DUA ve GİZLİ ŞİKÂYET…
Meryem Irmak
 

“Beni Rabbim terbiye etti, hem ne güzel terbiye etti!”.

“Bela iner dua onu karşılar, kıyamete kadar böyle çarpışırlar…”

                                                                   Hz. Muhammed(sav)

Dua, rububiyettir. Rabbül alemin iki eliyle yarattığı kullarını hem celaliyle hem cemaliyle terbiye eder. Varlık rububiyet nurundandır ve terbiyeye muhtaçtır. Tekamül ancak terbiye ile gerçekleşir. Allah, celaliyle kâh bela verip terkibi genişletir ki bu da belanın dahi hakikâtte hayır olmasıdır, kâh cemaliyle dua ettirip kuluna aczini idrak ettirmek suretiyle yine terkibi genişletir ve onu terbiye eder. Bela da dua da Hakk’ın kullarını terbiye etmesi olup kulun, varlığının hakikâtini bilmesine vesiledir. Rububiyette celal tecellisi bela, cemal tecellisi duadır. “Kime dua kapısı açılmışsa, ona rahmet kapıları açılmış demektir.”

Dua, kurbiyettir. Dua etmek olmasaydı verenin Allah olduğunu, dileyenin O olduğunu, işlerin ancak O’nun irade ve kudretine bağlı olduğunu, ancak O dilerse olabileceğini zor idrak ederdik. Bu yüzden O’ndan istiyoruz. Çünkü “benim dileğim senin dilemene muhtaçtır ve ancak sen dilersen bu iş mümkündür, Yarabbi”, demiş oluyoruz dua ederek. Rabbimizden dilemesini diliyoruz, yine O’nun dilemesiyle… Dua, dileyenin Allah olduğunun idrakı, ikrarı ve  itirafıdır. Yoksa kendi kaderimizi yazmıyoruz. “Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla layık olandır. “(Fatır-15) Dua etmeden de Allah bize pek çok nimetini sunuyor, bizi pek çok sıkıntıdan kurtarıyor. Ancak zaten takdir edilmiş olan iş, dua ile olunca, Yaradan ile kul arasında yakin hasıl oluyor. Bütün bu yerler, gökler sırf bu yakin için değil mi?

İmanda ve muhabbette olduğu gibi dua anlayışında da dereceler vardır ve herkese aklı ölçüsünde konuşmak Resulullah’ın (s.a.v) tavsiyesidir. Ümmü Habibe validemiz bir gün şöyle dua ederler: "Allahım! Beni zevcim Rasulullah (s.a.v), babam Ebu Süfyan ve kardeşim Muâviye ile birlikte güzel günlere ve hoş nimetlere kavuştur." Bunları duyan Rasulullah (s.a.v):" Sen Allah'a kesinleşmiş eceller, belirlenmiş günler ve taksim edilmiş rızıklar için dua ediyorsun. Allah vakti gelmeyince hiçbir şeyi öne almaz, vakti gelen şeyi de geri bırakmaz. Sen bu tür şeyler yerine Allah'tan, seni kabirdeki azaptan ve Cehennemin ateşinden kurtarmasını isteseydin, bu senin için daha hayırlı ve daha faziletli olurdu."( Müslim, Kader, 33; Nevevi, Şerhu Müslim, XVI, 429. ) buyurdu.

Böyle olmakla birlikte,  Resulü Ekrem (s.a.v) “Koyununuzun otunu bile Allah’tan isteyin” buyuruyorlar. Koyunun otu da koyunun takdir edilmiş ve kesinleşmiş rızkından değil midir? Gelgelelim ölçü, “herkese aklı ölçüsünde konuşmak...”  Putlardan isteyen insanlara ne demeli? “Puttan istemeyin” deyince, “kimden isteyelim?” diyeceklerdir muhtemelen. E tabii Allah’tan isteyin denecek… Denecek ki adım adım terbiye olsunlar.

Dua, ibadettir. Duada gaye Allah’tan bir şeyler isteyip de nefsine hizmet etmek, enaniyetini artırmak, dünyaya ram etmek değil; tam tersi eneden kurtulmaktır. “Dua edeyim de BENİM olsun !” Dua ile verenin Allah olduğu idrak ve ikrar edilirse eneden kurtulunur ve biiznillah fakra yaklaşılır. Bu bakımdan dua ibadettir. Nitekim, Kur’an’da namaz “salat” olarak geçer. Dua, Allah’tan mal mülk istemek değildir. Rızaya nail olmuş kullar, mesela hastalandıklarında “Allah’ım şifa ver, sen Şafisin” dememiş, Allah’ın kendilerine takdir ve ikram ettiği hastalığı en güzel biçimde ağırlamaya gayret sarf etmişlerdir.

Yine Musa Kelimullah şöyle dua ediyor:  "Rabbim! Bana göndereceğin her hayra muhtacım" (Kasas-24). Demek ki duanın başı aczini bilmek. Allah’a muhtaç ve O’nun tasarrufunda olduğunu bilmek. “Siz Allah’a muhtaçsınız…”. Nimetin sahibinin, verenin, mutasarrıfın Allah olduğunu idrak etmek. Tevekkül etmek, şükretmek, sabretmek. İşte dua ne güzel hasletlere vesile oluyor. Tevekkül, şükür, sabır. Kul, dua ile terbiye oluyor. Bu güzel  sıfatlara mazhar oluyor. İnsan oluyor! Gaye dünya veya ahiret nimeti elde edip de sefa sürmek değildir. Çünkü zaten “Mallarınız ve oğullarınız sizin için ancak birer imtihan vesilesidir.”  Musa Aleyhisselam “bana şunu, bunu ver Allah’ım” demiyor. Gelene razı. Allah’a bırakıyor.

Dua, razı olmaktır; ki rıza, kulluktur. Allah’a kulluk ettiğimiz için dua ederiz. ”Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. .” (Zariyat-56). Kelimullah’ın duasında gördüğümüz gibi, duanın başı acz, sonu rızadır. Aczini bilen razı olur, rızaya kavuşur, biiznillah. “Dua edin, icabet edeyim” (Bakara-186). Razı olun, razı olayım. Takdire razı olmadan edilen dua, dua mıdır? Takdire razı isek neden dua ederiz? Belki şu mertebeye gelebilmek için:

İstersem dilimi, almazsam kolumu koparsınlar – Hz. Mevlana

İnsan isteye isteye, “istememeye” gelir. Rıza mertebesine… Tabii takdirinde varsa. Ancak burada çok önemli bir nüans var: Bu razı oluş, istememek, artık Allah’a dua etmemek demek değildir. Bütün peygamberler ve varisleri olan evliyaullah, hayatlarını adeta “daimi salat”ta geçirmişler iken, “istemeyelim, öyleyse dua da etmeyelim” gibi bir anlam asla çıkmaz. Çünkü dua, ibadettir. Nasıl ki şirk ve dahi gizli şirk var ise, duada da “gizli şikâyet” olabilmektedir.  Bazen isterken biraz da aslında halimizden şikâyet mi ediyoruz acaba? İnsan Allah’a iman ettiği halde nasıl ki gizli şirk içinde olabiliyorsa, duada da “gizli” şikâyette bulunabiliyor. İmandaki gizli şirk gibi, duadaki bu gizli şikayet, Allah’tan isterken; aslında halinden, verilenden, takdirden, nasibinden, kaderinden memnun olmamaktır. İstersem dilimi, almazsam kolumu koparsınlar, hiç şikâyet etmemek, razı olmak anlamınadır. Bu razı oluş belki de duaların kabulü, en güzel dua halidir. Dua etmemek değil, halin duasıdır, “dua” halidir.

Bu aralar dünyaya gönlünü fazlasıyla kaptırmış bir dostuma masivayı kötüleyip ölümü hatırlatıyordum ki, namazlarda bile “Rabbena Atina fiddünya” diye dua ederek, Allah’tan dünyada da iyilik istediğimizi söyledi. “Ne var ki” dedi… “Dünya için hayır istemek namaza bile girmiş.” O an bir şey diyemedim. Sonra düşündüm. Namazda ben Allah’tan dünyalık mı istiyorum? Başkasını bilemem, ama fark ettim ki Rabbena’daki iyilik benim için şu imiş:

“Yarabbi! Bize dünyada BİR iyilik ver, ahirette de BİR iyilik ver. Birsin Yarabbi. İyilik, Cemalindir.  Dünya da ahiret de senindir. Dünyada da Cemalini isteriz, ahirette de Cemalini isteriz. Ve Celalinden Cemaline sığınırız. Ve ille iyilik, illa Cemal dileriz… Dünyada da ahirette de... Bizi mahrum etme, Yarabbi! Bütün kemal sıfatlar senindir. Senden Seni isteriz ve Seni tenzih ederiz, Ya Hu…”

 

 
 
İstanbul - 01.01.2008
meryemirmak@gmail.com
http://sufizmveinsan.com