Bir sufi iş hayatinda…
Nilay Caki
 

Bomba haber çalıştığı şirketin tam ortasına düşmüştü! Uluslararası bir dünya devi olan bu büyük ticari grup, yeniden yapılandırma adı altında bazı değişiklikler planlamıştı ve bunu resmi olarak çalışanlarına bildirmişti.

Şirkette yıllarını geçirmiş olanlar, daha önceki deneyimlerine dayanarak bu resmi bildirinin ne demek olduğunu diğerlerine deşifre ettiler. Bazı çalışan pozisyonları değiştirilecek ve mutlaka işten çıkarmalar olacaktı çünkü dünya devi olan bu şirket o yıl için öngördüğü karlılığı yakalayamıyordu ve “Board” ciddi olarak maliyet/gider azaltıcı bir önlemler paketi istiyordu; tıpkı birkaç yıl önce olduğu gibi…

Haber geldikten sonraki birkaç hafta, çalışanların hareket ve halleri  seyre şayandı. Çoğu ellerinde olmadan duygusal yaklaşıyorlardı bu yeni oluşuma! Hatta birçoğu, şirket yönetiminden çok acımasız olmaları  nedeniyle nefret etmeye başlamıştı bile… Çoğu kendi hakkındaki hükmün peşindeydi:

“ Benim müdür beni çok sever, feda etmez:”

“ Hadi ya… Ne mutlu sana; bizde de tam tersi benimkisi benle hiç hoşlaşmaz kesin kendi listesinin en üstüne beni koyacak!”

Dış dünyanın bir yansıması olan beyinlerindeki iç dünya aynaları ile herkes kendine göre zeka ve/veya duygusallık kokan taktikler ve aksiyonlar almaya başlamıştı… Kimisi yazgısının bağlı olduğuna inandığı  üstüne temkinli yaklaşıyor, kimisi ise göze göz dişe diş diyerek alt oyma çalışmalarını başlatıyordu.

Tabii böyle bir ortamda asıllı veya asılsız haber ve dedikodu da çoktu. O da bu furyadan nasibini alıyordu, önüne gelen ona da bir şeyler söyleyi veriyordu, birtanesi de onu pek tanımayan yeni arkadaşlardandı:

-           “ Ya bak ne duydum sen de başı koparılacaklar listesindeymişsin, senin müdür hazır böyle bir operasyon başlamışken bundan da kurtulmalı diyormuş, haberin ola!”

-           “Peki”

-           “Nasıl “peki”? Kuzum altını oyuyorlar; sen bu şirketteki en eskilerdensin ve hepimizin  gelip iş sorduğu en güvenilirlerdensin, razı mı olucan sen şimdi?”

-          “Olurum”

-          (!) Sen dün akşam yine hiç uyumadın ufaklıklar yüzünden herhalde, algıların zayıfladı. Sen iyi bir düşün dediklerimi..

-          “Tamam”

-          “Ben senin yerinde olsam çıkarım Genel Müdür’e anlatırım kendimi, zaten böyle yapmadığın için hak ettiğin yere yükselememişsin şimdiye kadar, üstündeki de farkında şutlatmak üzere seni!

-          Takdirde ne varsa yaşarız, sen beni merak etme, içini ferah tut.

-          (!!!) … Haa tabi tuzun kuruysa o başka, belki de almışsındır haberini önceden, sağlamdasındır, o yüzden tepki vermiyorsundur… Bizim gibi n’olucam derdinde değilsindir, huzur içindesindir. Yoksa senin müdür mü gönderiliyor?

-          Çok acil bir e-posta var cevaplamam gereken, seninle belki daha sonra eğer almaya açıksan uzun uzun niye sakinim  konuşuruz,  ama senin kafandaki sebeplerden değil bu halim bilesin. Şimdi müsadenle…

Evet doğruydu arkadaşın tesbiti, birçoğunda görünen panik hali ya da olaylara tepki verme ihtiyacı onda yoktu. Ne şirkete, ne üst yönetime ne de müdürüne sempati veya kızgınlık ya da nefret hissetmiyordu. Olabilir işten çıkarılacaklar arasında adı da geçiyordu belki de.

Artısıyla eksisiyle kendini biliyordu ki rızık kaygısında değildi, mevki kaygısında değildi, gelecek kaygısında değildi. Üstündeki şu an varolan yüklerin hakkını vermeye çalışıyor, sadece o anı yaşıyor ve hedefliyordu.

Olaylara ve kişilere özel sempati/sevgi ve nefret/öfke hissetmemesi gerektiğinii öğrenmişti, her şeyi olduğu gibi sevmeyi öğrenmişti, her şeyi sevince ya da aslında her şeyi yerli yerince yaratan tarafından takdir edilmiş görünce zaten sevginin, duyguların ötesi olan aleme geçiliyordu bir süre sonra. Kişiye veya olaya bakarken kendi varoluş terkibine uygun olanları hoş, olmayanları tu kaka! görme hali yani duygusallık halini en aza indirmeye çalışıyordu.

Karşısındaki kişide veya önüne gelen olayda sadece sebep-sonuç ilişkilerini görmeye, o  oluşumdaki hikmeti keşfedip, kapasitesi elverdiğince seyrine ulaşmaya çalışıyordu… Böyle olunca senlik, benlik davası bitiyor, insanı manen tatmin eden, içindeki egoyu söndüren bir hal oluşuyordu.

Sürekli kafasında “yaratan ve varoluş sistemi, kendisinin neyi doğru anlayıp neyi kaçırdığı, okuduğu kitaplar, ayet-i kerime ve hadis mealleri, olan bitenin okuduklarıyla izdüşümü” vardı…

Zaman zaman dahi olsa yakalayabildiği bu ruh hali büyüklerinin bahsettiği huzur alemi miydi, bir fikri yoktu. Ama kendi yolculuğunda kendini en iyi hissetiği hal idi, o bir gerçek.

Dolayısıyla işten çıkacak mı, çıkmayacak mı, kim işten çıkarılacak diye dertlenmek yerine,

“Bakalım Mevlam N’eyler, Neylerse Güzel Eyler” dizelerindeki gibi bir sonraki seyri sakince beklemekteydi.

….

Birkaç hafta sonra Eylül’ün sonu mübarek ramazan ayının bitimi şirketteki yeni yapılandırma planı açıklandı.

Kendisi de işine son verilenler arasındaydı:

-          Yakın arkadaşlardan üzülenler,

-          Ah ben sana dememişmiydim diye dertlenenler vardı.

Yönetim, tasarruf önlemleri nedeniyle bazı çalışanları işten çıkarmak zorunda kaldıklarını akla uygun nedenlerle açıkladı ve çıkan arkadaşların bir süre daha işyerinde kalıp işleri diğer departman arkadaşlarına devretmesini rica etti. İşten çıkarılanların çoğu kabul etmedi, çoğu da mahkeme kanalıyla haklarını arayacaklarını belirtti.

O ise talep ettikleri şekilde on beş iş günü daha çalıştı, en layıkıyla tüm bilgi birikimini ve dosyaları diğer arkadaşa devretti, hatta yeni olanın altından kalkamayacağı bir iki raporlamayı da kendi bitirdi. Yine kendisinin sorumlu olduğu önemli bir projeyi yurt dışından gelen müdürlere bizzat 1 saat süren bir sunumla sundu, projenin zayıf ve güçlü yanları konusunda uyarılarını yaptı.

Sekiz yıldır ekmeğini yediği şirkete işi hakkını vererek devretti. Onun için o anki tek hedef de zaten bu idi. Ondan talep edileni layıkıyla verebilmek.

….

Şimdilik evdeydi.

Uzun zamandır istediği ama 2 ve 3,5 yaşlarındaki iki evlat, iş, güç derken bir türlü okumayı başaramadığı önemli tasavvuf eserlerini, uzakdoğu felsefeleriyle ilgili bazı kaçırdıklarını, son dönemde genel dünya felsefesinin en çok satanlarını aldı. Daha da alacağı çok çalışma vardı.

Huzurluydu ; sonunda değer verdiklerine daha çok zaman ayırabilecekti, birden fark etti :

O değil miydi daha birkaç sene evvel eşine, annesine, babasına dert yanan !

« Zaman ayıramıyorum ne evlatlarıma ne de varmak istediğim noktaya ulaştıracak çalışmalara… Günlük ilişkilerin içinde sıkıştım, kaldım. Beşer olmaktan öteye gidemiyorum » diye…

Bir büyüğü eserlerinde şöyle demekteydi : « Haliniz Duanız, Duanız Haliniz Olsun. »

İşte tasavvuf alimlerinin yüzlerce yıl öncesinden bahsettiği, şimdiki batı aleminin yeni keşfettiği DUA/SIR denen içtenlikle ettiği sürekli dua hali önüne getirilmişti.

….

İşten çıkalı 1,5-2 ay olmuştu, iş arayışına girmemişti henüz, içinden gelmiyordu…

Bu arada bir önceki eski müdürü bir iki hafta önce aramış, kendi şirketinde bir pozisyon açılacağını bildirmişti. « Tekrar beraber çalışmalıyız. » demişti. « Hayırlısıysa olsun. » dedi kendi kendine.

O gün telefonu çaldı, arayan çıkarıldığı işteki Genel Müdürü’ydü. Şaşırdı, bir konuda takıldılar benim eski projeyle ilgili herhalde dedi ve telefonu açtı. Genel Müdür onu ofise çağırıyordu, bir iş teklifi yapacaktı, kendisi biraz içeriğini anlatmasını istedi, öyle ya şaşırmıştı... Hani kadro çok şişmişti, tasarruf önlemi alınmıştı, şimdi niye iş teklifi yapacaklardı çıkardıkları elemanlarına ?

Genel Müdür durumu biraz açıklamaz zorunda kaldı, kendisi gidince bağlı olduğu bölüm müdürünün bazı konularda yetersiz kaldığını, öyle ki onları yanlış yönlendirerek kendisinin işten çıkarılmasını teşvik ettiğini, ama daha sonra bir iki projede başarısız olduğunu bu nedenle onun pozisyonuna yakın bir pozisyonu kendisine teklif edeceklerini belirtti.

Uzun zamandır bu kadar şaşırmamıştı ; elinde değildi, içinden yükselen şaşkınlık hissi onu duygusallığa itmekteydi. Birden şöyle düşünceler beyninde dolaşmaya başladı :

« Oh olsun, bak herkes ettiğini bulur, gördün mü nasıl da gerçekten altını oymuş senin! Oysa sen daha iyiydin, şimdi geri dön ve herkese göster, hem ibret olsun öğrenirler ; edenin yanına kâr kalmaz hayatta hiç bir şey »

O an Hz.Ali ile ilgili okuduğu olay aklına geldi :

« Allah"ın aslanı Hz. Ali bir savaş esnasında düşmanı olan yiğitle epeyce vuruşarak sonunda onu yere yıkıp öldürmek üzereyken, o düşman askeri Hz. Ali"nin mübârek yüzüne tükürdü ; bunun üzerine Hz. Ali düşmanını bırakarak ayağa kalktı:
-Yürü git, seni öldürmekten vazgeçtim, serbestsin, dedi.
Savaşçı bu duruma şaştı:
-Beni alt edip öldürmek üzereyken neden vazgeçtin. Seni ne alıkoydu? diye sordu.
Hz. Ali cevap verip şöyle dedi:
-Ben seninle Allah yolunda ve sırf Allah"ın hoşnutluğunu kazanmak için savaşıyordum ve onun için seni öldürecektim. Sen yüzüme tükürünce öfkelendim, sana kızdım. Eğer o an öldürseydim, sana olan kızgınlığımdan dolayı bunu yapmış olacaktım. Yani seni Allah rızası için değil de kendi nefsim için öldürmüş olacaktım. İşte bu düşünceyle seni serbest bıraktım.
Bunu duyan adam, bu büyük asâlet ve ince anlayış karşısında îman ederek Müslümanların safına katıldı.
(Mesnevî, C. I, beyit: 3721 vd. )»

Kendi durumu da aynen benzerdi; asıl kendi nefsini öldürmesi gerekti! Kibarca teşekkür etti, ama artık eski şirketinde çalışmayı düşünmediğini belirtti. Şimdi şaşkınlık sırası belli ki hattın karşı tarafındaydı. Muhtemelen, şirkete kızgın olduğunu düşünmüştü karşı taraf, halbuki tam tersine öfke ve kızgınlıkla hareket etmemek için bu kararı almıştı. Sonuç olarak derdi mevkii, endişesi rızk değildi. Cenab-ı Hakk rızkı belirlemişti bundan mutmaindi.

…..

Telefon konuşmasının ertesi günü şirketten başka bir departman müdürü olan arkadaşı aradı, hal hatır sordular, dertleştiler; bir süre sonra arkadaşı:

- Ya dedi niye redettin sana gelen teklifi, bak belki de bundan sonra profesyonel hayatın olmayacak, iş yaşamında ne olacağı belli olmaz, bari gelip bir görüşseydin!

 - Yok dedi, ben kendim için en iyi olanı yaptım, içim rahat.

Vedalaşıp kapattılar telefonu.

Düşündü konuşulanları ve dedi ki kendi kendine:

-          Benim hayattaki ana hedefim iş hayatında iyi bir profesyonel olmak değil ki! X firmasına veya şu patrona çalışan mükemmel bir yönetici olmak da değil!

-          Ben bu dünyaya Allah için çalışmaya geldim. Allah için, Allah ahlakının kriterlerine uyan bir “yaşam profesyoneli” olmak istiyorum yani “insan” olmak istiyorum. Ben özüme dönüyorum, yolculuğum içe doğru…

-          Çünkü algıladığım ve algılamadığım evrende TEK BİR GERÇEK var, geri kalan o tüm görünürler sadece bir hayal… O TEK BİR GERÇEK ise aslında kendi özümde  aynen var… Böyle bir cevher bana bu kadar yakınken, ona yönelmemi engelleyecek ve beni dışa itecek, özümden uzaklaştıracak tüm etkenleri sıfırlamaya  çalışıyorum.

-          Başarılı olurum ya da olmam, o yazılmıştır, Allah’ın takdiri, ben hedefi belirledim:

BEN ALLAH İÇİN ÇALIŞAN BİR PROFESYONELİM

Aklından geçenleri fark edince yüzüne bir gülümseme yayıldı çünkü bunları telefondaki arkadaşına anlatmaya çalışsaydı, emindi sakince dinlerdi arkadaşı onu ama telefonu kapatınca şöyle derdi:

-YOK SEN HAKİKATEN İŞ HAYATINDA BİR PROFESYONEL OLAMAZSIN! SENDEN OLSA OLSA KÖYÜN DELİSİ OLUR AH BENİM CANIM  ARKADAŞIM, AH, AH!

 

 

 
 
26.08.2008
ncaki2007@yahoo.com

http://sufizmveinsan.com