır. Hiç olmazsa şekerin glikoz
bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla
şeker yemenizin de önüne geçmiş olur.
Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz; çok az oranda
insülin salgılatır. Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz.
Fruktoz günde 15 gram kadar vücudumuzda metabolize
edilebiliyor. Değişik kimyasal süreçlerin içine
katılabiliyor. Bu da 30 gram şekerdir. Günde bundan
fazla yenirse karaciğerde trigliserite dönüşür.
Trigliserit kan yağıdır. Bu hem karaciğer yağlanmasına,
hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına
yol açar. Bugün Amerika’da alkole bağlı sirozdan daha
çok, karaciğer yağlanmasına dayalı sirozdan karaciğer
nakli gereksinimi duyuluyor.
“MEYVE YİYORSAN, ŞEKER YEME”
-
Yiyeceklere ve içeceklere bunu tercüme edersek.
-
Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram
şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç
şeker yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2
parça çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir
matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde
etmiş olduğumuz bir takım vitamin ve antioksidanları da
feda etmiş oluyoruz.
-
Meyvelerin şeker oranları farklı değil mi?
-
İncir ve muz en çok şeker içerenler. Ama onun dışındaki
meyveler aşağı yukarı aynı.
-
Okuyucularımız söyleşimizden sonra bir reçete
çıkartabilirler mi? Bunu yemeyeceğim, şunu yemeliyim
diyebilir mi? Bu sistemin içindeyken, nasıl başaracaklar
bunu?
“HAYVANLARA YAPTIĞIMIZ…”
-
Ben kendim yapmadığım şeyleri topluma anlatamam. Ben
böyle ve de çok keyifli yaşıyorum. Sunulanlar içinde
sağlıklı beslenmeyi bir şekilde yapmak mümkün.
-
Aslında hayvanlar yapabildiklerine göre.
-
Hayvanlar yapamıyor bu işi, Çünkü; hayvanları biz
besliyoruz. Tıkıyoruz ahırlara “şunu yiyeceksin” diye
hayvanlara hayvanlık yapıyoruz.
-
Oysa tavuklar bütün gün eşelenir durur, ihtiyacı olanı
seçer yerdi. Filler örneğin hastalandığı zaman belli
ağacın yapraklarını gider yermiş ilaç niyetine.
-
Evet bu tüm hayvan aleminde var. Kaliforniya Valisi
bütün o rambo görüntüsüyle Amerika’da en aklı başında
valilerden biri oldu. İki büyük atılımı oldu.
.
Bir tanesi; okullarda meşrubat satışını yasakladı. İki;
patates cipsinin üzerinde, “öldürücüdür” yazısı konuyor.a
mı geçiyoruz?
-
Yok, bir konu daha var. Son yıllarda yeni akım mısırdan
şeker elde etmek. 1920’li yıllarda Amerikan başkanı
“benim köylüm mısırdan kalkınacak” fetvasında bulundu.
Gerçekten de çok büyük teşvikler verildi. Göz
alabildiğince mısır ekildi. Dünya mısır ekiminin yüzde
40’ı Amerika’dadır. Bunu sadece hayvan yemi yaparak ya
da başka yollarda tüketemeyince değerlendirme yolları
arandı. Japonlar mısırdan şeker elde etmeyi keşfetti.
Amerika hemen balıklama atladı bu yöntemin üzerine.
Artık şeker endüstriyel. Sıvı olduğu için paketlenip
satılamaz. Ama her türlü dondurma, meşrubat, şerbette
kullanılıyor. Bakıyorsunuz şimdi baklavacı artık
şerbetini kendisi yapıp dökmüyor. Kartal’dan fabrikadan
hazır fruktoz şerbeti geliyor.
-
Bakıyorsunuz LDL 130’a kadar normalde.
Üç sene sonra 100, şimdi de 60 olsun diyorlar. Yakında
sıfıra indirecekler. Aslında, kolesterol masum. Bizler
suçluyuz. Fruktozu yani tatlı şekeri yiyerek
oluşturduğumuz trigliseritler, kolesterolün
oksitlenmesine sebep oluyor. Yağsız kuzu şiş yediğinizi
varsayalım, yanında da meyve suyu içiyorsunuz. Sadece
kuzu şişi yeseniz bir zararı yok, ama kırmızı etten
aldığınız kolesterolü, meşrubattan aldığınız şeker
trigliserite dönerek oksitlediğiniz için damar sertliği
oluşuyor. Biz insanlara “kardeşim kolesterol zararlı
değil. Ama oksitlenmesine izin verme” diyeceğimize, ilaç
firmaları kolesterolü düşürecek ilaç keşfediyor. Biz
masum olanı indiriyoruz. Eğer oksitleyici maddeleri
düşüremiyorsak, oksitlenen maddeleri azaltalım. Ama esas
insan mantığı ne diyor? Oksitleyen maddeleri azalt.
Yine oksitleyici bir madde, damar sertliği yapan doymuş
yağ asidi. Bu madde yapay beslenen hayvanların sütünde
var, depo yağlarında var. Ama bizim ineğimiz merada
otlasa, doğru beslense doymuş yağ asidi sütte ve
hayvansal yağda sıfır olacak. Dolayısıyla kolesterol
oksitlenmemiş olacak.de yeni
-
Bir baklagil ve bir hububat. Birbirinin eksiklerini
tamamlıyorlar. Tam ete eşdeğer protein almış
oluyorsunuz. Makro nutrientler yağ, protein ve
karbonhidrattır. Mikro nutrientler ise vitaminler,
mineraller, enzimlerdir. Bizim süte kalsiyum açısından
ihtiyacımız var. Eğer merada otlayan bir hayvanın
sütüyse içinde bulunan omega-3’e ihtiyacımız var.
Türkiye’de biliyorsunuz gençlerde inanılmaz bir demir
eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli demir
kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az
özümsenebilmektedir. Dana eti bir demir kaynağıdır,
protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan,
baklagilden alıyorum zaten. Ama yapay yem üreticileri
“biz dünyayı nasıl doyuracağız” yalanıyla kandırarak
hayvancılığı katlettiler. Hayvanları meralardan ahırlara
çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü
neyle besleniyor, pancar küspesiyle, yapay protein
yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor. Hızla kan
şekerini yükselten, hayvanın yağlanmasına yol açan ve
hayvanın şeker hastası olmasına yol açan bir beslenme
şekli.
Doğal beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay
beslenende hiç yoktur. Doğal beslenen ineğin sütünde
damar sertliği yapıcı doymuş yağ asidi yoktur,
Zaten hayvanın sütünün kötü olmasının sebebi hayvanın,
karbonhidratı zengin, onu yağlandıran tarzda, mısırla
beslenmiş olması. O yüzden ekolojik hayvancılık
dediğimizde yasalarımızın buna göre organize olması
gerekiyor. Tanımlamamız gereken, türe özgü beslenme. Bir
inek nasıl beslenir doğada? Öyle beslersek ineğin
sağlıklı olmasını sağlarız. Dolayısıyla verdiği ürünün
de insanlara sağlıklı olmasını sağlarız. Bütün doğada
kendiliğinden yetişen yeşillikler omega-3 ağırlıklı yağ
içerir. İnsanların eliyle ekilenler omega-6 içerir.
Biz ayçiçeği yağı, soya yağı gibi yağlarla beslenip çok
omega-6 aldığımız için artık omega-3’e enzim kalmıyor.
Diyelim ki hamsiyi ayçiçeği yağında kızarttık, o
hamsiden artık bize fayda gelmiyor. önemli?
-
Oran önemli. Omega-6’yı o kadar fazla alıyoruz ki, almış
olduğumuz azıcık omega-3’ü de değerlendirmeden vücuttan
hemen atıyoruz. Omega-3 olmayınca hücre duvarına
veremiyorsunuz. Hücre duvarı da omega-3’ten oluşuyor.
Vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar
gibi ne bulursa onla hücreyi onarıyor. Omeğım.
-
Tabii. Omega-3’ten zengin beslenen toplumlarda depresyon
çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans artıyor.
Beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı omega-3 olmak
zorunda. Ama biz vücudumuza bunu sunamıyoruz.
Demir eksikliği zihinsel eksiklik yaratır
Türkiye’de çay tüketiminin de buna katkısı var. Demirin
emilimini olumsuz yönde
etkiliyor. Ama diğer taraftan çay iyi bir anti oksidan.hemen
sonra çay içme adetimiz var. Doğru mu?
Yemekten hemen sonra çay içilebilir.
iki saat sonra içmek gerektiği söyleniyor.
“ÇAYI ŞEKERSİZ İÇİN!”
damarının pıhtıyla tıkanıp “inme” veya “enfarktüs”
Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği ve soya yağı
kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri,
kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığının oluşumunu
kolaylaştırıyor.
. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım
yapay yağ asitlerine dönüşüyor. Biz bunlara trans yağ
asitleri diyoruz. Bu yağ asitleri de yine kolesterolu
oksitleyerek damar sertliği yapıyor. Diğer taraftan
trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek
beyindeki iletiyi bozuyor ve parkinson,alzheimer gibi
hastalıklara sebep oluyor. Kola ya da hamburger için
“bak bu güzeldir” deniyor çocuklara. aba adaylarıdır.
SPOTLAR(ÖNEMLİ BİLGİLER)
“Bir
kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker
vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker
yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça
çikolata yediniz, o gün meyve yemeyin. Bir matematik
yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş
olduğumuz birtakım vitamin ve antioksidanları da feda
etmiş oluyoruz.” var. Kırmızı et doğa kaynağı değildir.
Ben proteinimi bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten.”
“Yapay yem üreticileri ‘biz dünyayı nasıl doyuracağız’
yalanıyla, hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve
bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü, pancar
küspesiyle, yapay protein yemleriyle, patatesle ve
mısırla besleniyor.
sütünde damar sertliği yapıcı donmuş yağ asidi
yokturasitlenmesine yol açar.
Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar
bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit
vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde
40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde
bu hiç yoktur.
Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı
insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine
üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal
sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama aradaki
fark yüzde 10-15’i geçmiyor.
Elimizde tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz
balığı; kültür balığı değil. Halbuki insan her gün 1gram
omega-3 alması gerekiyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçek
yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda
gelmiyor.ğ asitlerine
dönüşüyor. |