"OL"
mayan Bilmez!
Annem derdi ki
çocukken: “Büyü de, hele çocuğun olsun, anne OL da o
zaman göreyim seni. Evladı olmayan, anne olmayan
anneliğin ne olduğunu bilmez!”
Olmakla bilmek!
Annem diyor ki:
“OLmadan bilinmez...”
Anne olmadan
annelik bilinmezmiş! Ya başka şeyler “OL”madan
bilinebilir mi? Yalnız çoluk çocuk için mi, annelik için
mi geçerli “olmak” ve OLarak bilmek? Yoksa zaten hepimiz
bir OL’un karşılığı ve OLduğumuz kadarını bilenler
miyiz?
Anne olmadan
annelik bilinmez ise, çocuk olmadan da çocukluk
bilinemez... Çiçek olmadan çiçeklik, kuş olmadan kuşluk,
böcek olmadan böceklik.... Örnekleri çoğaltmak mümkün...
Cümle varlık diyelim, sözün kısası...
Ateş de düştüğü
yeri yakıyor! Ne enteresan! Düşmediği yeri yakmıyor
ateş. Ateş sende olunca, sen ateş olunca, “birlik”
olunca biliniyor ateş, haliyle... Başka türlü
bilinmiyor, kaliyle... Yakmıyor ateş
kelimesi, yakan ancak ateşin kendisi...
Resim mi Asıl
mı?
Tasavvuf
kitaplarında hep çeşmeyi tasvir etmişler çeşmeyi
bilenler, kalkıp gidenler, gidip de bulanlar, bulup da
su içenler, hiç değilse suyun şırıltısını duyanlar…
Kitaptaki resim ne kadar hakikâtine uygun çizilmiş
olursa olsun, neticede resimdir. Çeşmenin tasvirinden
mürekkep akar. Çeşmeden akan ise sudur…. “Hayat amelidir”
demek, suyu bulup içmeli demek... Yoksa ya resme bakar
bakar yutkunuruz, yahut da mürekkep yalar su içtiğimizi
ZANnederiz.
Resimle
“hakikât ilmi” olur mu, Ya Hu? Adı üstünde hakikât...
Zaten alemler hayal imiş. Hayalin resmi ile aslı
bulan olmuş mu?
Kitap
okumanın faydası
“mürekkep lekesi” de dahil her türlü kiri ancak suyun
temizlediğinden haberdar olmaktır. Susuz temizlik
olmaz! Ha, “biz kuru temizleme yapıyoruz” diyenlere
selam olsun !!! Yine de bilelim ki, hayatın ameli olması
sebebiyle hakikât ilminin kurusu yoktur,
sulusu vardır. Balçık susuz kalırsa, mazallah
taş kesilir!
Çeşmeyi misal
verdiğim için böyle ifade ettim meramımı…
Demem o ki:
“OLmak ya da
OLmamak. Bütün mesele bu…”
William Shakespeare
Fenafilkitap…
Hakikât yolcusunun gayesi FENAdır. Bu eğer okumakla
olsaydı “Fenafilkitap” diye bir mertebeden bahsederdi
Ehlullah… Ben kendi payıma hiç böyle bir şeye
rastlamadım…Tersine Hz. Şems gibi kitap attıran
mürşidler okuduk kitaplarda…
Bütün bunlardan çıkan sonuç:
Ben kitap düşmanı mıyım?
Estağfirullah…
Sümme hâşâ!
Bilginin
ilmel yakin nakli elbetteki bir hizmettir.
Okuyandan da
yazandan da Allah razı olsun. Fakat ilmel yakini Hakkel
yakin zannetmek, hatta bunu böyle sunmak veya
sunulmasına razı olmak doğru değil. Kavramakla yaşamak,
anlamakla olmak, haberli olmakla bizatihi olmak
arasındaki farkı göz ardı edemeyiz. Okuyup kavramak,
ermek demek OLmuyor. Okumakta “olmak” yok; bilmek
var. Kitap okuyarak öğrenmek / bilmek, daima üç türlü
bilişin ilki, ilmel yakin mertebesidir. Bu biliş
mertebesi ise dört kapıdan vahdet hayatının/Hakkel yakin
bilişin yaşandığı hakikât veya marifet kapısına değil,
ancak giriş katının kapısı olan şeriat kapısına
tekabül eder. Okuduğumuz metinlerin konu itibariyle
tasavvuf olması, bizim “biliş mertebesi” itibariyle
de tasavvuf mertebesinde; yani ikinci kapı olan
“tarikat” kapısında olduğumuz anlamına gelmez… Daha
ikinci kapıyı bulmadan, nerede kaldı ki hakikât
kapısında olalım, hakikâtten bahsedelim, elimizde
kitapla!
“Neden olmaz
kitapla?” derseniz…
Kitabın ateşi
yok!
Ondan!
Yemek
kitabından sadece tarif okumakla yemek pişirmiş olmayız,
değil mi? Ey arifler! Lafla ne tencere dolar, ne
karnımız doyar… Laf salatasını pişirmeye de gerek yoktur.
ÇİĞ yenir! Ama ana yemek, hakiki yemek pişmiştir….Nasıl
pişmiştir?
Ateşle…
İşte, kitabın
ateşi yok! O yüzden pişirmiyor…
At kitabı
ateşe kitap pişsin, yansın küll olsun, fenaya ersin…
Kim girerse
ateşe, o pişer…
Çünkü
pişirmeye çalıştığımız yemek, biziz, kendimiz! Yemek
kitabındaki tarif de bizi anlatıyor.
Hamdım,
piştim, yandım … Vesselam!
***
Ölü müsünüz,
diri misiniz?
Çağımız test
çağı... On soruda kendinizi tanıyorsunuz! Ne kadar iyi
arkadaşsınız, eşiniz sizi aldatıyor mu, iş yerinde nasıl
tanınıyorsunuz, kırmızı size yakışıyor mu? vs...
Benim de bir
nefs testim var. Merak etmeyin çok basit; hepsi
iki soru, toplam on saniye,!
1)
Övülmekten
hoşlanıyor musunuz?
2)
İnsanların
tepkilerinden çekiniyor, insanlardan korkuyor musunuz?
Cevabınız
“evet”se nefsiniz diridir. Nefsi diri olan ise hakikâtte
ölüdür.
Övülmekten
hoşlanan bilmeli ki “Hamd, alemlerin Rabbi Allah’a
mahsustur.” (1/2) İnsanın kendine ait hiçbir şeyi yokken,
“kendim” dediği şey bir “yaratı” iken, bu yaratı’nın
sahibi Yaradan iken ne diye övünür ve övülmekten
hoşlanır, “kendi”ni kendi yaratmış gibi? “O, sizi
rahimlerde, dilediği gibi şekillendirendir. Ondan
başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve
hikmet sahibidir.” (3/6)
İnsanlardan
korkan/çekinen bilmeli ki “Mülk
O'nun, hamd O'nun ve O her şeye kadirdir.”
(64/1). “O'nun bilgisi ve izni olmaksızın, ne bir meyve
tomurcuğundan çıkabilir, ne her hangi bir dişi gebe
kalabilir, ne gebe olan biri yavrusunu doğurabilir.”(41/47)
Bilmeli ki Allah’dan başkasından sadece cahiller korkar
ve çekinir. “Onların kalplerinde sizin korkunuz Allah’ın
korkusundan daha fazladır. Böyledir, çünkü onlar
anlamayan bir topluluktur.” (59/13)
Görüldüğü
gibi bizi test eden aslında Kur’an-ı
Azimüşşan’dır. Yüzümüzü Kur’an aynasına tuttuk mu ne
olduğumuzu görürüz!
Ölü müyüz,
diri miyiz?
Ve ölüler
işitmediği için;
Selam olsun
Dirilere!
|