Hızlanan evren,
kendi başlangıcının izlerini yok etmekte...
Evrenin tarihi ve büyük ölçekli
yapısı hakkındaki bir SCIENTIFIC AMERICAN makalesi
yüzyıl önce neredeyse tamamen hatalı olurdu.
1908’de bilimadamları galaksimizin bütün evreni
oluşturduğunu düşündüler. Ona ‘’ada evren’’,
sonsuz boşluk tarafından çevrelenmiş, tek başına
kalmış bir yıldızlar kümesi gözüyle baktılar.
Şimdi biliyoruz ki galaksimiz, gözlemlenebilir evren
içerisindeki 400 milyardan fazla olan galaksilerden
bir tanesidir.
1908’deki bilimsel ortak görüş;
evrenin statik, başı ve sonu olmayan olduğuydu.
Evrenin hararetli Big Bang’le olan başlangıcından
bile hiç şüphelenilmemekteydi. Big Bang’in ilk
anlarındaki elementlerin sentezi ve yıldızların
çekirdeklerinin içi anlaşılmamıştı. Uzayın
genişlemesi ve onun maddeye karşılık olan muhtemel
eğriliği hayal bile edilmemekteydi. Yaradılışın
serin kızarıklık sonrasının hayalet gibi olan
görüntüsü şayet bütün uzayın radyasyonla yıkandığı
gerçeğinin bir onayıysa; sonsuzluğu keşfetmek için
dizayn edilmiş olmayan, fakat insanlara evlerini
telefonla aramalarına izin veren modern
teknolojilerin gelişimini bekleyecekti.
Geçen yüzyıl içinde kozmolojiden daha
fazla değişen bir zihinsel araştırma alanını
düşünmek zor ve değişim bizim dünyaya nasıl
baktığımızı değiştirdi. Fakat gelecekte bilim,
geçmişte deneye dayalı var olmuş olan bilgiden daima
daha fazlasını mı yansıtacak? Yakın zamandaki kozmik
zaman birimlerindeki çalışmalarımıza göre, cevap
hayır. Bilimadamları evrenin gerçek doğasını doğru
anlamayı başarırken; biz evren tarihindeki tek bir
devirde yaşayabiliriz.
Neredeyse on sene önceki dramatik
keşif, çalışmalarımızı motive etti. Astronomların
iki farklı grubu, evrenin geçen beş milyar seneden
fazla olan genişlemesinin izinden yola çıktılar ve
onun hızlanmasının gözüktüğünü keşfettiler. Bu
kozmik yerçekiminin kaynağı boş uzayla
ilişkilendirilmiş olan ‘’Kara Enerjinin’’
yeni bir formu olarak düşünüldü. Bazı kuramcılar,
birimiz dahil (Krauss), direkt olmayan ölçümlere
dayanan bu yeni sonucun aslında gerçekleşeceğini
tahmin etti, fakat fizikte önemsenen direkt
gözlemlerdir. Evrenin hızlanması, boş uzayın bugün
gözlemlediğimiz bütün kozmik yapılardan neredeyse üç
katı kadar enerjiyi kapsamasına işaret etmektedir:
Galaksiler, Galaksi Kümeleri ve
Süperkümeler. İşe bakın ki; böyle bir enerji
formunun evreni statik olarak devam ettirmek için
olduğunu ilk kez Albert Einstein ileri sürdü. O bunu
Kozmolojik Sabite olarak adlandırdı [
Lawrence M. Krauss tarafından SCIENTIFIC AMERICAN,
Ocak 1999 sayısında yazılmış “Kozmolojik Anti
Yerçekimi’’ makalesine bakın]
Kara Enerji,
evrenin geleceği üzerinde çok büyük bir etkiye sahip
olacaktır. Case Western Reserve Üniversitesi’nde
kozmolojist olan Glenn Starkman’la Krauss, bir
kozmolojik sabiteyle evrendeki hayatın kaderi için
saklı olan anlamları keşfettiler.Tahminleri iyi
değil. Böyle bir evren yaşanması zor olan bir yer
haline gelir.Kozmolojik Sabite, hiçbir
maddenin veya radyasyonun bize ulaşamayacağı hayali
bir yüzeyin ötesinde sabit bir ‘’Olay Ufku’’
üretir. Evren, ufuğun içinde olması gerekirken;
ufuğun dışarısında madde ve radyasyonla hapsedilmiş,
tersyüz olmuş bir kara deliğe benzerlik göstermeye
başlar. Bu bulgu, gözlemlenebilir evrenin sadece
ölçülebilir miktardaki bilgiyi kapsadığı manasına da
gelir. Böylece bilginin işlemden geçirilmesi (ve
hayat) sonsuza dek devam etmez [‘’Evrendeki Hayatın
Kaderi’’ adlı Lawrence M.Krauss ve Glenn D.Starkman
tarafından SCIENTIFIC AMERICAN, Kasım 1999 sayısında
yazılmış olan makaleye bakın]. Bu bilgi limiti,
problem olmaya başlamadan uzun zaman önce evrendeki
bütün genişleyen madde olay ufkunun dışarısına
sürüklenecektir. Bu aşama, bizim Yerel Galaksiler
Grubu’nun (Samanyolu, Andromeda ve yörüngede dönen
cüce galaksilere ev sahipliği yapanın) tek bir
muazzam yıldızlar süperkümesine çökeceğini keşfeden
Abraham Loeb, Kentaro Nagamine ve daha sonra da
Harvard Üniversitesi tarafından üzerinde
çalışılmıştır. Diğer bütün galaksiler olay ufkunun
ötesindeki ‘unutulma’ içerisinde gözden
kaybolacaklardır. Bu süreç, uzun gözükebilen fakat
sonsuzluğun boşluğuyla karşılaştırıldığında epey
kısa olan 100 milyar sene civarını bulacaktır.
Çöken Destekler
Süperkümede yaşayan uzak geleceğin
astronomları evrenin tarihi hakkında neye karar
vereceklerdir? Bu soru hakkında düşünmek için, Big
Bang’e dayanan şimdiki anlayışımızdaki destekleri
bir anımsayın. İlki, Einstein’ın Genel İzafiyet
Teorisi’dir. Newton’ın evrensel Yerçekimi
Teorisi, neredeyse 300 yıldır adeta bütün
astronomiye bir altyapı olarak hizmet etmiştir.
Newton’ın teorisi objelerin yeryüzüne ait veya
galaksiye ait hareketlerini tahmin etmede mükemmel
bir iş görmüştür, fakat maddenin son derece geniş
olan yığınlarıyla başa çıkmada tamamen
elverişsizdir. Genel İzafiyet, bu sınırlamanın
altından kalkmaktadır.
Einstein’ın teorisinin 1916’da
basılmasından kısa bir süre sonra Hollandalı fizikçi
Willem de Sitter, Einstein’ın Kozmolojik Sabitesi’ni
de dahil ederek basitleştirilmiş bir evren için
Genel İzafiyet Denkliklerini çözmüştür. De
Sitter’ın çalışması o zamanki evrenin en geçerli
olan bir görüntüsünün kopyasını yapmış olarak
gözüktü: Geniş şekilde boşluk olan statik boşlukta
gömülmüş bir galaksi adası. Kozmolojistler çok
geçmeden bu statiğin yanlış bir yorum olduğunun
farkına vardılar. Aslına bakılırsa de Sitter evreni,
sonsuza dek genişlemektedir. Belçikalı fizikçi
Georges Lemaître’ın da daha sonra netleştirdiği
gibi; Einstein’ın denklikleri sonsuz, homojen,
statik bir evrenin olanaksız olduğunu tahmin
etmektedir. Evren genişlemelidir veya daralmalıdır.
Daha sonra bu farkına varıştan Big Bang Teorisi
olarak adlandırılacak olan doğmuştur.
Bir sonraki destek 1920’lerde,
astronomlar evrenin genişlemesini yakaladıklarında
gelmiştir. Genişlemenin gözlemsel kanıtını sağlayan
ilk kişi, yıldız spektrumlarını yakındaki
galaksilerin süratlerini ölçmek için kullanan
Amerikalı astronom Vesto Slipher’dı.
Dünya’ya doğru ilerleyen bir
yıldızdan gelen ışık dalgaları, dalgaboyunu daha
kısaltarak ve ışığı daha mavi yaparak
sıkıştırılmıştır. Bizden uzaklaşan bir objeden gelen
ışık dalgaları da dalgaboyunu daha uzatarak ve ışığı
daha kırmızı yaparak uzatılmıştır. Slipher, uzak
galaksilerdeki ışık dalgalarının uzunluğunu veya
sıkıştırılmasını (kompresyonunu) ölçerek;
onların bize doğru ilerleyip ilerlemediklerini veya
bizden uzaklaşıp uzaklaşmadıklarını ve hangi hızda
olduklarının kararını verebilmiştir. (O zaman
astronomlar bizim ‘’galaksiler’’ olarak
adlandırdığımız ışığın bulanık lekelerinin aslında
bağımsız yıldızlar topluluğu olup olmadığından veya
gaz bulutlarının tamamen kendi galaksimizin içinde
olup olmadıklarından emin bile değildiler.) Slipher
neredeyse bütün bu galaksilerin bizden
uzaklaştıklarını keşfetti. Kontrolden çıkmış bir
genişlemenin merkezinde duruyormuşuz gibi
gözüküyordu.
Evrenin genişlemesini keşfetmede
ekseriyetle itibar kazanmış olan kişi Slipher değil;
Amerikalı astronom Edwin Hubble’dır. (En son ne
zaman Slipher Uzay Teleskobu hakkında okudunuz?!)
Hubble sadece yakındaki galaksilerin süratleri
hakkında değil; onların uzaklıkları hakkında da
karara vardı. Onun ölçümleri onun ününü haklı
çıkaracak iki sonuca önderlik etti. Öncelikle
Hubble, çok uzakta olan galaksilerin aynı kendi
galaksimizdeki gibi gerçekten de yıldızların
bağımsız bir yığını olduklarını gösterdi. İkinci
olarak, galaksilere olan uzaklık ve onların
süratleri arasındaki basit bağlantıyı keşfetti.
Sürat, onun bizden uzaklığıyla direkt olarak
orantılıydı: Bir diğerinden iki katı kadar daha
uzakta olan bir galaksi, iki katı kadar da hızlı
ilerliyordu. Uzaklık ve sürat arasındaki bu
bağlantı, evren genişlediğinde kesin olarak oluşan
bir şeydir. Hubble’ın ölçümleri o zamandan beri kara
enerjinin keşfine neden olan uzak süpernova’nın çok
yakın zamandaki gözlemleriyle hassaslaşmıştır.
Üçüncü destek ise 1965’de Bell
Laboratuarı fizikçileri Arno Penzias ve Robert
Wilson tarafından radyo parazit kaynağının izleri
takip edilip yakalandığında kazara keşfedilmiş olan
Kozmik Mikrodalga’nın Zayıf Işıldaması’dır.
Bu radyasyon, evrenin hızla genişlemesinin ilk
devrelerinden kalan bir hatıra olarak
tanımlanmıştır. O evrenin sıcak ve yoğun olarak
başladığına ve o zamandan beri de serinlediğine ve
inceldiğine işaret etmektedir. Big Bang’in son
gözlemsel desteği ise; onun sıcak, yoğun erken
evrenin nükleer füzyonu (birleşmesi) için
mükemmel bir yer olduğudur. Evrenin derecesi 1
milyar ila 10 milyar Kelvin olduğunda; Big Bang
Nükleosentezi olarak bilinen süreçte daha hafif
olan çekirdekler daha ağır olan çekirdeklerle
birleşebilirler. Bu süreç evren genişledikçe ve
serinledikçe yalnızca birkaç dakika için meydana
gelebilir, böylece birleşme en hafif elementlerle
sınırlandırılmıştır.
Döteryum veya ağır hidrojende de
olduğu gibi; evrendeki helyumun pek çoğu da daha
sonra üretilmiştir. Helyum ve Döteryum’un ölçülen
miktarları, teori için hem daha fazla kanıt hem de
evrendeki proton ve nötronların miktarlarının tam
hesabını sağlayıp, Big Bang’in tahminlerine uyarlar.
BİLGİNİN KEŞFİ
BUGÜN
MİLYARLARCA
SENE SONRA (SÜPERGALAKSİ)
Hızlanan kozmik genişleme, Big Bang
Teorisi’nin üç gözlemsel desteğini sarsmaya
başlıyor: Galaksilerin birbirlerinden uzakta olan
hareketi, Kozmik Mikrodalga Arkaplan Radyasyonu,
hidrojen ve helyum gibi hafif kimyasal elementlerin
izafi miktarları.
BUGÜN üç desteğin hepsi
önemlidir.Yakın olanlar daha sıkı çekerlerken (mavi
oklar), uzak galaksilerin bizden uzaklaştıklarını
görüyoruz (kırmızı oklar); arkaplan radyasyonu uzayı
kaplamakta; ve kozmik gaz Big Bang’de erken
üretilmiş kimyasal karışımı büyük ölçüde muhafaza
etmektedir.
MİLYARLARCA YIL SONRA yakındaki
galaksiler birbirinin içine karışıp kaybolmuş ve
uzak olanlar da gözden kaybolmuşlar. Arkaplan
radyasyonun tespit edilemez şekilde etkisi azalmış (dilüe
edilmiş). Yıldızların birden çok jenerasyonu,
orijinal kimyasal karışımı bozmuş.
Kara Gökyüzü
Geleceğin bilimadamları bundan 100
milyar sene sonra gökyüzüne dikkatle baktıklarında
ne görecekler? Teleskoplar olmadan aşağı yukarı
bugün biz ne görüyorsak, onu görecekler:
Galaksimizin yıldızlarını. En büyük ve en parlak
olan yıldızlar kendi nükleer yakıtlarını yakıp
bitirmiş olacaklar, fakat daha küçük olan bol
miktardaki yıldızlar geceleri gökyüzünü hâlâ
ışıklandıracaklar. Büyük farklılık, bu geleceğin
bilimadamları bizim galaksimizin dışındaki
galaksileri yakalamak için teleskoplarını
geliştirdiklerinde meydana gelecektir. Onlar
hiçbirini görmeyecekler! Yakındaki galaksiler bir
büyük galaksiyi oluşturmak için Samanyolu’nun
içine karışıp kaybolmuş olacak ve gerçekte bütün
diğer galaksiler olay ufkunun ötesine kaçarak
çoktan gitmiş olacaklar. Uzak galaksilerin ortadan
yok olması anında olan birşey değil, yavaş yavaş
olandır. Bu galaksilerin Kırmızı Rotasyonu
onlar ufka yakınlaştıklarında son derece geniş hale
gelir. Krauss ve Starkman; bu Kırmızı Rotasyonun en
yüksek enerji kozmik ışınlarının bile çok kırmızı
rotasyon yapma sonucunda dalga boylarının ufuğun
büyüklüğünden daha geniş olacağı bir zamanda, yani
10 trilyon yılda, akıl ermez bir şekilde 10 üzeri
53’e artıp 100 milyar senede bütün galaksiler için
5,000’i geçeceğini hesaplamışlardır. Bu objeler daha
sonra hakikaten ve tamamen bize görünmez
olacaklardır. Bunun sonucunda Hubble’ın bu çok
önemli genişleyen evren keşfi, ‘tekrarı olmayan’
hale gelecektir.
Evrendeki bütün genişleyen madde
gözle görülür bir biçimde ufuğun ötesinde ortadan
kaybolmuş olacaktır ve arta kalanlar da yıldızlar
kümesinin çekimsel olarak bağlı bir parçası haline
gelecektir. Geleceğin astronomları için bu
gözlemlenebilir evren; 1908’in ‘’ada evrenine,
muazzam büyük yıldızlar yığınına, boş uzayla
çevrilmiş statik, başı ve sonu olmayanına’’ yakından
benzerlik gösterecektir.
Kendi deneyimimiz, bir veriye sahip
olduğumuz zaman bile doğru kozmolojik modelin o
kadar bariz olmadığını göstermektedir. Örneğin
1940’lardan 1960’ların ortalarına kadar gözlemsel
kozmolojinin büyük yapısının sadece Hubble’ın
genişleyen evren keşfine dayanmasıyla; bazı
astrofizikçiler başı ve sonu olmayan evren fikrini
yeniden ortaya atmışlardır: Evren genişledikçe
maddenin yaratıldığı değişmeyen-hal evrenini.
Böylece evren bir bütün olarak zamanla gerçekten
değişmemektedir. Bu fikir geleceği olmayan zihinsel
bir fikir olarak ispat edilmiştir, fakat uygun
gözlemsel verinin eksikliğinde gelişebilen bir tür
yanlış görüşü göstermektedir. Geleceğin astronomları
Big Bang’in kanıtını daha başka nerede
araştırabilirler? Kozmik Mikrodalga Arkaplan
(Kozmik Fon Radyasyonu), evrenin dinamizmini
derinlemesine araştırmalarına izin verecek midir? Ne
yazık ki, hayır. Evren genişledikçe, arkaplan
radyasyonunun dalga boyları yayılır ve radyasyon
daha da dağılmış hale gelir. Evren 100 milyar yaşına
geldiğinde, mikrodalga radyasyonun zirvedeki dalga
boyları mikrodalgalar yerine radyo dalgalarına
uyumlu hale gelerek metre ölçeğinde
olacaklardır.Radyasyonun yoğunluğu bir trilyonun
katsayısıyla seyreltilmiş olacaktır ve belki de asla
gözükmeyebilir.
Kozmik Arkaplan daha uzak gelecekte
bile gerçekten de gözlemlenemez hale gelecektir.
Galaksimizin içindeki yıldızlar arasındaki boşluk,
elektronların iyonlaşmış gazıyla doludur. Düşük
frekans radyo dalgaları böyle bir gazın içine girip
yayılamaz; onlar emilmiş veya yansıtılmışlardır.
Buna benzer bir etki de AM radyo istasyonlarının
merkez şehirlerinden çok uzakta geceleyin
alınabilmelerinin nedenidir; radyo dalgaları
iyonosferden yansırlar ve yere dönerler.
Yıldızlararası ortam, galaksiyi dolduran bir büyük
iyonosfer olarak düşünülebilir. Yaklaşık bir
kilohertz’in altındaki frekanslı radyo dalgaları
(300 kilometreden daha büyük dalga boyu) bizim
galaksimizin içine giremez. Bir kilohertz’in
altındaki bir radyo astronomisi galaksimizin içinde
sonsuza dek olanaksızdır. Evren şimdiki yaşının 25
katı civarında olduğunda, Mikrodalga Arkaplan bu
dalga boyunun ötesine uzanacak ve galaksinin
yaşayanlarına tespit edilemez olacaktır. Buna rağmen
bugünün kozmolojistlerine çok kullanışlı bilgi
sağlayan bu arkaplan radyasyonundaki çözümü zor
modeller, üzerinde çalışılmak için çok sessiz
kalacaklardır.
Yanıp, Yok Olmak
Kimyasal elementlerin miktarlarının
gözlemleri kozmolojistleri Big Bang bilgisinin uzak
geleceğine yönlendirir mi? Cevap muhtemelen bir kez
daha hayırdır. Big Bang Nükleosentezi’ni
derinlemesine araştırma kabiliyetimizdeki problem,
döteryum ve helyum miktarlarının 14 milyar sene önce
üretildiklerinden beri çok fazla değişim
geçirmediklerine dayanmaktadır. Örneğin erken
evrende üretilen helyum, toplam maddenin yüzde
24’ünü oluşturur. Yıldızlar birleşme (füzyon)
reaksiyonlarında şüphesiz olarak helyum üretseler
de; onlar bu miktarı artık azıcık yüzdeden daha
fazlasına yükseltmişlerdir. Ann Arbor’daki Michigan
Üniversitesi’nden astronomlar Fred Adams ve Gregory
Laughlin, bu çok küçük miktarın yıldızların pek çok
jenerasyonlarından sonra yüzde 60’a kadar
artabileceğini ileri sürdüler. Uzak gelecekteki bir
gözlemci, başlangıçtan beri var olan helyumu
yıldızların daha sonraki jenerasyonlarında üretilen
helyum tarafından aşırı miktara dönüştürülmüş olarak
bulacaktır.
Şu anda Big Bang Nükleosentezi’nin en
temiz olan derinlemesine araştırması döteryumun
miktarıdır. Başlangıçtan beri var olan döteryum
miktarının en iyi ölçümleri; kara delikler
tarafından güçlendiği düşünülen aşırı miktarda uzak
ve aydınlık yol gösteren sinyaller ve galaksi
dışındaki yıldızsı gökcisimleri tarafından arkadan
aydınlatılmış hidrojen bulutlarının gözlemlerinden
gelmektedir.
Fakat, evrenin uzak geleceğinde hem
bu hidrojen bulutları hem de galaksi dışındaki
yıldızsı gökcisimleri olay ufkunun ötesine geçmiş
ve görünümden sonsuza kadar kaybolmuş olacaklardır.
Yalnızca Galaktik Döteryum gözlemlenebilir
olabilir. Fakat yıldızlar döteryuma zarar
vereceklerdir ve azı ayakta kalacaktır. Geleceğin
astronomları döteryumu gözlemleseler bile; onu Big
Bang’e bağlamayabilirler.Bugün gözlemlenmiş
döteryumun en azından bir kısmının muhtemel kaynağı
olan yüksek-enerji kozmik ışınları içeren nükleer
reaksiyonlar daha inandırıcı olabilirler. Hafif
elementlerin gözlemsel miktarı hararetli Big Bang
için herhangi direkt bir kanıt sağlamayacaksa da; o
herşeye rağmen gelecek kozmolojinin bir asır önceki
asılsız kozmolojisinden farklı bir bakış açısı
gösterecektir.
Nükleer fiziğin bilgisini geliştiren
astronomlar ve fizikçiler, yıldızların nükleer
yakıtı yaktıklarının doğru kararına varacaklardır.
Eğer daha sonra (doğru olmayan bir şekilde)
gözlemledikleri bütün helyumun daha önceki
jenerasyonda üretilmiş olduğunun sonucuna
varırlarsa; evrenin yaşı üzerindeki daha yüksek
limiti koyabileceklerdir. Bu bilimadamları böylece
doğru olarak galaktik evrenin ebedi olmadığını fakat
sonu olan bir yaşa sahip olduğunun sonucunu
çıkaracaklardır. Buna rağmen gözlemledikleri
maddenin orijini esrarengizlikte saklı kalacaktır.
KARANLIĞA GEÇMEK
ŞİMDİ
5
MİLYAR SENE SONRA
100 MİLYAR SENE SONRA
100 TRİLYON SENE SONRA
ŞİMDİ:
Samanyolu galaksimiz kendi
komşularının içine karışıp kayboldukça ve uzak
galaksiler gözden kayboldukça dramatik bir biçimde
Dünyadaki gece gökyüzü değişecektir (geriye
kaldığını düşünürsek).
Gökyüzünde bir taraftan öbür tarafa
genişleyen dağılmış frekans bandı Samanyolunun
diskidir. Andromeda ve Magellan bulutları gibi
yakındaki birkaç galaksi çıplak göze
görünebilir.Teleskoplar milyarlarca daha fazlasını
gözler önüne sererler.
5 MİLYAR SENE SONRA:
Andromeda bize doğru ilerlemektedir,
şimdi neredeyse bütün gökyüzünü kaplamıştır. Güneş
dev gibi olan kırmızı boyuta genişler, sonra da
Dünyaya iç açıcı olmayan bir hayat vererek tamamen
yanıp, kendi kendini söndürür.
100 MİLYAR SENE SONRA:
Samanyolunun takipçisi topa benzer
bir süpergalaksidir ve Dünya kendi uzak civarında
bozulmuş bir halde dalgalanabilir. Diğer galaksiler
görüntüden kaybolmuştur.
100 TRİLYON SENE SONRA:
Son yıldızlar yanıp yok olurlar.
Belirsiz bir biçimde ışıldayan kara deliklerden ve
medeniyetlerin herhangi yapay olarak uydurduğu bir
ışıklandırmayı bir kenara bırakırsak, evren kararır.
Galaksi daha sonra kara deliğin içerisine çöker.
KOZMİK AŞAMALAR:
*10 üzeri eksi 30 saniye: Kozmik
Şişme oluşmuştur.
*100 saniye: Döteryum ve helyum
yaratılmıştır.
*400,000 sene: Mikrodalga Arkaplan
açığa çıkmıştır.
*8 Milyar Sene: Genişleme hızlanmaya
başlar.
*13.7 Milyar Sene: Bugün
*20 Milyar Sene: Samanyolu ve
Andromeda çarpışır.
*100 Milyar Sene: Bütün diğer
galaksiler gözle görülmez olur.
*1 Trilyon Sene: Başlangıçtan beri
var olan izotoplar kaybolmuşlardır veya
seyreltilmişlerdir (dilüe edilmişlerdir).
*100 Trilyon Sene: Son yıldız yanıp,
yok olur.
Genişleyen evreni ve buna bağlı
olarak da Big Bang’i tahmin eden Einstein’ın
İzafiyet Teorisi olarak adlandırılana, yani bu
makaleyle başladığımız fikre ne dersiniz? Evrenin
uzak geleceğinde ikamet edenler kendi güneş
sistemlerindeki yerçekiminin hassas ölçümlerinden
Genel İzafiyet Teorisi’ni keşfedebilmeliler. Fakat
Big Bang’in sonucunu çıkarmak için bu teoriyi
kullanmak geniş ölçüde evrenin yapısı hakkındaki
gözlemlere dayanmaktadır. Einstein’ın teorisi
genişleyen evreni yalnızca evren homojense tahmin
etmektedir. Neslimizden olanların gözden geçireceği
evren homojen olmaktan çok uzak olacaktır. Muazzam
boşluğun içine gömülmüş bir yıldızlar adasından
oluşacaktır. Aslına bakılırsa o; de Sitter’ın ada
evrenine benzerlik gösterecektir. Gözlemlenebilir
evrenin en uzak geleceği olan bir kara deliğin içine
çökme, aslında uzak gelecekte galaksimize tam olarak
olacak olan şeydir.
Boş Yerde Tek Başına
Neslimizden gelenlerin genişleyen
evreni algılamalarının başka bir yolu yok mudur?
Hızlanmanın sahte etkisi gerçeği söylemek gerekirse
bizim gözlemsel ufkumuzun içerisinde, en azından
Genel İzafiyetle ilgili şimdiki anlayışımıza göre,
aynen kalacaktır. Kara Deliğin olay ufkunun
radyasyonunu dışarı verdiği gibi; bizim kozmolojik
olay ufkumuz da aynı şeyi yapacaktır. Fakat bu
radyasyonla ilgili olan derece, yaklaşık 10-30
kelvin, ölçülemez bir şekilde azdır. Astronomlar onu
belirleseler bile; muhtemelen onu gürültünün çok
daha geniş, diğer yerel kaynağına dayandırırlar.
Bir şeyi başarma tutkusuyla yanıp
tutuşan geleceğin gözlemcileri süpergalaksiyi
kurtaran insansız uzay roketini de gönderebilirlerdi
ve mümkün bir kozmik genişlemeyi ortaya çıkartmak
için bir dayanak noktası olarak hizmet
edebilirlerdi. Böyle yapılarak onun ortaya çıkıp
çıkmaması muhtemel olmayan olarak gözüküyor. Fakat
herhangi bir olayda insansız uzay roketinin
genişlemenin gözle görülür bir şekilde hızlılığı
etkilediği noktaya erişmesi en azından milyarlarca
seneyi bulurdu ve insansız uzay roketinin o kadar
büyük uzaklıktan kendini yapanlarla haberleşmeye
tekrar yardım etmesi için o yıldızınkine benzer bir
enerji çıktısına ihtiyacı olabilirdi. En azından
kendi deneyimimiz buna herhangi bir örnekse,
geleceğin bilime kaynak yaratan kurumlarının böyle
bir ‘belirsiz denemeyi’ desteklemelerinin ihtimali
de yoktur.Bu sebeple geleceğin gözlemcileri, sonunda
evrenin Kozmolojik Sabitenin ürettiği başı ve sonu
olmayan bir genişlemeyle sona ermesindense; yeri
belirlenmiş bir Büyük Çatırtı’yla sona
ereceğinin muhtemel olduğunu tahmin
ediyorlar.Limitli evrenleri inilti yerine, bir
gürültüyle sona erecek. Biz merhametsiz şekilde çok
garip bir neticeye doğru yönlendirildik. Akıllı
gözlemciler süresince genişleyen evrenimizin gerçek
doğasının ortaya çıkartılabildiği pencere aslında
çok dar olabilir. Bazı medeniyetler derin tarihsel
arşivlerle süregelebilirler ve eğer milyarlarca
sene savaşlar, süpernova, kara delikler ve sayısız
diğer tehlikelere dayanabilirse bu makale bir
tanesinde gözükebilir. İnanıp inanmayacakları ise
başka bir soru. Böyle arşivlere sahip olmayan
medeniyetler Big Bang’den sonsuza dek habersiz,
kaderine terk edilmiş olarak arta kalabilirler.
Şimdiki evren neden bu kadar özel?
Pek çok araştırmacı hayatın var oluşunun şimdiki
zamanla bağlantılı olan raslantılarının denk
gelmesini açıklayabilen seçili etkiyi ispatlamaya
çalıştı [George Gale’in SCIENTIFIC AMERICAN Aralık
1981’de yazılmış “Antropik Prensip’’ adlı makalesine
bakın]. Çalışmamızdan farklı dersler almaktayız. İlk
olarak bu, evren hakkındaki bilginin hızlanan
genişlemeden muhtemelen bütünüyle kaybolduğu ilk
sefer olmayacaktır. Çok erken evrende eğer bir
şişme devresi oluştuysa; bu durumda bu çağdaki hızlı
genişleme şimdiki gözlemlenebilir olan evrenimizden
önce var olan madde ve enerjinin neredeyse bütün
detaylarını uzaklaştırmıştır. Gerçeği söylemek
gerekirse, şişme modellerinin orijinal
motivasyonlarından bir tanesi de evrenin çoklukta
daha önceden var olmuş olabilecek manyetik tek
kutuplar gibi rahatsız edici olan kozmolojik
objelerden kurtulmasıdır. Daha da önemlisi; Big
Bang’in gözlemsel desteklerinin hepsinin
saptanabilir olduğu bir zamanda yaşamakla kesinlikle
şanslı olsak da; bugün evrenin diğer önemli
durumlarının gözlemlenemediğini kolayca kafamızda
canlandırabiliriz. Şimdiye kadar ne kaybettik?
Halimizden memnun olmaktansa, alçak gönüllü
olmalıyız. Belki bir gün şimdiki dikkatli ve
görünüşte eksiksiz olan evren anlayışımızın ciddi
bir şekilde eksik olduğunu keşfedeceğiz.
|