“Beni Rabbim terbiye etti,
hem ne güzel terbiye etti!”.
“Bela iner dua onu
karşılar, kıyamete kadar böyle çarpışırlar…”
Hz. Muhammed(sav)
Dua, rububiyettir.
Rabbül alemin iki eliyle yarattığı kullarını hem
celaliyle hem cemaliyle terbiye eder. Varlık rububiyet
nurundandır ve terbiyeye muhtaçtır. Tekamül ancak
terbiye ile gerçekleşir. Allah, celaliyle kâh bela verip
terkibi genişletir ki bu da belanın dahi hakikâtte hayır
olmasıdır, kâh cemaliyle dua ettirip kuluna aczini idrak
ettirmek suretiyle yine terkibi genişletir ve onu
terbiye eder. Bela da dua da Hakk’ın kullarını terbiye
etmesi olup kulun, varlığının hakikâtini bilmesine
vesiledir. Rububiyette celal tecellisi bela, cemal
tecellisi duadır. “Kime dua
kapısı açılmışsa, ona
rahmet kapıları açılmış demektir.”
Dua, kurbiyettir.
Dua etmek olmasaydı verenin Allah olduğunu, dileyenin O
olduğunu, işlerin ancak O’nun irade ve kudretine bağlı
olduğunu, ancak O dilerse olabileceğini zor idrak
ederdik. Bu yüzden O’ndan istiyoruz. Çünkü “benim
dileğim senin dilemene muhtaçtır ve ancak sen dilersen
bu iş mümkündür, Yarabbi”, demiş oluyoruz dua
ederek. Rabbimizden dilemesini diliyoruz, yine O’nun
dilemesiyle… Dua, dileyenin Allah olduğunun idrakı,
ikrarı ve itirafıdır. Yoksa kendi kaderimizi
yazmıyoruz. “Ey
insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise her
bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla
layık olandır. “(Fatır-15) Dua etmeden de
Allah bize pek çok nimetini sunuyor, bizi pek çok
sıkıntıdan kurtarıyor. Ancak zaten takdir edilmiş olan
iş, dua ile olunca, Yaradan ile kul arasında yakin hasıl
oluyor. Bütün bu yerler, gökler sırf bu yakin için değil
mi?
İmanda ve muhabbette olduğu gibi dua anlayışında da
dereceler vardır ve herkese aklı ölçüsünde konuşmak
Resulullah’ın (s.a.v) tavsiyesidir. Ümmü Habibe
validemiz bir gün şöyle dua ederler:
"Allahım! Beni zevcim
Rasulullah (s.a.v), babam Ebu Süfyan ve kardeşim Muâviye
ile birlikte güzel günlere ve hoş nimetlere kavuştur."
Bunları
duyan Rasulullah (s.a.v):" Sen Allah'a kesinleşmiş
eceller, belirlenmiş günler ve taksim edilmiş rızıklar
için dua ediyorsun. Allah vakti gelmeyince hiçbir şeyi
öne almaz, vakti gelen şeyi de geri bırakmaz. Sen bu tür
şeyler yerine Allah'tan, seni kabirdeki azaptan ve
Cehennemin ateşinden kurtarmasını isteseydin, bu senin
için daha hayırlı ve daha faziletli olurdu."( Müslim,
Kader, 33; Nevevi, Şerhu Müslim, XVI, 429. ) buyurdu.
Böyle olmakla birlikte,
Resulü Ekrem (s.a.v) “Koyununuzun otunu bile Allah’tan
isteyin” buyuruyorlar. Koyunun otu da koyunun takdir
edilmiş ve kesinleşmiş rızkından değil midir? Gelgelelim
ölçü, “herkese aklı ölçüsünde konuşmak...” Putlardan
isteyen insanlara ne demeli? “Puttan istemeyin” deyince,
“kimden isteyelim?” diyeceklerdir muhtemelen. E tabii
Allah’tan isteyin denecek… Denecek ki adım adım terbiye
olsunlar.
Dua, ibadettir.
Duada gaye Allah’tan
bir şeyler isteyip de nefsine hizmet etmek, enaniyetini
artırmak, dünyaya ram etmek değil; tam tersi eneden
kurtulmaktır. “Dua edeyim de BENİM olsun !” Dua ile
verenin Allah olduğu idrak ve ikrar edilirse eneden
kurtulunur ve biiznillah fakra yaklaşılır. Bu bakımdan
dua ibadettir. Nitekim, Kur’an’da namaz “salat” olarak
geçer. Dua, Allah’tan mal mülk istemek değildir. Rızaya
nail olmuş kullar, mesela hastalandıklarında “Allah’ım
şifa ver, sen Şafisin” dememiş, Allah’ın kendilerine
takdir ve ikram ettiği hastalığı en güzel biçimde
ağırlamaya gayret sarf etmişlerdir.
Yine Musa Kelimullah şöyle
dua ediyor: "Rabbim! Bana göndereceğin her hayra
muhtacım" (Kasas-24). Demek ki duanın başı aczini
bilmek. Allah’a muhtaç ve O’nun tasarrufunda olduğunu
bilmek. “Siz Allah’a muhtaçsınız…”. Nimetin sahibinin,
verenin, mutasarrıfın Allah olduğunu idrak etmek.
Tevekkül etmek, şükretmek, sabretmek. İşte dua ne
güzel hasletlere vesile oluyor. Tevekkül, şükür, sabır.
Kul, dua ile terbiye oluyor. Bu güzel sıfatlara
mazhar oluyor. İnsan oluyor! Gaye dünya veya ahiret
nimeti elde edip de sefa sürmek değildir. Çünkü zaten
“Mallarınız ve oğullarınız sizin için ancak birer
imtihan vesilesidir.” Musa Aleyhisselam “bana şunu,
bunu ver Allah’ım” demiyor. Gelene razı. Allah’a
bırakıyor.
Dua, razı olmaktır; ki
rıza, kulluktur.
Allah’a kulluk ettiğimiz için dua ederiz. ”Ben
cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye
yarattım. .” (Zariyat-56). Kelimullah’ın
duasında gördüğümüz gibi, duanın başı acz, sonu rızadır.
Aczini bilen razı olur, rızaya kavuşur, biiznillah. “Dua
edin, icabet edeyim” (Bakara-186). Razı olun, razı
olayım. Takdire razı olmadan edilen dua, dua mıdır?
Takdire razı isek neden dua ederiz? Belki şu mertebeye
gelebilmek için:
İstersem dilimi, almazsam
kolumu koparsınlar – Hz. Mevlana
İnsan isteye isteye,
“istememeye” gelir. Rıza mertebesine… Tabii takdirinde
varsa. Ancak burada çok önemli bir nüans var: Bu razı
oluş, istememek, artık Allah’a dua etmemek demek
değildir. Bütün peygamberler ve varisleri olan
evliyaullah, hayatlarını adeta “daimi salat”ta
geçirmişler iken, “istemeyelim, öyleyse dua da
etmeyelim” gibi bir anlam asla çıkmaz. Çünkü dua,
ibadettir. Nasıl ki şirk ve dahi gizli şirk var ise,
duada da “gizli şikâyet” olabilmektedir. Bazen
isterken biraz da aslında halimizden şikâyet mi ediyoruz
acaba? İnsan Allah’a iman ettiği halde nasıl ki gizli
şirk içinde olabiliyorsa, duada da “gizli” şikâyette
bulunabiliyor. İmandaki gizli şirk gibi, duadaki bu
gizli şikayet, Allah’tan isterken; aslında halinden,
verilenden, takdirden, nasibinden, kaderinden memnun
olmamaktır. İstersem dilimi, almazsam kolumu
koparsınlar, hiç şikâyet etmemek, razı olmak
anlamınadır. Bu razı oluş belki de duaların kabulü,
en güzel dua halidir. Dua etmemek değil, halin
duasıdır, “dua” halidir.
Bu aralar dünyaya gönlünü
fazlasıyla kaptırmış bir dostuma masivayı kötüleyip
ölümü hatırlatıyordum ki, namazlarda bile “Rabbena Atina
fiddünya” diye dua ederek, Allah’tan dünyada da iyilik
istediğimizi söyledi. “Ne var ki” dedi… “Dünya için
hayır istemek namaza bile girmiş.” O an bir şey
diyemedim. Sonra düşündüm. Namazda ben Allah’tan
dünyalık mı istiyorum? Başkasını bilemem, ama fark ettim
ki Rabbena’daki iyilik benim için şu imiş:
“Yarabbi! Bize dünyada BİR
iyilik ver, ahirette de BİR iyilik ver. Birsin Yarabbi.
İyilik, Cemalindir. Dünya da ahiret de senindir.
Dünyada da Cemalini isteriz, ahirette de Cemalini
isteriz. Ve Celalinden Cemaline sığınırız. Ve ille
iyilik, illa Cemal dileriz… Dünyada da ahirette de...
Bizi mahrum etme, Yarabbi! Bütün kemal sıfatlar
senindir. Senden Seni isteriz ve Seni tenzih ederiz, Ya
Hu…” |