Geçenlerde, bir
yakınımızın nikahı için İzmit'e doğru giderken,
minibüste deniz manzarasının güzelliği konuşulmaya
başladı.
Araçtakilerden
birisi, “bizim oraların hem denizi, hem ormanı..”
diye söze başladı. “Sizin oralar biraz çorak. Deniz
yok bir kere..” diye devam etti.
Ne kadar zevkle
anlatıyordu memleketini...
Dayanamadım, sordum:
“Orada doğmak
senin elinde miydi ki bu kadar ballandıra ballandıra
memleketini övüyorsun, üstüne bir de başka yerleri
beğenmiyorsun?”
Böyle bir tepki
beklemeyince, o ve diğer yolcular biraz şaşırdılar.
Sonra devam ettim:
“Doğarken ne annemizi, ne
babamızı, ne milliyetimizi, ne de memleketimizi biz
seçmiyoruz. Hâl böyleyken doğduğun topraklardan bu kadar
gururlanmak neden? Böyle bir durumda yapılması gereken,
gurur duymak yerine hamd etmek olmalı bana kalırsa..”
Şu günlerde
milliyetçilik kavramı tekrar tartışılır olunca bu
hatıram aklıma geldi.
Yukarıda
bahsettiğim örnekte olduğu gibi, milliyetçilikte de
aşırı gurur sağlıklı düşünmeyi engeller ve yapıcı olmayı
ortadan kaldırır bana kalırsa. Her konuda olduğu gibi,
burada da dengeye ihtiyacı var insanoğlunun. Ne kendini
üstün bir ırk olarak düşünecek, ne de miliyetini,
geldiği yerleri unutacak, yerecek.
“İfratla tefrit
arası”
derler ya.. Dengesizliği anlatan çok güzel bir deyim..
“Kantarın topuzunu kaçırmak” da denir. Her iki
uçta bulunanlar, kantarın topuzunu kaçırırlar ve
dengelerini bulmakta zorlanırlar. O yüzden kendi
dahlimizin olmadığı bu gibi meselelerde biraz daha
tefekkür edip, gurur duymak yerine hamd etmek daha güzel
değil mi?
Dahlimizin
olduğu şey mi var diye soranlar varsa, onlara bunu
anlatmaya gerek yok zaten.. |