Matbaa ve Devleti Aliye
Tabip Dr. Mevlüt Katırcı
 

Osmanlı’nın, ilmî ve teknolojik gelişiminin durmasında; bu sahadaki gelişmeleri takipte Batıdan geri kalmasının müessir olduğu kısmen doğru olmakla birlikte, büsbütün de gerçeği yansıtmamaktadır. Zira Osmanlı’nın son devirlerinde bile, gücü yettiği nispette Batıdaki ilmî ve teknolojik icat ve keşifleri izlediği bir tarafa; hatta öncülük dâhi ettiğini gösteren hâdiselere şahit olmaktayız. Bu mevzuda henüz sağlıklı bir yaklaşım sergilediğimiz söylenemez. Bunun en tipik misallerinden biri de, “Osmanlı’ya matbaanın girişi” meselesidir. Batı karşısında topyekûn geri kalışımızın en esaslı gerekçesi olarak hep “matbaanın Osmanlı’ya geç geldiği” tezi öne sürülmüştür.

Şimdiye değin bu görüş sahipleri, Osmanlı’nın ilmî-teknolojik alanda Batıdaki gelişmelere ayak uyduramayıp bağnazlığa saplanmasında ve matbaanın ülkeye geç girişinde; pâdişahların, ulemânın, hattatların şahsında lonca teşkilâtının ve nihayet dinî taassubun fevkalâde menfî bir rol oynadığını iddia ede gelmişlerdir. İşte, “Osmanlı’ya matbaanın gelişi” etrafında zihinleri kurcalayan ve dillere pelesenk olan tartışmalı mevzular ve tarihî kaynaklar ışığında bunların cevapları:

Matbaanın Ser-encâmı ve Hattatlar: Osmanlı Devleti’ne matbaa 1727 yılında değil, daha erken tarihlerde gelmiştir. Müslümanların eserlerini bastıkları ilk resmî matbaanın tarihi 1727’dir. Ancak Yahudiler 1488’den, Ermeniler 1567’den ve Rumlar da 1627’den itibaren matbaalarını kurmuşlardı. Hatta II. Bayezid zamanında 19, Yavuz Sultan Selim zamanında 33 kitap basılmıştır. Bu kitapların üzerinde, “II. Bayezid’in himâyelerinde basılmıştır.” ibâresi yer almaktadır. III. Murad, Arap harfleriyle basılan geometriye dâir “Usulü’l-Oklidis” kitabının serbestçe satılması için 1588 tarihli fermanla izin ve müsaade vermiştir.

IV. Murad zamanında İstanbul’da bir matbaa kurulması için izin istendiğini ve bu iznin verildiğini Mustafa Nuri Paşa kaydederken, Enderun Tarihçisi Atâ da, ilk resmî matbaa teşebbüslerinin IV. Mehmed zamanında başladığını ve ancak neticeye 1727 yılında ulaşıldığını anlatmaktadır. İlk matbaa IV. Mehmed (1648-1687) devrinde, yani İbrahim Müteferrika’nın matbaasından yaklaşık bir asır evvel kurulmuş ve bazı kitaplar da basılmıştır; lâkin harfleri hakkıyla tanzim edilmediğinden devam ettirilememiştir. Bu bilgiler, Osmanlı padişahlarının matbaa aleyhinde oldukları görüşünü reddetmektedir. O halde, Osmanlı Devleti’ndeki matbaanın değil, belki resmî matbaanın kuruluşunun tarihi 1727’dir. Yoksa matbaa, Avrupa’da Gutenberg tarafından 1455’te kurulan müesseseden 33 yıl sonra Osmanlı ülkesine girmiş ve çok sayıda kitap da basılmıştır.

Osmanlı Devleti, gerileme ve duraklama devrine girince, matbaadan yeterince yararlanamamıştır ki; maalesef bu konuda Osmanlı’daki esnaf teşkilatı loncaların ve bunlara bağlı hattatların menfî anlamda rolleri olmuştur. Kont Marsigli, 1727’de İstanbul’da 90 bin hattatın bulunduğunu söylemektedir ki; yarısı bile doğru kabul edilse, yine de büyük bir rakamdır. Bunlara bağlı olarak sahaflar, kalemciler, mücellitler, divitçiler ve benzeri esnafın baskısı da, resmî matbaanın gecikmesinde önemli rol oynamıştır. Marsigli’nin şu cümleleri bunu teyit etmektedir: “Gerçekten Türkler, kendi kitaplarını bastırmazlar. Zannedildiği gibi, matbaanın onlar için yasak bir iş olduğundan ileri geldiği kesinlikle doğru değildir.”

Devlet ve ulemâ engel miydi? Şu halde, matbaanın resmen kurulmasının gecikmesini; pâdişahlara, ulemâya (din adamları) ve dinî taassuba bağlamak yanlış olur. Matbaanın câiz olmadığını iddiâ eden bazı âlimlerin çıkmış olması da mümkündür; fakat aynı hâdise Avrupa’da da yaşanmıştır. Papa Alexandre VI, 1501’de yayınladığı emirnâmeyle ruhsatsız yayınlanan kitapların yakılmasını emrettiği gibi, Fransız Kralı II. Henri de, ruhsatsız kitap basanları idamla tehdit etmiştir.

Matbaanın kurulması için dinen ve aklen hiçbir engelin bulunmadığını açıklayan layiha üzerine, mesele Şeyhülislâm Abdullah Efendi’ye sorulmuş, o da müsbet cevap vermiştir. Bu fetvadan sonra Temmuz 1727 tarihli padişah fermanı çıkmış ve kurulan matbaada ilk olarak 1729’da Vankulu Lügati basılmıştır. Fermanda şimdilik tefsir, hadis, fıkıh ve kelâm kitaplarının basılmayacağı da belirtilmiştir. Matbaanın geç gelmesinde ulemanın hiçbir tesiri (Bunu ilk ortaya atanlar, Karacson ve Szézarnak adlı iki Katolik Macar’dır.) olmadığını Niyazi Berkes şöyle izah etmiştir: “Ulemadan böyle bir direnme geldiğini gösteren hiçbir delil yoktur. Şeyhülislâm Abdullah Efendi fetvayı hemen vermiş; ulemadan on bir kişi ilk kitabın başına “takrizler” yazmışlardır. Bunlarda kitap basmanın şeriata aykırılığından hiç söz edilmemiştir.” Zannedildiğinin aksine ulema, bu ve benzeri pek çok yeniliğin girmesinde engelleyici değil, teşvik edici bir rol oynamış ve toplum bünyesinden (loncalar gibi) gelebilecek farklı tepkilerin önünü alıp yumuşatma vazifesi görmüştür. Esasen Müteferrika da ulemadan değil, halkın tepkisinden çekinmiş ve fetva alarak bu tepkiye karşı bir kalkan yapmak istemiştir.

Dinî taassup yalanı ve gerçekler Dolayısıyla, ne Şeyhülislâm ve din adamları, ne de pâdişah yasaklayıcı ve engelleyici bir mevkîde yer almamıştır. Müteferrika’nın fetva istediği dilekçe, “Biz tefsir, kelâm ve fıkıh kitapları dışındakileri basmak istiyoruz” şeklinde gelince; fetva ve ferman da ona göre çıkmıştır; yoksa herhangi bir yasaklama kesinlikle mevzu bahis olamaz. Son tahlilde matbaanın geç gelmesi katiyen dinî bir mesele değildir ve bu mesele, teknik, ekonomik ve siyasî problemlerimizden ayrı ele alınamayacağı gibi, içtimaî karakterimize ilişkin kökleri de göz ardı edilemez. Bu hususta en ihatâlı ve isabetli tespitleri Osmanlı Tarihçisi Ahmet Cevdet Paşa serd etmiştir: “Matbaa yeni bulunmuş bir gezegen gibidir. Bunun ışığı Şark’a oldukça geç ulaşmıştır. Çünkü vakit ve hâl; yani dönemin şartları, bunu gerektirmiştir. O dönemde matbaa henüz Avrupa’da bile tam olarak kabul görmüş değildi. Hem zaten o zamanlar, Avrupalılar ile pek içli dışlı; ilişkilerimiz yeterince kuvvetli değildi.”

Kaynaklar: 1)Küçük Çelebizâde, Tarih, c.6, İst.1287, s.470-473; 2)Tayyarzâde Ahmed Atâ, Tarih-i Atâ, c.1, İst.1293, s.157-158; 3)Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, c.1, İst.1885, s.60-62; 4)İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c.4, K.1, Ank.1982, s.158-162; 5)Mahmud Gündüz, “Matbaanın Tarihçesi ve İlk Kur’ân-ı Kerim Basmaları”, Vakıflar Dergisi, c.12, Ank.1978, s.335-350; 6)Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, Ank.1973, s.53,57; 7)Berkes, “İlk Türk Matbaası Kurucusunun Dinî ve Fikrî Kimliği”, Belleten, c.26, Sayı:104(1962), s.724-736; 8)Ahmet Akgündüz, Sait Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, İst.1999, s.212-214; 9)Mustafa Armağan, “Ah Bir Matbaa Erken Gelseydi!”, Tarih ve Düşünce Dergisi, Haz.-Tem.2003, Sayı:40.

 
 

 

 
 

Tabip Dr. Mevlüt Katırcı
hursidnasiri@gmail.com
Başakşehir
http://sufizmveinsan.com