Essalâtü
vesselâmü aleyke YÂ RESÛLALLÂH
Essalâtü vesselâmü aleyke YÂ
HABÎBALLÂH
Allahümme sâlli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âlihi ve
sahbihi ve sellim.
Hz. Ebu Hüreyre
radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: "Beni İsrail'de birbirine zıd
maksad güden iki kişi vardı: Biri günahkârdı, diğeri de
ibadette gayret gösteriyordu. Abid olan, diğerine günah
işlerken rastlardı da: "Vazgeç!" derdi. Bir gün, yine
onu günah üzerinde yakaladı. Yine, "vazgeç" dedi. Öbürü:
"Beni Allah'la
başbaşa bırak. Sen benim başıma müfettiş misin?" dedi.
Öbürü: "Vallahi Allah seni mağfiret etmez. Veya: "Allah
seni cennetine koymaz!" dedi. Bunun üzerine Allah
ikisinin de ruhlarını kabzetti. Bunlar Rabülâleminin
huzurunda bir araya geldiler. Allah Teâla Hazretleri
ibadette gayret edene: "Sen benim elimdekine kadir
misin?" dedi. Günahkâra da dönerek: "Git, rahmetimle
cennete gir!" buyurdu. Diğeri için de: "Bunu ateşe
götürün!" emretti." (Kütüb-i Sitte)
***
“Sen benim
elimdekine kadir misin?”!
Huuu!
Bu soruya,
inanan, aklı başında herkes: “Haşa, Sen Alemlerin yegâne
Rabbisin. Vahid’ül ahadsın. Senin ortağın var mi ki
Kadir ismine ortak olsun, hükmetsin? Kadir de Sensin,
Hakim de Sensin!. Bize bildirilen ve bildirilmeyen güzel
isimlerine ortak var mı ki? Mülkün yegâne sahibi Sensin,
dilediğini yaparsın. Sübhansın Yarabbi!” diyecektir.
Peki, bu idrakla
ve bu ahlakla mı yaşıyoruz? Kınarken, hüküm verirken,
hatta iyi amellerde bulunurken, Allah’ın hangi
isimlerini örttüğümüzün farkına varıyor muyuz? Yoksa
“Hüküm Allah’ındır. O, her şeye kadirdir, dilediğini
yapar” deyip teslimiyet mi gösteriyoruz?
Hadis-i şerifte
görülüyor ki, amele bakıp sebep sonuç ilişkisi
kurmak, çıkarım yapmak, akıl yürütmek, işi Allah’a değil
de amele bağlamak, nefse zulmetmektir. Sonuç: Nâr!
Kulun işine
karışmak, onda tasarruf eden Allah olduğu için Allah’ın
işine karışmaktır. Elbette ki böyle bir şey hakikâtte
mümkün değil. Karıştığını zanneden, mesela hadis-i
şerifteki gibi, Allahu Teala’nın Kadir ismini örtmüş
olarak, onca ibadetine ve belki yaptığı iyiliklere,
infaklara rağmen kendini ateşte bulur! Neden? Çünkü
Allah’ın bazı isimlerini örtmüştür. Örtmenin diğer adı
küfürdür. Ve Allah’ın bildirmesiyle biliyoruz ki küfür
ehli ateş ehlidir.
Kul günah işler
ve tevbe eder de Allah’ın nice güzel isimlerine mazhar
olur! Çünkü Allah (c.c)
Gaffâr, Gafûr, Afüv, Lâtif, Kerim, Raûf ve Tevvab’dır.
Müslim'de Ebu
Hüreyre'nin bir rivayeti şöyledir: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Nefsim kudret
elinde olan Zât'a yemin ederim ki, eğer siz hiç günah
işlemeseniz, Allah sizi toptan helak eder; günah
işleyen, arkadan da istiğfar eden bir kavim yaratır ve
onları mağfiret ederdi."
Allah’ın
mağfiretinde bizim bir tasarrufumuz yoktur.
Umulur ki mağfiret edilenlerden olalım. Yalnızca, O’nun
bildirmesi ile biliriz ki O mağfiret edicidir. Dilerse,
bağışlar. Kim Allah’ın dilemesine, Afüv isminin, Gafur
isminin, Gaffar isminin tecellisine mani olabilir?
El- Mani de O’dur! “Nereye
dönerseniz Allah'ın yüzü işte oradadır.”.
(Bakara-115)
Huuuu!
Allah’tan
mağfiret dilemek niye önemlidir?
İnsanların günah
işlerken daima mazeretleri vardır. Uyanamadım,
sabah namazını kaçırdım; dizi izlemeye dalmışım, akşamı
da kaçırdım, dilimi tutamadım dedikodu yaptım vs...
Aslında iş döner dolaşır, hep nefse gelir dayanır. İnsan
nefsinin hevasına uymuştur, öyle veya böyle...Ama
kuldur. Ve eğitime muhtaç bir nefis sahibidir.
Rububiyet gereği böyle olur (1). Yani,
mazeret sistemin bir parçası ve gereğidir. Kulluk
icabıdır. O mazeretler olmasa hiçbirimiz günah
işlemezdik. Allah da bizi toptan yok eder, yerimize
istiğfar eden bir toplum getirirdi!. Öyleyse, mazeret
vardır! Allah’ın rahmeti geniştir. Mazeret varsa,
mağfiret de vardır!
Mağfiret
dilemeyen, istiğfar etmeyip, işi amele ve ibadete
bağlayan Allah’ın başta
Gaffar, Gafur, Afüv, Kerim, Rauf ve Tevvab isimlerini
örtmüş olur.
"Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdu ki: "Nefsim elinde
bulunan Zat-ı Zülcelâl'e yemin olsun ki, günah
işlemediğiniz takdirde ondan daha büyük olan ucb'e
düşeceğinizden korkarım”
Mağfiret
dilemeden yapılan ibadet ve iyi ameller, gelir gelir
küfür duvarına dayanır: Amele ve ibadete
güvenmek! Oysaki “Müminler
yalnız Allah'a dayansınlar!”. (Maide-11)
“Allahümme, mağfiretüke evseu min zünûbî ve rahmetüke
ercâ indî min amelî! (Hâkim,
el-Müstedrek.) Allahım,
senin mağfiretin, benim günahlarımdan daha geniştir.
Rahmetin ise amelimden daha ümit vericidir.”
Dünya ahiretin
tarlasıdır; lakin bu “amelinize güvenin, size
amelinizden başka fayda yok” demek değildir. Mademki
dünya tarla ve “İnsan için yaptıklarının sonuçlarından
başka bir şey yok”, öyleyse ne ektiğimize dikkât
etmeliyiz. Tarlaya amel eken, amel biçer. İstiğfar eken,
inşallah, mağfiret biçer. Akla uyup, yani vehme kapılıp,
her şeyi sebep sonuç ilişkisine bağlamanın en büyük
tehlikesi bunun amele güvenmeye yol açmasıdır. Bu ise
Allah’ın başta Gafur, Gaffar, Kerim, Afüv gibi
isimlerini örtmektir. “EkerseM, biçeriM”. Gizli
benlik! Ben ekerim, ben biçerim! Hani, Allah?
“Hiç kimse kendi ameliyle cennete giremez, Ben de
giremem, ama Rabbim Beni rahmetine gark etmiştir.” Hz.
Muhammed (s.a.v.)
Ya Gaffar, Ya
Afüv, Ya Gafur, Ya Kerim!
Kırk elli
senelik, altmış, yetmiş senelik, olmadı yüz senelik bir
ömrün amelinin karşılığı ne olabilir ki, Allah’ın lutfu
olmadan? Hepsi salih amel bile olsa, ki hadislerle sabit
bu mümkün değil, bir tarafta sayılı sene dünya hayatı,
diğer tarafta sonsuz hayat... Elli sene dünya hayatı
sonsuz hayatın karşılığı olabilir mi, eğer iş amelle
oluyorsa? Ya da dünya hayatıyla kaç sene sonsuzluğun
karşılığı olabilir? Sonsuzluğun karşılığı ancak
sonsuzluk olabilir! “Allah’tan geldik, Allah’a
dönücüyüz.” Elbette ki Allah hiçbir iyiliği karşılıksız
bırakmaz. Çünkü Allah’ın vaadi budur. Yaptığının yani
amel ve ibadetlerinin karşılığı herkese tastamam ödenir
ki bu dahi Allah’ın tasarrufundadır. Peki, dünya
hayatındaki salt amellerimizin karşılığı ne
tutar? Olsun olsun, Allah’ın keremiyle, bir bardak su!
Ya Cehennem kaç milyar hektarlık yangın yeridir? Kim
elinde bir bardak su ile o yangından çıkabilir? “De
ki: "Bize hiçbir zaman Allah'ın yazdığından başkası
ulaşmaz.
O, bizim Mevlamızdır ve mü'minler onun için yalnız
Allah'a dayanıp güvensinler!" (Tevbe-51).
Ameline güvenene amelinin karşılığı verilir de, ameliyle
başbaşa kalır. “Öyle
bir günden korkun ki, kimse başka birinin yerine bir şey
ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, ona şefaat fayda
vermez ve hiç bir taraftan yardım da görmezler.”(Bakara-123)
Allah’a güvenen de öyle mi? “Hayır!
Kim samimi olarak yüzünü Allah'a tertemiz teslim ederse,
işte onun Rabbi katında mükafatı vardır. Onlara bir
korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.”
(Bakara-112)
Teslimiyet, teslimiyet, teslimiyet!
Allah ahlakıyla
ahlaklanmaya çalışırken, bunun gereği olarak iyi
amellerde bulunmak Allah’ın güzel isimlerine ayna olmak
içindir. Gaye “amel biriktirmek” veya ameller arasında
neden sonuç ilişkisi kurup hüküm vermek değil. Efal
alemini oluşturan ameller, sonuçta yine Esma’nın
tecellisidir. Allah’ın isimlerinin tecellisine
nedensellik olmaz. Zât, akla gelebilecek her
şeyden münezzeh olduğu gibi, sebep sonuç ilişkisinden de
münezzehtir. Ateş yakar diye biliyoruz! Ne oldu?
İbrahim Nebi’yi (a.s.) yakabildi mi? Yakmaya “sebep”
ateş, yanmak “sonucunu” meydana getiremedi. Ateş nedir
ki? Allah celaliyle tecelli etmek diler de yakar. İster
ateşle yakar, ister suyla… Selam’ıyla tecelli eder ateşe
de, ateş esenlik oluverir. Allah dilemedikçe ne ateş
yakar, ne su söndürür. “Allah bana yeter” diyen, her
sebebin arkasında faili Hakk bilen, O’na teslim olandır.
O yüzden
ektiğimi biçerim, ekmezsem biçmem yerine, Allah’tan
mağfiret dilemek ve illa Hükmün Sahibine teslim olmak
gerekir. Bütün Ehlullah “havf ve reca” yolunu tutmuş ve
tavsiye etmiş. Neden önemlidir havf ve reca? Çünkü Allah
öncelikle bizden bildirdiklerini tasdik etmemizi,
böylece inananlardan olmamızı istiyor. Ne bildiriyor
Allah? “De ki: "Ey kendi
aleyhlerine haddi aşmış kullarım, Allah'ın rahmetinden
ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar.
Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir."
(Zümer-53).
Kur’an’ı tasdik etmek, Allah’tan hiçbir vakit ümidi
kesmemeyi gerektirir. Ancak yine Allah buyuruyor ki “Görmedin
mi göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler güneş, ay,
yıldızlar, dağlar, ağaçlar, bütün hayvanlar ve
insanlardan birçoğu hep Allah'a secde ediyorlar. Bir
çoğunun üzerine de azap hak olmuştur. Allah her kimi
de hakir ve zelil ederse artık ona ikram edecek yoktur.
Şüphesiz Allah,
dilediğini yapar.
” (Hacc-18). “Öyle,
Allah ne dilerse yapar." (Ali İmran-40)
Mademki Allah dilediğini şartsız yapıyor, biz
asla O’nun dileğinden ve hükmünden emin olamayız. O’nun
ne dilediğini O bildirmeksizin bilmek mümkün değildir.
Biz Allah’ın ilmini topyekün bilebilir miyiz? Haşa, ne
O’nun dengi vardır, ne de O’nun ilmine bir sınır! Emin
olmak hüküm vermektir ki ayetle sabit “İyi bilin ki,
hüküm O'nundur “ (Enam-62). Hükmü değiştirecek de
yoktur. “De
ki: "Eğer Allah size bir kötülük dilese, sizi Allah'tan
koruyacak kimdir? Yahut size bir rahmet dilese buna
engel olacak kimdir?" Onlar kendilerine Allah'tan
başka hiçbir dost ve hiçbir yardımcı bulamazlar.
” (Ahzab-17)
Lâ havle velâ
kuvvete illâ billâh!
Nefsin öyle
oyunları vardır ki insanın Ruh’u duymaz! İlim
öğreniyorum diye insan sebeplere yapışır kalır da
Hakk’tan uzaklaştığını, surette kaldığını
anlamaz. Sebepte kalan bilmeli ki sebebin de sebebi
vardır! Onun için:
İlim ilim
bilmektir
İlim kendin
bilmektir
Sen kendini
bilmezsen
Ya nice
okumaktır.
(Yunus)
İlim, Cân
ilmidir!
“Akli bahis, inci ve mercan bile olsa can bahsi, başka
bir bahistir. Can bahsi başka bir makamdır, can
şarabının başka bir kıvamı vardır. Akıl bahisleri hüküm
sürdüğü sırada Ömer’le Ebülhakem sırdaştı. Fakat Ömer,
akıl aleminden can alemine gelince can bahsinde
Ebülhakem, Ebucehil oldu. Ebucehil, cana nispetle esasen
cahil olmakla beraber his ve akıl bakımından kamildi.
Akıl ve bahsi,
bil ki eser, yahut sebeptir
(onunla müessir ve müsebbip anlaşılır). Can bahsi ise
büsbütün şaşılacak bir şeydir.”
(Hz. Mevlana / Mesnevi)
İblis de
Allah’ın faili mutlak olduğunu biliyordu. Ama “ben
nefsime zulmettim” diyemediği için Allah’ın affedici,
mağfiret edici isimlerine mazhar olamadı. Adem
Aleyhisselam da Allah’ın faili mutlak olduğunu
biliyordu. Ancak O hatayı kendine nisbet ederek Allah’ın
isimlerine tam ayna oldu. Mesnevi de şöyle geçer: “....Günah
ettiği halde edebe riayet ederek Allah’a isnad etmedi.
Allah’ın halk ettiğini gizledi. O suçu kendine
atfettiğinden ihsana nail oldu. Adem, tevbe ettikten
sonra Allah, “Ey Adem! O suçu, o mihnetleri, sende Ben
yaratmadım mı?” O benim takdirim, benim kazam değil
miydi; özür getirirken niye onu gizledin?” dedi. Adem
“Korktum, edebi terk etmedim” deyince Allah, “İşte ben
de onun için seni kayırdım” dedi“
Edep ehli
ilimden hâlî olmaz / Edepsiz ilim okuyan âlim olmaz.
***
Allah’ım,
Göz, Seni aramaktan yorgun düştü...
Nerdesin?
Biliyorum, lâmekânsın ama nerdesin? “Canında bul”
diyorlar... Ben bulamadım canımda, Canansızım...
Nerdesin? Ben, bir şey anlamadım bu candan... Ölsem
peki, kavuşur muyuz? Al öyleyse canımı, bekletme!
Demek, engelimiz Can’dır!... Vay düşman! Ama bulanlar,
“canında bul” diyorlar! Can giderse elden nasıl
kavuşuruz? Huuu... Seni Can’da bulmayana demek ölmek
bile kâr etmiyor! “Ölen hayvân imiş!” Demek, ille CAN
gerek!..
Seni nerde bulayım, kimden sorayım diye diye dolanırken
şarkı takıldı dilime:
“Gönlümün
içindedir
Gözden ırak sevgilim
Çekilmez biçimdedir
Bu iftirak
(ayrılık) sevgilim
Gözüm yolda,
gönlüm sende
Tahammül kalmadı bende
Yok mu acep bir bilen de
Seni nerde
bulayım
Gökte mi yerde misin
Ya kimlerden sorayım
Sonsuz seferde misin
Sanma ki
cefasızım
Aşkımda vefasızım
Sana ilk sözümdeyim sevgilim
Ahdımda riyasızım sevgilim “
(Vecdi Bingöl)
“Ben sizin
Rabbiniz değil miyim?“ (Ar’af-172)
Belâ!
Vâllâhi Belâ..
Sana aşkında vefalı, ahdında riyasız, ilk sözünde “Belâ”
ve Sen’den başkasına bel bağlamamış olarak dönmeyi nasip
eyle, Yâ Sevgili!
***
Dipnot:
(1)
Niçin Rububiyet gereği:
Hz.
Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm (bir hadis-i kudsi'de) Rabbinden
naklen buyururlar ki: "Bir kul günah işledi ve: "Ya
Rabbi günahımı affet!" dedi. Hak Teâla da: "Kulum bir
günah işledi; arkadan bildi ki günahları affeden veya
günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır." Sonra
kul dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim günahımı
affet!" der. Alllah Teâla Hazretleri de: "Kulum bir
günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah
sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır." Sonra kul
dönüp tekrar günah işler ve: "Ey Rabbim beni affeyle!"
der. Allah Teâla da: "Kulum günah işledi ve bildi ki,
günahı affeden veya günah sebebiyle muâhaze eden bir
Rabbi olduğunu bildi. Dilediğini yap, ben seni
affettim!" buyurdu." Buhari, Tevhid 35; Müslim, Tevbe
29, (2758). |