|
|
|
|
Hawaii
Üniversitesi’nden emekli fizik ve astronomi
profesörü, Kolorado Üniversitesi’nde felsefe
profesörü olan Victor J. Stenger, “Bilim Tanrı’yı
Buldu mu?” adlı kitabında çoğu bilim adamının, teist
hipotezlerini çürüttüğünü savunuyor
Michio Kaku “Fizikçiler, Tanrı kelimesini telaffuz
edip de kızarmayan, utanmayan yegane bilimcilerdir.
Biz fizikçiler bütün soruların sorusuyla göğüs
göğüse mücadele ederiz: Eğer evren bir patlama
neticesinde harekete geçmişse bu patlama nereden
geldi? Kuralları neydi? Bize uzay-zaman yapısını
veren patlamanın denklemlerini kim yazdı?” diyor.
Rölativite ve Kuantum Teorileri bilimin bugün
bulunduğu noktada, tek başına işe yaramayan modası
geçmiş teoriler... Bu iki teoriyi birleştirerek yeni
bir teori üretiyorlar; “String-Titreşen tel, ya da
Sicim Teorisi” On boyutlu bir hiper-uzayda
tanımlanan “Sicim teorisi”ne göre, bu mikrominnacık
sicimler titreştiğinde evrende bulunan
atomaltıparçacıkları yani notaları üretiyor. Bu
notaların oluşturduğu melodiler “madde”, bu
melodilerin yarattığı senfonilere de “evren”
deniliyor. Bu sicimlerin yarattığı armonilerin fizik
yasaları olduğuna inanan araştırmacılar, sicimler
hareket ettiğinde, etrafındaki uzay ve zamanı eğip,
büktüklerini farkediyorlar. Dr. Kaku, “Eğer Einstein
hiç doğmamış olsaydı bile, Sicim Teorisi’nin bir
sonucu olarak Einstein’ın Genel Rölativite
Teorisi’ni keşfedebilirdik, çünkü Sicim Teorisi,
Genel Rölativite Teorisi’ni de bünyesinde
barındırır. Ama Sicim Teorisi on boyutlu bir hiper-uzayda
tanımlanmaktadır” derken bilimin en büyük idealini
de açıklıyor; “Bütün dünyada, çeşitli ülkelerin
genel fizikçileri Tanrı’nın zihnini okumamıza izin
verebilecek olan Sicim Teorisi denen bu acayip
teoriyi öğrenmek için can atıyorlar. Bu teoriye göre
hiper-uzaya yayılan rezonanslar halindeki bu müzik
belki de Tanrının zihnidir.” diyor. Evren teorisini
test etmek isteyen araştırmacılar, laboratuvarda bir
bebek evren yaratmayı deniyorlar. Kaku’ya göre inanç
bu noktada devreye giriyor; “Güneş’in hidrojen
gazından meydana geldiğini biliyoruz, çünkü elimizde
dolaylı yoldan elde edilen kanıtlar var. Görünmez
olmalarına karşın kara deliklerin fotoğrafının
çekildiğine inanıyoruz, çünkü kara deliklerden
yayınlanan radyasyonu görüyoruz. Belki de bir gün
İsviçre’nin Genevre kentinde bulunan Büyük Hadron
çarpıştırıcısını kullanarak bu teoriyi dolaylı
yoldan test edeceğiz. Bu atom-parçalayıcı sistem
atomları parçalarına ayırıyor ve bize S-parçacıkları
denilen Süper Parçacıkları verebilir. Süper
Parçacıklar, süper sicimlerin yüksek titreşim
halleri”
KARANLIK MADDENİN ÖZÜ NE
Gözlenebilir evrenin yüzde 90’ı galaksiler,
sarmalayan karanlık maddeden oluşuyor. Hubble Uzay
Teleskopu astrofizikçilere bu görünmez karanlık
maddenin evren boyunca nerelerde kümelendiğini
gösteren haritalar çizmelerine imkân veriyor. Peki,
karanlık maddenin özünde ne var? Şu an geçerli
teoriye göre “fotino” var. Yani sicimin yüksek
oktavı, yani boşluk zannedilen aslında doluluk, yani
karanlık zannedilen aydınlık. Etraf bizim
zannettiğimizden daha farklı. Bilimsel söyleyişle,
“karanlık cisim ışıyor” Evrenin yüzde 90’ı karanlık
maddeden oluşuyor” diyen kozmoloji (evrenbilim)
aslında sadece yüzde onunu bildiği (onun da ne
kadarı doğru bilgi bilinmez) bir evrenin sırrını
çömeye çalışıyor. Demek ki bilimsel araştırmalara
göre şu anda evrenin yüzde doksanı ne olduğunu
bilemediğimiz “Karanlık Madde”den oluşuyor.
KARA DELİKLERİN YANKISI
Bütün bu bilgilere doğrudan ulaşamayan bir bilimden
söz ediyoruz üstelik. Kimse Güneş’e gidip,
hidrojenden oluşup oluşmadığını test etmiyor. Ancak
gökbilimciler dünyaya ulaşan dolaylı yankı dedikleri
güneş ışınlarını, ekoları inceleyerek Güneş’i analiz
edebiliyorlar. Bilim adamları yaklaşık olarak ayda
bir tane kara delik teşhis ediyor. Bu aslında
görünmeyen kara delikleri Hubble Teleskopu
yardımıyla da olsa nasıl görüyor bu araştırmacılar?
Aslında duyuyorlar, çünkü kara deliklerin
yankılarını, dönme diskini, kara delik civarındaki
radyasyon desenini ve radyasyonu görüyorlar. İşte bu
yankılara bakarak söyleyebiliyorlar; “Evet, orada
bir kara delik var.” Yarın görülemediği için
“karanlık” denilen maddenin, aslında “aydınlık”
olduğunu söyleyecek bir araştırmacı çıkana kadar
bilim yüzde doksan karanlık enerjinin etkisi altında
alacakaranlıkla çalışmaya devam edecek.
HADİ KUŞLARA BAKALIM
“İnsanoğlu Tanrı’nın frekansına tekrar kendini
uyumlandırabilir mi?” diye soruyor, Lazer
Teknolojileri’nin öncülerinden ünlü fizikçi Mani
Bhaumık. Ona göre, atom fiziğinin Kuantum alan
teorisi parçacıkları ve atomu doğrular. Evrenin bir
yerinde olan bir olayın, diğer olaylarla ilişkili
olduğunu savunan Bhaumik, bilimin her şeyin Tanrı
tarafından yaratıldığı sözüne yaklaştığına inanıyor.
Aslında, Kuantum evren tanımı modern fiziğin bir
keşfi değil, sadece anlayamadığı bir dünyayı formüle
edip bir de oradan varlığı yorumlamaya çalışan
insanoğlunun sondan bir önceki durağı o kadar.
Yazıyı fizikçi Richard P.Feynman’ın, fizikle hiç
ilgilenmemiş pazarlamacılıktan emekli olmuş
babasından bir alıntıyla kapatalım; “Bir kuşun
ismini dünyanın her lisanında bilebilirsiniz. Ancak
(kuşun isimlerini öğrenmeyi) bitirdiğinizde, bu kuş
hakkında zerre kadar bir şey bilmeyeceksiniz. Sadece
dünyanın farklı yerlerindeki insanları ve bunların
bu kuşa ne dediklerini bileceksiniz. Öyleyse, hadi
kuşa bakalım ve ne yaptığını izleyelim-önemli olan
da bu.”
KAYNAKÇA
1-Japon asıllı Amerikalı fütürist, fizikçi.
2-Michio Kaku, Röportaj: Stephen Marshall /
Guerrilla News Network
3-Kod adı Tanrı, Bir Bilim Adamının Ruhsal Seyahatı
Mani Bhaumık;, Mia y., 2005, s. 14
4- What Do You Care What Other People Think, R.P.
Feynman, Norton, 1988, s.13-14
Nalan Yıldız
Kaynak; Akşam Gazetesi
|
|
|
|
İstanbul
- 05.06.2008
http://sufizmveinsan.com
|
|
|
|
|
|
|
|
|