“Be hey kardeş Hakkı bulam mı dersin?
Hakk’a yarar amel işlemeyince.
Bu sırrın ötesin duyam mı dersin?
Mürşid-i
kâmille başlamayınca”
Görmek ve
Görmemek...
“Ne kör ile
gören eşit olur,
Ne
de karanlıklar ile aydınlık,
Ve ne de gölge
ile sıcaklık.”
(Fatır 19-20-21)
Baş gözü
görmeyen bir insan, nam-ı diğer kör bir zat, gören bir
gözün nasıl çalıştığını ne kadar iyi bilirse bilsin, bu
bilgi onun görmesini sağlamaz. Görme bilgisi ile
görülmez! Gözde retina varmış, ışık lazımmış,
beyinde şöyle böyle olurmuş... –mış, muş...
Baş gözü gören
pek çok insan nasıl gördüğünü bilmez bile. Hatta
kafasının içinde bir beyin taşıdığından habersizler
vardır. Ama gözleri görür, beyinleri işler. Önemli olan
görmek midir, yoksa görmeden nasıl görüldüğünü bilmek
midir? Bilmek bilmektir, görmek de görmektir.
Bazı insanlar
vardır ki hem görür, hem de nasıl görüldüğünü bilir.
Onlar alimlerdir.
“Esma varmış”,
“sıfat varmış” demekle o esmanın sıfatın hakikâti
yaşanmış olmaz.
Hani Allah
meleklere “Adem’e secde edin” dedi. Görenler etti,
görmeyen etmedi.
Allah hiçbir
mahluku hiçbir mahluka secde ettirmeyeceğine göre bu
“Adem” kimdir?
Ağacı görmeden
ağaç bilinmiş olur mu? Birisi görmeden dese ki
“ağaç varmış, dalları yaprakları varmış”. Başkası da
dese ki “ O da bir şey mi? Kökleri var, daha özsuyu var.
Bu ağaç aslında gözle görülmeyen (!) atomlardan oluşmuş.
Bak! Ben senden çok biliyorum!”
İkisi de
bilmiyor!
Onlar ikisi de
ağaç kelimesini ve ağacın özelliklerini bilmiştir, o
kadar. Ağaca tırmanan, dallarında gezinen, kovuğunda
yuva yapan dururken –mış,muş diyen ağacı bilmiş olur mu?
Kelimeyle kelime
bilinir.
Müsemma ile de
müsemma.
Müsemma
Adem’dir. İnsan-ı Kâmildir.
Müsemmayı
bulmadan müsemma bilinmez.
Hep bilenler
öyle bilmiş.
Mevlana Şems ile
bulmuş Mevla’yı. Yunus Taptuk’a tapulanmış.
Gerçekte kime
tapulandı?
“Beni gören
Hakk’ı görmüştür” Hadis-i şerif
Âlemin
işleyişinde insanın rolü nedir? Varlık ağacının özsuyu
nedir? İnsanın “meyve” olması ne demektir? Meyve,
çekirdeği taşıyandır. Dal, yaprak hep ağaçtan/ağaca ait
olmakla beraber, onlarda olmayan çekirdektir. Ki ağaç o
çekirdekten meydana gelmiştir... Çekirdek ise meyvede
gizlidir! Öyleyse;
“İnsan” olmaya
giden yol “insan” dan geçer.
Kelime bilgisiyle ancak “beşer” olunur.
Ey çekirdeği
taşıyan:
“Mürşid gerektir
sana bildire Hakk’ı hakkel yakin
Mürşidi
olmayanların bildikleri güman imiş.”
Niyazi Mısri.
Selam olsun
kâmil mürşidlere... Selam olsun onları tanımak
bahtiyarlığına erenlere....
Gel hey kardeş
gel sen birliğe özen
Birliktir her nefsin kal’asın bozan
Hiç kendi kendine kaynar mı kazan
<a href="http://www.sarkisozum.gen.tr">Şarkı
Sözü</a>
Çevre
yanın ateş eylemeyince
Aşkın
odu geldi yüreğim harlar
Aşkı olan, arı kendini neyler
Behey Yunus sana söyleme derler
Ya ben öleyim mi söylemeyince?”
***
“O gün varılıp
durulacak yer, ancak Rabbinin huzurudur.
O gün insana,
yapıp öne sürdüğü ve geri bıraktığı ne varsa bildirilir.
Doğrusu insan
kendi nefsini görür,
Birtakım
özürler ortaya atsa da. “(Kıyamet-12-13-14-15)
***
Sözün özü,
Adem’e secde etmeden imanımız kâmil olur mu?
Devir bilgi
devridir diyenler! Ademsiz devir olur mu? Ademsiz devran
döner mi? Ya bilginiz size nereden geliyor? “O’nun
ilmini O’nun dilediğinden başka bilemezsiniz“ (Ayetel
Kürsi)
O’nun ilmini
O’nun bildirmesiyle yani biiznillah bilip, bildiğini
bilgiden (data) bilmek vehmi! Üstüne, BEN bildim
deme gafleti!
Edep Yâ HÛ!
Ya nice bir ben
diyem sensin diyem utanmadan
Ya nice deksiz olam dilsiz olam hayran olam
Yunus
***
Bu hafta konu
ile ilgili olarak aşağıya Ahmed Hulusi’den alıntı/hatırlatma
yapmak istedim. Bu vesile ile kendisinden Allah razı
olsun, bir kez daha. “İnsana şükretmeyen Allah’a
şükretmiş olmaz“. (Hadis) “Bana bir harf öğretenin kırk
yıl kölesi olurum.“ (Hz. Ali). Allah ismine iman etmekle
Allah’a iman etmenin farklı şeyler olduğunu, dahası isim
ile müsemma farkını ilk defa kendisinin eserlerinden
okuyup öğrenmek nasip oldu. Lakin bu hakikâti bilmek de
tek başına birşey ifade etmiyor, maksada götürmüyor.
İlle Adem, ille Adem! Doğrusu dinin ve varlığın
temelinin, hakikatinin ademiyyet olduğunu bu
vesile ile öğrenmiş olmak, büyük nasip!...
Bir sonraki
yazıda kısmet olursa çok değerli bir başka Hak dostundan
alıntılar yapacağım. Aradığımız şu: İnsan nedir? İnsan-ı
kamil kimdir? Mürşid kimdir? Neden şarttır?
Allah’ın
rahmeti, Resul’ün (sav) şefaati, Piranın himmeti
üzerinize olsun, ol cihanda şol cihanda…
Muhsinlerden
olasınız!
***
“Akıl ve İman
"Nefs"inin
hakikâtini bildikten sonra da, nefsinin hakikâtine
ermesi için dahi, o hakikâti yaşayan birini bulup, ona
varlığını teslim etmesi gerekir; ki, bu teslimiyet
gerçekte kişiye değil, "ALLAH"a olan
teslimiyettir!...
Çünkü o hakikâti
yaşayan kişide gören göz, söyleyen dil. işiten kulak,
tutan el, yürüyen ayak "ALLAH"`a aittir.
Dolayısıyla, bu vasıflarla vasıflanmış kişiye olan
teslimiyet ancak ve ancak "ALLAH"'a olan
teslimiyettir!.
TEK'in Seyri
.... Ancak, bütün bunları gerçekleştirebilmesi için,
bu kemâl ile yaşayan birini bulması şarttır.
Çünkü, belli şartlanmalar veya tabiatın istekleri veya
vehmi benlik mevcutken, onun kendi kendine bunu
aşabilmesi mümkün değildir. -ki, bu olayı "AKIL ve
İMAN" isimli kitapta izah ettik.
İşte o kişi, Tek`in takdiri üzere buna ulaşacak
ise, kendindeki tüm şartlanmalara dayalı değer
yargılarını terkettirebilecek birini bulur; ki, O kişi
daha önceden bunlardan arınmıştır.
Zira, yüzmeyi, yüzmesini bilen öğretir!. Hayatında deniz
görmemiş adam eğer, "yüzüyorum ve öğretiyorum"
derse; koyver yüzmeye devam etsin!.
Dağın başındaki deniz görmemiş çobandan yüzme
öğrenilmez!.
Evet, o kemâl ehli zâttan bu ilmi iyi idrâk edebilirsek,
hitâbın nereden ve kimden geldiğini görebilirsek,
arınmanın şeklini, yolunu yordamını, mâhiyetini
anlıyabilirsek; ve tüm bunların sonucunda da yeterli
çalışmayı hakkıyla yapabilirsek varlığımızı Tek`e
teslim ederiz!... İslâm olduğumuzu fark ederiz!. Ve, "Abdullah"
yani "Allah`ın kulu" olarak O`nun mânâları
bizim aynamızda, O`nun tarafından seyredilir.
Yalnız, bilelim ki, arınmanın pahası her şeyinden
geçmektir. Sahib olduğun şeylerden geçemeyeceksen
hiç bu işe soyunma!
TESLİMİYET
"Hakikât" sırrına ermek; "hakikât"i yaşamak; "benlik"ten
yani "nefis"ten kurtulmak; veya dini tâbiriyle "şirki
hafi"den arınmak, ancak ve sadece "iman" ve "Rasûlullah`a
teslimiyet"le mümkündür.
Nasıl
iman ve teslimiyet?
Sana;
varsayalım, git kendini şuradan at öldür diyecek.
Oradan gidip kendini aşağı atacaksın gibisine!..
Veya
senin ters bildiğin bir şeyi sana söyleyecek; sen onu
yapacaksın; gibisine!... Ama böyle bir şey denir mi;
elbette denmez!.. Bunu iman ve teslimiyete bir ölçü,
misâl olsun diye anlatıyorum..
Vehim, sana yapma diyecek; ama sen en azından şunu
düşünmelisin...
"Rasûlullah`ın benden ne menfaati var ki bunu böyle
demiş...Allah Rasûlü , benim iyiliğim için demiş!.
Mademki böyle demiş, ben bunu böyle yaparım"; deyip
yapacaksın!. Neticesi de senin için mutlaka selâmettir.
Bu
"İMAN" yoluna karşılık, şeytâni cinler de senin vehmini
tahrik edecek; aklına, çeşitli şartlanma yollu edindiğin
verilerle oluşmuş mantığa dayalı fikirler getirecek;
böylece de seni imanının gereği olan şeyi yapmaktan
alıkoyacaktır..
Yani,
cinler seni "ALLAH" yolunda mantık oyunlarıyla vurmak
isteyeceklerdir ki; bundan da tek kurtuluş yolu "İMAN"
ipine sarılmaktır!
İŞTE BU YÜZDEN DİN, "İMAN"
ESASI ÜZERINE KURULMUŞTUR!..
RASÛLULLAH`A TESLİMİYET
OLMADIĞI SÜRECE, YETİŞTİRİCİ YARDIMCI OLAMAZ. ÇÜNKÜ HER
ŞEYI AKILLA IZAH ETMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR…”
Ahmed
Hulusi
***
Hû deyelim
gerçeklerin demine
Erenlerin demi
nurdan sayılır
On iki İmam
katarına düzülen
Muhammed Ali'ye
yardan sayılır
İhlas ile
gelen bu yoldan dönmez
Dost olan
dostuna ikilik bilmez
ERI HAK
GÖRMEYEN HAKK’I GÖREMEZ
Gözü bakar amma körden
sayılır
Üç gün imiş şu dünyanın
safası
Safasından
artık imiş cefası
Gerçek
erenlerin nutk u nefesi
BIRI KIRKTIR
KIRKI BIRDEN SAYILIR
Gerçek âşık
menzilinden durursa
Çırağ gibi
yanup yağı erirse
Eksikliğin kendözünden
görürse
O da erdir
gerçek erden sayılır
Pir Sultan Abdal'ım
Bağdad'dır vatan
İkilikten geçip birliğe
yeten
Erenler yoluna kîl ü kal
katan
Yolun dikenidir hardan sayılır. |