Kilim
A. Berrin
 

Geç yatmayı adet haline getirmişti. Dizilere müptela olmuştu.TV karşısında geçirdiği zamana  sonradan acınsa bile.Ne katıyordu ki kendine?…Deniz kenarında gezerken kız kulesini  görünce aklına yine bir TV dizisi düştü… EYVAAHHH !

-  BEN ne yapıyorum böyle? 

- Aklımı düşüncemi duygularımı başkalarının yönlendirmesine niye izin veriyorum?

-Gönlüm nerde? Aklım nerde?

-Niye ortak bir paydada birleşmiyor?

-Hangi metotla birleşecek    

-Kim birleştirecek?

Kimin cevabı içinden geldi sessizce… Ağzına çiğnenmiş hazır lokma verseler, yutmak için yutkunman mecburi diyen annesini  andı sevgiyle… Emek’siz hiçbir  şey olmuyordu  kısacası ve tüm  kaçışlar kapalıydı. Bizzat kendisi yapacaktı.

Tüm soruların cevabını içimizde bulabilirdik aslında. Dışarıyı izlemek yerine içimizi izle-ye bil-sek ne güzel olurdu.

Telefonla işyeri yetkilisinden izin istedi. Yetkili dinlenmen gerektiğini sana kim söylemişti, diye söylendi. Git aklını başına topla. Bedenine de özen göster. Gelince boşladığın işleri topla diyerek şartlı izin verdi.  

Biraz kafa dinlemek için birkaç gün yazlığa gideceğini duyunca başıma gelince hastalık çıkarma da ne yaparsan yap, diyen eşine güldü… Sanki kendi elindeymiş gibi! Tedbirin takdirin dışına atılması tuhaftı!

Uzun bir yolculuktan sonra gece siteye ulaştı. El fenerli anahtarlık yardımıyla kapıyı açtı. Kapının hemen yanındaki elektrik şalterini açtı, ama yanmadı. Tedbirli eşinin şalter yanına koyduğu kibritle mumu minnetle yaktı. Demek ki bu tedbir takdirindenmiş.

Eşinin gidince yersin diye verdiği yemeği boş tüple ısıtamadı. Biraz atıştırmayla açlığını yatıştırdı. Emektar sobayı tüttürerek yakabildi. Ilık tütsülü odada, yarı aç, karışık düşüncelerle zor uyuyabildi. Rüyasında öldüğünü malum defin işlerinden sonra onu kabir ‘e bırakıp gittiklerini gördü. Üstü yağmur altı çamur ama gönlü hoş değildi. Zira kapkaranlık yapayalnızlığında çok üşüyordu çoook.

Zifiri karanlıkta ne kadar kaldığını bilemedi. Birden içi ışıdı ve ısındı. NUR mu yağıyordu yoksa diye düşünürken gözü kamaşarak uyandı. Güneş perde aralığından kalk da bahçeye bak diyordu. İşine gelen sözü işitir dinler ve uygulardı!.

Bahçede gezerken  ŞOK !... Bayılacağını sandı. Gönlü karardı. Kesilen üç ağacın boşluğuna oturdu ve ağladı. En çok aylar önce dalından erik kopardığına yandı. Site görevlisi yöneticiye, yönetici de görevliye attı kabahati. Komşularsa bihaberdi olanlardan. Ağaçları KİM in kestiğinden vazgeçti de dünyada bu kadar boş arazi varken insanların bahçeli yerleşim yerlerini yok ederek boyu kavak aklı savak binalar dikmesini hiç anlamazdı. Hoş anlamaya niyeti de yoktu. Ama bu daha farklıydı. İnsanların şehirden kaçarak hobi bahçeleri kurduğu bir mekânda hangi ZİHNİYET meyve veren ağacı keserdi? İşte bu sorunun cevabından vazgeçemedi.

Üstelik kıyamet kopsa da AĞAÇ dikin buyruğu varken!

“Ağaç NİYE kesilir?” diye nefesi yettiği kadar bağırmak istiyordu kalabalık caddeleri koşarak.

Kaçmalıydı bu evden. Burada kafa toplanmaz ancak yenirdi. Kendinden kaçana hangi mekân huzur verirdi bilmiyordu. Yine de kaçmalıydı.

Toplanırken gözü kitaplığa ilişti, yıllar önce okuyup adını bile hatırlamadığı kitapları okşarken. Bir sararmış bir dergi düştü rastgele bir sayfa açtı. Satırları taşıyamadı da yere çöktü:

Ashab geçmiş hatalarına elveda deyip geleceğe umutla bakar sevgi iyilik anında artmayan kötülük anında bitmeyen bir duygu. Sevgi karşılık beklemek için sunulan bir nesne değil. Siz sürekli olarak insanların kendi beklentileriniz doğrultusunda değişmesini istiyorsanız bu da onların yanlış, sizin doğru olduğunu amaçlayan bir saldırıdır. Bağışlayıcılık metoduyla insanları kucaklama yerine geçmişleriyle onları cezalandırıp sevgi ve nefret alışverişinde şartlı sevgi ticareti yapan ikiyüzlülerden olmayınız. Sevgi çifte standart götürmez, bu kural hem beşeri hem ilahi sevgide geçerlidir. Hem ALLAH ı sevip hem de yasaklarını çiğneyemezsiniz, sevgiyi aramaktan ziyade veren olun. Bağışlayıcılık kurtuluştur bilinerek veya bilinmeyerek size yapılanlara kendinizi kaptırıp esiri olmayınız. İnsanları bir bütün olarak görün tek bir özelliğini yalıtıp ona öfke beslemeyin. Affedemeyen zihin korku doludur, öfkesinin ve yargısının haklılığına inanır zira onda enaniyet ve kibir vardır. Siz siz olun geçmiş berbattı, bugün felaket yarın daha kötü olacak felsefesiyle yaşamayın. Üzerlerinde hakkınız olduğuna inandığınız kimselere hakkınızı helal ettiğiniz zaman sevgi burada kendini gösterir.

MEHMET ŞENOĞUL / GÜLNİHAL SAYI:8-98

Gözleri dergiden oturduğu kilime kaydı. İçinde bir sızı hissetti, bu sızı zaman ve mekân uzaklığından farklı bir ayrılık acısıydı… Hani gece fazla uyumamak adına yattığı kilimi dörde katlamayan âlemlerin EFENDİSİ’ ne gözyaşlarıyla ıslanan kilim dile geldi:

Dörde katlanmayan kilimden önce

Aramızda yıllar var sanırdım

aksiyonum kafi olmasa da

gönül bağı yeter sanırdım

Renkli ninnilerle

gönüllü uyutulurdum

üstüne üstlük bir de

Vuslat hülyalarına dalardım

sonrası.

Rahatım kaçtı

Sevgilerin sınandığı gün

halim nice olur bilemem ama

gözyaşımın izdüşümü kırkikindiler

içime iyice işleyerek dediler ki
serapsın serap.

uzaklardasın çook uzakta.

 

 
 
08.04.2008
halatek@mynet.com
İstanbul
http://sufizmveinsan.com