Rüya içre rüyasal alemlere bir bakış...
Nur Cihan
 

Hz. Yusuf as. için:
Kabe’nin seherinde
Bembeyaz entarinizle

Ve bir ucu eteğinize inen
O bembeyaz sarığınızla

Tavaftaydınız
Eteğinizde iz bırakmayan

Kuyunun tozu vardı

Ki. oda aynı biz gibi topraktandı

********
Rüyalar hepimizin ilgi duyduğu nadir ortak hayallerdendir. Rüyanın en derin ve en sonsuz ilim olduğuna da inanıyorum. Ve istiyorum ki kendi rüyasal hayatımı bu yazı ile irdeleyeyim. Bakalım ne kadar yol kat edebilmişim. Belki benim kadar rüyasever -hayalperestler okurlar da,  kendi rüyasal hayatları ile bizi zenginleştirirler.
Dört sene evvel en değerli olduğuna inandığım rüyalarımı kaydetmeye başladım. Gördüğüm değişik şekil olduğunda bunu da not olarak çiziyorum. Günün tarihi, varsa astrolojik önemi, varsa manevi günleri de kaydediyorum. Çünkü biz bilmesek de daima bir sistem bizi yönetiyor.

Bir keresinde ani bir görüşle gördüğüm mitolojik bir şekli çizmiştim. Gittiğim bir yerde kütüphane vardı ve sanat dergileri koleksiyonu da; birini çekmiştim, tam beş sene evveline aitti. Açtım ve kalakaldım. Benim mitolojik kahramanım orada madalyondan bana bakıyordu Bu resmi Ali amcama göstermiştim. Gülmüştü ve manasını söylemişti. Çok şaşırmıştım. Demek hiçbir şey bize öğretilenler gibi değildi ve güzellik çokkkkk ama çokkkkkk göreceli bir şeydi. Ama ilim korkunç bir heybetle bizleri sarmıştı. Haberimiz yoktu.
Eskiden herkese rüyalarımı anlatmak isterdim, artık öğrendim ki sadece ehline anlatılır, ben de ehline müracaat ediyorum tabii.
Aklımdan hiç çıkmayan bir sahne ile başlamak istiyorum. Sağımda tüm kalbimle sevdiğim büyüğüm ve karşımda da onun en çok sevdiği sevgili dostu oturuyorlardı. Ben de rüya defterimden okuyordum. Onlar büyük bir incelikle bu rüyaları dinliyor ve gerekli açıklamaları yapıyorlardı. Her şeyin çok açık ve net olduğunu söylüyorlardı.Oysa ben o açık ve netliği hâlâ göremiyordum. Ancak bana bunu anlatırlarsa ben de onlar gibi o manaya kapı açabilecektim.

Ve rüyalarımı daima onlarla paylaşmaya devam edecektim.
Bir gece kalbimdeki müthiş acı ile uyandığımda ağlayarak güzel dostumu ilk kez, o saatte aramak zorunda kalmıştım. Çünkü kimse beni o gibi teselli edemezdi. O bana çok güzel sözlerle ve kalbimin altın anahtarları ile dualar etti. Oysa acım öyle derindi ki her şeyi terk edip yokluğa karışmak istiyordum. Peki, bir anlık bir rüya nasıl aylarca sürecek böyle derin bir acı yapabiliyordu? Ve bu acı aynı zamanda maddeden sürekli hissedilebiliyordu.
Rüyalarda acı ve zevk ve korku ve neşe iç içeydi. Hangisi gerçekti, hangisi hayaldi?
Bunlar derin ve keyifli konulardı ve insan varolduğundan beri de bunlarla uğraşmaktaydı. Felsefe denilen ilim belki de kendisini rüyaya borçluydu. Pek çok icat ve keşfin kendisini rüyaya borçlu olduğu gibi. Mesela ben rüyasında öğrenen bir kişi olduğum için yazdıklarımın yarısı rüyadandı.Onları, bir de kırpıp kırpıp şiir olarak dizebiliyordum.:)
Rüyalar üzerine okuduklarımdan şunları algılayabilmiştim.

Rüya da aynı bedenlerimiz gibi sonsuz çeşitlilikte olabilirdi.
Bedenle gördüğümüz normal sıradan rüyaların yanında; uyuduğumuzda bizden ayrılan ve üstümüzde uyuyan astral-su-latif bedenin gözleri ile de rüya görebiliyorduk. Belki bunu göz kapaklarımızın üstünde başka bir göz kapağı açılması ile algılayabiliriz ki bu rüyalar derin ilimli rüyalar olur sanırım.
Bir de sesi olmayan sesli ve görüntüsü olmayan görüntülü kalbi rüyalar vardır ki bunlar içe doğar ve aynen anlaşılır. Yorumsuzdurlar.
Üçüncü Göz hizasında duru görü denebilen rüyalar da vardır ki bunlar rüya bile değildir. Apaçık ve anlık tezahürler, renkli ve güzellerdir.

Kim bilir daha ne çok rüya görebilme yeteneğimiz vardır ki açıklanmamış ve bilemediğimiz. Bu muazzam bir zenginliktir.
İnsan rüyalarında dünyadaki halinden çok daha zeki ve bilinçlidir. Korkusuzdur. Her ilimde üstad gibidir. Tüm dilleri de sanki bilir. Her yerde seyahat eder.
Allah (C.C) insana öyle değer vermiştir ki onunla esmalarını paylaşmıştır.

Oysa insan bilmelidir ki, İbn Arabi hocamızın dediği gibi ;” varlığın kokusunu bile almamıştır.”.Kendimize var saydığımız her şey sadece Allah’ ın ilim dairesinde gerçekleşmektedir. Biz o dairenin içinde O’nun vehmindeyiz.
Rüyalar için, ehillerinden öğrendiklerimide paylaşmak istiyorum izninizle.
Rüya herkese anlatılmazmış, sadece ehline anlatılırmış birde sizi asla kıskanmayacak ve güzel yoracak kişilere.
Bazı rüyalar yoruma muhtaç olduğu halde bazısı Zat’a ait olduğundan asla yorulmazmış. O vakti gelince anlatırmış. Ya sabır.
Önemli rüyalar için sadaka verilmeliymiş ve iki rekat da namaz kılınmalıymış.
Hatta bir Mevlevi Dedesi (Allah’ın rahmeti üzerine yağsın)  öğrencilerine rüyalarını yazmalarını söylemiş. Çocuklarınıza bırakacağınız en güzel mirastır demiş. Ben de buna inanıyorum. Rüyalar geçmişimizi ve geleceğimizi anlatır, okumayı bilen, tüm sırlarımıza vakıf olur ve tedbir almamızı da söyler.
Onlar bize ruhun fısıltılarıdır. Bize olan aşkından verdiği sırlardır.
Tabii negatif etkili rüyaları yazmıyoruz. Yoksa yemek-içmekten tutun, düşündüğümüz, gördüğümüz, hastalıklarımız, vehimlerimiz her biri ve başkası sonsuz değişik ilizyonlar gösterebilirler. Bunlar beynimizin sanal oyunlarıdır ya da ikazlarıdır.
Bizim yazmaya çalıştığımız rüyalar Hak rüyalardır. Diğerleri kişiyi sadece oyalar. Ve hep geri gitmesine sebep olur. Rüya zaman ve dünya zaman asla birbirine uymuyor. Rüyalara takılı kaldığımızda hiç ilerleyemeyiz.
Bize düşen, önemli olanları ayıklamak ve ehline anlatmaktır. Eğer bir ikaz varsa aslında kendimiz herkesten iyi anlarız, tedbir gereklidir. Ruhumuz en büyük Mürşid-i Kamilimiz’dir. Ruh bize aşkla bağlıdır. Bizim ona yönelmemiz onun bize daha çok bilgi vermesi demektir.
Aslında ruh ve nefsi hep bir görmüşümdür. Onları; ampul (ruh-fanus) ampulün içindeki ateş  (nefs-ışık) tanımlayabilirim. Hz. Mevlana ruhu yağmalamaktan bahsediyordu bir beytinde ki ben hiç anlayamamıştım. Artık şu şekilde anlayabiliyorum. Ampul kırıldığında ya da patladığında içindeki ateş –nefs de gözükür, ama o fanus olmadan söner-ölür, yoktur. Onlar birbirlerine can verendirler ki aydınlık olsun. Yok olduklarında ateşin ardındaki sonsuz ilim açığa çıkar ancak.

Evet. Ehlinden öğrendiğimiz rüyasal bilgilere devam edelim yine.
Önemli rüyalarımız için iki rekat namaz kılmalı ve sadaka da vermeliymişiz.
Rüya ruhun levhi mahfuzdan aldığı bilgi olduğu için iyisi kötüsü olmazmış. Onu kötü yapan bizim yorumlarımızmış. Belki de bu sonsuz muhteşem ilmi sınırlamamak için; ehli daima tedbirli davranıyor, nadiren tabir etseler de hep çok geniş zamanlı iyi manalar veriyorlar.
Tabii bir de rüyalardan kurtulmak da var bu yazdıklarımın zıttını anlatıyor.
Gene ehli bir kişi bana şöyle demişti:”Evladım, ben senede belki bir rüya ancak görürüm. Rüyaya takılmayınız. Onların çok nadiri Hak’tandır ve gerçekleşir. Rüya kişiyi oyalar.
Bir diğer ehli kişi ki O;  hayatımın sırrını bana verdiği kitaptan okutarak öğretmişti. Yani gözü açık rüyamı, çok açık diye anlamadığım için kitaptan onaylatmıştı. Gözümü ve ruhumu uyandırmıştı.
Tanıdığım bütün rehberleri rüyamda gördüğüm halde kendisini hiç göremediğimi duyması üzerine şöyle demişti.

“Sen çocuk musun hâlâ rüya görüyorsun? Rüyayı çocuklar görür. Her şey bu kadar açık ve ortada iken neden rüya ile uğraşıyorsun ki? demişti. Ve tabii çok haklıydı.
Evet, her şey çok açık ve netti ama bende pekçoğumuz gibi hâlâ batın(gizem) peşinde koşuyordum. Oysa batın “zahirdeydi”.Yeni hiçbir şey yoktu. Olamazdı da. Yeni bir şey de yazılamazdı. Eskiler defalarca kitapları okuyup dürmüşlerdi. Ve tüm batın diye aradığımız her şeyi yazmışlardı hem de tüm çıplaklığı ve yalınlığıyla. Biz hâlâ sır diyor ve sır peşinde koşuyorduk. En büyük sır kişinin kendisi yani aynasının arkasındaki karanlık” ben” perdesindeydi.”Kaldır perdeyi aradan kalsın yaradan” yapamıyorduk çünkü rüya görmeyi çok ama çok seviyorduk. Rüya ne kadar uzarsa o kadar varmış gibi oyalanacaktık.Sonsuz kere nokta olabilmek deneyimlenmiş ve yazılmıştı.Tasavvuf kitapları, şiirleri ve ilahiler öyle açık anlatıyorlardı ki.Biz ise yaşamadığımız o anlatımları beğenmiyor;daha daha batınını arıyorduk.İşte herkes kendi “noktasal vuruşunu” yapana dek belki de bu arayış sürüp gidecek.Hele  noktanın zahiri anlamı insanı öyle korkutuyordu ki O’ndan bahsetmek yerine hep noktadan bahsediyorduk.:)
Ne vakit ki ölmeden evvel ölebileceğiz, biz de capcanlı rüyaları batini- zahirdeki her şeyde gözü açık seyretme imkanına kavuşabileceğiz.
Dışarıda ya da yukarıda hiçbir şey yok. Her şey bu güzel alemde. Çarşı-Pazar, oyun eğlence, acı ve tatlı buradaydı. O yüzden de cazip ve vazgeçilmezdi ya.
Bu rüyanın kıymetini bilebilmek ümidi ile kendimize iyi uyanmalar diliyoruz.
Sevgiler.

 

 
 
29.04.2008
nuralem7@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com