Bir Elin Parmakları Gibi Olmalıyız
Bilal Atış
 
 
       Yüce Allah insanlar için yaşam şekli olarak fıtratlarıyla uyum içerisinde olan İslâm'ı seçmiş ve kullarını peygamberleri aracılığıyla bu dine sarılmaya yönlendirmiştir. Zaman içerisinde bir peygamber ölünce ümmeti onun dininde kendi heva ve heveslerine uygun tahribatlar yaptıkları için yüce Allah başka bir peygamber göndererek dinini yenilemiştir. Nihayet Allah’ın hikmeti, dinini son Peygamber'inin ( s.a.v) diniyle kalıcı hale getirmeyi gerektirmiştir. Yüce Allah, Kur'ân’ı her türlü felaket, fazlalık ve noksanlıktan koruyarak böylece İslâm dininin temel ilkelerini her zaman için kendi koruması altına almış ve onun hükümlerinin ve detaylarının açıklamasını ise Peygamber'inin s.a.v sünnetine bırakmıştır. Ama Efendimizin sünneti Kur'ân gibi her türlü fazlalık ve noksanlıktan ve Peygamber'in hadislerini rivayet edenleri yanılgıdan, unutkanlıktan, kâtipleri ise hata, yanlışlık ve sapmadan korumamıştır. Resulullah’ın (s.a.v) sünneti tam on dört asrı aşan zaman boyunca buna şahit olmuştur. Ve bu uzun geçmiş boyunca aralarında birbirleriyle çelişen, mücmeli ve mufassalı, âmm [umumî] ve hâssi [hususî] bulunan birçok hadis (Resulullah'in ( s.a.v) sireti ve hadisleri) Müslümanlar arasında elden ele gezmiş ve onların rivayetinde daha önce işaret ettigimiz dış etkenler etkili olmuştur. Sonuçta, müçtehitlerin içtihadında, İslâm öğretilerinin çeşitli bölümlerinde, ahkâm ve kurallarında, kendi özel içtihatlarıyla birlikte bazı rivayetleri diğer bazılarına tercih etmede farklı görüşler ortaya çıkmış; her biri kendi görüşünde direnmiş ve taassup göstermiştir. Nihayet, her fırka İslâm’ı algılayış biçimine göre müteşâbih ayetleri tevil etmiş ve buna dayanarak muhkem ayetleri tefsir etmiştir! (1)

     Böylece, Müslümanlar çeşitli fırka ve mezheplere bölünmüş, geçen uzun asırlar boyu bazı Müslümanlar birbirlerini İslam dışı olmakla suçlamış ve kendileriyle farklı görüşlere sahip olanları ortadan kaldırmaya çalışmışlardır! O hâlde tefrika yaratan bu etkenler ve Müslümanların arasında  ihtilâflı meseleler varken, Müslümanların sözlerinin bir olması ve birleşmeleri nasıl mümkün olabilir?

      Hayır, Müslümanlar ciddi bir araştırmaya girişmeden, seleflerini taklit etmeye devam ettikleri müddetçe fırkaların birbirlerine yaklaşması ve birleşmesi mümkün olmayacaktır. Tüm Islâm fırkaları, Islâm, Kur'ân ve hadislerin tevili konusundaki algılarını rahatlıkla ve çekinmeden; ama kardeşlik bağlarına da zarar vermeden, sırf Allah rızası için, sağlam bir ilmî çerçevede, hak ve doğru bildiklerini ortaya koyma amacıyla, saygı çerçevesinde, hırçınlıklardan, inat ve küfürden uzak bir şekilde açıklarsa, ancak o zaman birbirlerine yaklaşabilir.

      Hz. Peygamber devrine “Asrısaadet” denilmesinin sebebi insanların bu dönemde gerçekten Kur’ani bir toplum içinde mutlu bir hayat sürmeleri idi. Zira bu dönemde İslâm ve Kur’an en mükemmel şekliyle uygulanıyor ve devlet yapısı tamamen Kur’ana dayalı olarak yürütülüyordu. Devlet anlayışı şuraya dayalı olup hiçbir ırkın, kabilenin üstünlüğünü kabul etmeden tamamen vahye dayalı bir yönetim sergileniyordu. Medine toplumunda yaşayan insanlar birbirine karşı en güzel sevgi ve saygıyı besleyerek orada samimiyete dayaklı bir toplum oluşturmuşlardı. Ama dört halife devrinden sonra İslam’ın gerek yönetim gerekse toplum anlayışı tamamen arka plana alınarak yerine çeşitli taassuplara dayalı babadan oğla geçen bir hükümdarlık sistemi oluşturulduğu gibi adli ve idari alanlarda da büyük bozulmalar meydana geldi.

      Evet, bârikay-i hakikat (hakikatin nuru), tesâdum-i efkârdan (fikirlerin çarpışmasından, fikir alis verişinden) doğar. Böyle mukaddes bir hedefe
ulaşmanın en doğru yolu, İslâm bilginlerinin bu tür meseleleri salt ilmî metotlara dayanarak tartışmaları şarttır. Elde ettikleri araştırma sonuçlarının ciddi ve tarafsız bir şekilde incelenmesi için Kahire’deki el-Ehzer Üniversitesi'ne, Medine-i Münevvere'deki Islâm Üniversitesi'ne, Mekke-i Mükerreme-deki Islâm Kongresi'ne veya Necef-i Eşref, Kum, Horasan, İstanbul, Şam ve diğer üniversite ve ilim merkezlerine sunmaları ve bu merkezlerin de incelemelerin sonuçlarını,
herhangi bir tahrif ve tasarrufa uğratmadan sırf Allah rızası için başkalarının görüşlerini bilmek isteyen Müslümanlara yayınlamasıdır. Böylelikle herkes bir diğerinin görüşünden en sağlıklı biçimde haberdar olur, aklını ve vicdanını hâkim kılarak ya ikna olup kabul eder ya da müslüman kardeşinin görüşünü mazur görür. Böylece, Müslümanların, birbirlerinin görüşlerini anlamaları ve birbirlerine yaklaşmaları kolaylaşır ve dağınık çalışmalarını kendi hayırları ve çıkarları
doğrultusunda birleştirebilirler. Bu hedefe ulaşmak için ilk önce Islâm dininin kaynaklarını, Müslümanların bunlardan nasıl yararlandıklarını ve Resulullah’ın s.a.v sünnetine nasıl ulaştıklarını incelememiz gerekir.

     Müslüman olarak gayemiz bütün bir insanlığın selametidir. Ancak bütün bir insanlık âleminden önce kendi kardeşlerimizi ayrıştırmadan, ötekileştirmeden anlamak ve sevmek durumundayız. Gayesini idrak edemeyen, hedefini bilemeyen yolcu için her menzil bir meçhulden, sukutu hayalden başka bir şey olmayacaktır. İnsan bir yolcudur, yolcu gerçek menzilinin neresi olduğunu ve yolculuğa niçin çıkarıldığını bilmezse, dünyayı gezse de dünya onun için bir yabancı olmaktan öte geçmeyecek, her hadise içinde bir düğüm olacaktır.

     Hayata iman perspektifinden baktığımızda varlık bir mana kazanıyor; hayatın gayesi ulvileşiyor. İmanla hayata bakınca insanlar birbirinin kurdu değil gerçek dostu oluyor.

                                                                                                                         

1)Allame Murtaza Askeri, Ekoller, İmamet ve Sahabe