Bunu yazmamak için çok
bekledim sevmeyi başardığım tek dostum, çok bekledim..
Bunu yapmamak için direndim ama sizin bunu beklediğinizi
hissediyorum, üzgünüm yazıyorum...
Büyük bir ciddiyetle yüzümü tutarak “bana gözyaşları ile
dua et “demiştiniz.. Avucunuzu öpmüştüm. Şimdi
gözyaşları ile yazıyorum..
Size gene içimden geldiği gibi mecazlarımızla
yazacağım.. Bunlar sizden ve en iyi siz anlıyorsunuz
zaten.. “Sizi çok az kişi anlayacak” demiştiniz.. Ben de
size: “Sadece siz anlayın yeter “demiştim.. Sadece sizin
için; size ait olandan hayali hatıralar yansıtmak
istiyorum.....
Büyük bir sevinçle; sabahında size geleceğim geceydi..
Karanlığı yırtan ruh kuşum bedenime hızla girdi,
uyandım... Yıldızların altında tesbihimi çektim... Ve
denize karşı uyudum... Güneş doğarken gözlerim açıldı
"Lübbü'l-lüb" (sırrın sırrı) kitabındaki İNSAN-I KAMİL
dersini anlatıyordum.. Ve gözlerim açıktı.. Denizde bir
kayık vardı, güneşin doğduğu yere gidiyordu. Kayığın tam
ortasında bir kayıkçı ayakta, güneşten parlıyordu..
Elinde küreğini dimdik Elif gibi suya batırmıştı..
Anlatıyordum bilmeden.. ”Bu İnsan-ı Kamil Be teknesidir
ve İnsan-ı Kamil Elif gibidir. Bu Be’nin sırrrıdır....
Dersin gerisini hatırlamıyorum dostum... O gün sizi
evinizde ziyarete geleceğiz sanırken hastanede bulduk..
Size yaşadığımı anlattım “O Ben’miydim” dediniz..
Gerçekleşmesin diyerek “Bilmiyorum “ dedim
“bilmiyorum”...
Ve parmaklarınıza gözüm takıldı.. ”Mürşidiniz Ahıskalı
Ali Haydar Efendinin(Ahıskalı Ali Haydar Efendi sizin
anlattığınız gibi ,üç padişaha huzur hocalığı yapmış
Müftü-ü sekaleyn=insanların ve cinlerinde mürşidiymiş)
en kıymetli talebesine emanet ettiği üç tel gümüş
yüzüğünüz solmuştu”.. Hayretle hep yüzüğünüze baktım..
Anladım ama erteledim, nasılsa siz gitmek isteyene dek
bizimle kalabilirdiniz.. Ve siz hiç kimseyi
incitemezdiniz... Bunları yazıyorum çünkü sizi tutarak
sizi incittiğimizin farkındalığından dolayı huzursuz
oluyorum..
Sizinle, sizin bendeki bu tezahürünüzle tecelli
ettiğinizi anlıyorum.. Çünkü sizi sevdim..
Sizi sizlerin sayesinde sevebildim. Yoksa bu benden
değildir...
Bu arada size haberlerim var.. Ve sizin
rahatsızlığınızdan dolayı anlatamadığım yeni
hayallerim.. A’li Kitabımızın ikinci bölümü bittiğinde
bu sefer:
Ateşperestlerin beyaz nuru ateşi gözüktü..
Önce karanlık bir perde geçti daha sonra beyaz
çerağı....
Yeşil ışık geldi..
Sevgililer gününde gelen saman rengi, kırmızı mühürlü
kutularımızdan biri açıldı dostum..
İçinde bembeyaz bir melek kuzu vardı..
Elimde bir bıçak.. Yapamazdım..
Kutuyu kapattılar, acımayacak buradan dediler...
...............................................
Kan akmadı hiç ve acımadı inan...
canım efendim sevdiğim dostum....
ve tufan koptu
öyle bir tufan ki can dostlar kaçıştılar..
çarşı pazar kurulmuşmuş-pazarlıkların rüzgarıymış
sizin emanetçinizden öğrendim...
melametin gri hırkaları uçuşuyordu
elden ele geçiyordu
emanetçiler değişiyordu
canım dostum nuhun gemisi çok güzeldi
aynı siz kadar zarifti..
Sevda’nın evinin perdelerini nakkaş işliyormuş
öyle bir nakışçıydı ki,abdest ve besmele ile işleyen bir
komutan eşiymiş
o işlediği nakışı henüz gözler görmemiş...
bu küçük kızları soydular efendim.. ama sonra pantaloncu
terziler giydirdiler..
öncelikler tanımış terzi efendiler.... ve onlar çok
cahil ve korumasızdılar.. dostları onları tam donanıma
kavuşturmuşlar.. Yıldız-tabya tepesinden ardına bakan
küçük izci kız gülüyordu....
***
A’li Kitabı’nın neden yazıldığını şimdi daha iyi
anladım, siz öylesine büyük bir sevgi ve şefkate
sahiptiniz ki,
Her koşulu değerlendiriyordunuz..
Benim sizdeki manayı ancak sözlük anlamında öğrenmem ve
sizi tutkuyla sevmem kıskançlığı gerektiriyordu.. belki
başkası olsa sizi kimse ile paylaşamazdı.. Ben de, bazen
içim parçalanarak sizi herkesle paylaştım.. Sizi hiç
haketmeyecek olanlarla bile.. Anlamasalar da.. Çünkü
onların elinde değildi öyle olmak.. Sizin geçtiğiniz
yerde sizin işaretleriniz oluyordu.. Ve sizin rüzgarınız
onlara değsin istiyordum.. Biz İbrahim’in(a.s)
cömertliğine bulanmıştık ya bir kez...
Yazıyordum.. Yazıya değen gözler ve okuyan her kişi bu
oyuna eşlik ediyordu.. Onlar anlamasalarda biz
biliyorduk.. Ve onlar sizin Ali ruhlu çocuklarınız
olmayı seçebilsinler diye yazıyorduk..
Siz heryerdeydiniz.. Bizlerin rüyalarında,
düşüncelerindeydiniz..
Sizi seviyorum.. Ama biliyorum ki, sizin kadar sevemem..
Beni evladınızla aynı yaptınız.. Bunu dünyada hak edemem
ama yaşattığınız “A’li ruhumla evet aynıyız...”
Siz beni özgürleştirdiniz.. Sorduğum hemen herşeye “siz
zaten biliyorsunuz evladım neymiş“ dediniz.. Sadece
ipuçları verirdiniz.. Ve ipuçları kendi kendine akar
aydınlanırdı.. Sanırdım ki ben bildim başlarda.. Artık
ben değil sizin bendeki tecellinizle bu derslerin
okunduğunu biliyorum..
İnsan, insanı tanımalı.. Herşey insandan geçiyordu...
Bir insanı çok sevmeliydik.. Ama o sevdiğimizi herşeyden
çok sevebilmeliydik. ”Benim” sandığımız tüm maddi
değerler alınıyordu başta.. Ne ağlamıştım değil mi
dostum ne ağlamıştım... Oysa onlar bana taaaaa en başta
söylendiği gibi alınmayacak bir köşede, başarana dek
beni bekleyeceklerdi.. Bildiğim halde kendi kendimi çok
acıttım çokkk..
Şimdi bakıyorum ve şöyle diyorum.. ”Yüzlerce aynı acı
üst üste olsa sadece sizi tanımış olmam bile herşeye
değerdi.. teşekkür ederim...
Siz bana vaad edilendiniz.. Rüyamda gelecektiniz.. Ak
saçlı pir-i fanim olacaktınız.. Ve ben sizi çok ama çok
sevecektim.. Rüyamda öğretecektiniz.. Ve siz, herkesin
önünde eğildiği en saygın olan olacaktınız.. Bir peri
masalı gibiydi, inanmamıştım(aslında herşeye inanırım
akıllı gözükmek için söyledim:) ama yine de unutmayayım
diye bir yere yazmıştım..
Gerçek bir masal yaşattınız bana.. Tüm hayallerimi
gerçekleştirdiniz.. Daha gerçekleşecek olanlar ise
sırada.. Benim sınır tanımaz hayal gücümü
canlandırdınız.. Hayal görürdüm; siz canlısını
yaşattınız.. Ve hala yaşatıyorsunuz..
Yazıların başlarındayken gördüğüm bir miraç rüyam vardı
ya.. ”Tek nokta yanında, iki nokta üst üste yanında, üç
nokta üst üste devam eden noktalar zinciri.. Noktaların
miraç derecelerini anlatıyordu hani.. İşte siz de
demiştiniz ki.. ”Bu Allah’ın rahmetidir.. İnsan
bilsin-bilmesin her an miraç eder.. Ve çok çeşitli miraç
vardır. ”Şu anda siz mesela bana yeni bir miracı
öğretiyorsunuz... Hastanedesiniz.. Ayetteki gibi tersine
yeni doğmuş bir bebek gibi oldunuz.. Ve sonra
ciğerleriniz artık bu dünya havası ile çalışmadığı için
anne karnındaki gibi oldu.. Oksijene bağlandınız
.....
Aşağıya inmeden evvel ki ilk halinize uruçtasınız..
Madden de hala sürekli öğretmektesiniz... Bize
dönemlerinizden arada haberler yolluyorsunuz.. sizinle
artık aynileşmekte olan kızınızla... Sizin yorulmanızdan
çok mahcubum efendim çok, ne olur dinlenin..
..........................................................
O gün cenaze merasiminiz varmış.. Tüm dostlarınız
gelmişti hani.. Ve vakit geçiyor; çabuk, çabuk
diyordunuz.. Cenaze namazınıza el kaldırdınız...
Ertesi gün ziyafetinizi tertip edip tüm dostlarınızla
tek tek ilgilenmişsiniz..
Ve daha sonra, kabirdeyim demişsiniz...
Canınız hiç yanmıyor biliyorum.. Ama benim canım çok
yanıyor.. Siz yoktunuz şu sıralar.. Koca bir boşluk
vardı... Kimsesizdim... Konuşabileceğim kimsem
kalmamıştı. Sizsiz ne yapacağım.. O yüzden tahammülüm
kalmadığı için yazıyorum..
”Yüce, en yüksek, en yüce
Biz yaşayan ölüleriz
Vazife devam edecek şimdi ve sonra da daima“
demiştiniz...
Bunu hatırlatmak istedim... Kendimi hatırlatmak
istedim... Sizi hatırlamak istedim..
Göğsünüze koyduğum bir gül gibi olabilmek isterdim..
Gözünüzden akan gözyaşını öptüğüm gibi sonsuza dek
dudağınızdaki
tanıdık tevazu gülümseyişinizi öpüyorum..
YAZDIĞIM İÇİN ÖZÜR DİLERİM.. DAYANAMADIM...
|