İnsan, yaratılış
itibariyle meleki kuvvelerle donatılmış sınırsız
potansiyele sahip bir varlık. Bunun yanında imtihan
gereği olarak kendisindeki ilahi özelliklerin gelişmesi
amacıyla gerek afaki gerekse enfüsi mahiyette birtakım
negatif tesirlere maruz kalabilmektedir. Bu bazen
ışınsal varlıkların beyne gönderdiği mesajlar yoluyla,
kimi zaman kalbindeki şeytana ait bir irtibat merkezinin
uyarılması yoluyla, kimi zaman da nefsani dürtülerin ve
behimi hislerin, insan bilincini bloke ederek kontrol
gücünü ele geçirmesi gibi faktörlerle
gerçekleşebilmektedir. Akıl böyle durumlarda devre dışı
kalır ve insan ister istemez kötü olarak algılanan
davranışlar sergileyebilir. Her gün gazete sayfalarında
okuruz ve şaşırırız. En son Eskişehir’de yaşanan olaydan
örnek verelim. Gazetedeki fotoğraftan simasına
baktığınızda pırıl pırıl çehreye sahip diyeceğiniz, hiç
ihtimal bile veremeyeceğiniz bir genç insanın, bir taciz
olayına bulaştığını okuyabilirsiniz. Başka bir olayda da
bir insanın yetişkin bir insana eziyet tarzı bir
davranışta bulunduğunu ve buna benzer birçok olayın
tahakkuk edebileceğini görürüz. Günlük yaşantımızda
belirli zamanlarda karşılaşabileceğimiz bu türden
hadiselere şahit olduğumuzda ise hemen tepki vererek o
insanı kötüler, farklı değerlendirir ve hemen toplum
dışına itmeyi arzularız.
Bu mesele esasen
toplumu ilgilendiren önemli bir hadisedir. Sorunu
Sosyolojik açıdan ele alırsak, yaklaşım tarzı olarak
farklı bir değerlendirme yerinde olacaktır şöyle ki:
Öncelikle şu
önemli düsturu hatırlayalım. Her türlü müspet yaklaşım
ve tesir faydalı sonuçlar doğururken menfi yaklaşım ve
etkiler de negatif sonuçlar doğurmaktadır. Konuyu bu
bağlamda değerlendirirsek bu toplumsal sorunu yapıcı
olarak çözüme kavuşturmuş olacağız. Burada önemli olan,
bu tarz olayları değerlendirirken yorumsuz bir seyirle
bakabilmek ve fail yerine filline buğz edebilmektir.
Olayı sadece fiiller boyutunda ele alsak dahi bir
gerçeği fark edebilmemiz oldukça güç olacaktır.O da o
birimin işlediği hatalı ve yanlış fiilin, birimin
terkibi yapısındaki sınırlılıktan kaynaklandığı
gerçeğidir.Bunu fark edersek o birimi hor ve hakir
görmeyiz.Yani burada yapılması gereken, olayı marifet
boyutundan değerlendirerek bu tarz yanlış fiiller ortaya
koyan birimleri ademe mahkum etmemek, onların
psikolojilerini de dikkate alarak onları kazanmaya
çalışmaktır. Suç ve suçlularla mücadelede alınacak
tedbirlerde bu yaklaşım tarzının yöntem olarak
uygulanması inanıyoruz ki suç faktörünü büyük ölçüde
azaltacaktır. Bu noktada emniyet mensuplarımıza büyük
bir görev düşmektedir. Bu özveriyi her zaman onlardan
bekliyoruz.Bu arada, konuyla irtibatlı olarak okuduğum
bir gazete haberini de hatırlatmadan geçemeyeceğim.
Haberde, Kore’de ulusal savunma amacıyla eğitilen özel
birliklerin askerlerine, eğitim süreçlerinde yoğun
olarak insan sevgisi telkin edildiği yazıyordu.
Bildiğimiz gibi
kalpler, Allah’ın iki kudret parmağı (irade ve kudret
sıfatları) arasındadır.O, bilinçleri dilediği gibi
yönlendirmektedir.Bu nedenle insanları ve olayları
değerlendirirken bu gerçeği göz ardı edemeyiz.Pek tabii
ki o insanların yerinde biz de olabilirdik.Biz insanları
kınamak ve yargılamak için dünyaya
gönderilmedik.Ellerinde olmayan sebeplerden dolayı o
insanları horlamak, sistemin işleyişinde her hangi bir
değişiklik yapmayacaktır.Her şartta ve zeminde, ayıpları
örtücü olabildiğimiz nispette ilahi ahlaka bir adım daha
yaklaşmış olacağız.
Toplumsal yaşam
kuralları açısından bazı ceza ve yaptırımların varlığı
da inkar edilemez bir gerçektir. Önemli olan, suçlu
addedilen insanlara her şeye rağmen kucak açabilmek,
onlara eğitici ve terbiye edici mahiyette yaklaşarak
sorunlarına kalıcı çözümler getirebilmektir. Fakat
kanaatimce, toplum olarak buna pek hazır değiliz (Töre
ve namus cinayetleri örneği).
Hatırladığım
kadarıyla Melamilik ekolüne mensup sufilerde,
yaşadıkları dönemde bazı günah ve kusurları aleni olarak
toplum içinde açıkça işleme uygulaması vardı .Bu
uygulamayı yapmalarının sebebi de bu tarz kusurları ve
hatalı fiilleri kasti olarak gizlemeden sergilemek
suretiyle kınanmalarını sağlamak ve özellikle kendi
nefislerini kırarak ve kınayarak arındırmaya
çalışmaktı.Her ne kadar bu uygulamayı garipsesek de
tasavvufi anlamda mutmaine bilinci düzeyindeki bir
velinin görünüşte emmare bilinci düzeyinde fiiller
ortaya koyabileceğini söyleyebiliriz.Başka bir
deyişle, o kişi gerçekte mutmaine düzeyindedir, fakat
yoğun riyazet ve mücahede sürecinde emmare nefis
bilincine ait saklı veriler, sinir sistemi vasıtasıyla
bazen dışa vurabilmektedir. Dolayısıyla,
algıladığımız zahiri birtakım olaylar bizi yanıltmamalı
ve yanlış değerlendirmelere sevk etmemelidir. İnançlı
bireyler her zaman hüsnü zanna memurdur. Her halükarda
Allah ismiyle işaret edilen mutlak varlığın muradı
yerine gelmektedir.Biz her şeye rağmen, gülü de kaktüsü
de sevenlerden olmaya bakalım.Hep birlikte el ele, gönül
gönüle daha nice güzelliklere… |