Noktadaki Nükte - 2
V. Korhan Koral
 

Önceki makalemizde Hiçliği, Mutlak varlık olarak tanımlamış olduk. Zira söylediğimiz gibi O, bizim algı kapasitelerimizden dolayı Hiçlik ya da Yokluktur. Algılarımızla bildiğimiz şeylerden yola çıkarak, kavramlar olarak ileri sürdüğümüz var olmak ve yok olmak, aslında her an yenilenen evrenin en önemli özelliği olan değişimden dolayıdır. Varlık ve yokluk da bize göre, bizim algılarımızdan bize gelen bilgiye göredir. Bu nedenle dinlerin ileri sürdüğü gibi, gerçek anlamda bir ölüm de yoktur. Sadece belli bir süre algı sınırlarımız dâhilindeyken, sonra algılarımızın sınırlarının ötesine geçmiş oluşumlar vardır ki, bizatihi kendimiz de, bu algı dünyamızla sınırlandırdığımız kendi evrenimizin, bedensel çöküşümüze bağlı olan bilincimizdeki algısal çözülüşü neticesinde, bu çizgi ötesini idrake başlarız. Mevlana (öl.1273) bu sözlerimizi şöyle özetler: “Yok olma, bitme, karşıtın karşıtını yok etmesiyle olur. Karşıt kalmadı mı sonsuzluktan başka bir şey kalmaz.” Öyleyse mutlak barış ve huzurun (İslam) tek çaresi, yok olmaktır:  “Kişi tümden yok olmadıkça kesin Bir’lik olmaz. Bir’lik erişmek değil, yitmektir.” Burada yok olmakla kastedilen, izafi benliğin yokluğu, dolayısıyla o benliğin özünde olan ve Allah’ın Ruh’undan olan Mutlak benliğin ya da Zat’ın aşikâra çıkmasıdır.

Yunus Emre’nin de (öl.1321), Yaradan’dan ötürü yaradılanı sevmesi, kendi özündeki Mutlak Zat’ı bir ben vardır bende benden içerü diyerek müşahede etmesi, âlemlerde, izafi oluşların ötesindeki Mutlak varlığı görmesinden ötürüdür. Böyle idrak edilen âlemlerde, son derece dinamik, canlı, sürekli bir oluş vardır. O oluşa katılmak, Allah'ın tecellilerini* bir başka gözle görmektir. Bilinçteki bu sıçramayı sağlamak için, tasavvufta, varlıkların ve olayların gerçek anlamına, oradan evrenin anlamına ve Allah gerçeğine ulaşmak amacıyla, tüm oluşumların oluşturucu deruni öz tabakalarına doğru gidilmelidir. Bu gidişin son makamı, zaman ve mekânın olmadığı hiçlik, yokluk makamıdır ki, orada sadece Hu vardır. Anlaşılır ki bilinen tüm mekân ve zamanlar izafi ve zan(sanı) imiş sadece tek bir an varmış. O nedenle tasavvufta derler ki, sadece O vardı. Bilinmeyi istedi; bunu sevgiyle varlık hâline getirmeye irade buyurdu ve kudretiyle bunu gerçekleştirdi. Böylece bütün âlemler, madde ve manalarıyla var oldu; mekânın yaratılışıyla zaman da yaratılmış oldu (ki zaman, tamamen mekânsal ilişkilere zihnin verdiği izafi bir anlamdır. Mutlak anlamı yoktur.) O an, dinlerin söylediği Genesis ya da Yaratılış’ın ilk anıydı. Yani bilimin söylediği Big-Bang anı. İlk yaradılış, yaratılmış mümkünatlar harici bir zaman ve mekân olmadığından, zaman ve mekânda ilk yaratma anıyla başladığından, belli bir yerde ya da anda değildi. O nedenle Big-Bang teorisinde bu ana sıfır anı ve bu mekâna sonsuz küçüklükte bir nokta (tasavvufta da nokta-i kübra) denir.

 

 

 
 
İstanbul - 17.06.2008
korhan@korhankoral.com

http://sufizmveinsan.com