Bundan yıllar
önceydi.
Neredeyse altı,
yedi senedir Üstad’ın kitaplarını okuyor, tekrar tekrar
okuyor ve takip ediyordu. Kendini bildi bileli yaratanın
varlığını özünde hissetmişti. Müslüman bir coğrafyada
büyümüş olduğu için de İslam’ın tekliflerini bilmişti.
Yalnız, gel gelelim uygulama, fiiliyata dönüştürme
sıfırdı. Hiç öğretilmemişti, ne ailesinde ne çevresinde
ne gittiği okullarda temel ibadet şekilleri
öğretilmemişti. İlkokula giderken arkadaşları Kur’an
kurslarına başlamışlardı, annesi sormuştu “sen de gitmek
ister misin?” diye. O “hayır” demişti çünkü o kurslara
giden arkadaşları hâlâ yalan söylüyor, birbirine
(çocukça hainliğin vardığı hallerle) çok kötü
davranıyorlardı; altı yedi yaşlarındaki aklıyla
reddetmişti. Zaten annesi de fazla üstelememişti, ama
neredeyse otuz yaşına kadar ona hep öğrenmesi
gerektiğini hatırlattı.
Yirmili
yaşlarında okumaya başladığı Üstad Ahmed Hulusi’nin
kitaplarıyla birlikte inanılmaz bir ihtiyaç hissediyordu
namaz kılmaya, zikire, duaya. Yalnız belli ki kendini
kilitlemişti, öğrenemiyordu, ezberleyemiyordu, çok zor
geliyordu. Açıyordu interneti, karşısında bazı terimler:
Kıyam, Ruku ve bu aşamalarda namazda ne yapılacağı.
Okuyordu karşısındaki Türkçe; anlamıyordu sanki yazı
Çince! Artık o hale gelmişti ki çocuk namaz kitapları
alıyor, bakıyordu ama yok, yok! Eli, ayağı, dili
dolaşıyor, yapamıyordu.. Günlerce gecelerce çok ağladı,
çok yalvardı Rabb’ine “n’olur bu dünyadan böyle
kulluğumu hakkıyla eda edemeden gitmeyeyim, nasibimde
olsun!” diye.
Sevgili
teyzesi, (oğluyla beraber Tasavvuf konularına dalmasına
vesile olan), e-posta üzerine e-posta gönderiyordu,
aklını başına al gibisinden.. Soruyordu “Niye hâlâ
gerekenleri yapmıyorsun kendi kurtuluşun için” diye…
İşte tam o sıralar çok azaptaydı, çok sıkıntıdaydı…
"Beraat gecesinde, doğanlar, ölenler, rızıklar,
hatta hacca gidenler belirlenir"
Hz. Muhammed (s.a.v)
Mübarek Beraat
gecesine 2-3 gece kalmıştı… Akşam işten eve dönmüş,
günlük ev işlerini toparlamış, saat 23:00 sularını
gösterirken oturup kitap okumaya hazırlanmaktaydı.
Telefon çalmaya başladı, açtı. Arayan abisiydi. Onu
hayatta o saatte aramazdı ve daha önce de hiç
aramamıştı. “Hayırdır abi?” dedi; telefondaki ses: “Tam
yatsıyı kıldım, yatmak üzereydim ki birden içimden geldi
kalk kardeşini ara önümüzdeki Cuma gecesi Beraat
Kandili, o gece namaz kılsın, Allah’tan affını dilesin,
üstündeki bu sıkıntıları atsın diye.. Bilirsin ben seni
bu saatlerde, hele de böyle hassas bir konu için
ayaküzeri telefonla aramam ama o kadar yoğun hissettim
ki sana ulaştırmam gerekeni, hiç de aklımda yoktun
aslında o an açıkçası, ben de şaşırdım, bekletmedim,
hemen aradım.”
Abisi… Kendince
çok ciddi radikal bir değişimle neredeyse yirmi yaşından
beri beş vakit namazında… Hatta ilk yıllarında aile
içinde kendine uyguladığı sıkı şeriat kuralları
nedeniyle babasından, ailesinden ne tepkiler almıştı, ne
sıkıntılar yaşatılmıştı abisine, tarikatlara kurban!
gitmesin diye… Kız kardeşleriyle bazen bu konular
üzerine sohbet ederdi, ama neredeyse son on senedir hiç
bu konuları açmamıştı abisi; hele “şunu yapın, bunu
yapın” diye lafını bile etmezdi, zaten uzak ülkelerde
görevliydi artık, çok az görüşüyordular kendisiyle. Hani
arayıp da onu böyle teşvik etmesi, aracı olması onun
için öyle bir lütuftu ki Rabb’inden!
Diyemedi ki
“Abi ben kılmıyorum namaz, daha öğrenemedim bile!”.
“Peki iyi ki
aradın abi, hayırlısıdır inşaAllah” diyerek telefonu
kapattı.
"Kardeşinin davetine icabet et. Zira kardeşin
için, sen iki durumda bulunursun. Ya o hayır üzeredir ve
sen o davette hazır olmaya layıksın. Veya o şer
üzerindedir ve sen onu ondan men eder ve hayırla
emredersin."
Hz. Muhammed (s.a.v)
Sanki o telefon
özünden bir bağlantıydı. Bu iki günde namaz kılmayı
öğrenecek, ilgili tüm duaları ezberleyecek ve Beraat
gecesi öteden bir yerlerden bir şey istemek için değil,
ama kendi kurtuluşu için bu yola adım atacaktı. Karar
çıkmıştı! Önünde iki yoğun iş günü vardı.
İşten fırsat
buldukça, yolda, arabada tüm duaları ezberliyor, kıyam,
rükû, secde hallerini gözlerini kapatarak hayal edip
tekrarlıyordu. Evde de uygulamalı tatbikat vardı tabii
ki. O kadar kolaymış, nasıl oldu da bu kadar zorlanmışım
diye de kendi kendine hayretler ediyordu. Yıllardır
yapamadığını iki günde başarmıştı. Tüm hazırlık o
geceyeydi…
"Gücünüz nispetinde amel işleyiniz. Zira siz
usanmadıkça Allah (ibadetlerinizin karşılığını
vermekten) usanmaz.
Hz. Muhammed (s.a.v)
O gece,
yapabildiği kadarıyla özünden geleni ortaya koydu. Ve
takip eden geceler ve gündüzler… Korunma dualarına da
başlamıştı; sabah 150 kez, akşam 150 kez. Yalnız korunma
dualarına başlamasıyla zorlu yol iyice belirginleşmişti.
İlk üç beş gün bütün geceyi kâbuslarla geçirmişti.
Korunma duasını okurken kullandığı, teyzesinin
Hac’dayken alıp getirdiği tespihler birer birer
iplerinden kopuyor, ortalığa dağılıyorlardı. Hiç
durmuyor, yerde dağılan parçaları hem topluyor hem devam
ediyordu. Neyle karşı karşıya olduğunun bilincindeydi.
Özüne yolculuktaki duraklar zorluydu, daha en başında
davadan vazgeçecek değildi. Kaç tespih dağıldı o da
hatırlamıyordu artık, ama karar çıkmıştı bir kere, dönüş
yoktu!
"Kim Allah'tan korkarsa; Allah, onu bütün
korktuklarından korur."
Hz. Muhammed (s.a.v)
Bir süre
boyunca yoğun ibadet ve zikir çalışmalarından sonra
korunma duasıyla beraber başlayan ilk haller neredeyse
bitmişti.. Artık kendi noktasından gözüken projeksiyonda
hayatında yeni bir döneme geçmişti.
Kilitlenmişlik
adına ilk kilit kırılmış, KAPI özündeki derinliklerden
hayal meyal hissedilir hale gelmişti…
Yıllar sonra
halen kendi özüne giden yolun arayışı içindeyken Allah
Rasülü Efendimiz (s.a.v)’in hadisi kulaklarında
çınlamaktaydı:
“Âdemoğullarının kalbleri Rahman’ın iki parmağı
arasındadır. Onu istediği gibi çevirir.”
Hz. Muhammed (s.a.v) |