Yüce Allah insanlar için yaşam şekli olarak
fıtratlarıyla uyum içerisinde olan İslâm'ı seçmiş ve
kullarını peygamberleri aracılığıyla bu dine
sarılmaya yönlendirmiştir. Zaman içerisinde bir
peygamber ölünce ümmeti onun dininde kendi heva ve
heveslerine uygun tahribatlar yaptıkları için yüce
Allah başka bir peygamber göndererek dinini
yenilemiştir. Nihayet Allah’ın hikmeti, dinini son
Peygamber'inin ( s.a.v) diniyle kalıcı hale
getirmeyi gerektirmiştir. Yüce Allah, Kur'ân’ı her
türlü felaket, fazlalık ve noksanlıktan koruyarak
böylece İslâm dininin temel ilkelerini her zaman
için kendi koruması altına almış ve onun
hükümlerinin ve detaylarının açıklamasını ise
Peygamber'inin s.a.v sünnetine bırakmıştır. Ama
Efendimizin sünneti Kur'ân gibi her türlü fazlalık
ve noksanlıktan ve Peygamber'in hadislerini rivayet
edenleri yanılgıdan, unutkanlıktan, kâtipleri ise
hata, yanlışlık ve sapmadan korumamıştır.
Resulullah’ın (s.a.v) sünneti tam on dört asrı aşan
zaman boyunca buna şahit olmuştur. Ve bu uzun geçmiş
boyunca aralarında birbirleriyle çelişen, mücmeli ve
mufassalı, âmm [umumî] ve hâssi [hususî] bulunan
birçok hadis (Resulullah'in ( s.a.v) sireti ve
hadisleri) Müslümanlar arasında elden ele gezmiş ve
onların rivayetinde daha önce işaret ettigimiz dış
etkenler etkili olmuştur. Sonuçta, müçtehitlerin
içtihadında, İslâm öğretilerinin çeşitli
bölümlerinde, ahkâm ve kurallarında, kendi özel
içtihatlarıyla birlikte bazı rivayetleri diğer
bazılarına tercih etmede farklı görüşler ortaya
çıkmış; her biri kendi görüşünde direnmiş ve taassup
göstermiştir. Nihayet, her fırka İslâm’ı algılayış
biçimine göre müteşâbih ayetleri tevil etmiş ve buna
dayanarak muhkem ayetleri tefsir etmiştir! (1)
Böylece, Müslümanlar çeşitli fırka ve mezheplere
bölünmüş, geçen uzun asırlar boyu bazı Müslümanlar
birbirlerini İslam dışı olmakla suçlamış ve
kendileriyle farklı görüşlere sahip olanları ortadan kaldırmaya çalışmışlardır! O
hâlde tefrika yaratan bu etkenler ve Müslümanların
arasında ihtilâflı meseleler varken, Müslümanların
sözlerinin bir olması ve birleşmeleri nasıl mümkün
olabilir?
Hayır, Müslümanlar ciddi bir araştırmaya girişmeden,
seleflerini taklit etmeye devam ettikleri müddetçe
fırkaların birbirlerine yaklaşması ve birleşmesi
mümkün olmayacaktır. Tüm Islâm fırkaları, Islâm,
Kur'ân ve hadislerin tevili konusundaki algılarını
rahatlıkla ve çekinmeden; ama kardeşlik bağlarına da
zarar vermeden, sırf Allah rızası için, sağlam bir
ilmî çerçevede, hak ve doğru bildiklerini ortaya
koyma amacıyla, saygı çerçevesinde, hırçınlıklardan,
inat ve küfürden uzak bir şekilde açıklarsa, ancak o
zaman birbirlerine yaklaşabilir.
Hz. Peygamber devrine “Asrısaadet” denilmesinin
sebebi insanların bu dönemde gerçekten Kur’ani bir
toplum içinde mutlu bir hayat sürmeleri idi. Zira bu
dönemde İslâm ve Kur’an en mükemmel şekliyle
uygulanıyor ve devlet yapısı tamamen Kur’ana dayalı
olarak yürütülüyordu. Devlet anlayışı şuraya dayalı
olup hiçbir ırkın, kabilenin üstünlüğünü kabul
etmeden tamamen vahye dayalı bir yönetim
sergileniyordu. Medine toplumunda yaşayan insanlar
birbirine karşı en güzel sevgi ve saygıyı besleyerek
orada samimiyete dayaklı bir toplum oluşturmuşlardı.
Ama dört halife devrinden sonra İslam’ın gerek
yönetim gerekse toplum anlayışı tamamen arka plana
alınarak yerine çeşitli taassuplara dayalı babadan
oğla geçen bir hükümdarlık sistemi oluşturulduğu
gibi adli ve idari alanlarda da büyük bozulmalar
meydana geldi.
Evet, bârikay-i hakikat (hakikatin nuru), tesâdum-i
efkârdan (fikirlerin çarpışmasından, fikir alis
verişinden) doğar. Böyle mukaddes bir hedefe
ulaşmanın en doğru yolu, İslâm bilginlerinin bu tür
meseleleri salt ilmî metotlara dayanarak
tartışmaları şarttır. Elde ettikleri araştırma
sonuçlarının ciddi ve tarafsız bir şekilde
incelenmesi için Kahire’deki el-Ehzer
Üniversitesi'ne, Medine-i Münevvere'deki Islâm
Üniversitesi'ne, Mekke-i Mükerreme-deki Islâm
Kongresi'ne veya Necef-i Eşref, Kum, Horasan,
İstanbul, Şam ve diğer üniversite ve ilim
merkezlerine sunmaları ve bu merkezlerin de
incelemelerin sonuçlarını,
herhangi bir tahrif ve tasarrufa uğratmadan sırf
Allah rızası için başkalarının görüşlerini bilmek
isteyen Müslümanlara yayınlamasıdır. Böylelikle
herkes bir diğerinin görüşünden en sağlıklı biçimde
haberdar olur, aklını ve vicdanını hâkim kılarak ya
ikna olup kabul eder ya da müslüman kardeşinin
görüşünü mazur görür. Böylece, Müslümanların,
birbirlerinin görüşlerini anlamaları ve birbirlerine
yaklaşmaları kolaylaşır ve dağınık çalışmalarını
kendi hayırları ve çıkarları
doğrultusunda birleştirebilirler. Bu hedefe ulaşmak
için ilk önce Islâm dininin kaynaklarını, Müslümanların bunlardan nasıl yararlandıklarını
ve Resulullah’ın s.a.v sünnetine nasıl ulaştıklarını
incelememiz gerekir.
Müslüman olarak gayemiz bütün bir insanlığın
selametidir. Ancak bütün bir insanlık âleminden önce
kendi kardeşlerimizi ayrıştırmadan, ötekileştirmeden
anlamak ve sevmek durumundayız. Gayesini idrak
edemeyen, hedefini bilemeyen yolcu için her menzil
bir meçhulden, sukutu hayalden başka bir şey
olmayacaktır. İnsan bir yolcudur, yolcu gerçek
menzilinin neresi olduğunu ve yolculuğa niçin
çıkarıldığını bilmezse, dünyayı gezse de dünya onun
için bir yabancı olmaktan öte geçmeyecek, her hadise
içinde bir düğüm olacaktır.
Hayata iman perspektifinden baktığımızda varlık bir
mana kazanıyor; hayatın gayesi ulvileşiyor. İmanla
hayata bakınca insanlar birbirinin kurdu değil
gerçek dostu oluyor.
1)Allame Murtaza Askeri, Ekoller,
İmamet ve Sahabe |