Bomba haber çalıştığı şirketin tam
ortasına düşmüştü! Uluslararası bir dünya devi olan bu
büyük ticari grup, yeniden yapılandırma adı altında bazı
değişiklikler planlamıştı ve bunu resmi olarak
çalışanlarına bildirmişti.
Şirkette yıllarını geçirmiş olanlar,
daha önceki deneyimlerine dayanarak bu resmi bildirinin
ne demek olduğunu diğerlerine deşifre ettiler. Bazı
çalışan pozisyonları değiştirilecek ve mutlaka işten
çıkarmalar olacaktı çünkü dünya devi olan bu şirket o
yıl için öngördüğü karlılığı yakalayamıyordu ve “Board”
ciddi olarak maliyet/gider azaltıcı bir önlemler paketi
istiyordu; tıpkı birkaç yıl önce olduğu gibi…
Haber geldikten sonraki birkaç hafta,
çalışanların hareket ve halleri seyre şayandı. Çoğu
ellerinde olmadan duygusal yaklaşıyorlardı bu yeni
oluşuma! Hatta birçoğu, şirket yönetiminden çok acımasız
olmaları nedeniyle nefret etmeye başlamıştı bile… Çoğu
kendi hakkındaki hükmün peşindeydi:
“ Benim müdür beni çok sever, feda
etmez:”
“ Hadi ya… Ne mutlu sana; bizde de
tam tersi benimkisi benle hiç hoşlaşmaz kesin kendi
listesinin en üstüne beni koyacak!”
Dış dünyanın bir yansıması olan
beyinlerindeki iç dünya aynaları ile herkes kendine göre
zeka ve/veya duygusallık kokan taktikler ve aksiyonlar
almaya başlamıştı… Kimisi yazgısının bağlı olduğuna
inandığı üstüne temkinli yaklaşıyor, kimisi ise göze
göz dişe diş diyerek alt oyma çalışmalarını başlatıyordu.
Tabii böyle bir ortamda asıllı veya
asılsız haber ve dedikodu da çoktu. O da bu furyadan
nasibini alıyordu, önüne gelen ona da bir şeyler söyleyi
veriyordu, birtanesi de onu pek tanımayan yeni
arkadaşlardandı:
-
“
Ya bak ne duydum sen de başı koparılacaklar
listesindeymişsin, senin müdür hazır böyle bir operasyon
başlamışken bundan da kurtulmalı diyormuş, haberin ola!”
-
“Peki”
-
“Nasıl “peki”? Kuzum altını oyuyorlar; sen bu
şirketteki en eskilerdensin ve hepimizin gelip iş
sorduğu en güvenilirlerdensin, razı mı olucan sen şimdi?”
-
“Olurum”
-
(!)
Sen dün akşam yine hiç uyumadın ufaklıklar yüzünden
herhalde, algıların zayıfladı. Sen iyi bir düşün
dediklerimi..
-
“Tamam”
-
“Ben
senin yerinde olsam çıkarım Genel Müdür’e anlatırım
kendimi, zaten böyle yapmadığın için hak ettiğin yere
yükselememişsin şimdiye kadar, üstündeki de farkında
şutlatmak üzere seni!
-
Takdirde ne varsa yaşarız, sen beni merak etme, içini
ferah tut.
-
(!!!) … Haa tabi tuzun kuruysa o başka, belki de
almışsındır haberini önceden, sağlamdasındır, o yüzden
tepki vermiyorsundur… Bizim gibi n’olucam derdinde
değilsindir, huzur içindesindir. Yoksa senin müdür mü
gönderiliyor?
-
Çok
acil bir e-posta var cevaplamam gereken, seninle belki
daha sonra eğer almaya açıksan uzun uzun niye sakinim
konuşuruz, ama senin kafandaki sebeplerden değil bu
halim bilesin. Şimdi müsadenle…
Evet doğruydu arkadaşın tesbiti,
birçoğunda görünen panik hali ya da olaylara tepki verme
ihtiyacı onda yoktu. Ne şirkete, ne üst yönetime ne de
müdürüne sempati veya kızgınlık ya da nefret
hissetmiyordu. Olabilir işten çıkarılacaklar arasında
adı da geçiyordu belki de.
Artısıyla eksisiyle kendini biliyordu
ki rızık kaygısında değildi, mevki kaygısında değildi,
gelecek kaygısında değildi. Üstündeki şu an varolan
yüklerin hakkını vermeye çalışıyor, sadece o anı yaşıyor
ve hedefliyordu.
Olaylara ve kişilere özel sempati/sevgi
ve nefret/öfke hissetmemesi gerektiğinii öğrenmişti, her
şeyi olduğu gibi sevmeyi öğrenmişti, her şeyi sevince ya
da aslında her şeyi yerli yerince yaratan tarafından
takdir edilmiş görünce zaten sevginin, duyguların ötesi
olan aleme geçiliyordu bir süre sonra. Kişiye veya olaya
bakarken kendi varoluş terkibine uygun olanları hoş,
olmayanları tu kaka! görme hali yani duygusallık halini
en aza indirmeye çalışıyordu.
Karşısındaki kişide veya önüne gelen
olayda sadece sebep-sonuç ilişkilerini görmeye, o
oluşumdaki hikmeti keşfedip, kapasitesi elverdiğince
seyrine ulaşmaya çalışıyordu… Böyle olunca senlik,
benlik davası bitiyor, insanı manen tatmin eden,
içindeki egoyu söndüren bir hal oluşuyordu.
Sürekli kafasında “yaratan ve varoluş
sistemi, kendisinin neyi doğru anlayıp neyi kaçırdığı,
okuduğu kitaplar, ayet-i kerime ve hadis mealleri, olan
bitenin okuduklarıyla izdüşümü” vardı…
Zaman zaman dahi olsa yakalayabildiği
bu ruh hali büyüklerinin bahsettiği huzur alemi miydi,
bir fikri yoktu. Ama kendi yolculuğunda kendini en iyi
hissetiği hal idi, o bir gerçek.
Dolayısıyla işten çıkacak mı,
çıkmayacak mı, kim işten çıkarılacak diye dertlenmek
yerine,
“Bakalım Mevlam N’eyler, Neylerse
Güzel Eyler” dizelerindeki gibi bir sonraki seyri
sakince beklemekteydi.
….
Birkaç hafta sonra Eylül’ün sonu
mübarek ramazan ayının bitimi şirketteki yeni
yapılandırma planı açıklandı.
Kendisi de işine son verilenler
arasındaydı:
-
Yakın arkadaşlardan üzülenler,
-
Ah
ben sana dememişmiydim diye dertlenenler vardı.
Yönetim, tasarruf önlemleri nedeniyle
bazı çalışanları işten çıkarmak zorunda kaldıklarını
akla uygun nedenlerle açıkladı ve çıkan arkadaşların bir
süre daha işyerinde kalıp işleri diğer departman
arkadaşlarına devretmesini rica etti. İşten
çıkarılanların çoğu kabul etmedi, çoğu da mahkeme
kanalıyla haklarını arayacaklarını belirtti.
O ise talep ettikleri şekilde on beş iş
günü daha çalıştı, en layıkıyla tüm bilgi birikimini ve
dosyaları diğer arkadaşa devretti, hatta yeni olanın
altından kalkamayacağı bir iki raporlamayı da kendi
bitirdi. Yine kendisinin sorumlu olduğu önemli bir
projeyi yurt dışından gelen müdürlere bizzat 1 saat
süren bir sunumla sundu, projenin zayıf ve güçlü yanları
konusunda uyarılarını yaptı.
Sekiz yıldır ekmeğini yediği şirkete işi
hakkını vererek devretti. Onun için o anki tek hedef de
zaten bu idi. Ondan talep edileni layıkıyla verebilmek.
….
Şimdilik evdeydi.
Uzun zamandır istediği ama 2 ve 3,5
yaşlarındaki iki evlat, iş, güç derken bir türlü okumayı
başaramadığı önemli tasavvuf eserlerini, uzakdoğu
felsefeleriyle ilgili bazı kaçırdıklarını, son dönemde
genel dünya felsefesinin en çok satanlarını aldı. Daha
da alacağı çok çalışma vardı.
Huzurluydu ; sonunda değer verdiklerine
daha çok zaman ayırabilecekti, birden fark etti :
O değil miydi daha birkaç sene evvel
eşine, annesine, babasına dert yanan !
« Zaman ayıramıyorum ne evlatlarıma ne
de varmak istediğim noktaya ulaştıracak çalışmalara…
Günlük ilişkilerin içinde sıkıştım, kaldım. Beşer
olmaktan öteye gidemiyorum » diye…
Bir büyüğü eserlerinde şöyle demekteydi :
« Haliniz Duanız, Duanız Haliniz Olsun. »
İşte tasavvuf alimlerinin yüzlerce yıl
öncesinden bahsettiği, şimdiki batı aleminin yeni
keşfettiği DUA/SIR denen içtenlikle ettiği sürekli dua
hali önüne getirilmişti.
….
İşten çıkalı 1,5-2 ay olmuştu, iş
arayışına girmemişti henüz, içinden gelmiyordu…
Bu arada bir önceki eski müdürü bir iki
hafta önce aramış, kendi şirketinde bir pozisyon
açılacağını bildirmişti. « Tekrar beraber çalışmalıyız. »
demişti. « Hayırlısıysa olsun. » dedi kendi kendine.
O gün telefonu çaldı, arayan çıkarıldığı
işteki Genel Müdürü’ydü. Şaşırdı, bir konuda takıldılar
benim eski projeyle ilgili herhalde dedi ve telefonu
açtı. Genel Müdür onu ofise çağırıyordu, bir iş teklifi
yapacaktı, kendisi biraz içeriğini anlatmasını istedi,
öyle ya şaşırmıştı... Hani kadro çok şişmişti, tasarruf
önlemi alınmıştı, şimdi niye iş teklifi yapacaklardı
çıkardıkları elemanlarına ?
Genel Müdür durumu biraz açıklamaz
zorunda kaldı, kendisi gidince bağlı olduğu bölüm
müdürünün bazı konularda yetersiz kaldığını, öyle ki
onları yanlış yönlendirerek kendisinin işten
çıkarılmasını teşvik ettiğini, ama daha sonra bir iki
projede başarısız olduğunu bu nedenle onun pozisyonuna
yakın bir pozisyonu kendisine teklif edeceklerini
belirtti.
Uzun zamandır bu kadar şaşırmamıştı ;
elinde değildi, içinden yükselen şaşkınlık hissi onu
duygusallığa itmekteydi. Birden şöyle düşünceler
beyninde dolaşmaya başladı :
« Oh olsun, bak herkes ettiğini bulur,
gördün mü nasıl da gerçekten altını oymuş senin! Oysa
sen daha iyiydin, şimdi geri dön ve herkese göster, hem
ibret olsun öğrenirler ; edenin yanına kâr kalmaz
hayatta hiç bir şey »
O an Hz.Ali ile ilgili okuduğu olay
aklına geldi :
« Allah"ın aslanı Hz. Ali bir savaş
esnasında düşmanı olan yiğitle epeyce vuruşarak sonunda
onu yere yıkıp öldürmek üzereyken, o düşman askeri Hz.
Ali"nin mübârek yüzüne tükürdü ; bunun üzerine Hz. Ali
düşmanını bırakarak ayağa kalktı:
-Yürü git, seni öldürmekten vazgeçtim, serbestsin, dedi.
Savaşçı bu duruma şaştı:
-Beni alt edip öldürmek üzereyken neden vazgeçtin. Seni
ne alıkoydu? diye sordu.
Hz. Ali cevap verip şöyle dedi:
-Ben seninle Allah yolunda ve sırf Allah"ın hoşnutluğunu
kazanmak için savaşıyordum ve onun için seni
öldürecektim. Sen yüzüme tükürünce öfkelendim, sana
kızdım. Eğer o an öldürseydim, sana olan
kızgınlığımdan dolayı bunu yapmış olacaktım. Yani seni
Allah rızası için değil de kendi nefsim için öldürmüş
olacaktım. İşte bu düşünceyle seni serbest bıraktım.
Bunu duyan adam, bu büyük asâlet ve ince anlayış
karşısında îman ederek Müslümanların safına katıldı.
(Mesnevî, C. I, beyit: 3721 vd.
)»
Kendi durumu da aynen benzerdi; asıl
kendi nefsini öldürmesi gerekti! Kibarca teşekkür etti,
ama artık eski şirketinde çalışmayı düşünmediğini
belirtti. Şimdi şaşkınlık sırası belli ki hattın karşı
tarafındaydı. Muhtemelen, şirkete kızgın olduğunu
düşünmüştü karşı taraf, halbuki tam tersine öfke ve
kızgınlıkla hareket etmemek için bu kararı almıştı.
Sonuç olarak derdi mevkii, endişesi rızk değildi. Cenab-ı
Hakk rızkı belirlemişti bundan mutmaindi.
…..
Telefon konuşmasının ertesi günü
şirketten başka bir departman müdürü olan arkadaşı aradı,
hal hatır sordular, dertleştiler; bir süre sonra
arkadaşı:
- Ya dedi niye redettin sana gelen
teklifi, bak belki de bundan sonra profesyonel hayatın
olmayacak, iş yaşamında ne olacağı belli olmaz, bari
gelip bir görüşseydin!
- Yok dedi, ben kendim için en iyi
olanı yaptım, içim rahat.
Vedalaşıp kapattılar telefonu.
Düşündü konuşulanları ve dedi ki
kendi kendine:
-
Benim hayattaki ana hedefim iş hayatında iyi bir
profesyonel olmak değil ki! X firmasına veya şu patrona
çalışan mükemmel bir yönetici olmak da değil!
-
Ben
bu dünyaya Allah için çalışmaya geldim. Allah için,
Allah ahlakının kriterlerine uyan bir “yaşam
profesyoneli” olmak istiyorum yani “insan” olmak
istiyorum. Ben özüme dönüyorum, yolculuğum içe doğru…
-
Çünkü algıladığım ve algılamadığım evrende TEK BİR
GERÇEK var, geri kalan o
tüm görünürler sadece bir hayal… O
TEK BİR GERÇEK ise aslında kendi özümde aynen var…
Böyle bir cevher bana bu kadar yakınken, ona yönelmemi
engelleyecek ve beni dışa itecek, özümden uzaklaştıracak
tüm etkenleri sıfırlamaya
çalışıyorum.
-
Başarılı olurum ya da olmam, o yazılmıştır, Allah’ın
takdiri, ben hedefi belirledim:
BEN ALLAH İÇİN ÇALIŞAN BİR PROFESYONELİM
Aklından geçenleri fark edince yüzüne
bir gülümseme yayıldı çünkü bunları telefondaki
arkadaşına anlatmaya çalışsaydı, emindi sakince dinlerdi
arkadaşı onu ama telefonu kapatınca şöyle derdi:
-YOK SEN HAKİKATEN İŞ HAYATINDA BİR
PROFESYONEL OLAMAZSIN! SENDEN OLSA OLSA KÖYÜN DELİSİ
OLUR AH BENİM CANIM ARKADAŞIM, AH, AH! |