En yüce’ye ait olan için ”dostuma”
Nur Cihan
 

Bunu yazmamak için çok bekledim sevmeyi başardığım tek dostum, çok bekledim.. Bunu yapmamak için direndim ama sizin bunu beklediğinizi hissediyorum, üzgünüm yazıyorum...
Büyük bir ciddiyetle yüzümü tutarak “bana gözyaşları ile dua et “demiştiniz.. Avucunuzu öpmüştüm. Şimdi gözyaşları ile yazıyorum..
Size gene içimden geldiği gibi mecazlarımızla yazacağım.. Bunlar sizden ve en iyi siz anlıyorsunuz zaten.. “Sizi çok az kişi anlayacak” demiştiniz.. Ben de size: “Sadece siz anlayın yeter “demiştim.. Sadece sizin için; size ait olandan hayali hatıralar yansıtmak istiyorum.....
Büyük bir sevinçle; sabahında size geleceğim geceydi.. Karanlığı yırtan ruh kuşum bedenime hızla girdi, uyandım... Yıldızların altında tesbihimi çektim... Ve denize karşı uyudum... Güneş doğarken gözlerim açıldı "Lübbü'l-lüb" (sırrın sırrı) kitabındaki İNSAN-I KAMİL dersini anlatıyordum.. Ve gözlerim açıktı.. Denizde bir kayık vardı, güneşin doğduğu yere gidiyordu. Kayığın tam ortasında bir kayıkçı ayakta, güneşten parlıyordu.. Elinde küreğini dimdik Elif gibi suya batırmıştı.. Anlatıyordum bilmeden.. ”Bu İnsan-ı Kamil Be teknesidir ve İnsan-ı Kamil Elif gibidir. Bu Be’nin sırrrıdır.... Dersin gerisini hatırlamıyorum dostum... O gün sizi evinizde ziyarete geleceğiz sanırken hastanede bulduk.. Size yaşadığımı anlattım “O Ben’miydim” dediniz.. Gerçekleşmesin diyerek “Bilmiyorum “ dedim “bilmiyorum”...
Ve parmaklarınıza gözüm takıldı.. ”Mürşidiniz Ahıskalı Ali Haydar Efendinin(Ahıskalı Ali Haydar Efendi sizin anlattığınız gibi ,üç padişaha huzur hocalığı yapmış Müftü-ü sekaleyn=insanların ve cinlerinde mürşidiymiş) en kıymetli talebesine emanet ettiği üç tel gümüş yüzüğünüz solmuştu”.. Hayretle hep yüzüğünüze baktım.. Anladım ama erteledim, nasılsa siz gitmek isteyene dek bizimle kalabilirdiniz.. Ve siz hiç kimseyi incitemezdiniz... Bunları yazıyorum çünkü sizi tutarak sizi incittiğimizin farkındalığından dolayı huzursuz oluyorum..
Sizinle, sizin bendeki bu tezahürünüzle tecelli ettiğinizi anlıyorum.. Çünkü sizi sevdim..
Sizi sizlerin sayesinde sevebildim. Yoksa bu benden değildir...
Bu arada size haberlerim var.. Ve sizin rahatsızlığınızdan dolayı anlatamadığım yeni hayallerim.. A’li Kitabımızın ikinci bölümü bittiğinde bu sefer:
Ateşperestlerin beyaz nuru ateşi gözüktü..
Önce karanlık bir perde geçti daha sonra beyaz çerağı....
Yeşil ışık geldi..
Sevgililer gününde gelen saman rengi, kırmızı mühürlü kutularımızdan biri açıldı dostum..
İçinde bembeyaz bir melek kuzu vardı..
Elimde bir bıçak.. Yapamazdım..
Kutuyu kapattılar, acımayacak buradan dediler...
...............................................
Kan akmadı hiç ve acımadı inan...
canım efendim sevdiğim dostum....
ve tufan koptu
öyle bir tufan ki can dostlar kaçıştılar..
çarşı pazar kurulmuşmuş-pazarlıkların rüzgarıymış
sizin emanetçinizden öğrendim...
melametin gri hırkaları uçuşuyordu
elden ele geçiyordu
emanetçiler değişiyordu
canım dostum nuhun gemisi çok güzeldi
aynı siz kadar zarifti..
Sevda’nın evinin perdelerini nakkaş işliyormuş
öyle bir nakışçıydı ki,abdest ve besmele ile işleyen bir komutan eşiymiş
o işlediği nakışı henüz gözler görmemiş...
bu küçük kızları soydular efendim.. ama sonra pantaloncu terziler giydirdiler..
öncelikler tanımış terzi efendiler.... ve onlar çok cahil ve korumasızdılar.. dostları onları tam donanıma kavuşturmuşlar.. Yıldız-tabya tepesinden ardına bakan küçük izci kız gülüyordu....
***
A’li Kitabı’nın neden yazıldığını şimdi daha iyi anladım, siz öylesine büyük bir sevgi ve şefkate sahiptiniz ki,
Her koşulu değerlendiriyordunuz..
Benim sizdeki manayı ancak sözlük anlamında öğrenmem ve sizi tutkuyla sevmem kıskançlığı gerektiriyordu.. belki başkası olsa sizi kimse ile paylaşamazdı.. Ben de, bazen içim parçalanarak sizi herkesle paylaştım.. Sizi hiç haketmeyecek olanlarla bile.. Anlamasalar da.. Çünkü onların elinde değildi öyle olmak.. Sizin geçtiğiniz yerde sizin işaretleriniz oluyordu.. Ve sizin rüzgarınız onlara değsin istiyordum.. Biz İbrahim’in(a.s) cömertliğine bulanmıştık ya bir kez...
Yazıyordum.. Yazıya değen gözler ve okuyan her kişi bu oyuna eşlik ediyordu.. Onlar anlamasalarda biz biliyorduk.. Ve onlar sizin Ali ruhlu çocuklarınız olmayı seçebilsinler diye yazıyorduk..
Siz heryerdeydiniz.. Bizlerin rüyalarında, düşüncelerindeydiniz..
Sizi seviyorum.. Ama biliyorum ki, sizin kadar sevemem.. Beni evladınızla aynı yaptınız.. Bunu dünyada hak edemem ama yaşattığınız “A’li ruhumla evet aynıyız...”
Siz beni özgürleştirdiniz.. Sorduğum hemen herşeye “siz zaten biliyorsunuz evladım neymiş“ dediniz.. Sadece ipuçları verirdiniz.. Ve ipuçları kendi kendine akar aydınlanırdı.. Sanırdım ki ben bildim başlarda.. Artık ben değil sizin bendeki tecellinizle bu derslerin okunduğunu biliyorum..
İnsan, insanı tanımalı.. Herşey insandan geçiyordu... Bir insanı çok sevmeliydik.. Ama o sevdiğimizi herşeyden çok sevebilmeliydik. ”Benim” sandığımız tüm maddi değerler alınıyordu başta.. Ne ağlamıştım değil mi dostum ne ağlamıştım... Oysa onlar bana taaaaa en başta söylendiği gibi alınmayacak bir köşede, başarana dek beni bekleyeceklerdi.. Bildiğim halde kendi kendimi çok acıttım çokkk..
Şimdi bakıyorum ve şöyle diyorum.. ”Yüzlerce aynı acı üst üste olsa sadece sizi tanımış olmam bile herşeye değerdi.. teşekkür ederim...
Siz bana vaad edilendiniz.. Rüyamda gelecektiniz.. Ak saçlı pir-i fanim olacaktınız.. Ve ben sizi çok ama çok sevecektim.. Rüyamda öğretecektiniz.. Ve siz, herkesin önünde eğildiği en saygın olan olacaktınız.. Bir peri masalı gibiydi, inanmamıştım(aslında herşeye inanırım akıllı gözükmek için söyledim:) ama yine de unutmayayım diye bir yere yazmıştım..
Gerçek bir masal yaşattınız bana.. Tüm hayallerimi gerçekleştirdiniz.. Daha gerçekleşecek olanlar ise sırada.. Benim sınır tanımaz hayal gücümü canlandırdınız.. Hayal görürdüm; siz canlısını yaşattınız.. Ve hala yaşatıyorsunuz..
Yazıların başlarındayken gördüğüm bir miraç rüyam vardı ya.. ”Tek nokta yanında, iki nokta üst üste yanında, üç nokta üst üste devam eden noktalar zinciri.. Noktaların miraç derecelerini anlatıyordu hani.. İşte siz de demiştiniz ki.. ”Bu Allah’ın rahmetidir.. İnsan bilsin-bilmesin her an miraç eder.. Ve çok çeşitli miraç vardır. ”Şu anda siz mesela bana yeni bir miracı öğretiyorsunuz... Hastanedesiniz.. Ayetteki gibi tersine yeni doğmuş bir bebek gibi oldunuz.. Ve sonra ciğerleriniz artık bu dünya havası ile çalışmadığı için anne karnındaki gibi oldu.. Oksijene bağlandınız
.....
Aşağıya inmeden evvel ki ilk halinize uruçtasınız.. Madden de hala sürekli öğretmektesiniz... Bize dönemlerinizden arada haberler yolluyorsunuz.. sizinle artık aynileşmekte olan kızınızla... Sizin yorulmanızdan çok mahcubum efendim çok, ne olur dinlenin..
..........................................................
O gün cenaze merasiminiz varmış.. Tüm dostlarınız gelmişti hani.. Ve vakit geçiyor; çabuk, çabuk diyordunuz.. Cenaze namazınıza el kaldırdınız...
Ertesi gün ziyafetinizi tertip edip tüm dostlarınızla tek tek ilgilenmişsiniz..
Ve daha sonra, kabirdeyim demişsiniz...
Canınız hiç yanmıyor biliyorum.. Ama benim canım çok yanıyor.. Siz yoktunuz şu sıralar.. Koca bir boşluk vardı... Kimsesizdim... Konuşabileceğim kimsem kalmamıştı. Sizsiz ne yapacağım.. O yüzden tahammülüm kalmadığı için yazıyorum..
”Yüce, en yüksek, en yüce
Biz yaşayan ölüleriz
Vazife devam edecek şimdi ve sonra da daima“ demiştiniz...
Bunu hatırlatmak istedim... Kendimi hatırlatmak istedim... Sizi hatırlamak istedim..
Göğsünüze koyduğum bir gül gibi olabilmek isterdim..
Gözünüzden akan gözyaşını öptüğüm gibi sonsuza dek dudağınızdaki
tanıdık tevazu gülümseyişinizi öpüyorum..
YAZDIĞIM İÇİN ÖZÜR DİLERİM.. DAYANAMADIM...

 

 

 
 
22.07.2008
nuralem7@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com