Çocuklar,
bizim çocuklarımız. Güleç yüzlü, kırmızı yanaklı,
güzel çocuklar. Yaşamları coşkuları, yazgıları
değişen çocuklar.
Bizler yüz
bebeden on küsurunun daha kundağı açılmadan, daha
ana sütüne doymadan ölüp gittiği bir ülkede
yaşıyoruz. Yani tesadüfen yaşıyor çocuklarımız.
Kimileyin
doğa bile acımasız onlara karşı. Kilometrelerce
uzaktaki okullara giderken yolda perişan olan
çocuklarımız var. Bir ceketi bile olmayan çocuklar.
Bir öyküde şöyle okumuştum.
“Belki
Birgen güneş her çocuğun ceketi olduğu bir dünyada
doğar.” Güzel bir ümitleniş.
Kimileyin
yüzyılın teknolojik harikası olarak nitelenen
bombalar bile cephe almış çocuklara. İşte Hiroşima,
işte Vietnam. İşte Filistin, işte Bağdat. İşte
medeniyet diyarı Avrupa işte Sarayevo. Anasız,
babasız, sakat kalan çocukların ardından sadece
gözyaşı döken insanlık. Geleceklerini yitiren
çocuklar. Hepsi bizim çocuklarımız.
Savaşı
yaşayan çocuklar hayatta kalabilme savaşı
veriyorlar. Onca olanaksızlık içinde. Üstelik
çocukluklarını yaşamadan. Oysa çocuklar ne savaşı,
ne de savaşan bir dünyayı seviyorlar. Onlar sıcacık
savaşsız bir dünya düşlüyorlar.
Neler
veriyoruz çocuklara? Onlara yönelik televizyon
yayınları, çocuk şenlikleri, ümit dolu sözler
gerçekten tatmin edici mi? Tek yanıt geliyor
kulağıma, yüzlerce çocuğun bir ağızdan haykırışı
çınlıyor kulağımda; Hayır...
Oysa onlar
yuvalarımızın neşe kaynağı. Gelecek güzel günlerin
gençleri olacaklar. Onlara değer verelim istiyorum.
Onları savsaklamayalım. Giyecek ceketleri, mutlu bir
yuvaları, onları seven anne ve babaları olsun
istiyorum. Sokaklarında şehirlerimizin gönüllerince
bağra çağra oynasınlar istiyorum.
Ağız tatlarıyla şeker yesinler istiyorum. |