Ayıpları örtücü olabilmek
Nazım Akpınar
 

İnsan, yaratılış itibariyle meleki kuvvelerle donatılmış sınırsız potansiyele sahip bir varlık. Bunun yanında imtihan gereği olarak kendisindeki ilahi özelliklerin gelişmesi amacıyla gerek afaki gerekse enfüsi mahiyette birtakım negatif tesirlere maruz kalabilmektedir. Bu bazen ışınsal varlıkların beyne gönderdiği mesajlar yoluyla, kimi zaman kalbindeki şeytana ait bir irtibat merkezinin uyarılması yoluyla, kimi zaman da nefsani dürtülerin ve behimi hislerin, insan bilincini bloke ederek kontrol gücünü ele geçirmesi gibi faktörlerle gerçekleşebilmektedir. Akıl böyle durumlarda devre dışı kalır ve insan ister istemez kötü olarak algılanan davranışlar sergileyebilir. Her gün gazete sayfalarında okuruz ve şaşırırız. En son Eskişehir’de yaşanan olaydan örnek verelim. Gazetedeki fotoğraftan simasına baktığınızda pırıl pırıl çehreye sahip diyeceğiniz, hiç ihtimal bile veremeyeceğiniz bir genç insanın, bir taciz olayına bulaştığını okuyabilirsiniz. Başka bir olayda da bir insanın yetişkin bir insana eziyet tarzı bir davranışta bulunduğunu ve buna benzer birçok olayın tahakkuk edebileceğini görürüz. Günlük yaşantımızda belirli zamanlarda karşılaşabileceğimiz bu türden hadiselere şahit olduğumuzda ise hemen tepki vererek o insanı kötüler, farklı değerlendirir ve hemen toplum dışına itmeyi arzularız.

Bu mesele esasen toplumu ilgilendiren önemli bir hadisedir. Sorunu Sosyolojik açıdan ele alırsak, yaklaşım tarzı olarak farklı bir değerlendirme yerinde olacaktır şöyle ki:

Öncelikle şu önemli düsturu hatırlayalım. Her türlü müspet yaklaşım ve tesir faydalı sonuçlar doğururken menfi yaklaşım ve etkiler de negatif sonuçlar doğurmaktadır. Konuyu bu bağlamda değerlendirirsek bu toplumsal sorunu yapıcı olarak çözüme kavuşturmuş olacağız. Burada önemli olan, bu tarz olayları değerlendirirken yorumsuz bir seyirle bakabilmek ve fail yerine filline buğz edebilmektir. Olayı sadece fiiller boyutunda ele alsak dahi bir gerçeği fark edebilmemiz oldukça güç olacaktır.O da o birimin işlediği hatalı ve yanlış fiilin, birimin terkibi yapısındaki sınırlılıktan kaynaklandığı gerçeğidir.Bunu fark edersek o birimi hor ve hakir görmeyiz.Yani burada yapılması gereken, olayı marifet boyutundan değerlendirerek bu tarz yanlış fiiller ortaya koyan birimleri ademe mahkum etmemek, onların psikolojilerini de dikkate alarak onları kazanmaya çalışmaktır. Suç ve suçlularla mücadelede alınacak tedbirlerde bu yaklaşım tarzının yöntem olarak uygulanması inanıyoruz ki suç faktörünü büyük ölçüde azaltacaktır. Bu noktada emniyet mensuplarımıza büyük bir görev düşmektedir. Bu özveriyi her zaman onlardan bekliyoruz.Bu arada, konuyla irtibatlı olarak okuduğum bir gazete haberini de hatırlatmadan geçemeyeceğim. Haberde, Kore’de ulusal savunma amacıyla eğitilen özel birliklerin askerlerine, eğitim süreçlerinde yoğun olarak insan sevgisi telkin edildiği yazıyordu.

Bildiğimiz gibi kalpler, Allah’ın iki kudret parmağı (irade ve kudret sıfatları) arasındadır.O, bilinçleri dilediği gibi yönlendirmektedir.Bu nedenle insanları ve olayları değerlendirirken bu gerçeği göz ardı edemeyiz.Pek tabii ki o insanların yerinde biz de olabilirdik.Biz insanları kınamak ve yargılamak için dünyaya gönderilmedik.Ellerinde olmayan sebeplerden dolayı o insanları horlamak, sistemin işleyişinde her hangi bir değişiklik yapmayacaktır.Her şartta ve zeminde, ayıpları örtücü olabildiğimiz nispette ilahi ahlaka bir adım daha yaklaşmış olacağız.

Toplumsal yaşam kuralları açısından bazı ceza ve yaptırımların varlığı da inkar edilemez bir gerçektir. Önemli olan, suçlu addedilen insanlara her şeye rağmen kucak açabilmek, onlara eğitici ve terbiye edici mahiyette yaklaşarak sorunlarına kalıcı çözümler getirebilmektir. Fakat kanaatimce, toplum olarak buna pek hazır değiliz (Töre ve namus cinayetleri örneği).

Hatırladığım kadarıyla Melamilik ekolüne mensup sufilerde, yaşadıkları dönemde bazı günah ve kusurları aleni olarak toplum içinde açıkça işleme uygulaması vardı .Bu uygulamayı yapmalarının sebebi de bu tarz kusurları ve hatalı fiilleri kasti olarak gizlemeden sergilemek suretiyle kınanmalarını sağlamak ve özellikle kendi nefislerini kırarak ve kınayarak arındırmaya çalışmaktı.Her ne kadar bu uygulamayı garipsesek de tasavvufi anlamda mutmaine bilinci düzeyindeki bir velinin görünüşte emmare bilinci düzeyinde fiiller ortaya koyabileceğini söyleyebiliriz.Başka bir deyişle, o kişi gerçekte mutmaine düzeyindedir, fakat yoğun riyazet ve mücahede sürecinde emmare nefis bilincine ait saklı veriler, sinir sistemi vasıtasıyla bazen dışa vurabilmektedir. Dolayısıyla, algıladığımız zahiri birtakım olaylar bizi yanıltmamalı ve yanlış değerlendirmelere sevk etmemelidir. İnançlı bireyler her zaman hüsnü zanna memurdur. Her halükarda Allah ismiyle işaret edilen mutlak varlığın muradı yerine gelmektedir.Biz her şeye rağmen, gülü de kaktüsü de sevenlerden olmaya bakalım.Hep birlikte el ele, gönül gönüle daha nice güzelliklere…

 

 

 
 
Samsun -17.06.2008
ahad103@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com