Osmanlı’nın, ilmî ve teknolojik gelişiminin
durmasında; bu sahadaki gelişmeleri takipte Batıdan
geri kalmasının müessir olduğu kısmen doğru olmakla
birlikte, büsbütün de gerçeği yansıtmamaktadır. Zira
Osmanlı’nın son devirlerinde bile, gücü yettiği
nispette Batıdaki ilmî ve teknolojik icat ve
keşifleri izlediği bir tarafa; hatta öncülük dâhi
ettiğini gösteren hâdiselere şahit olmaktayız. Bu
mevzuda henüz sağlıklı bir yaklaşım sergilediğimiz
söylenemez. Bunun en tipik misallerinden biri de,
“Osmanlı’ya matbaanın girişi” meselesidir. Batı
karşısında topyekûn geri kalışımızın en esaslı
gerekçesi olarak hep “matbaanın Osmanlı’ya geç
geldiği” tezi öne sürülmüştür.
Şimdiye değin bu görüş sahipleri, Osmanlı’nın
ilmî-teknolojik alanda Batıdaki gelişmelere ayak
uyduramayıp bağnazlığa saplanmasında ve matbaanın
ülkeye geç girişinde; pâdişahların, ulemânın,
hattatların şahsında lonca teşkilâtının ve nihayet
dinî taassubun fevkalâde menfî bir rol oynadığını
iddia ede gelmişlerdir. İşte, “Osmanlı’ya matbaanın
gelişi” etrafında zihinleri kurcalayan ve dillere
pelesenk olan tartışmalı mevzular ve tarihî
kaynaklar ışığında bunların cevapları:
Matbaanın Ser-encâmı ve Hattatlar:
Osmanlı Devleti’ne matbaa 1727 yılında değil, daha
erken tarihlerde gelmiştir. Müslümanların eserlerini
bastıkları ilk resmî matbaanın tarihi 1727’dir.
Ancak Yahudiler 1488’den, Ermeniler 1567’den ve
Rumlar da 1627’den itibaren matbaalarını
kurmuşlardı. Hatta II. Bayezid zamanında 19, Yavuz
Sultan Selim zamanında 33 kitap basılmıştır. Bu
kitapların üzerinde, “II. Bayezid’in himâyelerinde
basılmıştır.” ibâresi yer almaktadır. III. Murad,
Arap harfleriyle basılan geometriye dâir
“Usulü’l-Oklidis” kitabının serbestçe satılması için
1588 tarihli fermanla izin ve müsaade vermiştir.
IV. Murad zamanında İstanbul’da bir matbaa kurulması
için izin istendiğini ve bu iznin verildiğini
Mustafa Nuri Paşa kaydederken, Enderun Tarihçisi Atâ
da, ilk resmî matbaa teşebbüslerinin IV. Mehmed
zamanında başladığını ve ancak neticeye 1727 yılında
ulaşıldığını anlatmaktadır. İlk matbaa IV. Mehmed
(1648-1687) devrinde, yani İbrahim Müteferrika’nın
matbaasından yaklaşık bir asır evvel kurulmuş ve
bazı kitaplar da basılmıştır; lâkin harfleri
hakkıyla tanzim edilmediğinden devam
ettirilememiştir. Bu bilgiler, Osmanlı
padişahlarının matbaa aleyhinde oldukları görüşünü
reddetmektedir. O halde, Osmanlı Devleti’ndeki
matbaanın değil, belki resmî matbaanın kuruluşunun
tarihi 1727’dir. Yoksa matbaa, Avrupa’da Gutenberg
tarafından 1455’te kurulan müesseseden 33 yıl sonra
Osmanlı ülkesine girmiş ve çok sayıda kitap da
basılmıştır.
Osmanlı Devleti, gerileme ve duraklama devrine
girince, matbaadan yeterince yararlanamamıştır ki;
maalesef bu konuda Osmanlı’daki esnaf teşkilatı
loncaların ve bunlara bağlı hattatların menfî
anlamda rolleri olmuştur. Kont Marsigli, 1727’de
İstanbul’da 90 bin hattatın bulunduğunu
söylemektedir ki; yarısı bile doğru kabul edilse,
yine de büyük bir rakamdır. Bunlara bağlı olarak
sahaflar, kalemciler, mücellitler, divitçiler ve
benzeri esnafın baskısı da, resmî matbaanın
gecikmesinde önemli rol oynamıştır. Marsigli’nin şu
cümleleri bunu teyit etmektedir: “Gerçekten Türkler,
kendi kitaplarını bastırmazlar. Zannedildiği gibi,
matbaanın onlar için yasak bir iş olduğundan ileri
geldiği kesinlikle doğru değildir.”
Devlet ve ulemâ engel miydi?
Şu halde, matbaanın resmen kurulmasının gecikmesini;
pâdişahlara, ulemâya (din adamları) ve dinî taassuba
bağlamak yanlış olur. Matbaanın câiz olmadığını
iddiâ eden bazı âlimlerin çıkmış olması da
mümkündür; fakat aynı hâdise Avrupa’da da
yaşanmıştır. Papa Alexandre VI, 1501’de yayınladığı
emirnâmeyle ruhsatsız yayınlanan kitapların
yakılmasını emrettiği gibi, Fransız Kralı II. Henri
de, ruhsatsız kitap basanları idamla tehdit
etmiştir.
Matbaanın kurulması için dinen ve aklen hiçbir
engelin bulunmadığını açıklayan layiha üzerine,
mesele Şeyhülislâm Abdullah Efendi’ye sorulmuş, o da
müsbet cevap vermiştir. Bu fetvadan sonra Temmuz
1727 tarihli padişah fermanı çıkmış ve kurulan
matbaada ilk olarak 1729’da Vankulu Lügati
basılmıştır. Fermanda şimdilik tefsir, hadis, fıkıh
ve kelâm kitaplarının basılmayacağı da
belirtilmiştir. Matbaanın geç gelmesinde ulemanın
hiçbir tesiri (Bunu ilk ortaya atanlar, Karacson ve
Szézarnak adlı iki Katolik Macar’dır.) olmadığını
Niyazi Berkes şöyle izah etmiştir: “Ulemadan böyle
bir direnme geldiğini gösteren hiçbir delil yoktur.
Şeyhülislâm Abdullah Efendi fetvayı hemen vermiş;
ulemadan on bir kişi ilk kitabın başına “takrizler”
yazmışlardır. Bunlarda kitap basmanın şeriata
aykırılığından hiç söz edilmemiştir.”
Zannedildiğinin aksine ulema, bu ve benzeri pek çok
yeniliğin girmesinde engelleyici değil, teşvik edici
bir rol oynamış ve toplum bünyesinden (loncalar
gibi) gelebilecek farklı tepkilerin önünü alıp
yumuşatma vazifesi görmüştür. Esasen Müteferrika da
ulemadan değil, halkın tepkisinden çekinmiş ve fetva
alarak bu tepkiye karşı bir kalkan yapmak
istemiştir.
Dinî taassup yalanı ve gerçekler Dolayısıyla, ne
Şeyhülislâm ve din adamları, ne de pâdişah
yasaklayıcı ve engelleyici bir mevkîde yer
almamıştır. Müteferrika’nın fetva istediği dilekçe,
“Biz tefsir, kelâm ve fıkıh kitapları dışındakileri
basmak istiyoruz” şeklinde gelince; fetva ve ferman
da ona göre çıkmıştır; yoksa herhangi bir yasaklama
kesinlikle mevzu bahis olamaz. Son tahlilde
matbaanın geç gelmesi katiyen dinî bir mesele
değildir ve bu mesele, teknik, ekonomik ve siyasî
problemlerimizden ayrı ele alınamayacağı gibi,
içtimaî karakterimize ilişkin kökleri de göz ardı
edilemez. Bu hususta en ihatâlı ve isabetli
tespitleri Osmanlı Tarihçisi Ahmet Cevdet Paşa serd
etmiştir: “Matbaa yeni bulunmuş bir gezegen gibidir.
Bunun ışığı Şark’a oldukça geç ulaşmıştır. Çünkü
vakit ve hâl; yani dönemin şartları, bunu
gerektirmiştir. O dönemde matbaa henüz Avrupa’da
bile tam olarak kabul görmüş değildi. Hem zaten o
zamanlar, Avrupalılar ile pek içli dışlı;
ilişkilerimiz yeterince kuvvetli değildi.”
Kaynaklar:
1)Küçük Çelebizâde, Tarih, c.6, İst.1287, s.470-473;
2)Tayyarzâde Ahmed Atâ, Tarih-i Atâ, c.1, İst.1293,
s.157-158; 3)Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c.1,
İst.1885, s.60-62; 4)İsmail Hakkı Uzunçarşılı,
Osmanlı Tarihi, c.4, K.1, Ank.1982, s.158-162; 5)Mahmud
Gündüz, “Matbaanın Tarihçesi ve İlk Kur’ân-ı Kerim
Basmaları”, Vakıflar Dergisi, c.12, Ank.1978,
s.335-350; 6)Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma,
Ank.1973, s.53,57; 7)Berkes, “İlk Türk Matbaası
Kurucusunun Dinî ve Fikrî Kimliği”, Belleten, c.26,
Sayı:104(1962), s.724-736; 8)Ahmet Akgündüz, Sait
Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, İst.1999, s.212-214;
9)Mustafa Armağan, “Ah Bir Matbaa Erken Gelseydi!”,
Tarih ve Düşünce Dergisi, Haz.-Tem.2003, Sayı:40.
|