Yunus Emre, Anadolu tarihinde rastlanan belki de en
büyük ait oluşun, gerçek bir " bizim insanımız,
bizim sesimiz" diyeceğimiz, çağlardan çağlara
ulaşacak uzun bir soluk içinde, halk bilinç ve
kültürüne yansımasıdır. Ölümünün altı yüz doksanıncı
yılında Yunus'u o yüzyıllar hiç geçmemişçesine canlı
ve güncel kılan özellik, büyük halk ozanının gerçek
yaşantısıyla kurduğu derin bağlarda aranmalıdır. "
Benim yüzüm yerde gerek / bana rahmet yerden yağar "
diyen Yunus Emre, Anadolu’nun sosyal ve ekonomik
sarsıntılar içinde yeni bir kimlik aramakta olduğu
geçiş döneminin ozanıydı. XII. yüzyılda doruklarına
ulaşan Anadolu kent uygarlığı, aynı zamanda bu
refahtan pay isteyen Moğolların Küçük Asya'ya doğru
uzandıkları bir dönüm noktasındadır. Gelişmiş
ticaret ilişkileri, küçük sanayi imalatı ve maddi
refahı ile mutlu çağlar yaşayan Anadolu, Yunus'un
doğduğu 1240 yılı ile maddi dünyadan ayrıldığı 1320
yılları arasında üstünde ancak savaş, yıkım ve
sömürülme ile ölümlerin kol gezdiği yeni bir döneme
tanık olacaktır.
Önce ağır vergilerle kendilerine bağladıkları
Selçukluları Moğolların Anadolu'ya istila ederek
kesin ekonomik çöküntüye sürüklemeleri, Yunus'un ilk
gençlik yıllarının olayıdır. Moğol egemenliği, kırda
ve kentte öncelikle Türkmen karşı koymalarıyla
karşılanmıştır. Kentli, köylü ve göçebe unsurlardan
kurulu üçlü bir yapısı bulunan Anadolu halkı, Moğol
egemenliği süresince politik alanda devrilen
yöneticiler, kanlı kavgalar, iç ve dış boğuşmalar;
ekonomik sosyal alanda ise iltizam ve müsadereler
ile Selçukluları tarih sahnesinden uzaklaştıran
korkunç tarihsel bunalımın ortasına düşmüştür.
Anadolu'nun yeni sürükleyici gücü olarak Türkler, bu
yıkımın ortasında yeni bir iç düzeni getirmenin
mücadelelerini vermişlerdir. 1277 'de Karamanoğlu
Mehmet Bey'in Moğolları'ın ekonomik kaynaklarını
kurutmasına artık son vermek dürtüsüyle
Türkmenler’in başında Konya'yı ele geçirmesi, bu
direnişin parlak anlarından birisidir. Ne var ki,
başarısı kısa süren Karamanoğulları'nın
gerçekleştiremediği işi, Söğüt ovasına egemen olan
Osmanlılar, 1290/1300 yılları arasında Sakarya'nın
güneybatısında ki dinamik gelişmeleriyle
başarmışlardır. Sakarya bölgesinde üstünlüklerini
kurduktan sonra Rumeli'ye geçen ve Anadolu'yu
Rumeli’ne bağlayan yollara egemen olan Osmanoğulları,
aslında yeni bir Türk İmparatorluğu yaratacak
iktisadi anahtarı da elerine geçirmiş
bulunuyorlardı. Hızla yerleşik düzene geçen,
Anadolu'da beliren feodal büyük toprak mülkiyeti
yönünde ki eğilimleri parçalayan ve köylüyü günün
koşulları altında özgürleştiren Türkmenler, böylece
Osmanoğulları'nın tutarlı sosyal ve iktisadi
anlayışıyla Anadolu birliğini kesin olarak
sağlamışlardır.
Karamanoğlu Mehmet Bey'in Konya'da ki kısa
başarısının geride bıraktığı en ilginç şeylerden
birisi, divanda, sarayda ve bütün kamusal yaşantıda
Türkçe'nin resmi dil olmasını buyuran ünlü
fermandır. Türk tasavvuf tarihi ve felsefesi
bilginimiz Abdulbaki Gölpınarlı'ya göre; bu ferman,
Karamanoğlu Mehmet Bey'in başını çektiği halk
hareketinin hüviyetini tarihe armağan eden anlamlı
bir belge; Yunus ise, Farsça'dan Türkçe'ye geçiş
döneminin ozanıdır. O dönemde, " Moğol ordusunu,
sarayı, vezirleri, beyleri, elçileri, isyan edenleri
besleyen ve ölmemeye çalışan, ancak halktı; hem de
savaşlardan ve katliamlardan kurtulabilip sağ kalan
kılıç artığı halk " 1292 'de olduğu gibi
yağmursuzluktan meydana gelen büyük kıtlıklar halka,
ölü insan etini bile yediriyordu. Tasavvuf inancı,
bu büyük bunalım ve umutsuzluk ortamında,
Gölpınarlı'nın deyişiyle, " her şeyi Tanrı ef'alinin
zuhuru bilmekle beraber, zulmedenin mazhariyetine
uyup zulmettiğini, fakat karşı duranın da
mazhariyetine uyup onu kökünden yok ettiğini
söylüyordu. " Bu bir teselli, hoşgörü, canlanış ve
kalıcı, tükenmez halk ve halk kaynağına dönüştü;
onunla bir oluş, daha iyi bir düzen için ne dünyanın
geçici görüntülerine kapılarak, ama ne de dünyanın
gerçekliğine sırt dönerek içten hazırlanıştı... "
Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayana öfkeyle
seslenen Yunus; saldıran, ezen, sömüren dış ve iç
güçler karşısında ancak tarihten ders almış bir
halkın o bilgece küçümseyişini ve kendi kalıcı
üstünlüğüne güvenişini fazlasıyla ifade ediyordu.
Anadolu’nun o büyük alt üst oluşu, gerçekten, bir
gün geçmiş ve geride kargaşanın ortasında servet ve
mal kavgası yapanlar değil, yalnız Yunus'un sesi
kalmıştır. Halk ve insanın gücü üstüne en güzelini
söylemiş olan Yunus daha nice süreler halka
inanmayanların onun üstünde ve dışında düzenler
kurmak isteyenlerin önünde öylesine büyük ve soylu
bir anıt olarak duracak... |