Sema katmanlarının, yani evrene bakacağımız algı
sınırını gösteren gözlüklerin sayısı pek çoktur. Hangi
seviyeden bakarsanız o seviye evrensel ölçekte bir
algısal ağı oluşturur ve evren, o gözlükten görüldüğü
haliyle bilinir. Bu nedenle Kur’an’da da, yer, şu normal
halimizle algıladığımız evrensel katmanı simgelemek
üzere tekil, semalar ya da gökler ise, çoğul olarak
kullanılmıştır. İşte gelecek makalelerimizde
işleyeceğimiz cennet, cehennem, ahiret hayatı ile dünya
hayatı arasındaki ilişki, yukarıdaki göklerle yeryüzü
arasındaki bir ilişki olarak değil, maddi evrenle bu
maddi evrenin unsurları ya da oluşturucuları olan
maddesel parçacıkların ve/veya enerjisel frekansların
latif özsel katmanları arasındaki ilişkiler açısından
ele alınacaktır. Benzer şekilde Adem’in cennetten
dünyaya kovuluşu da, ayetlerle dünyada yaratıldığı
aşikar olan Adem’in gökyüzünden dünyaya düşmesi değil,
maddi alemin latif tabakalarını algılayan bir
bilinçlilik halinden, maddi alemleri algılayan bir
bilinçlilik haline blokelenmesiyle izah
edilecektir.
Burada hemen belirtelim ki, Kur’an’da Arş ile
simgelenen, Allah’ın, bize göre olan, Hiçlik makamıdır.
Öyle ki o makama kadar yedi kat gökyüzü vardır. Yani
algısal açılımlarımıza bağlı çok sayıda sema katmanları…
Ama artık hiçbir varlığın algılamasının mümkün olmadığı
derinliğe ulaşıldığında, o deruni öz, Arş ile
yani Hu’nun* mekânıyla, Hiçlik
boyutuyla simgelenir ki, gerçekte de her an ve mekânda
olan Gerçek, Mutlak, Tek varlık hep O’dur. Meşhur Miraç
hadisinde Cebrail’in çıkamadığı, çıkarsa yanıp yok
olacağı makam, işte bu Hiçlik makamıdır. O makamda
hiçbir benliğin izafi de olsa mevcudiyeti söz konusu
olamayacağı için bu durum yanmayla simgelenmiştir.
Peygamberimiz ise Meleklerin çıkamadığı o makama
ulaştığında, Allah’ı yine mutlak Varlık, Hu ya da hiçlik
olarak değil, ancak kendi bilincinde, bir insan şeklinde
suret almış haliyle görebilmiştir. Zira mutlak anlamda o
makama ulaşmak, izafi bilincin yok olması, varlığın asıl
öze dönmesi, Hu’ya karışması demektir. O nedenle keşif
ehli de, bilebildiğimiz kadarıyla, O makamda (hatta tüm
makamlarda) sürekli kalamaz, sadece o makamı bizim
ölçülerimizle anlık, ancak Hu’da an-ı daimi tadarak
müşahede edebilirler. Kesintiye uğrayan bilinçleri,
tekrar izafi benliklerini oluşturduğunda, bu tecrübe
ancak An’da idrak edilmiş güçlü bir his olarak kalır.
Zira izafi benlikte An, An-ı daim değil, ancak An-ı
daimi kendine göre tatma halidir. An-ı daim sadece ve
sadece Hu’ya mahsustur. |