| 
						Huzur 
						arayışı, insanlık tarihi kadar eskidir desek abartmış 
						olmayız. İlk çağlardan bu yana değişik kültürlere sahip 
						medeniyetler arasında süregelen savaşlar, yıkımlar ve 
						ölümler dahi insanlığın huzur ve sevgiye olan 
						iştiyaklarını ve ihtiyaçlarını giderememiş, bilakis bu 
						özlem ve arayışı gittikçe güçlendirmiştir. Nasıl 
						güçlendirmesin ki! Dünya insanlığının mutluluk ve refaha 
						kavuşabilmesinde olmazsa olmaz tek şart, huzurlu bir 
						toplum dizaynının oluşabilmesidir.Bu oluşum da zaten 
						dünya barışını kendiliğinden sağlayacaktır.Zira huzur 
						topyekün insanlığın ortak arayışıdır. 
						Dünya 
						barışının gerçekleşmesi için ise öncelikli olarak 
						insanların bireysel anlamda iç barışı sağlamaları 
						gereklidir. İç barış kazanılmadan toplumsal barışın 
						tesisi imkansızlaşır. Kendileriyle barışık insanlar 
						çevrelerini sürekli olarak aydınlatırlar. Onlardan 
						topluma ve çevreye en ufak bir zarar gelmez.Tevazu, 
						hilm, inanca dayalı sevgi ve muhabbet hisleri gibi 
						özellikler onların belirgin vasıflarıdır.Her zaman ben 
						yerine biz olalım çağrısını yinelerler. Ego merkezli 
						yaşam yerine kolektif yaşamı benimseyen bu toplumsal 
						anlayış modeli, insanlığın aradığı huzuru yakalama 
						noktasında hayati öneme haizdir diyebiliriz. 
						Dikkat 
						edersek semantik ve ses uyumu açısından huzur ve
						hazır kelimelerinde bir benzerlik sezinleriz.” 
						Her gördüğünü Hızır bil; Hızır’ı da her yerde hazır bil” 
						sözü meşhurdur. Huzurlu insan Hızır’ı temsil eder. 
						Onlara her yerde rast gelmek imkan dahilindedir. Onlar 
						gerçekte altın çağ döneminin model insanlarıdır. Altının 
						değeri, huzur insanının insanlığa kattığı değer yanında 
						basit kalır.Var oldukları müddetçe karmaşa ve kargaşaya 
						karşı bir emniyet sübabı işlevi görürler. Onları 
						mütebessim çehrelerinden tanırsınız. Maddi ve manevi 
						yangınlarda acilen devreye onlar girerler. Evrenin 
						meleki kuvveleri adeta onların emrine verilmiş gibidir. 
						Birey olmakla birlikte manevi potansiyel olarak bir ordu 
						kadar kuvvetli sayılırlar. 
						Onlar paratoner gibi belaları üzerlerine çekerler. 
						Çektikleri belalardan da yüksünmezler. Üzüntülü gibi 
						görünmeleri,onların marifet ehli olduklarını gösteren 
						bir haldir sadece. Marifet kuşanmalarındandır. Hz. 
						Yakup’tan örnek verecek olursak Hz.Yakub’un oğlu Yusuf’u 
						kaybedişine perişanlık derecesinde üzüldüğünü 
						söyleyemeyiz. Yakup, marifet bilgisiyle Yusuf’un 
						kayboluşunun aslında kavuşma olduğunu ve vuslatın 
						başlangıcı, belki de kendisi olduğunu yakiynen 
						sezinlemiş,yaşamış ve tecrübe etmiştir. Tıpkı karanlığın 
						en koyu anının gerçekte aydınlığın başlangıcı olduğunun 
						sezinlenmesi gibi. Sonuçta beklenen vuslat,göz 
						yaşlarıyla ve tebessümle gerçekleşmiştir.Bu 
						vuslat gerçekte ruhun ve bilincin kavuşumudur.
						Huzur insanı 
						aynı zamanda belayı ve ıstırabı isteyen ve bilinçli 
						olarak üstüne çeken insandır. Yıldırım çeker gibi 
						çekerler belayı üzerlerine. Çektikleri belanın hikmetini 
						bildikleri için bizim sandığımız anlamda hüzünlenmezler. 
						Kısacası huzur insanı,beyinle kalbi gönül ekseninde 
						buluşturup birleştiren insan modelidir. Karanlık 
						dünyaları aydınlatan bu insanlara selam olsun.IŞIĞIN YOLUNDAN AYRILMAYIN…
 |