Türk tarihi
bidayetinden bugünlere gelene kadar bağrından
sayısız kahramanlar vatan evlatları yetiştirmiştir.
Türk kavimleri İslam dini ile şereflendikten sonra
Allah nizamının bayraktarı olmuş ve dünyada birçok
coğrafyada müminlerin imdadına yetişmiştir.
Ecdadımız gerek kendi kara günlerinde zulümle
mücadele etmiş gerekse başka ulusların zor
günlerinde onlara bir kardeş sıcaklığı ile hiçbir
menfaat gözetmeden yardımcı olmuştur. Orta Asya
topraklarından Avrupa’nın içlerine gelene kadar,
Afrika ve Hint kıtalarında devletler tesis etmişler
ve çok geniş bir coğrafya hâkimiyetini sırf adalet
ile sağlamışlardır. İnsanımız dün arzın dört bir
tarafında kardeşlerinin ve yeri gelince kendi
dininden olmayan insanların yardım çağrılarına kulak
tıkamamış ve sürekli dünyaya adaleti ve iyiliği
öğretmiştir. Dün Açelilerin, Lehlerin, Kafkas
halklarının, Korelilerin imdadına koşan neslin
takipçileri bugün de dedelerinin şanına yakışır bir
fütuhatla İslam dinin değerlerinden aldıkları iman
kuvvetiyle yerkürenin sayısız parçasında insanlara
sırf Allah rızası için hizmet vermektedirler.
Geçmişte
Osmanlı Devletinin askeri gücüyle yapılan bu
hizmetler bugün insanımızın iman kuvvetiyle ve Allah
dostlarının himmetiyle eğitim, sağlık, kültür
alanında yılmadan devam etmektedir. Geçmişte de
bugün de din için millet için vatan için her
şeylerini arkasına atarak mücadele eden insanlarımız
toplum önderlerimiz vardır. Allah Resulünün
başlattığı hak davanın peşinden yılmadan geldiler.
İsimleri değişti ama görevleri değişmedi. Bedir’de,
Kerbela’da, Malazgirt’te, Çanakkale’de Allah yolunun
âşıkları artlarına bakmadan mücadele ettiler.
Tarih bazı
kereler milletlerin yok olma sahnelerine şahitlik
eder. Bir dönüm noktasıdır ve sonunda ya var olunur
ya da tarih sahnesindeki arşive kaldırılır. Bedir, Kerbela,
Çanakkale, İstiklal Harbi Türk ve İslam tarihinin
var olma veya yok olma anlarıydı. Osmanlı devletinin
son döneminde yetişen vatan evlatlarından ve Türk
İstiklal Harbinin adı pek anılmayan kahramanlarından
birisi de merhum Rauf Orbay’dır. Bu yazı Osmanlı
Devleti ve Yeni tesis edilen Türkiye Cumhuriyetine
unutulmaz hizmetler yapan Merhum Hüseyin Rauf
Orbay’ı yeni nesle tanıtmak ve bu mümtaz şahsiyet
hakkında bir doküman oluşturmak için kaleme
alınmıştır.
Yazımızın
ana gövdesini künyesinde tafsilatlıca bilgi vermeyen
milli mücadele senelerinde neşir olunduğu anlaşılan
Osmanlı harfle basılmış bir eser teşkil etmektedir.
“Muhterem Heyeti Vekiliye Reisimiz Rauf Bey,
muharriri: P.S. Orhaniye Matbaası” Yazımızda bu
eserden alınan kısımlar konu başlıklarında (*)
simgesiyle belirtilecektir.
Bahsettiğimiz kaynağa geçmeden evvel Hüseyin Rauf
Bey’i kısaca bir tanıyalım.
Hüseyin Rauf 1881 senesin de İstanbul’da doğdu.
Trablusgarp valiliği ve Heyet-i âyân üyeliği yapmış
olan Mehmet Muzaffer Paşanın oğludur. İlk tahsilini
gördükten sonra Trablusgarp Askerî Rüştiyesini,
Heybeliada Bahriye Mektebini ve Mühendishane-i
Bahrî-i Hümayununu bitirdi. ABD’de, denizcilik
eğitimi gördü. Deniz Subayı olarak donanmaya
katıldı. 1908’de
Yemen harekâtında ve Sisam ayaklanmasının
bastırılmasında vazife aldı. 1909
da Tuna Milletlerarası Suyolu Komisyonunda, Osmanlı temsilcisi olarak
bulundu. 1911-12
de
Osmanlı-İtalyan Savaşında Trablusgarp Cephesinde
savaştı. Balkan Savaşı sırasında Hamidiye
Kruvazörüyle Karadeniz ve Akdeniz
de düzenlediği
vur kaç baskınlarında gösterdiği başarılar
sebebiyle, Hamidiye Kahramanı unvanıyla meşhur oldu.
Birinci Dünya Savaşında Afganistan’ın
Osmanlı Devleti yanında yer alması için, olağanüstü
temsilci olarak Kâbil’e
gönderildi. Bu vazifesini henüz tamamlamamışken,
İran Cephesi Genel Komutanlığına tayin edildi.
İstanbul’a
döndüğünde, yarbaylığa terfi ettirilerek Bahriye
Nezareti Erkân-ı Harbiye reisliğine (Kurmay
başkanlığına) getirildi. Türk ve Rus esirlerinin
değişimi maksadıyla, 1917’de
Danimarka’da
toplanan komisyonda miralay (albay) rütbesiyle, Türk
heyetine başkanlık etti. 1918 de
Brest-Litovsk Konferansında Osmanlı temsilcisi
olarak bulundu. Osmanlı Devletini bir macera uğruna
Birinci Dünya Savaşına sokan Enver, Cemal ve Talat
paşaların yurt dışına kaçmaları üzerine 14 Ekim 1918 de
kurulan Ahmet İzzet Paşa hükümetinde, bahriye nâzırı
olarak vazife aldı. 30 Ekim 1918
de Mondros
Mütarekesini imzalayan Osmanlı heyetine başkanlık
etti. Birinci Dünya Savaşından sonra, Türkiye’nin
düşman işgalinden kurtulması için, Anadolu’da
millî kurtuluş hareketinin başlatılması gerektiğine
inananlar arasında yer aldı. 8 Mayıs 1919 da
askerlikten ayrıldı ve Anadolu’ya geçti. Amasya
Tamiminin hazırlanmasında bulundu. Erzurum
Kongresinde Heyet-i Temsiliye'ye seçildi. Sivas
Kongresinde başkan yardımcılığı vazifesini yürüttü.
12 Ocak 1920
de toplanan son Osmanlı Meclis-i Mebusanı'na, Sivas Mebusu olarak
katıldı. Mecliste, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti adına Felah-ı Vatan Grubunu kurdu. Sivas
Kongresi kararlarının ana hatlarıyla yer aldığı
Misak-ı Millî'nin kabul edilmesinde tesirli rol
aldı. 16 Mart 1920
de, Osmanlı Meclis-i Mebusanı'na, İngiliz işgal kuvvetleri tarafından
düzenlenen baskın sonrasında, İngilizler tarafından
tutuklanarak, Malta’ya
sürgün edildi. 16 Mart 1921
de Lord Curzon’un yeğeni Binbaşı Rawlinson’la değiştirilerek serbest bırakıldı. 11 Kasım 1921’de Ankara’ya
gitti ve Sivas milletvekili olarak TBMM’ye
katıldı. Nafıa Vekili olarak vazifelendirildi. 21
Kasım’da,
TBMM başkan yardımcılığına seçilerek her iki
vazifeyi birlikte yürüttü. 12 Temmuz 1922’de
başvekil (başbakan) oldu. Bu vazifedeyken başlayan
Lozan Barış Konferansının ön hazırlıklarını yaptı.
TBMM’de
Mustafa Kemal’e karşı muhalefeti teşkil eden grup
içinde yer aldı. Lozan Konferansında Türkiye baş
temsilcisi ve Dışişleri Bakanı İsmet Paşayla (İnönü)
anlaşmazlığa düşünce, 4 Ağustos 1923
te başbakanlık vazifesinden ayrıldı. Halifeliğin
kaldırılmasının gündemde olduğu günlerde,
İstanbul’da bulunan son halife Abdülmecit Efendiyle
görüştüğü için, hilâfet ve saltanat taraftarıdır
diye, sert tenkitlere hedef oldu. Halk Fırkasından
(Cumhuriyet Halk Partisi) ayrılan milletvekilleriyle
birlikte Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını 17 Kasım
1924 te kurdu. Böylece TBMM içinde ilk muhalefet
partisinin kuruluşunda yer almak suretiyle
dikkatleri üzerine topladı.
Kazım Karabekir’in
başkanlığını, Ali Fuad Cebesoy’un genel
sekreterliğini yaptığı Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkasının genel başkan vekilliğini yürüten Rauf
Orbay, TBMM’de
etkili bir grup meydana getirerek, İsmet Paşayı
başvekillikten çekilmeye zorladı. Baskıların artması
üzerine tedavi gayesiyle Avusturya’ya giden Hüseyin
Rauf Orbay, Haziran 1926
da meydana gelen
İzmir Suikastı olayı sebebiyle gıyabında
yargılanarak on yıl hapse mahkûm edildi.
1935
te çıkarılan
genel aftan sonra Türkiye’ye dönen Rauf Orbay, Ali
Fuad Cebesoy aracılığıyla Atatürk tarafından Ankara’ya
çağırıldı. Hakkındaki suçlamanın kaldırılması
üzerine, yeniden İstanbul’a
döndü. Askerî Yargıtay tarafından hakkında beraat
kararı verilmesinden sonra, 1939 da
Kastamonu milletvekili seçilerek TBMM’ye
girdi. 1942
de Londra
büyükelçiliğine tayin edildi. İki yıl müddetle bu
vazifeyi sürdürdükten sonra, Dışişleri Bakanlığıyla
anlaşmazlığa düşerek, 1944
te vazifesinden
ve devlet memurluğundan ayrıldı. Bundan sonraki
hayatını siyasetten uzak olarak geçirdi. 16 Temmuz
1964 tarihînde İstanbul’da
vefat etti.
Şimdi yazımıza kaynak olan kitaptan devam edelim.
Bir izah (*)
Şarkın ve
garbın adını bildiği Rauf Bey’in bu memlekete ne
harikulade hizmetler gördüğünü yalnız bahriyeliler
değil bütün Türkler pekiyi hatırlarlar. Kahraman
tabiri Rauf Bey’e pek yaraşır. Çünkü askeri ve bahri
hayatına atıldığı günden beri bu cesur insan
göğsümüzü gurur ve iftihar ile dolduran hamaset
menkıbeleri yaratmıştır. Hayatının tarihi daima
harikulade vakalarla doludur. Bir hayat ki, her
sahifesinde memleketine aşk var, azim var, mesleğine
hâkimiyet var, tecrübe var, dirayet var, bütün bu
özelliklerin toplamına bir isim vermek lazım
gelirse, Rauf Bey, bütün manasıyla bir bahriyeli
dehası vardır.
Hamidiye
macerasını hangimiz unuttuk? Yalnız yapayalnız, tek
başına açık denizlere çıkarak Yunanistan’ın alnının
ortasına gülleler savuran Hamidiye kruvazörünü kim
hatırlamaz?
O zaman Rauf
Bey müteaddit Yunan torpidolarının karşılamasına
rağmen Yunan sahillerine sokularak “Makedonya”
ismindeki Yunan muavin kruvazörünü batırmış sonra
Syra’daki elektrik fabrikasını tahrip etmiş
baruthaneyi havaya uçurmuştu.
Bilhassa o
hadiseden sonra destanî bir şöhret kazanarak aziz
macerası memleketin en ücra köşelerinde anılan Rauf
artık tarihi şahsiyetini iktisap etmişti. Bütün
bahriyeliler onu hakiki bir üstat telakki ettiler.
Bununla
beraber Rauf Bey büyük zaferlerden yorularak kenara
çekilen kahramanlara benzemedi. Memleketine
hizmetten fütur getirmediği son Anadolu hadisatında
ispat etti. Üstat bir denizci, memleketine ve
mesleğine âşık bir kahraman şahsiyetiyle bize
kendisini tanıtan Rauf Bey, bu sefer inkılâpçı,
dirayetli bir idare adamı kimliğiyle takdirkâr
gözlerimizin karşısında parladı.
Onun şecaat
menkıbelerini hatırlatmak ve bütün hayatına seri
fakat eksiksiz bir nazar kılmaktan başka iddiası ve
gayesi olmayan bu risalede muhterem reisimize karşı
hürmetlerimizi sunmayı vazife sayarız.
ÇOCUKLUĞU VE
GENÇLİĞİ
Hüseyin Rauf
Bey, 1297 senesinde İstanbul’da Cibali de doğdu.
Bahriyeli oğlu bahriyelidir. Pederi Mehmet Paşa
şurayı bahriye riyasetinde, bahriye muhakeme dairesi
riyasetinde ve ayan azalığında bulunmuştu.
Rauf Bey ilk
tahsilini Cibali’nin mahalle mektebinde bitirdi.
Pederi Trablus’a memur olarak gittiği vakit rüştiye
tahsilini oranın ilk askeri rüştiyesinde yaptı. O
zamanda denizciliğe aşkı vardı. İstanbul’a gider
gitmez Bahriye Mektebine gireceğini babasına
söylüyordu. Nitekim İstanbul’a döndüğünde ilk işi
Bahriye İdadisine yazılmak oldu. Trablusgarp’taki
şivesi yüzünden Bahriye İdadisinde Rauf Bey’i herkes
Arap sanmaktaydı. Mektebin idadi devresini bitirerek
1313 senesinde harp sınıfına girdi.
Rauf Bey’in
denizcilik şahsiyeti bilhassa bahriye idadisinde
iken meydana çıkmıştı. Bütün mektep içinde dehşetli
haşarılığıyla, can yakıcılığıyla mektepli tabiri
kullanılacak olursa efeliğiyle şöhret kazanmıştı. Bu
şiddeti inceliğine ve geniş yürekliliğine mani
değildi. Herkes tarafından sevilirdi. Mektebin ileri
gelenleri de Rauf Bey’in ileride mükemmel bir
denizci olacağına kanaat getirmişlerdi. Bütün
arkadaşları üzerinde akılara hayret veren bir tesir
ve nüfuzu vardı. Hiç kimse arzusundan dışarı
çıkmazdı. Ya Rauf’u sevdikleri için itaatsizlik
etmezler yahut Rauf’tan korktukları için buna
cesaret edemezdi. Hiç şüphe yok ki, Rauf’tan gözü
yılanlarda pek çoktu. Zira cesaretinin şakası
olmadığını herkes bilirdi. Sırası gelince Rauf
düşmanını bir daha mücadele edemeyecek hale getirmek
için tüylerini ürpertecek şekilde korkuturdu.
Kavgada bir tane idi. Harikulade cesaretine yeni
misaller göstermek isterdi. Kendisinde atalardan
kalma bir denizci ruhu vardı.
Diğer
taraftan da deniz âlemlerine pek düşkündü. Tatil
günlerini hep denizde geçirmek isterdi ve eski bir
Türk denizcisi gibi yelken bezinden pantolon giyerek
beline enli bir kuşak takarak gezinirdi. Kadıköy ve
Boğaziçi sahilleri daha o zamandan Rauf Bey’i
tanıdı. Rauf Bey Bahriye’den 1315 de mülazımı sâni
çıktı. O zaman tam 18 yaşındaydı ve akranlarının
yaşça en küçüğü bulunuyordu.
Mektebi
bitir bitirmez aklına koydu ki, iyi bir denizci
olmak için nazariyat kâfi değildir. Uzun müddet
gemilerde staj görmek, birçok tehlikelere göğüs
germenin yolunu öğrenmek lazımdır. Boralara,
fırtınalara, kasırgalara müthiş umman dalgalarına
karşı koyarak bir gemiyi kullanmak için nasıl
hareket icap ettiğini ancak fiili işlerde tecrübe
edebilecekti. O zaman hükümet mülazımı sânileri staj
için Girit’e göndermek usulünden de feragat etmiş,
Rauf Bey için bu fırsat da yok olmuştu. Bazı
arkadaşlarıyla düşünüp taşındı o zamanki idarei
mahsusanın gemilerine seyri sefain memuru muavini
sıfatıyla girmekten başka çare göremedi. Mamafih bu
gemilerden çok istifade etti. Muhtelif açık
denizlere seyahat yaptı. Denizciliğin sayısız
tehlikeleriyle karşılaştı, büyük dalgaların sırtında
bir kibrit kutusu gibi çalkalanan gemilerin müthiş
akıbetlerle nasıl mücadele edebileceklerini öğrendi.
Bununla
beraber denizcilik de bu kadar tecrübeyi yeterli
bulmadı. Harp gemilerinde çalışmak istedi. Hakiki
gemicilik, mükemmel denizcilik ancak bu gemileri
idare etmesini bilmekle mümkündü. Zaten bahriye
reisleri arasında bu genç denizcinin müsait bir
şöhreti olduğu için O’nu bir torpidoya süvari
yaptılar.
O torpidoda
İtalyan memurlar vardı. Rauf Bey, bir bahriyelinin
ecnebi lisanlarını da öğrenmesi gerektiğini takdir
ederek o memurlarla dost oldu ve İtalyanca öğrendi.
Diğer taraftan mektepte öğretilen İngilizceye de
daha fazla hâkim olmak için bahriyeye ait eserleri
dikkatle okumaktan geri kalmadı. Bu suretle hem
mesleki hâkimiyetini çoğalttı hem de İngilizceyi
daha mükemmel öğrenmiş oldu.
O sıralarda
devletin hizmetine alınan Amerikalı amiral Buknam
paşaya tercüman ve müşavir tayin edildi. Genç
denizcinin kıymetini anlayan Buknam Paşa Rauf Bey’e
çok teveccüh gösterdi. Birlikte Almanya’ya gittiler,
Keyl tezgâhlarında inşa edilen gemiyi İstanbul’a
getirdiler. Bu münasebetle Rauf Bey büyük bir deniz
devleti olan Almanya’nın tezgâhlarını, gemilerini
bahriye usullerini gördü ve bir hayli malumat
edindi.
Hükümet bazı
nakliye gemileri almak için Rauf Bey’i tekrar
Avrupa’ya, İngiltere’ye gönderdi. Bu suretle
İngiltere’yi de tanıdı. En yüksek denizcilerle
konuştu. Harp gemilerini gördü, İngilizceyi de
iyicene ilerletti.
Kanuni
esasinin ilanına denk gelen günlerde Sisam’da bir
ihtilâl vuku bulduğu hatırlardadır. Saray bu
ihtilali yatıştırmak için nizamiye ile beraber Rauf
Bey’in vazifeli olduğu torpidoyu da gönderdi.
Bununla beraber sarayın maksadı bir blöften
ibaretti. Sisamlılara tecavüze Sultan Abdülhamit Han
razı değildi. Rauf Bey sarayı dinlemedi toplarını
ihtilalcilerin üzerine dikerek ateşe başladı. Bu
hadise mabeynin kulağına gidince sarayda müthiş bir
korku ve öfke zuhur etti. Öfke Rauf Bey’e karşıydı.
Korku da Avrupa’dan! Bu hadise münasebetiyle büyük
devletlerden gelecek itirazlardan çekiniliyordu.
Kanuni esasi ilanının bu hadise üzerine denk
getirilmesi olayı unutturur gibi oldu. Bu vech ile
Rauf Bey’de büyük sıkıntılardan kurtulmuş oldu.
BAHRİYEDE
RAUF BEY (*)
Rauf Bey’in
1331 senesinde Selanik’e gitmek mecburiyetinde
bulundu. Kendisi Selanik’te orduya girdi orada bir
nefer gibi çalıştı. İstanbul’a gelince divanı harbi
örfiye aza oldu. 11 Nisandan sonra memleketin
kavuştuğu sükûnet devresi içinde donanmaya ehemmiyet
vermek
gereği de
idrak edilmişti. İngiltere’den Gambol isminde bir
amiral getirilmişti. Bu amiral donanmamızın
idaresini eline alınca Rauf Bey’i “Hamidiye” ye
kumandan yaptı. Rauf Bey’in Hamidiye’de süvariliği o
tarihte başlar. Müstesna gemici Hamidiye’ye ayak
basınca bütün kuvvetiyle mesaiye başladı. Gemiyi
ıslah çalışmalarına başladı. En güzide zabitleri
yanına topladı. Geminin tertibatını, levazımını,
dâhili teşkilatını o derece mükemmel bir hale
getirdi ki, bu kruvazör bahriyeliler arasında hemen
şöhret aldı. Zaten bütün yarışlarda da Hamidiye
ödüllendirilmekteydi.
Yemen
hadisesinde Hamidiye Yemene gönderildi. Sulh
sağlandıktan sonra İngiltere kralının bir merasimi
için Londra’ya hareket etti. İngilizler Hamidiye’yi
çok beğendiler. Türklerin bir gemiyi bu derece
mükemmel hale getireceklerini tahmin etmemişlerdi.
Karşılıklı ziyafetler verildi.
Rauf Bey tüm
bu seyahatlerinde memleketine tam bir hizmet etmiş
olamayacağını düşünerek Hamidiye büyük zaferler
tasvir etmekteydi. 1338 de Hamidiye’nin bütün
Avrupa’yı taacübde bırakan hikâyesini unutmadık. Bu
asırda itibarını kaybetmiş denizciliğimizi
şahlandıran Hamidiye bütün Avrupa’da gündemde idi.
Ezeli can
düşmanımız olan Yunan filosunun bir kısmını topa
tutmak Hamidiye süvarisinin en büyük arzusuydu.
Bunun hakikate geçmesi kolay bir iş olmak şöyle
dursun imkânsız bile görünüyordu. Fakat Rauf Bey hiç
yılmadı. Kendi hayatını ortaya koyma hususunda
takdire şayan bir cesareti vardı. Yalnız kendisini
değil sevgili gemisini Hamidiye’yi düşünüyordu. Bin
bir zorluklarla ıslah ettiği bu kruvazörün başına
bir felaket gelmesinden korkuyordu. Planı etrafıyla
tertip etti. En uzak ihtimalleri bile göze aldırdı.
Bir gece Suriye istikametini alarak Çanakkale’den
çıktı. Geminin bütün ışıkları söndürülmüştü. Yunan
sahillerini bekleyen torpidoları bir an olsun
gözünden kaçırmıyordu. Hamidiye’yi onların gözünden
gizlemek için dâhiyane manevralar yaptı. Gemiye
mükemmel vaziyetler verdi böylece uzun müddet
dolaştı. Etrafı gözetledi nihayet “Syra”önüne geldi.
Orada
Makedonya ismindeki Yunan muavin kruvazörünün bir
İngiliz vapuruyla yaklaşarak erzak, mühimmat ve harp
eşyası aldığını gördü. Evvela İngiliz vapurunun
üstüne yöneldi. Hemen ortadan savuşması için kaptana
emir verdi. İngiliz gemisi uzaklaşınca Makedonya
yalnız kaldı. Rauf Bey Hamidiye’nin toplarını
Makedonya’ya çevirdi. Karanlıkları yaran mermilerle
Yunan gemisini dövmeye başladı. Yunan harp gemisi
alevler içerisinde döne döne dalgalar arasında
gözden kayboldu. Rauf Bey bu harika zaferiyle kanaat
ederek gerisin geriye döneceği yerde bilakis
büsbütün galeyana gelerek tüm cesaretiyle toplarını
sahile çevirerek elektrik fabrikasına birkaç mermi
attı. Bu birkaç mermi fabrikayı parça parça ederek
dağıtmış bir iskelet haline getirmişti.
Rauf Bey bu
ikinci muvaffakiyet ile de kanaat getirmedi.
Gittikçe artan büyüyen tehlikeleri göze alarak
toplarını baruthaneye çevirdi. Bir kaç mermide oraya
attı. Bu görülecek bir manzara idi. Alaca karanlıkda
ateş alan baruthane hiçbir gök gürültüsünde
işitilmeyen korkunç bir gürültü ile patlayarak
muhteşem bir görüntü oluşturdu. Kızıl alevler
içerisinde koskoca taşların direklerin, beton
yığınlarının boşlukta kâğıt yığınları gibi
uçuyorlardı. Kahraman Rauf Bey bu manzara karşısında
bir sigara yakmayı hiç unutmadı.
Sahil
alevler içerisindeyken Hamidiye büyük ve tarihi
işini bitirerek ağır ağır Syra’dan ayrıldı.
Sabahleyin hiçbir düşman gemisine rast gelmeden
Beyrut’a kadar gitti. O zaman bu hadise Rauf Bey’in
gölgeleri Syra baruthanesinin üstünde nasıl
patladıysa Avrupa’da da öyle tesirler husule
getirdi. Harikulade vakalara öteden beri hasret olan
Avrupalılar gazetelerde uzun uzadıya bu zaferden
bahsettiler.
Altan alta
Yunanistan’ı müdafaa ederek sürate yüzümüze gülen
bazı sahtekâr ecnebiler Makedonya kruvazörünü
Hamidiye’nin batırmadığını Yunan kaptanının bizim
gemimizi görerek kendi gemisini kendi eliyle
batırdığını ima ederek şaibe istediler. Fakat
Hamidiye fotoğrafçıları tarafından alınan resimler
hadiseyi olduğu gibi gösterdiği cihetle bu
söylentilerin maiyeti ortaya çıktı.
Hamidiye’nin
kahramanlığı Türk topraklarında destanî bir şöhret
kazandı. En büyük edipler kahramana kasideler
yazdılar. Çocuklar mekteplerde Rauf’un ismini
başlarında taşıdılar. Her tarafta Rauf Bey’in
namına hitabeler, konferanslar verildi.
ANADOLU’DA
RAUF BEY (*)
Büyük
insandan şüphe yok ki, milli mücadele, milli
teşkilat müstağni kalamazdı. Rauf Bey’in
Anadolu’daki mücahedelelere iltihakı bütün millette
zafere karşı itimadı kat kat arttırdı. Ancak milli
mücahede tamamıyla beri sahada vuku bulduğu için
Rauf Bey’in denizci dehasından istifade etmek imkânı
yoktu. Fakat onun cesaretini, tecrübelerini, imani
büyük seciyeleri Anadolu’nun teşkilat sahasında çok
harikulade işler gördü.
Mülki ve
askeri birçok işlerde Rauf Bey’in fikrine ve
tecrübesine müracaat edildi. Ankara’da herkesin onun
şahsına derin ve sarsılmaz bir itimadı vardı. Gerek
mecliste gerekse idari şubelerinde Rauf Bey mükemmel
bir idare adamı şahsiyeti gösterdi. Büyük
kumandanlarımız harp cephelerinde çalışırlarken Rauf
Bey’de dâhili cephenin düzenine uğraşıyordu.
Bugün
hepimizi gururlandıran o mükemmel teşkilatın başında
yine Rauf Bey vardı. Hiç şüphesiz onu alkışlamaktan
yorulmayan ellerimiz gün gelecek ki donanmamızın
başında O’nu görerek yeniden birbirlerine
çarpacaktır. Bu kahraman hiçbir zaman
unutulmayacaktır.
Hüseyin Rauf Bey
hakkında kaleme alınmış anlamlı ve kısa bir eser.
Rauf Bey Milli Mücadele sırasında olsun daha
sonrasında olsun ülkesi ve halkı için azimle
mücadelesine devam etmiştir. Milli mücadele yıllarında
başvekil olduğu dönemde, kendisine gelip, Mustafa
Kemal'in diktatörlüğe yöneldiğini, bunun önlenmesi
için bir şeyler yapılması gerektiğini söyleyen
Yenibahçeli Şükrü'ye, "Şükrü, 600 senelik padişahını
reddeden bu millet bir Selanikli'nin peşinden mi
gidecek, hele şu düşmanı bir atlatalım, gerisi
kolay" diye cevap verdiği rivayet edilir.
Mustafa Kemal ve Mustafa Kemalci kanadın karşısında
duran, ilk meclisin ilk muhaliflerindendir.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın
kurucularındandır. Anlaşmazlık Mustafa Kemal'e göre
saltanatın lağvıyla başlamıştır, terakkiperver'lerin
ordu marifetiyle iktidarı ele geçireceklerini
düşünür, bu endişe şimşekleri partinin üstüne çeker.
Hüseyin Rauf ise cumhuriyetin bir günde ilan
edilivermesinin halkta emrivaki hissi
uyandırabileceğinden endişelidir. Lozan sonrası
Mustafa Kemal ve şürekâsının gitgide şahsi iktidar
ve hiyerarşi oluşturmasından oldukça sıkıntılıdır.
1931'de kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkası'nın tekrar açılması önerilir, hem de İsmet
paşa tarafından. Rauf Orbay’ınsa bir türlü
güvenemediği kişi İnönü'nün ta kendisidir. "İnönü
varsa demokrasi yoktur" denklemiyle bu teklifi
reddeder. Kendisine: "paşam garpta bütün mühim
şahsiyetler hatıralarını kaleme alırlar siz de
istiklal harbimizi anlatsanız fena mı olur? "
sorusunun sorulması üzerine (soruyu soran merhume
Münevver Ayaşlı hanımefendidir) "Evladım bu milletin
elinde kala kala İstiklal Harbi kaldı hatırlarımı
yazıp onu da ben mi bitireyim" diye cevap vermiştir.
Halide Edib Türkiye’de şark garp ve Amerikan
tesirleri kitabını Rauf Orbay’a ithaf etmiştir.
Bilindiği üzere Rauf Orbay, Türkiye’deki muhafazakâr
muhalefetin köşe taşlarından birisidir. Halide
Edip’in eşi Adnan Adıvar gibi Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası'nın kurucularındandır. Edib,
özellikle "Türk’ün ateşle imtihanı"nda Kazım
Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Miralay Refet Bele gibi
isimlerin yanında Rauf Bey'in de adını sıklıkla
zikretmekte ve bu isimlerin bağımsızlık mücadelesi
içindeki rollerinin altını övgüyle çizmektedir.
Halide Edib, "Türkiye’de şark, garp ve amerikan
tesirleri"ne yazdığı önsözde, kitabına temel teşkil
eden diğer çalışmalarını - "turkey faces west"
(Türkiye batı'ya bakıyor) ve "the conflict of east
and west in turkey" (Türkiye’de doğu-batı
mücadelesi)- İngilizcesi’nden okuyan Rauf Orbay’a
müteşekkir olduğunu belirtir ve "her bakımdan
memleketimizin daima iftihar edeceği dostumuz
muhterem Rauf Orbay, bunları Türkçe olarak yazmanın,
Türk gençliğine karşı bir vatan borcu olduğunu
söylemişti." diyerek çalışmasını vücuda getirmesi
bakımından Rauf Orbay’ın işgal ettiği konumun
hakkını teslim etmeye çalışır. (**)
Barbaroslar neslinin son halkası Hüseyin Rauf Orbay.
Türk İstiklal Mücadelesinin mümtaz kahramanıdır.
Savaş sonrası dönemde de yenilikçi ve özgürlükçü
fikirleriyle mücadelesini sürdürmüş ve hak etmediği
baskılara maruz kalmıştır. Türk istiklal mücadelesi
seçilmiş birkaç isim etrafında muhafaza edilmek
istenmekte ve bu destansı diremişin saygın
kahramanları göz ardı edilmektedir. Fevzi Çakmak,
Kazım Karabekir, Refet Bele ve diğerleri ikinci
planlara atılmakta ve muhtelif iftiralarla
karalanarak arkadan gelen nesillerin gözünde
önemsizleştirilmek istenmektedir. Bu seçkin
yiğitlerin birisi de Hüseyin Rauf Orbay’dır.
(*)
KAYNAK: “Muhterem Heyeti Vekiliye Reisimiz Rauf Bey,
muharriri: P.S. Orhaniye Matbaası
(**) Bu bilgiler Ekşi Sözlükten derlenmiştir.
Hazırlayan: BİLAL ATIŞ www.bilalatis.blogcu.com |